24 Ekim 2010 Pazar

Canlı Tutulması Gereken Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Karz-ı Hasen

http://sabrikontek.azbuz.com http://sabrikontek.blogcu.com http://sabri28kontek.sitemynet.com:İnsanların ırkları, renkleri, dinleri, dilleri, cinsiyetleri ve düşünceleri farklı olduğu gibi, mal varlıkları ve sahip oldukları imkânları da farklıdır. Zenginlik ve fakirlik tarih boyunca bütün toplumlarda var olagelmiş sosyal bir olgudur. Bu ilahî bir takdirin sonucudur. Bu husus birçok ayette açık-seçik bildirilmiştir: “Allah’ın, dilediği kimsenin rızkını genişlettiğini ve daralttığını görmediler mi? Bunda inanan bir toplum için elbette ibretler vardır.” (Rum, 37; bk. Bakara, 245; Ra’d, 26; İsra, 30; Kasas, 82; Ankebut, 62; Sebe’, 36, 39; Zümer, 52; Şûra, 12) Bu farklılık, ilahî bir takdirin yanında aynı zamanda toplumsal bir gerekliliktir. Aksi takdirde bazı işlerin toplumda yapılması mümkün olmazdı. Ayetin “Bunda inanan bir toplum için elbette ibretler vardır” cümlesi buna işaret etmektedir. Bu olgu ve gerekliliğin sonucu olarak insanlar birbirlerine muhtaçtır. Yüce Allah, zengin-fakir arasında uçurum olmaması, fakirlerin ihtiyaçlarının karşılanması için zekât, sadaka ve infakın yanında gerektiğinde ihtiyacı olan insanlara borç verilmesini, kendisine borç verme gibi telakki ederek teşvik etmiştir: “Kim Allah’a güzel bir borç verirse, Allah da bunu fazlasıyla öder. Ayrıca ona pek değerli bir ödül de vardır.” (Hadîd, 11)

“Karz-ı hasen”, “karz” ve “hasen” kelimelerinden oluşan bir terkiptir. Sözlükte bir şeyi “kesmek, koparmak ve karşılık vermek” anlamlarına gelen “karz”, terim olarak birine geri vermek üzere mal ve ürün vermek veya birine ödünç borç para ve döviz vermek demektir. “Hasen” kelimesi ise terkipte “karz” kelimesinin sıfatı olup “iyi ve güzel” anlamına gelir. Kur’an dilinde “karz-ı hasen”; ihtiyaç sahiplerine Allah rızası için güzelce ödünç verme ve sırf Allah rızasını gözeterek yoksullara karşılıksız yardım yapma anlamında kullanılmıştır. Bir fıkıh terimi olarak “karzı- hasen”, “bir kimsenin diğer bir kimseye aynını, mislini veya bedelini iade etmek şartıyla verdiği şey demektir. Karz-ı hasen; altın ve para gibi, değişim vasıtası olabileceği gibi, buğday ve ekmek türü tüketilen bir ürün ve mal da olabilir. Karz-ı hasen, veren açısından uhrevî, alan açısından ise dünyevî yarar gözetilen ahlâkî ve hukukî bir kavramdır.

1. Karz-ı Hasenin Önemi Ve Değeri

Tahlil etmeye çalıştığımız ayette muhtaçlara faizsiz kredi, ödünç para veya mal-mülk vermek, “Allah’a borç vermek” olarak ifade edilmiştir. Allah’ın insanlara ihtiyacı yoktur. Çünkü “Allah zengin, insanlar fakirdir.” (Muhammed, 48) Bütün varlık âlemini yaratan Allah’tır, bütün mülk O’nundur, insanlara mülkü veren de O’dur. (Âl-i İmran, 26) Dolayısıyla “Allah’a borç vermek”, Allah için borç vermek, bir karşılık beklemeksizin Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla borç vermektir. Yüce Allah, borç vermeyi kendine borç verme olarak ifade ederek, faizsiz, çıkarsız ve ibadet amacıyla borç verilmesini istemektedir. Dünyada herhangi maddî bir karşılık beklemeden bir insanın ihtiyacını karşılayan kimse, bu fedakârlığının karşılığını, ücretini, mükâfatını ahirette Allah’tan alacaktır. Dolayısıyla Kur’an’da karz-ı hasen, “Allah’a borç vermek” olarak ifade edilmiştir.

