13 Ekim 2008 Pazartesi

HZ. MUHAMMED (SAV): ''İNSANLAR UYKUDADIR, ÖLÜMLE UYANIRLAR''

http://sabrikontek.azbuz.com http://sabrikontek.blogcu.com http://sabri28kontek.sitemynet.com:::::Şu anda bu yazıyı okuyan kişiler de dahil olmak üzere, birçok insan hayatı boyunca büyük bir yanılgı içinde yaşar. Bu yanılgı ise, aslında çok iyi bildikleri ancak düşünmedikleri için fark edemedikleri bir gerçekle ilgilidir. Bu gerçek şudur: Her insan, tüm hayatını aslında çok küçük bir mekanda, yani kafatasının içinde, tek başına yaşar. Bu, bilimin de gösterdiği kesin bir gerçektir.

Örneğin siz şu anda bu yazıyı bilgisayarınızdan okuyorsunuz ve bilgisayarınızın 20-30 cm uzağınızda olduğunu sanıyorsunuz. Oturduğunuz odadaki televizyonun ise sizden 2 metre kadar ileride olduğunu düşünüyorsunuz. Camınızdan gördüğünüz deniz manzarasının ise sizin birkaç kilometre uzağınızda olduğunu zannediyor olabilirsiniz. Balkona çıktığınızda gördüğünüz yıldızlar ise, size göre sizden milyarlarca kilometre uzaklıkta. Bunun sonucunda ise kendinizi sonsuz büyüklükte bir evrenin içinde yaşayan, çevresi insanlarla dolu biri sanıyor olabilirsiniz. İşte siz de diğer insanların büyük bölümü gibi bu noktada yanılıyorsunuz. Çünkü burada saydıklarımızın hepsi, bilgisayarınız, televizyonunuz, pencereden bakınca gördüğünüz manzara ve yıldızlar, dostlarınız, yakınlarınız, aslında sizin dışınızda, ilerinizde veya uzağınızda değiller, hepsi sizin içinizdeler.

Bu görüntülerin her biri beyninizin arka bölümündeki görme merkezinde oluşan görüntüler. Siz şu anda beyninizin arkasındaki küçücük bir bölgede oluşan bu yazının görüntüsünü görüyorsunuz. Başka bir deyişle, şu anda bu yazıyı okuyan sizin gözleriniz değil, çünkü bu yazı gözünüzün önünde değil, kafatasınızın arkasında bir yerde. Ancak siz hayatınız boyunca gözlerinizin bunları gördüğünü, tüm gördüklerinizin gözünüzün önünde, sizin dışınızda varlıklar olduğunu zannederek yanıldınız.

Ortaokul veya lisedeki bazı bilgilerinizi tazelerseniz, bu söylediklerimizin aslında sizin de bildiğiniz bilimsel gerçekler olduğunu, sadece size bu şekilde anlatılmadığı için bu gerçeği bu yönüyle hiç düşünmediğinizi anlayacaksınız.

Dünya gözünüzün önünde değil, beyninizin arkasında

Gözlerimiz ve gözlerimize bağlı olan milyonlarca sinir hücremiz, sadece "görme olayının" gerçekleşmesi için beyne mesaj ileten kablo görevine sahiptirler. Bir cisimden gelen ışık, göz merceğinden geçer ve gözün arka tarafındaki ağ tabakanın üzerine başaşağı ve iki boyutlu bir görüntü bırakır. Ağ tabakadaki çubuk ve koni hücreler, bazı kimyasal işlemlerden sonra bu görüntüyü elektriksel akıma dönüştürür. Bu elektriksel akımlar, göz sinirleri aracılığı ile beynin arka kısmında yer alan görme merkezine götürülür. Beyin ise bu gelen sinyali anlamlı ve üç boyutlu görüntüler haline getirir.

Burada çok yüzeysel olarak anlattığımız görme, gerçekte son derece olağanüstü bir işlemdir. Işık demetleri anında ve kusursuz şekilde elektrik sinyallerine dönüştürülmekte ve sonra bu elektrik sinyalleri, üç boyutlu, rengarenk, ışıl ışıl bir dünya olarak bize görünmektedir.

Sonuç olarak siz hayatınız boyunca gördüğünüz her şeyi beyninizin içinde gördünüz. "Dışarıda", yani sizin bedeninizin dışında, uzağınızda olduğunu sandığınız her şey, çiçekler, denizler, gemiler, uçaklar, yıldızlar, güneş, ay, aileniz, dostlarınız, eviniz, arabanız, iş yeriniz, dağlar, kuşlar, kısacası her şey, aslında sizin içinizde idi. Siz, bugüne kadar beyninizin dışında bulunan hiçbir nesneyi görmediniz, gördüğünüz her şey kafatasınızın içinde idi.

Duyduğunuz sesler, dokunduğunuz cisimler, aldığınız kokular ve tatlar için de aynı gerçek söz konusudur. Bir cisme dokunduğunuzda, hiçbir zaman o cismin aslına dokunamazsınız. Dokunduğunuz beyninizdeki cisimdir. Dokunma hissi elinizde değil, beyninizde oluşur. Bu nedenle, örneğin siz şu anda bilgisayarınızın tuşlarına dokunduğunuzda, gerçekte beyninizin içindeki bilgisayarı hissedersiniz. Masanızın sertliği, ipek bir kumaşın elinizde oluşturduğu his, metalin soğukluğu gibi dokunmaya ait tüm hisler beyninizde oluşmaktadır. Yani siz bugüne kadar hep kafatasınızın içindeki küçücük bir yerde yaşadınız. Beyninizin dışında ne olduğunu, oradaki gerçek alemi ise asla göremediniz.

Beyninizin dışında madde olarak adlandırılan görüntüden oluşan ve sağlamlık hissi verilen bir alem vardır. Ancak siz bu aleme asla duyularınız aracılığı ile ulaşamazsınız. Her insan beyninde oluşan alemi seyreder, beyninde oluşan aleme dokunur, beynindeki alemin sesini dinler.

