19 Aralık 2013 Perşembe

Hani bunun ilk sahibi?

Büyük nimetlerden biri de zenginliktir. Bu nimet Allah Tealâ’nın ihsanı olup onu dilediğine verir. O, bir kimseye zenginlik vermişse, bu o kişinin seçkinliğini göstermez. Çünkü Cenab-ı Hak ne sevdiğini zengin, ne de sevmediğini fakir eder. Eğer öyle olsaydı bugün müslümanların inkârcılardan daha zengin, maddi bakımdan daha ileri olmaları gerekirdi. Ancak hiç de öyle değildir. Aslında zenginlik bir yönüyle insanın olumlu ve olumsuz taraflarını ortaya çıkarmaya dönük imtihanlardan biri olarak da karşımıza çıkıyor. Çünkü yardımseverlik, cömertlik, hizmet, tevazu, şükür gibi faziletlerle cimrilik, nankörlük, kibir gibi olumsuz özellikler zengin insanda daha belirgin şekilde ortaya çıkar. Ayrıca “Biz, insanların hangisinin daha güzel işler yaptığını deneyelim diye şüphesiz yeryüzündeki her şeyi bir ziynet yaptık.” (Kehf, 7) ayetine baktığımızda, zenginliğin de bu manada bir imtihan aracı olduğunu net olarak görürüz. O yüzden bizim zenginlik kavramına dünyevî refahın vazgeçilmez unsuru olarak değil de, dünya denilen imtihan diyarında iyilik vesilesi olarak bakmamız gerekir. Gayemiz elimizdeki dünyalığı nefse hizmetkâr kılmak değil, onu vesile yaparak ahireti kazanmaktır. Çünkü dünya fanilik yurdudur. Önemli olan, bu fani hayatı ebedi aleme yükseliş için merdiven kılmak, onun basamaklarından çıkarak beka yurdunun huzur dolu kucağına adım atmaktır. Bu manada hadis-i şerifin de ifadesiyle dünya ahiretin tarlasıdır. (Keşfu’l-Hafâ) Kul, Allah Tealâ tarafından dünyadayken avucuna konulan nimetleri iyi değerlendirecek ki hasat vakti olan ahirette iyi verim alabilsin. Hasat döneminde iyi verim almak isteyen çiftçinin, nasıl ki elindeki tohumun ekimini ve bakımını, işin ilmine uygun olarak yapması gerekiyorsa, kulun da ahireti için, kendisine bahşedilen nimetleri yerli yerinde değerlendirmesi gerekmektedir. Zenginlik bunlardan sadece biridir. Mühim olan, geçici dünya varını ahiret azıgına çevirebilmektir.