Müzzemmil suresinin yirminci ayetinde “karz-ı hasen”; Kur’an okumak, namaz kılmak ve zekât vermek ile birlikte emredilmektedir: “Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun, namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin, Allah’a güzel bir borç verin. Kendiniz için önceden (dünyada) ne hayır-iyilik gönderirseniz onu, Allah katında (ahirette) daha üstün bir hayır-iyilik ve daha büyük bir mükâfat olarak bulursunuz.”

Emirler prensip olarak zorunluluk ifade eder. Dolayısıyla her mümini bağlar. Allah’ın emrini tutmak itaat, tutmamak ise isyandır. Ayette dört ibadetin yerine getirilmesi emredildikten sonra, dünyada “hayır” işleyenlerin ahirette bunun karşılığını yine “hayır” olarak ve “büyük bir mükâfat” olarak bulacağı bildirilmektedir.

Kur’an’da dört ayette “karz-ı hasen” Allah’a borç vermek olarak ifade edilmekte ve Allah rızası için borç verenlere dört şey vaat edilmektedir: (a) verilen borcun mükâfatının kat kat verilmesi, (b) çok değerli ücret verilmesi, (c) günahların bağışlanması, (ç) cennetlere konulması.

a) Allah İçin Borç Verenlere Mükâfatı Kat Kat Verilir

Tahlil etmeye çalıştığımız ayette ve “Allah’a güzel bir borç veren kimseye Allah, borcunun karşılığının kat kat öder.” (Bakara, 245) anlamındaki ayette, faizsiz Allah için borç veren kimsenin mükâfatının kat kat olacağı; “ed’âf-ı kesîre” terkibiyle ifade edilmektedir. “Ed’âf-ı kesîre” tabiri çokluk ifade eder ve bunun sınırı yoktur, bin katı da olur milyon katı da olur. Bakara suresinin 261. ayetinde Allah yolunda infak edenlere yedi yüz katıyla mükâfat verileceği bildirilmiş ve “Allah dilediğine kat kat verir” buyrulmuştur. Allah yolunda infaka yedi yüz katı verileceği bildirildikten sonra “Allah dilediğine kat kat verir” buyrulması, “kat kat” ifadesinin yedi yüz kat mükâfatı aşacağının beyanıdır.

b) Allah İçin Borç Verenlere Ecr-i Kerîm Vardır

Tahlil etmeye çalıştığımız ayette ve “Şüphesiz ki sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar ve Allah’a güzel bir borç verenler var ya, (verdikleri) onlara kat kat ödenir. Ayrıca onlara çok değerli bir mükâfat da vardır.” (Hadîd, 18) anlamındaki ayet ve diğer ayetlerde (bk. Hud, 11; Fatır, 7; Yasin, 11; Fussilet, 8; Feth, 16; Mülk, 12; Tîn, 6) borç verenlere ecr-i kerîm vaat edilmektedir: “Ecr-i kerîm” terkibindeki “ecr”, emeğin ve çalışmanın karşılığı ücret (A’raf, 170; Hud, 115; Yusuf, 56; Zümer, 74); “kerîm” kelimesi çok değerli, çok kıymetli ve çok üstün demektir. “Ecr-i kerîm” ifadesi, Allah rızası için borç verenlerin mükâfatının değerini ve kıymetini ifade eder. Kur’an’da iman edip salih ameller işleyenlere, Allah’a karşı gelmekten sakınanlara, Allah’tan korkanlara, ibadetlerini, işlerini ve görevlerini en güzel bir şekilde yapanlara, Allah yolunda çalışanlara ve sabırlı olanlara, Allah ve Peygamberine itaat edenlere, “ecr-i kerîm” (çok değerli mükâfat), “ecr-i azîm” ve “ecr-i kebîr” (büyük mükâfat), “ecr-i hasen” (güzel mükâfat), “ecr-i gayr-i memnun” (sürekli mükâfat) vaat edilmektedir. (Âl-i İmran, 172, 179; Maide, 9) Özellikle “ecr-i kerîm”; Allah rızası için borç verenlere ve Allah’tan korkanlara vaat edilmiştir. (Yasin, 11)