Allah, yarattığı madde alemini, her insana beyninde bir görüntü olarak izlettirmekte ve bu görüntüye sağlamlık, sertlik vererek görüntüyü gerçek gibi algılattırmaktadır. 20. yüzyılda bilimsel bulgularla kanıtlanan bu gerçek yüzyıllarca önce yaşamış olan büyük İslam alimi İmam Rabbani tarafından etraflıca açıklanmıştır. İmam Rabbani, mektuplarından birinde şöyle bir izahta bulunmaktadır:
"Hâricde ve hakîkatde, Allahü teâlâdan başka, mevcûd yokdur. Allahü teâlâ, kudreti ile, kendi ismlerinin ve sıfatlarının kemâlıinı mümkinât sûretlerinin perdesinde göstermiş, ya’nî eşyâyı, kendi kemâlâtına uygun olarak, his ve vehm mertebesinde, îcâd etmiş, var etmişdir. Böylece, eşyâ, vehmde görünmekde, hayâlde devâm etmekdedir. O hâlde eşyâ, hayâlde göründüğü için vardır. Lâkin Allahü teâlâ, bu görünüşe devâm verdiği, yok olmakdan koruduğu eşyanın yapısına sağlamlık verdiği ve ebedî mu’ameleyi de bunlara bağlı kıldığı için, vehmdeki varlık ve hayâldeki devâm da, hakîkî varlık olmuşdur." (İmam-ı Rabbani, İkinci Cilt, 44. Mektup)

İnsan görüntüyü gerçek zannederek yanılır

Burada anlatılanlar, her insanın üzerinde büyük bir ciddiyetle düşünmesi gereken çok önemli bir hakikattir. Çünkü bu gerçeği görmezden gelen her insan, ömrü boyunca küçücük bir noktada oluşan görüntüyü gerçek zannederek yanılmaktadır. Örneğin beynindeki minik bir noktada oluşan iş kulelerinin sahibi olduğunu zanneden bir adam, bu görüntüden dolayı kibirlenir, şımarır, bir gün öleceğini unutarak kendisini sonsuz güçlü zanneder. Veya beynindeki bir noktada oluşan fakir hayat görüntüsü başka bir insanın ezik, mutsuz ve umutsuz yaşamasına neden olur. Beyninin içindeki küçücük bir yerde oluşan para görüntüsünü kaybeden insan hemen perişan olur. Beyninin içindeki araba görüntüsünün çizildiğini gören bir başkası ise hiddetlenir, mal hırsından dolayı büyük bir öfke duyar. Oysa, bu kişilerin her biri rüyasında zengin veya fakir olan, veya rüyasında arabası çizilen bir insandan farklı bir durumda değildirler. Çizilen araba, beynimizin içinde oluşan bir araba görüntüsüdür. Bu arabanın aslını, dışarıdaki gerçek halini hiç kimse, hiç bir zaman bilemez ve göremez. Bunu ancak beynimizdeki ve dışındaki alemi yaratan Yüce Allah bilir.

İşte bu gerçeğin farkında olmayan, veya çok açık olmasına rağmen bu gerçeği kabullenmek istemeyen insanlar, hayatları boyunca hep yanılgı içinde, gerçekleri görmezden gelerek yaşarlar. Bu insanların durumu bir sinema filmini veya tiyatro oyununu gerçek zannederek bu filmin veya oyunun içinde yaşamak isteyen bir insanın durumu gibidir. Çevresindekiler bu insanı ne kadar ikna etmeye ve ona gerçekleri göstermeye çalışsalar da bu insan bunu anlamazlıktan gelir.

Her insanın bu gerçeği kabul ederek kavrayacağı bir an vardır

Ancak her insanın, hiçbir istisna olmaksızın, bu gerçeği anlayacağı, kavrayacağı ve kabul edeceği bir an vardır. İşte bu an her insana ölümle birlikte gelecektir. Ölümle birlikte insanın beyninde seyrettiği dünya hayatına dair görüntü değişecek, bunun yerine ölüm anının, hesap gününün ve ahiretin görüntüsü gelecektir. Allah'ın Kuran'da bildirdiği gibi, ölümle birlikte insan sanki bir uykudan uyanacak, rüyasından gerçek dünyaya geçer gibi, gerçek ve sonsuz hayatına geçecek, bu hayatında görüntüsü daha net ve gerçek olacaktır. Aynı rüyasındaki daha bulanık görüntüden uyanıp daha net olan dünya hayatına geçiş yapan insan gibi. Ayetlerde tüm alemlerin Rabbi olan Allah bu gerçeği şöyle bildirmektedir:
Demişlerdir ki: "Eyvahlar bize, uykuya-bırakıldığımız yerden bizi kim diriltip-kaldırdı? Bu, Rahman (olan Allah)ın va'dettiğidir, (demek ki) gönderilen (elçi)ler doğru söylemiş". (Yasin Suresi, 52)

"Andolsun, sen bundan gaflet içindeydin; işte Biz de senin üzerindeki örtüyü açıp-kaldırdık. Artık bugün görüş-gücün keskindir." (Kaf Suresi, 22)

Her sözü güvenilir olan, ilim ve hikmet timsali Peygamber Efendimiz (SAV) de bir hadis-i şeriflerinde "insanlar uykudadır, ölümle uyanırlar" (İmam Gazali, İslam Klasikleri 2, Bedir Yayınları, 18 sf. 36152) buyurarak bu gerçeğe dikkat çekmiştir.

Gerçek olan ölümden sonraki hayattır. Dünya hayatı ise, aynı bir rüya gibi insana beynindeki küçücük bir noktada izlettirilen bir görüntü alemidir. Bir insanın bu görüntüye aldanıp, gerçek ve sonsuz hayatını unutması, düşünmemesi ise büyük bir gaflet ve yanılgıdır. Bu gerçeği dünyada görmeyenler ahirette büyük bir pişmanlık yaşayacaklardır. Hayatları boyunca bağlandıkları, gerçek zannederek peşinden sürüklendikleri, Allah'ı ve ahireti unutarak şirk koştukları insanların, malların, mevkilerin, ünvanların aslında birer hayal olduğunu, beyinlerindeki görüntüler olduğunu anlayanlar bu pişmanlıklarını dile getireceklerdir. Asla yok olmayacağını zannettikleri şeylerin birer birer bir görüntü gibi kaybolduğunu gördüklerinde büyük hüsrana uğrayacaklardır. Allah, bu insanların ahiretteki itiraflarını Kuran'da şöyle bildirir:
Sonra onlara denilecek: "Sizin şirk koştuklarınız nerede?" "Allah'ın dışında (taptıklarınız)." Dediler ki: "Bizi bırakıp-kayboluverdiler. Hayır, biz önceleri (meğer) hiç bir şeye tapar değilmişiz." İşte Allah, kafirleri böyle şaşırtıp-saptırır. (Mü'min Suresi, 73-74)

