6 Eylül 2012 Perşembe

BİR VAKİT NAMAZ, CANA BEDELDİR

http://sabrikontek.azbuz.com : (:) Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede ilahlık iddiasında bulunarak sapan ve isyan bataklığına düşen Firavun’un kıssasında, ona yaptığı muameleye işaret ederek şöyle buyurmuştur: “Allah onu (Firavunu), (herkese ibret olarak) dünya ve ahiret azabıyla cezalandırdı. Elbette bunda, korkan kimseler için büyük bir ibret vardır.” (Nazi’at; 26) Allah-u Zülcelal’in bizden öncekilerin hallerini Kur’an-ı Kerim’de beyan etmesinin sebebi, bizlere ibret olması ve aynı hatalara bizim de düşmememiz içindir. İşte, Firavun, Nemrud, Karun ve bu gibi fasık ve kâfirlerin durumlarını, Allah-u Zülcelal ibret almamız için bizlere bildirmiştir. Firavun gibi yaşayan kimseler, isterlerse (lüks içinde) pamuğun içinde ölsünler, aynı Firavun gibi ahirette azap göreceklerdir. Yalnız, Allah-u Zülcelal Firavun’u daha dünyada iken cezalandırarak, denizde helak etmiş ve bunu görüp ibret almaları için insanlara da göstermiştir. Bu şekilde (Allah’a isyan içinde) yaşayanlar hem dünyada azap görecekler ve hem de kat kat fazlası ile ahirette azap göreceklerdir. Her şey Allah-u Zülcelal’in hükmü ve idaresi altındadır. Allah’ın rızasını kazananlara ne mutlu! Son nefeste altının ne kıymeti kalır? Evliyalardan birisi, sarrafları etrafına toplayarak şöyle demiştir: “Bir gün, Basra’dan sahraya çıktım. Çok uzun bir yol yürüdüm ve uzak bir yere geldim. Açlıktan öyle bir hale geldim ki; eğer yiyecek bir şeyler bulamazsam, öleceğime kanaat getirdim fakat birden bire bir torbaya rastladım. Torbanın içindekileri yemek zannettiğim için öyle sevindim ve ferahlandım ki bu sevincimi ve ferahlığımı, ömrüm boyunca unutamam. Hemen torbanın yanına gidip açtım ve gördüm ki torbanın içi altın ve paralarla dolu. Bunu görünce öyle mahzun oldum ki, o mahzunluğumu da hiç unutamıyorum. İşte, sizin uğruna ibadetlerinizi terk ederek imanınızı tehlikeye attığınız altınları, paraları ben sahrada bu şekilde gördüm. Siz de sekerata (ölüm döşeğine) düştüğünüz zaman, onları bu şekilde göreceksiniz.” O anda, onun için bir lokma ekmek lazımdı. Eğer yiyecek bir şey olmasa ölecekti. Torbada bulunanlar ise onun için bir takım madenlerden ibaretti. Hiçbir işine yaramıyordu. Kıssayı anlatan salih zat çok haklıdır. Dünya malının sonu bu şekildedir. Her ne kadar şimdi sıhhatimiz yerinde olduğu için dünya malı ile seviniyorsak da son nefesimizde bize dünyanın bütün mallarını verseler dahi, ondan yüz çevirip “Keşke benden uzak olsa” diyeceğiz. Peki, bu şekilde sonu belli olan bir şey ile sevinmek, kendimize haksızlık değil midir? Allah-u Zülcelal’den gizlenemezsin! İnsan, yalnız kaldığı zaman, daha ziyade Allah’a ibadet edip O’ndan korkması lazımdır. Süleyman bin Ali, Hamid Tavili’nin yanına gelerek: - Allah-u Zülcelal’in rızasını kazanmak ve onunla amel yapmak için bana biraz nasihat et, deyince, Hamid Tavili rahmetullahi aleyhi şöyle dedi: - İnsanların içindeyken ve yalnız kaldığın zaman, Allah-u Zülcelal’e karşı bir günah işleme durumuna düşersen, bu günahı yaparken; “Allah-u Zülcelal beni görüyor” diye iman ettiğin halde o günahtan