c) Allah İçin Borç Verenlerin Günahları Bağışlanır

“Eğer Allah’a güzel bir borç verirseniz Allah onu size, kat kat öder ve sizi bağışlar.” (Teğabün, 17) İnsan, zayıf yaratılmıştır, bu sebeple nefsinin kötü arzularına, şeytanın vesvesesine, ahlaken kötü insanların telkinlerine, şehvet ve dünya nimetlerinin cazibesine kapılarak günah işleyebilir. İşlenen günahlardan kurtulmanın yollarından biri şartlarına uygun tevbe etmek, bir diğeri de salih ameller işlemektir. Bu hususu ifade eden birçok ayet (bk. Âl-i İmran, 157; 195; Mâide, 65; Ankebut, 7) ve hadis vardır. Şu örnekleri verebiliriz: “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğru söz söyleyin ki, Allah sizin işlerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah’a ve Rasulüne itaat ederse muhakkak büyük bir başarıya ulaşmıştır.” (Ahzâb, 70–71) “Kim inanarak ve sevabını umarak Ramazan orucunu tutarsa geçmiş günahları bağışlanır.” (Buhârî, Sıyâm, 6, II, 228) Günahların bağışlanmasına vesile olan güzel amellerden biri de Allah için faizsiz kredi ve borç-ödünç vermektir. Teğabün suresinin 17. ayeti ve aşağıdaki ayet bu hususu açıkça ifade etmektedir.

ç) Allah, Borç Verenleri Cennetlere Koyar

“Eğer namazı kılar, zekâtı verir ve elçilerime iman eder, onları desteklerseniz, Allah’a güzel bir borç verirseniz, elbette sizin kötülüklerinizi örterim ve andolsun sizi, içinden ırmaklar akan cennetlere koyarım.” (Mâide, 12)

Ayette beş görev zikredilmiştir: Namazı dosdoğru kılmak, zekât vermek, peygamberlere iman etmek, onları desteklemek ve Allah için faizsiz kredi, borç ve ödünç vermek. Bu görevleri yapanlara iki şey vaat edilmiştir: Biri günahların örtülüp gizlenmesi, affedilip bağışlanması, diğeri altlarından ırmaklar akan cennete konulmasıdır.

Karz-ı hasen ile ilgili ayetlerden faizsiz kredi ve borç vermenin; günahların bağışlanmasına, Allah’ın rızasını ve çok değerli mükâfatların bulunduğu cenneti kazanmaya vesile olan salih bir amel olduğu anlaşılmaktadır.

Farz, vacip ve mendup olan yardımlar yani zekât, sadaka-i fıtır, sadaka-i tatavvu ve infak gibi karz-i hasen de İslam dininin sosyal yardımlaşma ve dayanışma, fakirleri ve borçluları görüp gözetme alanlarından biridir. Zekât ve sadakalar genellikle fakirlere verilir. Belirli bir mal varlığı olan kimse ev alma, düğün yapma, temel ihtiyaçlarını karşılama ve benzeri meşru nedenlerle borçlanabilir, bu kimselere zekât ve sadaka vermek de mümkün olmayabilir. İşte bu durumda karz-ı hasen devreye girer. Onun için yüce Rabbimiz karz-ı haseni teşvik etmektedir.