… Nihayet elçilerimiz, hayatlarına son vermek üzere kendilerine gittiklerinde onlara diyecekler ki: "Allah'tan başka taptıklarınız nerede?" "Onlar bizi bırakıp-kayboldular" diyecekler. (Böylelikle) Bunlar, gerçekten kâfirler olduklarına kendi aleyhlerinde şehadet ettiler. (Araf Suresi, 37)

Dünyada bu gerçekleri görmezden gelerek, düşünmeyen her insan ahirette aynı konuşmayı yapacak, aynı telafisi olmayan pişmanlığı yaşayacaktır. Allah'ın bir rüya gibi gösterdiği dünya hayatına kapılıp gidenler, ölümü gerçek ve tek yaşantılarının sonu zannedenler, ölümle birlikte içinde bulundukları bu gaflet uykusundan uyanacak, rüyalarından ayrılacaklar ve işte o zaman asıl gerçeği göreceklerdir. Aklını ve vicdanını kullanan, samimi ve dikkatli düşünen her insan ise, daha dünyada iken gerçekleri fark ederek, ahiret hayatı için ciddi bir gayret içinde olacaktır.

12 Ekim 2008 Pazar

Beş Vakit Namazın Kılınma Şekli

http://sabrikontek.azbuz.com http://sabrikontek.blogcu.com http://sabri28kontek.sitemynet.com:Namazlar; farz, vacib, sünnet, müstehap ve nafile kısımlarına ayrılır. Bunlar açıkladığımız farzlarına, vaciblerine, sünnetlerine, adabına riayet edilerek şu şekilde kılınır:

1) Sabah namazı:

Sabah namazının iki rekat sünnetini kılmak için : "Niyet ettim bugünkü sabah namazının sünnetini kılmaya" diye niyet edilir ve hemen eller, baş parmak kulakların yumuşağına gelecek kadar yukarıya kaldırılıp; "Allahu ekber (Allah herşeyden yücedir)" diye tekbir alınır. Bundan sonra eller bağlanır, "Sübhaneke Allahümme ve bi hamdike ve tebarekesmük ve teala ceddük ve la ilahe gayruk" ile "Eüzü billahi mineşşeytani'r-racim (-İlahi rahmetten kovulmuş olan şeytandan Allah'a sığınırım-) Bismillahirrahmanirrahîm (Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla başlarım) ve Fatiha okunur, sonra "Amin (kabul buyur, ey Rabbimiz)" denir ve bir miktar daha Kur'an okunur. Bu bir miktardan maksat en az bir sure veya en az üç kısa ayet veya üç kısa ayet uzunluğunda bir ayettir. Bundan sonra "Allahu ekber" diye rükuya varılır, bu durumda en az üç kere; "Sübhane Rabbiyel-azîm (Yüce Rabbimi her türlü noksan sıfatlardan tenzih ederim) denir. Sonra "Semiallahü limen hamideh (Allah, hamdeden kulunun övgüsünü işitmiştir)" denilerek ayağa kalkılır; ayakta "Allahümme Rabbena ve lekel-hamd (Allahım, ey Rabbimiz, hamd sana mahsustur)" denir, bundan sonra "Allahu ekber" diye secdeye varılır, secdede üç kere "Sübhane Rabbiyel a'la (Ey, en yüce olan Rabbim! Seni her türlü noksan sıfatlardan tenzih ederim)" denir, sonra "Allahu ekber" denilerek kalkılır, bir tesbih miktarı oturulup yine "Allahu ekber" diye ikinci secdeye varılır, bunda da üç kere "Sübhane Rabbiyel-a'la" denir. Bununla bir rekat tamamlanmış olur.

Bu ikinci secdeden sonra "Allahu ekber" denilerek ikinci rekata kalkılır. Ayakta yalnız Besmele ile Fatiha ve bir miktar daha Kur'an okunur; birinci rekatta olduğu gibi rüku ve secdelere varılır; ikinci secdeden sonra oturulur ki bu iki rekatlı bir namazda son oturuştur. Bunda et-Tehiyyat ve Allahümme salli-barik ve "Rabbena atina fiddünya haseneten" duaları sonuna kadar okunur, sonra "es-Selamü aleyküm ve rahmetullah (Allah'ın selamı ve rahmeti size olsun)" diye sağ tarafa, sonra da yine "es-Selamü aleyküm ve rahmetullah" diye sol tarafa yüz çevirerek selam verilir. Bununla sağ ve sol tarafta bulunan müminlere, meleklere ve mümin cinlere selam verilmiş olur. Böylece iki rekatlı bir namaz bitmiş bulunur.

Bütün bu tekbirler, tesbih ve kıraatler gizli, yani namaz kılanın kendisi işitebileceği bir sesle gizlice yapılır.

Namazda erkekler ile kadınların ellerini kaldırma, bağlama şekli, rüku ile secdelerde ve oturuşlarda alacakları durumlar "Namazın sünnetleri ve adabı" konularında açıklanmıştır.

Sabah namazının iki rekat farzı ise şöyle kılınır: Önce, erkeklere mahsus olmak üzere kamet getirilir, sonra "Bugünkü sabah namazının farzını kılmaya" diye niyet edilir ve eller, kulakların hizasına kadar kaldırılarak "Allahu ekber" diye namaza başlanır ve sabah namazının sünnetinde belirtildiği üzere kılınıp tamamlanır. Ancak sabah namazının farzında Fatiha'dan sonra biraz fazla Kur'an okunması sünnettir. Bu sünnetin en az miktarı kırk ayettir. Bununla birlikte üç kısa ayet miktarı okunması da caizdir. Vaktin çıkmasından korkulduğu takdirde az ayet okunur. Hatta yalnız Fatiha ile veya bir kaç ayet ile yetinilebilir. Ebû Hanife'ye göre, farz olan kıraatin en az sınırı, en az altı harf ihtiva eden bir ayettir. "Sümme nazara (Sonra baktı)" ve "lem yelid (doğurmadı)" ayetlerinde olduğu gibi (bk. el-Kasanî, a.g.e., l, 110; İbnül-Hümam, a.g.e., l, 193, 205, 322 vd.; İbn Abidin, a.g.e., l, 415, Zeylaî, Tebyînül-Hakaik, l,104vd.; Bilmen, a.g.e., s. 153 vd.).

