14 Mart 2013 Perşembe

ALLAH’I, NASIL RAZI EDECEĞİZ?

Kıyamet gününde insanlar iki kısma ayrılacaktır. Birisi Allah-u Zülcelal’in rızasını kazanmak suretiyle cenneti âlâda olacak, bir kısmı da neuzubillah Allah-u Zülcelal’in gazabına uğrayacak şekilde cehennemde azap göreceklerdir. Fakat Allah-u Zülcelal, daha dünyada iken orada gerçekleşecek olan hali, bize bu dünyada beyan etmiştir. Kim ne şekilde davranırsa Allah-u Zülcelal’in rızasını kazanacak, ne şekilde de davranırsa cehennemin azabına müstahak olacak, dünyada iken Peygamberler göndermek suretiyle kelamını beyan etmiştir Allah-u Zülcelal…

Her insanın kendi nefsine hitap etmesi lazımdır. Allah Azze ve Celle insana seçim yapabilmesi için cüz-i ihtiyari vermiştir. “Bu cennet yolu, bu cehennem yolu; hangisini seçiyorsan seç” diye, tercihlerinde serbest bırakmak suretiyle, bir cüz-i ihtiyari bizlere nasip etmiştir.
Kıyamet gününde, amellerinin kaydedildiği kitapları sağ ellerine verilen kimseleri, bu ayet-i kerime de Allah Azze ve Celle şöyle beyan ediyor: “Kitabı sağ tarafından verilen: ‘Alın, kitabımı okuyun; doğrusu ben, hesabımla karşılaşacağımı zaten biliyordum’ der. Artık o, meyveleri sarkmış yüce bir cennette, hoşnut kalacağı bir hayat içindedir.” (Hakka; 19-22)

Kitabı sağından verilmiş olanlar, ellerine aldıklarında; “Gelin benim kitabımı okuyun” diyorlar. Güzel şeyler yazılı, Allah-u Zülcelal’in rızasına sebep olacak salih ameller yazılı olduğu halde amel defterini alan kimseler, “Alın benim kitabımı okuyun. Çünkü ben, benim hesabımın karşıma geleceğini biliyordum” diyecekler. O kimseler cennet-i âlâda, razı olacakları şekilde, çok güzel bir hal, bir maişet ve davranış içinde olacaklardır. Böyle buyuruyor Allah-u Zülcelal…

Bir kimse, kıyamet gününde amel defterinin önüne geleceğini, kendisiyle hesap görüleceğini bilirse salih ameller yapacaktır. Onun için akıllı olan kimse, amel-i salih yapacak ve hazırlık yapacaktır. Allah-u Zülcelal haber veriyor. Hesapla karşılaşacağını bilen kul: “Doğrusu ben, hesabımla karşılaşacağımı zaten biliyordum” diyecek. “Hesapla karşılaşacağımı bildiğim için hazırlık yapmıştım” diyecektir.

Milim dahi şüphemiz yoktur

Elhamdulillah, hepimizin aklı vardır, imanımız vardır, inancımız vardır. Ayet-i kerimeye göre bir milim dahi şüphe yoktur, mutlaka bu hesap önümüze gelecektir, bize sorulacaktır, hesaba çekileceğiz! Amma nasıl bir günde? Öyle korkulacak bir gündür ki o gün anlatılmaz. Fakat o günün Sahibi çok merhamet sahibidir. Çok korkunç bir gündür fakat o günün Sahibi de çok merhametlidir.

“… Rahmetim her şeyi kaplamıştır (kuşatmıştır).” (A’râf; 156) buyuruyor Allah-u Zülcelal. Allah’ın rahmetine umudumuz vardır bizim.
Madem önümüzde böyle ölüm gibi bir hakikat vardır bizi bekleyen… Her gün ömrümüz eksiliyor. Madem nefesler bize sayıyla verilmiştir ve her gün bu nefesleri tüketiyoruz ve ölüp hesaba çekileceğiz… Bu ölüm için, insan nasıl hazırlık yapmayacak, karşılaşacağı hesap için hazırlanmayacaktır? Nasıl, Allah-u Zülcelal’in intikamından korkmuyor da günahlara devam ediyor?