Kur’an’ın sözlü ve uygulamalı olarak açıklayıcısı olan rehberimiz ve modelimiz sevgili Peygamberimiz (s.a.s.), borç vermeyi tavsiye ve teşvik etmektedir: “Kim zor durumda olan kimseye borç verir ve geri ödeme kolaylığı sağlarsa, Allah da ona dünya ve ahirette kolaylık sağlar.” (İbn Mâce, Sadakat, 14, No:2417)

Peygamberimiz, zor durumda bulunan birine borç veren Müslüman’a, kendisine geri ödeninceye kadar her gün sevap yazılacağını, vade dolduğu halde borçluyu sıkıştırmadığı takdirde alacaklı olduğu para kadar veya iki katı kadar sevap yazılacağını beyan etmiştir. (İbn Mâce, Sadakat, 14, 19; No: 2418, 2430) “Kim mümin kardeşinin bir ihtiyacını karşılarsa, Allah da onun bir ihtiyacını karşılar. Kim Müslüman’ın bir sıkıntısını giderirse, Allah da onun kıyamet günü sıkıntılarından bir sıkıntısını giderir.” (Buhârî, Mezalim, 4, No: 2310)

İbn Mâce’nin es-Sünen’inde; “Miraç gecesi Cennetin kapısı üzerinde, ‘sadaka on misli sevapla karşılanır. Borç ise on sekiz misli sevap ile karşılanır’ yazılı olduğunu gördüm. Cebrail’e, ödünç vermenin sadakadan üstün olmasının sebebi nedir diye sordum. Cebrail: ‘Çünkü dilenci, yanında olduğu halde dilenir. Hâlbuki borç isteyen kimse ancak muhtaç olduğu için borçlanır’ diye cevap verdi” anlamında bir rivayet vardır. (İbn Mâce, Sadakat, 19, No: 2430) Ancak Ahmed ibn Hanbel, Yahya ibn Ma’în, Ebu Dâvûd, Nesâî ve Dârekutnî, bu rivayetin zayıf olduğunu söylemiştir. (İbn Mâce, es-Sünen, Sadakat, 19, No: 2430) Hâlbuki Kur’an’da, “hasene” olan görevleri yapanlara “kat kat”, “10 kat”, “700 kat” ve “hesapsız derecede” mükâfat verileceği bildirilmektedir. (bk. Nisa, 40; En’am, 160; Bakara, 261; Zümer, 10)

2. Karz Akdinin Şartları

Karz-ı hasen; esasen maddî bir karşılığı gözetilmeyen bağış ve iyilikten ibarettir. Karz işlemi, bir borçlanma işlemidir. Her karz (ödünç), bir borçtur (deyn), fakat her deyn karz değildir. Aynı şekilde her ödünç verilen şey de karz değildir. Çünkü fıkıh dilinde misli ve piyasada emsali bulunan buğday, pirinç, ekmek ve yumurta gibi mal ve ürünlerin borç verilmesine “karz” (tüketim ödüncü); ev eşyası, tarım aleti, kitap ve benzeri yararlanıp geri verilen şeylerin borç verilmesine ise “âriyet” (kullanım ödüncü) denir. Borç sözleşmesinde olduğu gibi karz-ı hasen sözleşmesinin de bazı şartları vardır ve bu şartlara uyulması gerekir.

a) Borç veren kişi akıllı ve ergenlik çağına gelmiş olmalı yani bağış yapabilme ehliyeti bulunmalıdır.

Çocuklar mümeyyiz bile olsalar bağış yapabilme ehliyeti olmadıkları için borç veremezler. Aynı şekilde baba veya vasiler velayet ve vesayeti altındaki çocukların ve yetimlerin malları ve paraları konusunda bağış yapabilme ehliyetine sahip değildir. Dolayısıyla babalar veya vasiler çocukların veya yetimlerin mallarını ve paralarını borç olarak kendileri de alamazlar, başkalarına da veremezler.

b) Borç alan kimse, tasarruf ehliyetine sahip olmalıdır.

c) Borç olarak verilen şey, para ve döviz gibi değişim aracı veya altın, gümüş, demir ve buğday gibi mislî bir mal olmalıdır.