Tek başına namaz kılan kimse, bu farzı kılarken tekbirleri, Fatiha'yı, ilave edeceği sure veya ayetleri ve "Semi-allahü limen hamideh" cümlesini açık (sesli) okuyabilir.

2) Öğle namazı:

Öğle namazının ilk dört rekat sünnetinin önceki iki rekatı, tam olarak sabah namazının iki rekat sünneti gibi kılınır. Ancak bunda; "Bugünkü öğle namazının sünnetine" diye niyet edilir ve bunda ikinci rekattan sonraki oturuş, son oturuş değil ilk oturuş olduğundan bu oturuşta yalnız "et-Tehiyyat" okunur; Sonra "Allahu ekber" diye ayağa kalkılır; Sübhaneke okunmaksızın, yalnız Besmele ile Fatiha ve bir miktar daha Kur'an okunarak, yine yukarıda belirtildiği şekilde rüku ve secdelere gidilir, bundan sonra dördüncü rekat için "Allahu ekber" denilerek ayağa kalkılır, bunda da yalnız Besmele ile Fatiha ve bir miktar daha Kur'an okunarak, yine belirtildiği şekilde rüku ve secdelere varılır, bundan sonra oturulur ki, bu son oturuştur. Bunda "et-Tehiyyat" ile "Allahümme salli-barik" ve "Rabbena atina..." duaları sonuna kadar okunup iki tarafa selam verilir. Böylece bu dört rekat sünnet kılınmış olur.

Öğle namazının dört rekat farzı ise şöyle kılınır: Sünnetten sonra, namaza aykırı bir şey ile uğraşmadan ayağa kalkılır, kamet getirilir. "Bugünkü öğle namazının farzını kılmaya" diye niyet edilir ve eller yukarıya kaldırılarak "Allahu ekber" diye tekbir alınır; ilk iki rekatı, sabah namazının iki rekat farzı gibi kılınır. Ancak bu iki rekattan sonraki oturuş, ilk oturuş olduğundan, bunda yalnız "et-Tehiyyat" okunur; bundan sonra "Allahu ekber" denilerek üçüncü rekata kalkılır; yalnız Besmele ile Fatiha okunarak, rüku ve secdelere varılır, sonra "Allahu ekber" diye dördüncü rekat için ayağa kalkılır; yine Besmele ile Fatiha suresi okunarak rüku ve secdelere gidilir. Bundan sonra oturulur ki, bu son oturuştur. Bunda "et-Tehiyyat" ile "Allahümme salli ve barik" ve "Rabbena atina" duaları sonuna kadar okunup, iki tarafa selam verilir. Böylece farz da kılınmış olur.

Öğlenin farzında okunacak ayetler, sabah namazında okunacak ayetlerden çoğunlukla az olur.

Öğlenin son iki rekat sünneti ise, "Bugünkü öğle namazının son sünnetini kılmaya" diye niyet edilip, tam olarak sabah namazının iki rekat sünneti gibi kılınır. Bu son sünneti dört rekat olarak kılmak müstehaptır. Bu takdirde ya her iki rekatta bir selam verilir, yahut dört rekatın sonunda selam verilir. Bu takdirde birinci oturuşta yalnız "Rabbena atina..." duası okunmaz, "et-Tehiyyat", "Salli-Barik" duaları okunur, üçüncü rekat için tekbir alınarak ayağa kalkınca yine "Sübhaneke" okunur ve bu son iki rekat da önceki iki rekat gibi kılınır.

Tek başına kılan, öğle namazının gerek sünnetlerinde gerek farzında gizli okur.

3) İkindi namazı:

İkindi namazının dört rekat sünneti, müekked olmayan sünnettir. Her iki rekatı bağımsız namaz gibidir. Bu yüzden dört rekatın her iki rekatlık bölümü sabah namazının iki rekat sünneti gibi kılınır. Önce, "Bugünkü ikindi namazının sünnetini kılmaya" diye niyet edilir. Bu namazın ilk iki rekatı belirtildiği gibi kılınınca oturulur. Bu bir son oturuş demektir. Bu yüzden burada "et-Tehiyyat..." île birlikte "Allahümme salli.,. ve barik..." okunur, yalnız "Rabbena atina..." duası okunmaz, sonra "Allahu ekber" diyerek üçüncü rekata kalkılır. "Sübhaneke..." ile "Eüzü" ve "Besmele"den sonra Fatiha ve bir miktar daha Kur'an okunarak rüku ve secdelere varılır. Bundan sonra tekbir ile dördüncü rekata kalkılarak, yalnız "Besmele" ile Fatiha ve bir miktar daha Kur'an okunur. Sonra yine rüku ve secdelere varılır. Bundan sonra oturulur ki, bu da son oturuştur. Bunda "et-Tehiyyat" ile "Allahümme Salli-barik,.." ve "Rabbena atina..." duaları sonuna kadar okunarak iki tarafa selam verilir.

İkindi namazının farzının kılışını: Bu da tam olarak öğle namazının farzı gibi kılınır. Yalnız niyet farklı olur, yani, "Bugünkü ikindi namazının farzını kılmaya" diye niyet edilir.

Tek başına namaz kılan kimse, ikindi namazının sünnetini de, farzını da, öğle namazı gibi gizli okuyarak kılar.

4) Akşam namazı:

Akşam namazının üç rekat farzı, öğle ve ikindi namazlarının ilk üç rekat farzları gibi kılınır. Şöyle ki: "Bugünkü akşam namazının farzını kılmaya" diye niyet edilip, namaza tekbir ile başlanır. Yukarıda açıklanan şekilde ilk iki rekat kılınarak oturulur. Bu, birinci oturuştur. Bunda yalnız "et-Tehiyyat..." okunur. Sonra üçüncü rekata kalkılarak yalnız "Besmele" ile Fatiha okunur; sonra "Allahu ekber" denilerek rüku ve secdelere varılır. Bundan sonra oturulur ki, bu da son oturuştur. Bunda "et-Tehiyyat..." ile "Salli-barik...' ve"Rabbena atina..." duaları okunarak iki tarafa selam verilir.