İşlediği günahlar için bir ceza olduğunu bildiği halde, nasıl amelini güzel yapmıyor ve nasıl Allah-u Zülcelal’in razı olacağı salih amelleri yapmak için gayret sarf etmiyor?

Sevinen insanlardan olmak için…

Allah-u Zülcelal’in ayet-i kerimede bildirdiği sevinen kimselerden olmak istiyorsak, uymamız gereken bazı kurallar vardır. Bunlara uyarsak, inşaallah biz de o kimselerden oluruz.

Birincisi; nefsi hesaba çekmek, kalbi temizlemektir. İnsan, hesaba çekilmeden önce, kendi nefsini hesaba çekmelidir. Allah-u Zülcelal’in huzurunda hesaba çekilmeden evvel, az çok, o hesap günü için kendi nefsimizle hesap görmeli, kendi nefsimize hitap ederek, ona Allah-u Zülcelal’in razı olduğu hayırları yapmasını nasihat etmeliyiz.

Seyyidimiz İmam-ı Ömer radıyallahu anhu: “Hesaba çekilmeden evvel nefsinizle hesaplaşınız, onu hesaba çekiniz.” demiştir.
Allah-u Zülcelal’in huzuruna varmadan önce, Allah bizimle hesap görmeden önce, bizim kendi nefsimizle hesap görmemiz lazımdır. Kim, bu dünyada kendi nefsi ile hesap görürse onun kıyamet gününde hesabı hafif olacaktır. Amma kim de önüne ne gelirse yaparsa hesabı ağır olacaktır. Çünkü Allah-u Zülcelal, milimi milimine, hiçbir zaman, bir saniye dahi olsa insanlardan gafil kalmıyor. Bahusus insanın kalbine bakıyor. Kalp nazargah-ı ilahidir. Allah kalplere bakar. Orasını Allah-u Zülcelal için, Allah-u Zülcelal’in rızası için çok temiz tutmak lazımdır.
İnsan çok zayıf olduğu halde; kalbini, nefsini heva ve hevesinden, kötü ve mezmum sıfatlardan temizler, nefsiyle de Allah rızası için hesap görürse Allah da ona yardım edecektir.

Allah-u Zülcelal, ayet-i kerimede haber veriyor: “İnsan zayıf olarak yaratılmıştır.” Biz bu zayıflığımızla, Allah rızası için kendi nefsimizle mücadele edersek, bir hata yaptığında, “Yanlış yapıyorsun, Allah için ben bunu kabul etmem senden!” der, nasıl insan bir düşmana tepki gösteriyor ya, öyle biz de nefsimize tepki gösterir, ona karşı mücadele edersek, Allah-u Zülcelal bizi görüyor, bize yardım edecektir.

Düştüğümüz hatalardan, günahlardan rahatsız oluyoruz, günah işlemek istemiyoruz, günaha düştüğümüz zaman, hemen tevbe ederek Allah’ın rahmetine kaçıyoruz… İşte, biz böyle olursak Allah-u Zülcelal, eksiklerimizi tamamlayacaktır inşaallahu teâlâ.

Allah-u Zülcelal’in rızasını kazanmak için gayret göstermemiz lazımdır, mahzun (hüzünlü) olmamız lazımdır bunun için.

Her fiil ve işte Allah’ın rızasını gözetmeli

İkincisi; bütün yapılan işlerde, konuşmalarda ve fiillerde, daima Allah’ın rızasını gözetmektir.