Mislî mal; ölçü, tartı ve sayı ile alınıp satılan ve piyasada emsali bulunan mallardır. Mislî mallar, fertler arasında değer ve fiyat farkına yol açmaz, dolayısıyla borcun geri ödenmesinde anlaşmazlığa düşülmez. Kıyemî mal; ölçü, tartı ve sayı ile alınıp satılmayan ve piyasada emsali bulunmayan mallardır. Bu mallar karz olarak verilemez. Çünkü bu tür malların, fertler arasında değer ve fiyat farkı olur ve malların emsali piyasada bulunmaz. Bu sebeple borcun geri ödenmesinde sıkıntılar ve çekişmeler yaşanır.

Hanefilerin dışındaki mezheplere göre özellikleri ve nitelikleri belirlenmiş şeyler mesela ölçü ve tartı ile alınıp satılan mallar, ticaret malları ve hayvanlar borç olarak verilebilir, fakat ev, arsa, tarla, mücevher ve madenler borç olarak verilemez.

ç) Borç alan ve borç veren kişiler; ihtilafa ve çekişmeye yol açmayacak şekilde borç akdine konu olan mal ve ürünün niteliğini ve miktarını, paranın cinsini ve miktarını açık ve net bir şekilde belirlemeli, karz akdini hile ve aldatmadan uzak tutmalıdırlar.

d) Karz akdinde; borç verene menfaat sağlayacak herhangi bir şart koşulmamalıdır.

Böyle bir şart koşulduğu takdirde, bu şart geçerli olmaz. Mesela bir kimse, birine borç vermesi için evini kendisine satması veya verdiği üründen veya paradan fazlasını vermesi şartını koşması geçerli olmaz. Borçlunun bu fazlalığı ödemesi gerekmediği gibi, borç verenin de alması caiz olmaz. Söz gelimi birine bin lira borç veren bir kimse, altı ay sonra geri alırken bin yüz lira verilmesini şart koşsa veya buna benzer maddî bir şey istese bu faiz olur. Bu tür faize, “ribe’l-kurûz” (karz faizi) denir. Bir hadiste bu husus, “Menfaat getiren her karz ribadır” şeklinde ifade edilmiştir. (Aclunî, Keşfü’l-Hafa, II, 164, No:1991; Beyhakî, V, 350)

Allah rızası için verilen borçtan dünyevî bir menfaat talep edilmez. Menfaat talep edildiği zaman karz-ı hasen, “Allah’a borç” verme anlamını taşımaz. Peygamberimiz (s.a.s.), borç vermeyi “menîha” yani gönül hoşnutluğu ile yapılan bir bağış ve iyilik olarak ifade etmiştir: “Kim gönül hoşnutluğu ile bir borç verirse, akşam sabah sadaka vermiş gibi sevap kazanır.” (Müslim, Zekât, 73; bk. Tirmizî, Birr, 37, No: 2023)

Prensip olarak karz akdinde borç verenin de borç alanın da zarar görmemesi gerekir. Müçtehitler, altın ve gümüş paranın ayar veya ağırlığının düşürülmesi hâlinde borçlunun borcunu, borçlanma zamanındaki paranın ağırlığı ve değeri üzerinden vermesi gerektiği konusunda ittifak etmişlerdir. Bakır ve bronz paralar ile altın ve gümüş oranı çok düşük paraların değerinin değişmesi hâlinde Ebu Hanife ve fakihlerin çoğunluğuna göre borç alınan paranın her halükârda mislinin, Ebu Yusuf’a göre paranın borç verildiği zamanki kıymetinin verilmesi gerekir. Para tedavülden kalksa veya değeri düşse Ebu Yusuf’a göre paranın borç alındığı zamanki değerinin verilmesi gerekir. Aynı şekilde tartı ile veya ölçü ile alınıp satılan bir ürün borç alınsa sonra bu ürünün değeri düşse veya artsa Ebu Hanife’ye göre misli, Ebu Yusuf’a göre borç alındığı zamandaki kıymetinin verilmesi gerekir. Bu itibarla özellikle enflasyonun (paranın değer kaybının) yüksek olduğu zamanlarda ve yerlerde, verilen paranın değer kaybının telâfi edilmesi için tedbirler alınması gerekir. Mesela para yerine altın veya döviz verilebilir veya para, değerini koruyan bir ürüne endekslenebilir veya herhangi bir şart koşulmadan eğer para değer kaybına uğramışsa borç alan kimsenin, paranın borç aldığı zamandaki değeri kadar geri ödeme yapması gerekir. Çünkü yüce Allah, borç verenin de borç alanın da zarar görmemesini istemektedir: “Eğer böyle yapmazsanız (faizcilikten vaz geçmezseniz), Allah ve Rasulü ile savaşa girdiğinizi bilin. Eğer tevbe edecek olursanız, anaparalarınız sizindir. Böylece siz ne başkalarına haksızlık etmiş olursunuz, ne de başkaları size haksızlık etmiş olur.” (Bakara, 279)