Akşam namazının farzında, vaktin darlığından dolayı kısa sureler okunur.

Akşam namazının sünnetinin, kılınışı: Bu da; "Bugünkü akşam namazının sünnetini kılmaya" diye niyet edilip, tam olarak sabah namazının sünneti gibi kılınır. Bu sünneti altı rekat olarak kılmak ise müstehaptır. Bu takdirde bir, iki veya üç selamla kılınır. İki rekatta bir selam verilirse aynı şekilde kılınır. Bununla birlikte dört rekatta bir selam verilip ikindi namazının sünneti gibi de kılınabilir. Bu ziyade dört rekata veya altı rekatın tamamına "Evvabîn Namazı" denir (el-isra, 17/25; el-Heysemî, Mecmau'z-Zevaîd, Mısır (t.y), II, 230).

Tek başına namaz kılan kimse, akşam namazının farzını da sabah namazının farzı gibi açıktan okuyarak kılabilir

5) Yatsı namazı:

Yatsı namazının ilk dört rekat sünneti, müekked olmayan sünnetlerdendir. Tam olarak ikindi namazının dört rekat sünneti gibi kılınır. Dört rekat farzı da tam olarak öğle ve ikindi namazlarının farzları gibi eda olunur. İki rekat son sünnetine gelince, bu da tam olarak sabah ve akşam namazlarının iki rekat sünnetleri gibi kılınır. Bunlarda yalnız niyetler değişmiş, yatsı namazının farzına veya sünnetlerine niyet edilmiş olur.

Yatsı namazının son sünneti de dört rekat olarak kılınabilir (Zeylaî, Nasbu'r-Raye, II, 145 vd.; eş-Sevkanî, Neylül-Evtar, III, 18; eş-Şürünbülalî, Merakil-Felah, s. 64). Bu takdirde tam olarak ilk dört rekatı gibi kılınır. Bununla birlikte iki rekatta bir selam vermek suretiyle de kılınabilir. Bu durumda her iki rekat bağımsız namaz olacağı için oturuşlarda "et-Tehiyyat...", "Salli-barik" ve "Rabbena atina" duaları okunur. Geceleyin kılınacak nafile namazlarda efdal olan da bu şekilde iki rekatta bir selam vermektir.

Tek başına namaz kılan kimse, yatsı namazının farzını sabah namazı gibi açıktan (sesli) da kılabilir.

Vitir Namazı:

Üç rekattan ibaret olan vitir namazı şu şekilde kılınır:

Önce; "Bugünün vitir namazını kılmaya" diye niyet edilir. Sonra "Allahu ekber" denilerek namaza başlanır. "Sübhaneke..." ve "Eüzü" ile "Besmele"den sonra Fatiha ve bir miktar daha Kur'an okunarak, rüku ve secdelere varılır; sonra ikinci rekata kalkılıp, yalnız "Besmele" ile Fatiha ve bir miktar daha Kur'an okunarak yine rüku ve secdelere varılır; bundan sonra oturulur ki, bu birinci oturuştur. Burada yalnız "et-Tehiyyat..." okunur; sonra "Allahu ekber" denilerek üçüncü rekata kalkılır; bunda da yalnız "Besmele" ile Fatiha ve bir miktar daha Kur'an okunarak daha ayakta iken eller kaldırılıp "Allahu ekber" diye tekbir alınır, tekrar eller bağlanıp ayakta kunut duası okunur. Sonra Allahu ekber" diye rüku ve secdelere gidilir, sonra oturulur ki, bu da son oturuştur. Bunda da yukarıdaki gibi "et-Tehiyyat..." ile "Salli-barik" ve "Rabbena ati-na..." dualan okunarak selam verilir.

İbadet


http://sabrikontek.azbuz.com http://sabrikontek.blogcu.com http://sabri28kontek.sitemynet.com:İbadet, Allah'a tâzim ve saygı göstermek ve O'nun verdiği nimetlere karşı şükran borcunu yerine getirmektir.

Niçin İbadet Ediyoruz

Bizi yoktan var eden ve yaşatan Allah'tır. Yüce Allah; Vücudumuzu, gören gözler, işiten kulaklar ve konuşan dil gibi mükemmel organlarla donattı. Diğer canlılardan farklı olarak bize akıl verdi ve varlıklar arasında seçkin bir duruma yükseltti. Bunlardan başka, yaşayabilmemiz için teneffüs ettiğimiz havadan, içtiğimiz suya kadar sayısız nimetler verdi.

Ayrıca bizi yalnız bırakmadı, Peygamberler ve kitaplar göndererek dünyada ve ahirette mutlu olmanın yollarını gösterdi. Bütün bu iyiliklere karşılık Allah bizden kendisini tanımamızı ve ona ibadet etmemizi istemektedir. Şöyle bir düşünelim: Çok iyiliğini gördüğümüz bir büyüğümüze karşı saygı gösterir iyiliklerine teşekkür ederiz. Bize bir görev verse seve seve yaparız değil mi?

Öyle ise, bizi yoktan var eden ve sayılamayacak kadar nimetler veren Yüce Allah'a karşı teşekkür etmek ve emrettiği ibadetleri seve seve yapmak gerekmez mi?

Elbette gerekir.

Yaradılışımızın gayesi Allah'ı tanımak ve ona ibadet etmektir. İbadet görevlerini yaptığımız takdirde hem Allah'ın verdiği nimetlere karşı teşekkür borcunu yerine getirmiş oluruz, hem de O'nun sevgisini kazanırız. Eğer biz Allah'a karşı ibadet vazifelerini yerine getirir, O'nun sevgisini kazanırsak, Allah, bize dünyadaki nimetlerinden çok daha fazlasını ahirette verecek ve bizi cennette sonsuz mutluluğa kavuşturacaktır.

İbadet Çeşitleri

İbadetler üç çeşittir:

1– Beden ile Yapılan İbadetler: Namaz kılmak, oruç tutmak gibi.

Beden ile yapılan ibadetleri her müslümanın kendisi yapması gerekir. Başkasını vekil etmesi caiz değildir. Bir kimse başkasının yerine namaz kılamaz, oruç tutamaz.