İnsan, bir şey yaptığı zaman, niyeti Allah’ın rızası olursa her ne yaparsa -meşru olan- hep sevap kazanacaktır. Konuştuğu zaman, “Bu konuşmamdan Allah razıdır… Allah için konuşuyorum.” Bir şey yaptığı zaman, “Bu yaptığımdan da Allah razıdır, Allah için yapıyorum” diye düşünecektir. Amma meşru olmayan bir şeyle de karşılaştığı zaman “Bundan Allah razı değildir, Allah için bunu terk etmem, bunu yapmamam lazımdır” diye düşünmelidir. O zaman da Allah kulundan razı oluyor.

Bütün yaptığımız işlerde ve fiillerde, yapmak için ve yapmamak için hepsi de Allah rızası için olursa Allah-u Zülcelal de bizden razı olur inşaallah. Yeter ki biz, Allah-u Zülcelal’in rızasını gözetelim.

Üçüncüsü, kalpten Allah’a ve kullarına karşı muhabbet duymak ve bütün kullarına karşı merhametli olmak için gayret göstermektir. İnsan bunun için gayret ederse o zaman, Allah-u Zülcelal de kendi muhabbetini ve rahmetini kulunun üzerine nazil edecek (indirecek) ve o kul da merhametli olacaktır. Kıyamet gününde de Allah-u Zülcelal, başkalarına merhametli olduğu için o kuluna merhametle muamele edecektir inşaallah.

Allah-u Zülcelal, Hazreti Peygamber sallallahu aleyhi vesellem için “Biz seni, ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” buyuruyor.
Biz de böyle herkese merhametle, şefkatle davranırsak ve Allah rızası için seversek Allah-u Zülcelal’in, Hazreti Peygamber için açtığı bu rahmet kapısından istifade ederiz, bize de nasip edecektir inşaallah.

Dördüncüsü; Allah-u Zülcelal’in sevdiği; yumuşak huylu, hilm sahibi, sehl sahibi, başkalarına kolaylık gösteren kimselerden olmaktır. Hadis-i şeriflerde geçiyor. Onlara, “cana yakın” diyoruz; “Cana yakındır, sehldir, yumuşaktır” diye, Cennet ehlini vasfetmiştir Hazreti Peygamber aleyhisselam...

Allah, neyi seviyorsa onu sevmeliyiz!

Allah-u Zülcelal neyi seviyorsa bizim de onu sevmemiz lazımdır, o şekilde yapmamız lazımdır. Daima merhameti sevmiş Allah-u Zülcelal.
Bakın, Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz anlatıyor. Hadis-i kudsi şerifinde Allah azze ve celle şöyle buyuruyor: “Kıyamet günü aziz ve celil olan Allah şöyle buyuracak:

- Ey Âdemoğlu! Ben hasta oldum, beni ziyaret etmedin. Kul diyecek:
- Ey Rabbim, sen Rabbu’l-Âlemin iken, ben seni nasıl ziyaret ederim? Rab Teâlâ buyuracak:
- Bilmedin mi, falan kulum hastalandı, fakat sen onu ziyaret etmedin, bilmiyor musun? Eğer onu ziyaret etseydin, yanında beni bulacaktın? Rab Teâlâ diyecek:

- Ey Âdemoğlu! Ben senden yiyecek istedim ama sen beni doyurmadın! Kul diyecek:
- Ey Rabbim, ben seni nasıl doyururum. Sen ki âlemlerin Rabbisin? Rab Teâlâ buyuracak:
- Benim falan kulum senden yiyecek istedi. Sen onu doyurmadın. Bilmez misin ki, eğer sen ona yiyecek verseydin Ben onu yanımda bulacaktım. Rab Teâlâ buyuracak:

- Ey Âdemoğlu! Ben senden su istedim bana su vermedin! Kul diyecek:
- Ey Rabbim, ben sana nasıl su içirebilirim, sen ki Âlemlerin Rabbisin! Rab Teâlâ diyecek:
- Kulum falan senden su istedi. Sen ona su vermedin. Bilmiyor musun, eğer ona su vermiş olsaydın bunu benim yanımda (bir amel olarak) bulacaktın!” (Müslim)

İşte böyle, Allah-u Zülcelal neyi seviyorsa biz de onu sevelim inşaallah. Biz böyle yaparsak Allah-u Zülcelal de bize merhametiyle muamele edecektir inşaallah.