Peygamberimiz (s.a.s.) birinden genç bir deve ödünç alır. Zekât develeri gelince bir sahabîyi alacaklıya aynı yaşta bir deve vermekle görevlendirir. Sahabî, Hz. Peygambere, develer arasında ödünç alınan devenin niteliğinde bir deve bulunmadığını ve mevcut develerin daha iyi olduğunu söyler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.) sahabîye alacaklıya daha iyi develerden birini vermesini söyler ve şöyle buyurur: “En hayırlınız borcunu en güzel biçimde ödeyeninizdir.” (Buharî, İstikraz, 4-7, No: 2260-2263; Müslim, Müsakat, 118-122)

e) Vadeli alım-satım sonucu borçlarda olduğu gibi, karz akdinde ödeme takvimi belirlenmez.

Karz akdi bağlayıcı olmayan akitler arasında yer alır. Bir ödeme tarihi belirlense bile bu tarih bağlayıcı olmaz. Alış-veriş borcunda (deyn) geri ödeme süresi bağlayıcıdır, dolayısıyla alacaklı, alacağını zamanından önce isteyemez, borçlu da borcunu belirlenen tarihte ödemesi gerekir. Karz akdinde ise belirlenen süre bağlayıcı olmadığı için borç veren kişi, borçludan borcunu belirlenen süreden önce isteyebilir, borçlu da borcunu belirlenen süreden önce veya sonra ödeyebilir. Eğer bir ödeme zamanı belirlenmiş ise, bu şarta fıkhî açıdan uyulması zorunlu olmasa da ahlaken uyulması gerekir.

Alacaklının, borçluya borcunu vermesi için sıkıştırmaması gerekir. Çünkü borçluyu sıkıntıya sokmak, “karz-ı hasen” kavramı ile bağdaşmaz. Yüce Allah, borçluya mühlet verilmesini istemektedir: “Eğer borçlu darlık içindeyse, ona eli genişleyinceye kadar mühlet verin. Eğer bilirseniz, (borcu) sadaka olarak bağışlamanız, sizin için daha hayırlıdır.” (Bakara, 280)

Borçlunun borcunu suistimal etmeden en kısa zamanda ödeme imkânı elde edince geciktirmeden ödemesi gerekir. Peygamberimiz (s.a.s.), “Sizin en hayırlınız borcunu en güzel biçimde ödeyeninizdir” buyurarak, borcun en iyi bir şekilde ödenmesini teşvik etmiştir. (Müslim, Müsakat, 122) İmkânı olduğu halde borçlunun borcunu ödememesi zulümdür. Peygamberimiz (s.a.s.), “İmkânı olanın, zengin kimsenin borcunu zamanında ödemeyip uzatması zulümdür” buyurmuştur. (Müslim, Müsakat, 33)

Malikî müçtehitlere göre karz akdinde belirlenen ödeme takvimi hukuken de geçerlidir ve uyulması gerekir.

f) Muhtemel anlaşmazlıkları ve mağduriyetleri önlemek için karz akdinin yazılı belge ve şahitle tevsik edilmesi isabetli bir davranış olur.