2– Mal İle Yapılan İbadetler: Zekât vermek ve kurban kesmek gibi. Bir kimse mal ile yapılan ibadetlerde başkasını vekil edebilir.

3– Hem Mal, Hem de Beden İle Yapılan İbadet: Hac vazifesi böyle bir ibadettir. Parası olduğu halde hacca gidemiyecek derecede sakat, hasta ve çok yaşlı kimseler, kendi yerine bir başkasını bedel olarak hacca gönderebilir.

İbadetin Faydaları

Bedenimizin gerekli gıdalara ihtiyacı olduğu gibi rûhumuzun da gıdaya ihtiyacı vardır. Rûhun gıdası iman ve ibadetlerdir. İbadet, rûhumuzu yükseltir, bizi kötülüklerden sakındırır, ahlâkımızı olgunlaştırır, en değerli varlığımız olan imanımızı korur.

Hayatta insanın çeşitli sıkıntılarla karşılaşıp ümitsizliğe ve bunalıma düştüğü zamanlar olur. Böyle durumlarda insan ibadetle bunalımdan kurtulur. Çünkü insan ibadet sayesinde Allah'a yaklaşır. O'nun rahmetine sığınır ve huzura kavuşur. İbadetlerin, rûhumuza olduğu gibi bedenimize de birçok faydası vardır.

Namaz kılan insan abdest almak zorundadır. Abdest almak, günde birkaç defa temizlenmek demektir. Temizliğin ise sağlığımız için ne kadar yararlı olduğunu hepimiz biliriz.

Namaz kılarken yapılan belirli hareketlerin, oruçta sindirim sistemi ile bazı organların dinlenmesinin vücut sağlığına önemli faydalar sağladığı bir gerçektir. Zekât ibadetinin sosyal yardımlaşma yönünden topluma kazandırdığı birçok yararları vardır.

İman İle İbadet Arasındaki İlişki

Bir müslüman, dinin hükümlerini inkâr etmedikçe ve kalbinde iman bulunduğu sürece ibadet yapmasa bile dinden çıkmaz, kafir olmaz, yine müslümandır. Ancak, Allah'ın emri olan ibadet görevlerini yerine getirmediği için günah işlemiş ve cezayı hak etmiş olur.

İbadetler, imanın olgunlaşmasını ve güçlenmesini sağlar. Ahirette cezadan kurtulmamıza ve cennet nimetlerine kavuşmamıza vesile olur. Sade bir imanla yetinip ibadetleri terketmek imanın zayıflamasına ve giderek iman nurunun sönmesine sebep olur.

İbadet yapılmadığı takdirde, iman ışığı açıkta yanan lamba gibi korumasız kalır. Günün birinde sönebilir. İmanın yok olması, müslümanın cennetin anahtarını kaybetmesi demektir. Bu sebeple ibadetlerin, imanımızın korunmasında ve cennette sonsuz hayata kavuşmamızda çok önemli yeri vardır.

ADAB

http://sabrikontek.azbuz.com http://sabrikontek.blogcu.com http://sabri28kontek.sitemynet.com:::Ahlak,terbiye ve nezaket kuralları. Birini ziyafete davet etmek manasını ifade eden edeb, İslam'ın güzel saydığı söz ve davranışlardır. Bu itibarla edep, insanların kendisine davet olunan bilimum hayır, zarâfet, usluluk ve güzel ahlak demektir. Edeb, insanı ayıplanma ve kötülenme sebeplerinden koruyan nefsin köklü bir kuvvetidir.

Ayet ve Hadisler Işığında Adab-ı Muaşeretten Örnekler

*** Herkese karşı tatlı dilli, güler yüzlü açık kalbli olmak. Allah iyi huylu güler yüzlü kimseyi sever.

*** Herkes ile güzel görüşmek, halka eziyet vermekten sakınmak. "Müslüman diğer müslümanların elinden ve dilinden emin olduğu kişidir."

*** Kötülüğe karşı iyilikte bulunmak ve halkın eziyetlerine karşı sabırlı olmak. Allah katında sıddîkların mertebelerine erişmek için zulmedeni affetmek, irtibatı kesenle irtibat kurmak esirgeyene esirgemeden vermek gerekir.

*** Küskünlüğe, dargınlığa, düşmanlığa son vermek. Müslümanın müslümanla üç günden fazla dargın durrnası helal değildir.

*** Dargın iki müslümanın arasını bulmaya çalışmak. Yalan söylemenin caiz olduğu yerlerden biri, dargınların barışmalarını sağlamak için söylenen yalandır. Bu da sadaka vermek kadar hayırlı bir iştir.

*** İnsanların kusurlarını araştırmamak, bilakis bu kusurları örtmeye çalışmak. Başkasının kusurunu arayan, önce kendi kusurunu görmelidir. Başkasının kusurunu örten bir müslümanın kusurunu da Allah örter ve onu affeder.

*** Dostlar birbirlerini arkalarından müdafaa etmelidir, haklarındaki yanlış fikirleri düzeltmelidirler. Kardeşine yardımda bulunana Allah da yardım eder.

*** İnsanlara karşı kötü zan ve töhmette bulunmamak, nefret uyandırmamak, dedikodu yapmamak. Bu sözlerin konuşulduğu yerleri terketmek.

*** Her insanla, kapasite ve mevkilerine göre konuşmak. Cahille ilmî konuşma yapılamayacağı gibi, alimle de cahille konuşulduğu gibi konuşulmaz. İnsanlara akıllarına göre hitap edilmelidir.

*** Büyüklere hürmet ve saygı; küçüklere, düşkünlere şefkat ve merhamet, özellikle aile arasındaki fertlere iyi muamele etmek İslam'ın esaslarındandır. Allah ana babaya saygısızlık bir tarafa "öf" demeyi dahi yasaklamıştır. Başkasına merhamet etmeyene merhamet olunmaz.

*** Herkes hakkında hayır dilemek ve, yardımda bulunmak müslüman kardeşliğinin bir özelliğidir. Ancak bu yardımlaşma kötülükte değil, iyilikte olmalıdır. Mümin kendisi için arzu ettiği güzel şeyleri Müslüman kardeşi için de arzu etmelidir. Kendini kötülüklerden koruduğu gibi etrafındakileri de korumaya çalışmalıdır.