 


“Allah beni görüyor, gözetliyor!”

Kalbimizi Allah-u Zülcelal’in huzurunda, daima teyakkuzda tutmamız lazımdır. “Allah daima beni görüyor, gözetliyor” diye, Allah-u Zülcelâl ile murakabeli olmamız lazımdır. Bu çok önemlidir.

İnsanın önüne ansızın bir mesele geliyor, konuşması icab ediyor bakıyorum hemen konuşuyor. Karşısına geleni hemen yapıyor ama sonra bakıyor, o yaptığı da konuştuğu da yanlıştır. O zaman, hem konuşmalarımızdan önce hem de yapacağımız şeylerden önce, bir miktar duraklayalım ve düşünelim: “Allah bundan razı mıdır, razı değil midir?”

O konuşmamızdan eğer Allah razı olursa konuşalım. O yapacağımız fiilden eğer Allah razı ise onu yapalım. Yok; razı değilse, olmayacağı bir şey ise yapmayalım. Acele etmeyelim o gibi şeylerde. Allah-u Zülcelal ile daima murakabeli olalım…

Görüyoruz bir kimse öldüğü zaman, kıyameti koparıyorlar yakınları değil mi, üzülüyorlar. Zaten o bir gün ölecekti. Ama bir kalp ölürse; bir kalp Allah-u Zülcelal’in rızasından uzaklaşıp rahmetinden mahrum kalıp ölürse, inancı zayıflarsa, gitgide bakıyorsun ki ateist oluyor,

inanmıyorlar neuzubillah. Hiç o kalbe bir şey demiyorlar. Öldü bak, o da öldü ama o ölüm, bu dünyadaki ölümden daha azim bir şeydir. Ahiret bakımından insan ölürse çok büyük bir şeydir yani. Ebed’ül-Ebed, baki olarak Allah’ın gazabına uğrayacak, cehennem azabının içinde olacaktır.

Ama dünyadaki olan musibet (ölüm) öyle değildir. Vücut ölüyor. Zaten ölecektir bir gün. Ya bugün, ya yarın. Normaldir, herkes ölüyor ama o, kalbin ölmesi, çok büyük bir musibettir.

İbrahim b. Edhem rahmetullahi aleyhi ne güzel söylüyor bakın: “Benim Allah’tan istediğim; matlubum, himmetim, kastım, elde etmek için gayret ettiğim şey sadece, “Beni, kendi Zatına âşık olan kullarından etsin, onu bana versin. Daima ben Allah-u Zülcelal’i isteyecek bir hal üzere olmak istiyorum.”

Dünyadaki; paradır, yemektir, sudur, keyf ü sefadır, ne olursa olsun, dünyada ben bunları istemiyorum. Sadece benim kalbime, kendisini isteyen bir aşk versin.

Bunu sanki hiç bir şey değilmiş, önemsizmiş gibi anlatıyoruz... Ne mutlu ona!...

Sen böyle talip olduğun zaman, Allah’ın zatının aşkına talip olduğun zaman, Allah’a dost olduğun zaman, aslında bütün kâinata talip oluyorsun. Sanki kâinatın reisi, cihan padişahı olmuşsun gibidir.

Azrail aleyhisselam ruhunu kabzetmek için geldiği zaman, sana “Merhaba” diyecek, kabire girdiğin zaman kabir sana, “Merhaba” diyecek. Zira hepsi sana dost oluyor. Çünkü sen, bütün kâinatın ve onların sahibi olan Allah’a dost olmuşsun.

Yunus aleyhisselam misali isteyelim!

İnsan, Allah-u Zülcelal’in aşkına müşteri olduğu zaman, O’nun zatına talip olup Allah’a dost olduğu zaman, Allah-u Zülcelal’i hakiki manada sevdiği zaman, bütün kâinat onun oluyor. Bütün kâinat ona dost oluyor… Bunun tersi olduğu zaman da sen bütün dünyayı küçük bir şeye karşılık satmış gibi oluyorsun!