Bakara suresinin 282. ayetinde borçların yazılması ve tanık tutulması emredilmektedir. Dört mezheb imamının da içinde bulunduğu çoğunluğa göre ayetteki emirler borcu güvence altına almaya yöneliktir, dolayısıyla bağlayıcı değildir, yapılırsa daha iyi olur. Buna mukabil; Dahhâk, Muhammed ibn Cerir et-Taberî (III, /3/120), Dâvûd ez-Zâhirî ve Nehaî gibi bazı fakih ve müfessirlere göre ayetteki emirler bağlayıcıdır, terk eden itaatsizlik etmiş ve günaha girmiş olur. (Taberî, III, 3/117) Ebu Saîd el-Hudrî, Hasan el-Basrî, Şa’bî, Atâ b. Ebî Rebah, İbn Cüreyc, İbn Zeyd ve İbn Uyeyne gibi bir kısım müfessir ve fakihe göre ayetteki emirler başlangıçta zorunluluk ifade ediyordu, 283. ayetin inmesiyle bu zorunluluk kaldırılmıştır. (Taberî, III, 3/118-119; Hazin, I, 340; Kurtubî, II, 383, 402-403)

g) Karz akdi, icap ve kabul ile yani birinin borç istemesi, diğerinin de istenen borcu vermesi ile gerçekleşir (irade beyanı).

Borç alan kimse, para, altın, gümüş, ekmek ve yumurta gibi borç aldığı şeye malik olur. Borcun alacaklıya geri verilmesi ile karz akdi sona erer. (bk. Kasanî, VII, 394-396; Bilmen, VI, 94-104; Apaydın, DİA, Karz, XXIV, 520-534)

Sonuç olarak; borç vermek İslam’ın teşvik ettiği ve sadakadan daha sevap olan bir ibadet ve sosyal yardımlaşmanın önemli vasıtasıdır. Borç akdi ile ilgili şartlara ve kurallara uyulmalı, tartışma ve hak kaybına fırsat verilmemelidir. İmkânı olanlar muhtaç olanlara borç vermeli, borç alanlar da borçlarını eksiksiz ve zamanında ödemelidirler. Kur’an’da alışveriş akdine ve yapılan sözleşmelere uyulması emredilmekte (Bakara, 177; Mâide, 1; İsrâ, 34; Müminûn, 8); borç ilişkisinde karşılıklı rızâ ve gönül hoşnutluğu üzerinde ısrarla durulmaktadır (Nisâ, 4, 29). Hz. Peygamber (s.a.s.), “Müslümanlar şartlarına bağlıdırlar” buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, Akdıye, 12, No: 3594) Bu itibarla borç sözleşmelerinin sağlam yapılması ve sözleşmenin gereğinin yerine getirilmesi zorunlu dinî bir görevdir.

Borç ilişkisinde aslolan tarafların borçlarını, gerektiği zaman ve istenilen şekilde ödemesidir. Şu hadisler borcun ödenmesini teşvik etmektedir: “Kim ödemek üzere insanların mallarını borç olarak alırsa, Allah onun borcu ödemesine imkân verir. Kim de itlaf etmek, vermemek üzere alırsa, Allah da onun malını itlaf eder.” (Buharî, İstikraz, 2, No: 2257)

Hz. Âişe validemiz sahabeden Urve’ye Peygamberimizin borçtan Allah’a sığındığını şöyle anlatmıştır: “Rasulüllah (s.a.s.) namaz (sonunda), “Allah’ım! Günahtan ve borçtan sana sığınırım” diye dua ederdi. Bir sahabî Hz. Peygambere, “Ey Allah’ın Elçisi! Ne kadar çok borçtan Allah’a sığınıyorsun?” dedi. Hz. Peygamber, “Çünkü insan borçlanıp (ödeme sıkıntısı çekince) konuştuğu zaman yalan konuşur, vaat edince vaadini yerine getiremez” buyurdu. (Buharî, İstikraz, 10, No: 2267)