*** Selam, müslümanlar arasında sevgi bağlarının kurulmasında önemli bir araçtır. Selam vermek sünnet, almak ise farzdır. Peygamberimiz (s.a.s.) selamı yaymamızı, tanısak da tanımasak da her müslümana selam vermemiz gerektiğini bununla da imanımız olgunluğa erdiği için Cennet'e gireceğimizi müjdelemiştir. Bu nedenle gençler ihtiyarlara, binek üzerinde olanlar yürüyenlere, yürüyenler oturanlara, arkadan gelenler önden gidenlere, bir kişi çok kişiye selam vermelidir. Selama daha güzel bir şekil de karşılık vermek gerekir. "es-Selamu aleykum" diyene "ve aleykumu'sselam ve rahmetullahi ve berekatuhu" denmelidir. Verilen selamı alma durumunda olmayana selam vermek mekruhtur. Yemek yiyene, namaz kılana, Kur'an okuyana, hutbe dinleyene selam verilmemelidir. Kafirlere selam verilmez. Açıktan açığa Allah'ın emrini çiğneyen ve bu halinde ısrarlı olana da selam verilmez. Topluma verilen selama bir kişi karşılık verirse, diğerlerinin selam alma sorumluluğu kalkar. Selam getiren birinden selamı almak, mektupta yazılı selama ya mektupla ya da o anda sözle karşılık vermek gerekir. Eve girerken ev halkına selam verildiği gibi ayrılırken de selam vererek ayrılmak faziletli bir iştir. Boş bir yere girilirken de "es selamu aleyna ve ala ibadillahi's-Salihîn" diyerek selam verilir. Selam, müminin mümine yaptığı hayırlı bir duadır. "Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerine olsun." Manasına gelen selamlaşmanın yerini basit kelimeler tutmaz.

*** Karşılaşan iki müslüman birbirlerinin ellerini tutarak müsafaha eder. Peygamber'e (s.a.s.) salavat okur, hal hatır sorarlar. Bu durumda olan kişiler henüz birbirlerinden ayrılmadan Allah onlara mağfiret eder.

*** Aksırana karşı hayır dua etmek. Aksıran kişi "elhamdülillah"der, yanındaki müslüman "yerhamükellah" yani "Allah sana merhamet etsin " diye dua eder, aksıran kişi de "yehdîna ve yehdîkumullah " yani Allah bizi de sizleri de hidayete daim kılsın" diye karşı duada bulunur. Buna "teşmît" denir.

*** Müslüman gittiği meclise temiz elbiseyle gitmelidir. Yaşlı ve bilgili kimselerden üstte oturmamalı, kendine söz düşmedikçe konuşmamalı, söylenilen faydalı şeyleri dinlemelidir. Sonradan gelenlere yer vermeli, birbirlerine karşı güler yüzlü, tatlı sözlü olmalıdır. Meclisten ayrılırken arkadaşlarından izin alarak ve selam vererek ayrılmalıdır. Bu kural cemiyet ve cemaat muaşeretindendir.

*** Müslümanlar uygun zamanlarda mümin kardeşlerini, büyüklerini ve yakın akrabalarım ziyaret etmeli, onların gönüllerini hoş etmeye çalışmalıdır. Ancak ziyaretin, çok uzun ve usandırıcı olmamasına özen göstermelidir. Ziyarete gelenlere imkan nisbetinde ikram etmelidir. Allah'a ve ahirete inanan, misafirine izzet ve ikramda bulunmalıdır.

*** Müslüman, din kardeşinin davetine icabet eder, ziyaretinde bulunur. Böylece aralarında muhabbet artmış olur. Peygamber (s.a.s.), "Sizden birinizi kardeşi düğün yemeğine veya benzer bir ziyafete davet edince icabet etsin." buyurmuştur. Ancak bu tür yerlerde Allah'ın yasakladığı içki ve benzeri şeyler bulunuyorsa oraya gitmemelidir. Kötülükleri engelleyeceğine kanaat getirirse, gidebilir. Merasimler külfetten ve gösterişten uzak olmalıdır.

*** Müslümanlar, din kardeşleri yanlarına geldiklerinde, hürmet olsun diye ayağa kalkabilirler.Alim zatların ellerini öpmek caizdir. Ancak dünyalık bir menfaat elde etmek için el öpmek, boyun bükmek, hele hele dalkavukluk yapmak asla doğru değildir. Büyüklerin huzurunda yerlere kadar eğilmek ve yeri öpmek haramdır.

*** Müslümanlıkta komşuluğun büyük ehemmiyeti vardır. Komşu haklarına son derece riayet etmeli, onlara zarar verecek her türlü hareketlerden kaçınmalıdır. Kötülüklerinden, komşusu emin olmayan kimse gerçek mümin olamaz.

*** Hastaları ziyarette bulunmak, onların afiyetlerine dua etmek dinî bir görevdir. Hz. Peygamber (s.a.s.) bir hadisinde: "Beş şey vardır ki, kardeşine karşı müslümana vazife olur. Bunlar da, verilen selamı iade, aksırana hayır dua, davete icabet, hastayı ziyaret ve cenazeleri mezara kadar takip etmektir." buyurmuştur. Müslümanlar, vefat eden din kardeşlerinin cenazelerini kabirlerine kadar üzüntülü ve düşünceli götürür kabre defnederler, haklarında rahmetle duada bulunurlar. İmkan buldukça müslümanın cenaze namazını da kılmalıdır. Kabirlerini ziyaret ederek haklarında hayır duada bulunmak bir vefa borcudur. Ancak kabir ziyaretleri İslamî ölçüler içerisinde olmalı, aşırı ta'zim hareketlerinden sakınmalıdır. Kabir ziyareti insana ölümü ve geleceğini hatırlatır, uyanmaya vesile olur.

*** Evlere ve odalara girerken usule riayet etmek gerekir. Cahiliye devrinde evlere hücum edilircesine girilirdi. Ziyaretçi eve girer ve girdikten sonra da 'girdim' diye seslenirdi. Çok defa, ev sahibinin ailesiyle onları başkasının görmesi doğru olmayan halde, kadın veya erkeğin avret yerlerinin açık olduğu olurdu. Bu hal, üzüntü verip gönülleri yaraladığı gibi evleri emniyet ve huzurdan yoksun bırakırdı. Ayrıca gözler tahrik edici yerlere takıldığı zaman nefisleri bu şekilde fitneye sürüklerdi. İşte bu sebepten dolayı Allah müslümanları yüksek bir adab-ı muaşeretle terbiye etmiştir. Evlere girmeden izin isteme adabı ve ev halkına güven verip onlardan kuşkuyu gidermek için girmezden evvel selam verme adabını getirmiştir.