Öyleyse daha vakit varken, Allah’a dost olmak için kalbimizle biz, Rabbimize yönelelim, bütün azalarımız da ona tabii olacaktır inşaallah. Kalbimizle Allah-u Zülcelal’e yöneldiğimiz zaman, bütün azalarımızda onunla yönelecektir.

Hazreti Peygamber aleyhissalatu vesselam Efendimiz buyurmuşlar: “Dikkat edin! Vücutta öyle bir et parçası vardır ki, o iyi/doğru/düzgün olursa bütün vücut iyi/doğru/düzgün olur; o bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin! O, kalptir.” (Buhari)

Kalbin ıslahı, bizim için çok mühimdir. Kalbimizi Allah-u Zülcelal’e teslim edelim ve “Ya Rabbi, bu bir et parçasıdır, sen yaratmışsın onu. Ben bunu, Sana teslim ettim, bunu ıslah et!” diye Allah’a yalvaralım. Allah için hiç bir şey zor değildir, Allah her şeye kadirdir. Samimi olarak Allah-u Zülcelal’den istersek kalbimizi ıslah edecektir. Yeter ki samimi olalım.

O büyük denizin içinde, karanlık gecede, balığın karnında mahkûm kalan Yunus aleyhisselam gibi Allah’a yalvaralım, mutlaka Allah-u Zülcelal verecektir inşaallah-u teâlâ.

Yunus aleyhisselam, yalnız Allah’a güvendi ve Allah’tan başka ne varsa her şeyden ve herkesten umutsuz oldu. Yoksa o balığın karnında, bir beşer olarak kim onu kurtaracaktı? Sadece ve sadece Allah’ı bildi. Ve bütün kalbiyle Allah’a güvenerek, Allah’a itimad ederek “Lailahe illa ente subhaneke innî kûntû minezzalimin” dedi. Allah da onu kurtardı.

Böyle işte… Allah-u azze ve celle her şeye kadirdir, her şeyi ondan isteyelim inşaallahu teâlâ.

Velhasıl, kim, daha bu dünya da iken kendi amel defterinin kendisine verileceğini bilerek hareket eder ve kendi hesabını görürse Allah-u Zülcelal’in huzuruna bembeyaz (nurani) bir yüzle gidecektir.

Tevbenin kıymetini herkese anlatalım

Düşünün ki amel defterinizin her bir sayfası, sabahtan akşama kadar bir gündür. Sabahtan akşama kadar, hayır ve şer namına ne yaparsanız oraya yazılmaktadır. Sen de bunu bilerek hareket eder, hayır ve salih amel yaparsan kıyamet gününde senin defterinde güzel olacaktır.
Hata yapmışsan bile “Elhamdulillah” diyecek, şükredeceksin. Çünkü Allah sana tevbe etme fırsatını vermiştir. Hata yaparsak tevbe edersek sevaptır, sevap yaparsak zaten sevaptır. Onun için biz tevbenin kıymetini bilelim.

Her zaman söylüyorum bunu, ailemizden başlayarak komşularımıza, akrabalarımıza ve tüm mümin kardeşlerimize tevbenin kıymetini anlatalım.

Bakmayın siz, dinimize yabancı olmuşuz biz, tevbenin kıymetini bilmiyoruz. Yoksa tevbe insan için kurtuluştur. O olmasa kimse kendini kurtaramaz, özellikle de bu ahirzamanda. Çarşılar, denizler misali günahtır. Denize gir de ıslanma bakalım... Mümkün müdür?

Günah işlediğin zaman, tevbe edersen Allah-u Zülcelâl affeder. Elimizden geldiği kadar, biz kendimizi günahlara karşı muhafaza edelim ama olabilir ki nefsimize mağlup olup tekrar günaha düşebiliriz. O zaman hemen tevbeye kaçalım. Allah-u Zülcelal, tevbeyi sevmiştir, tevbe edenleri seviyor.