"Ey inananlar, kendi evlerinizden başka evlere, izin alıp halkına selam vermeden girmeyiniz. Herhalde bunun, sizin için daha iyi olduğunu düşünüp anlarsınız." "Eğer orda kimseyi bulamazsanız size izin verilinceye kadar içeri girmeyin. Bu sizin için daha iyidir..." (en-Nur, 24/27-28). Aynı şekilde erginlik çağına erişmemiş çocuklarla hizmetçilerin başkalarının odalarına girerken izin almaları yolunda eğitilmeleriyle bunların girmesinin ancak hangi vakitlerde olabileceği de belirtilmiştir:

"...Sizden henüz erginlik çağma erişmemiş çocuklar üç vakitte sizden izin istesinler. Sabah namazından önce, öğlenden sonra elbisenizi çıkarıp yatacağınız vakit ve yatsı namazından sonra. Bunlar, sizin üstünüzün açılabileceği üç vakittir. Bunun dışında ne size ne de onlara bir günah yoktur, " (en-Nur, 24/58).

İşte böylece İslam, gerek başkaları için gerek ev halkı için çiğnenmesi asla doğru olmayan özel bir dokunulmazlık koymuştur. İslam'da devletin temeli aile olduğundan, insanlar evlerinde yabancı kimselerin anî baskınlarına maruz bırakılmaz. Ancak ev sahiplerinden izin isteyip, onların müsaadesi alındıktan sonra girilebilir.

*** Müslümanın davranışları yumuşak ve yavaş olmalıdır. Bu muaşeret kuralı için Kur'an-ı Kerim'de tavsiye ve emir buyrulan açık ve anlaşılır şu ayet ne güzeldir: "İnsanları küçümseyip yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Zira Allah, kendini beğenip övünen kimseyi sevmez. Yürüyüşünde mutedil ol, sesini de kıs. Çünkü seslerin en çirkini eşeklerin sesidir. (Lokman, 31/18-19).

*** Müslüman doğru sözlü olmalıdır. Kur'an-ı Kerim, Müminlerin doğru ve dikkatli konuşmasını, söyleyecekleri sözü ölçülü ve bu sözün nereye varacağını düşünerek söylemelerini emretmekte ve onları salih amele yol açan güzel söz söylemeye yönlendirmektedir. Çünkü Allah, doğruların, doğru sözlülerin yardımcısıdır. Doğru sözlülerin hareketlerini hatadan korumayı, işlerini düzeltip yoluna koymayı kendilerine bir mükafat olarak vadetmiştir. Bu güzel davranışı yerine getiren müminin hatalarını Allah'u Teala'nın bağışlaması ne engin bir rahmettir. İnsanoğlunu da ancak Allah'ın bu bağış ve rahmeti kurtarabilir: "Ey inananlar, Allah'tan korkun ve doğru söz söyleyin ki Allah işlerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah'a ve Rasülüne itaat ederse büyük bir başarıya erişmiş olur. " (el-Ahzab, 33/71)

*** Müslüman israf etmemelidir. İsraf, herhangi bir şeyi gereğinden fazla kullanmak demektir. "...Yeyin, için fakat israf etmeyin, Allah israf edenleri sevmez." (el-A'raf, 7/31) buyurulmaktadır. Yine "...Allah, israfçı ve yalancı kişiyi hidayete erdirmez. " (el-Mü'min, 40/28) düsturu yer almaktadır. En'am Süresi 141. ayeti de yine bu hükmü beyan etmek-tedir: "..israf etmeyin, çünkü Allah israf edenleri sevmez."

İnsan iyilik yaparken de israf yapmamalıdır, "..onlar infak ettikleri zaman bile israf etmezler." (el-Furkan, 25/67)

Ayrıca kusurları bağışlamak her işi güzel bir niyetle ve saf bir kalb ile yapmak, işlerinde doğruluktan ayrılmayıp dirayet ve akıl dairesi içinde yürütmek, büyüklerin dine uygun emirlerine itaat etmek, halkın itimadını ve güvenini kazanmak, her işte aşırı gitmemek, münasip kişilerle güzel bir surette görüşüp konuşmak, kendisine emanet edilen sırlara ve eşyaya hainlik etmemek, zulümden uzaklaşarak insafla hareket etmek, insanlara karşı mütevazî olmak, sözünde durarak ahdine vefa göstermek, ihtiyaç sahiplerine karşı cömertçe davranmak, insanlar hakkında daima iyi zan beslemek, lüzumsuz ve kalb kırıcı sözlerden sakınmak, her yaptığı işi hakkaniyet ölçüleri içinde yapmak, kızgınlık ve şiddetten sakınarak yumuşak huylu olmak, namusu, haysiyeti ve mukaddes değerleri korumak, daima hayır ve iyilik yolunu tutmak, dostluğa önem vermek, hakkına razı olmak, vaktini boşa geçirmeden çalışmak, korkaklığı terkederek yiğit ve cesur olmak, yapılan iyiliklere karşı teşekkür etmek, şehevî duygularına hakim olmak her türlü bela ve musîbetlere sabretmek, bir işte azim ve sebat sahibi olmak, günahlardan kaçınmak, herkesin mertebesini bilip hakkında ona göre muamele etmek, kanaat sahibi olmak, şaka ve nüktelerinde bile ahlak dışı olmamak, başkalarını kötülemekten kaçınmak, kendini yüksek görmemek, içi başka dışı başka olmamak, insanlığa ve inançlarına uygun olan her şeyi yapmak, bu işi yapmadan evvel o işin ehli ile istişare'de bulunmak, yaptığı iyilikleri başa kakmamak, ağır başlı ve vakur olmak, koğuculuk yapmamak gibi güzel meziyetler insanlar arasında saygınlık ve muhabbet doğurur. Bunlara riayet etmek İslam'ın ortaya koyduğu muaşeret adabındandır.

--------------------------------------------------------------------------------