Ayet-i Kerime de buyuruluyor: “Şüphesiz Allah, çok tevbe edenleri sever, çok temizlenenleri sever.” (Bakara; 222)
İnsan, günlük olarak amel defterine yazılacakları göz önünde bulundurarak, sabahtan akşama kadar ne yapacağını ve ne yaptığını hesap etmezse, muhasebesini yapmazsa, önüne ne gelirse yaparsa –neuzubillah- çok pişman olacaktır.

Ona bu ayet-i kerimedeki gibi, “Oku kitabını! Hesap görücü olarak, bugün sana nefsin yeter!” denildiği zaman, onun eli, gözü, dili, bütün azaları şahitlik yapacaktır. Ne günah yapmışsa ortaya çıkacaktır. Bu dünyada soru yok, cevap lazım değildir! Ama ahirette soru vardır ve cevap lazımdır ona…

İşte bu yüzden, Allah-u Zülcelal’in bize vermiş olduğu bu tevbe nimetinin kıymetini bilelim. Daima, mümin kardeşlerimize de tevbe etmek nasip olsun diye, Allah rızası için anlatmak suretiyle hizmet edelim.

İslam ahlakı, dünyayı cennet yapıyor

Biz bir kimseyi tevbeye davet edersek, o da bu davetimize icabet ederse o kardeşimizi şeytanın yolundan almış, Allah’ın yoluna girmesine vesile olmuş oluyoruz. İnsanlara emri’l-bil-ma’ruf nehy’i-ani’l-münker yapmış oluyoruz. Bu, Allah-u Zülcelal’in çok hoşuna gidiyor. İnsanlara iyiliği emretmek ve onları kötülükten alıkoymak vahyin bereketidir. O bereket, yeryüzünden kalkarsa her şeyin bereketi kalkar ve insanlar hayvan gibi olurlar. (Böyle bir surumda,) kim kime galip gelirse onu mağlup edecek, kim kime vurabilirse ona vuracaktır.

Ama Allah’ın emir ve nehiyleri yeryüzünde uygulanırsa yeryüzü cennet olacaktır. Her zaman söylüyorum. Bir kimsenin komşusu iyi olursa bir başka yere gittiği zaman “Benim komşum benim evime, namusuma bekçidir, nöbetçidir” diyecek, hiç korkmayacak, rahat edecektir. Ama kötü olursa uyuyamaz ki,“Acaba benim evime, namusuma ne yapar?” diye endişe edecektir.

İslam ahlakı, dünyayı böyle cennet yapıyor. Şeytanın ahlakı ise tam onun tersidir. Onun için biz, böyle bozulmuş olan mümin kardeşlerimizi; Kur’an ahlakına, güzel ahlaka davet edersek, onlar da Kur’an ahlakına gelirlerse, bu da Allah-u Zülcelal’in hoşuna gidiyor.

Allah tevbeyi sevmiştir. Tevbe edenleri de sevmiştir. Onun için tevbeye sarılalım. Devamlı tevbe halinde olalım. “Ben her zaman hata sahibiyim. Günah işlemediysem de gaflete düştüm, bu da bir hatadır tevbe etmem lazımdır” diye, pişman olalım.

“Ben öyle istiyorum ki ya Rabbi, ben devamlı zikrinle huzurlu olayım” diyelim. Ama içten yanalım, öyle isteyelim. Biz böyle yaparsak ben inanıyorum ki Allah-u Zülcelal, bizi devamlı zikriyle meşgul olanlardan sayacak, sanki bütün zamanlarımızda, devamlı zikir halindeymişiz gibi bizden bunu kabul edecektir inşaallah.

Allah-u Zülcelal hepimizi, razı olacağı salih amellerle meşgul etsin, nefsimize teslim etmesin. Bizi hayırlarda kullansın inşaallah. (Âmin)