vazgeçmemen, çok biçimsiz ve kabih (çirkin) bir davranıştır! - Allah-u Zülcelal’in kudret ve azametinin karşısında, senin bir sivrisinek kadar kuvvetin yoktur. Böyle olduğu halde, daima O’nun huzurunda razı olmadığı günahlarla meşgulsün. Yine, Allah-u Zülcelal’in seni gördüğünü bilerek, bu günahları yapman çok büyük bir cesarettir. Demek ki Allah-u Zülcelal’in bunlara karşılık vereceği azaba dayanabileceğini düşünüyorsun ve bu günahları yapıyorsun. - Yok, eğer bu günahları yaparken, Allah-u Zülcelal beni görmüyor dersen, o zaman kâfir olursun. İşte, bu iki şeyi aklından çıkarmazsan, bunlarla Allah-u Zülcelal’e murakabede dursan (her an seni gözetlediğini düşünsen) ve Allah-u Zülcelal’in seninle beraber olduğunu düşünürsen, sana yeter. Günahlardan muhafaza olup hayırlı amellere yönelmen için bu sana kâfidir. Allah-u Zülcelal her an ilmiyle, kudretiyle, azametiyle, işitmesiyle bizimle beraber olduğu için sen, kendini gizlesen de bir kutu içine saklansan da O’ndan saklanamazsın. Namaz için çareler aramalıdır Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “İnsanlardan öyleleri de var ki, Allah’ın rızasını almak için kendini ve malını feda ederler. Allah kullarına çok merhamet edicidir.” (Bakara; 207) Allah-u Zülcelal bu ayet-i kerimede, nefislerini Allah rızası için feda ederek, Allah’ın rızasını satın alan kimseleri methetmiştir. Mesela, bilhassa bahar mevsiminde, sabahları uyku insana çok lezzetli gelmektedir. Böyle uykunun lezzetli geldiği zamanlarda, gerek saat kurarak, gerekse diğer arkadaşlarına: “Beni kaldırın!” diye tembihte bulunmak suretiyle, namaza kalkmanın çarelerini aramalıdır. Kendisine ne kadar ağır gelse de bu konu üzerinde titizlikle durmalı. Bu şekilde kalkarak, Allah-u Zülcelal’in rızası için nefsini (rahatlık ve tembellik arzusunu) feda etmelidir. Nefsimize acımamamız ve ona: “Sen kalktığın zaman aynı insansın, herhangi bir eksilme olmaz; kalkmadığın zaman da sana bir makam mevki verilmiyor, yine aynı insansın. Ama eğer namaza kalkarsan Allah’ın rızasını kazanabilirsin.” diye hitap etmemiz lazımdır. Kıyamet gününde insanın sevapları ve günahları karşı karşıya getirilir. Her bir sevap, bir günahı yok edecek, bu şekilde bütün sevap ve günahlar karşılaştırıldıktan sonra, tek bir sevap dahi fazla kalırsa o sevapla cennet genişletilip o kimseye verilecektir. Bundan dolayı, sevaplarımızı ve günahlarımızı görüyor gibi: “İşte, ben bu günahı yaptım, amel defterime yazıldı, bu sevabı yaptım yazıldı. Sevaplarımın günahlarımdan fazla olması lazımdır. Çünkü günahlarım fazla olursa Allah-u Zülcelal’in gazabı üzerime gelecek ve beni cehenneme atacaktır.” diye, kendimize hitap ederek, sevaplarımızı günahlarımızdan daha fazla yapmaya gayret göstermemiz lazımdır. Her ne varsa veren Allah’tır! Şeyh Sadi Şirazi şöyle anlatmıştır: “Bir gün, baktım bir kimse, koyunun boynuna bir ip takmış ve arkası sıra çekiyor. Ona dedim ki: ‘Bu koyunu senin arkandan bu ip getiriyor.’ Böyle dediğimde hemen koyunun boynundan ipi çözdü. Sağa gitti, sola gitti, her nereye gittiyse, koyun arkasından hiç ayrılmadı. Bana şöyle dedi: ‘Hayır! Koyunu arkamdan ip getirmiyor. Ona verdiğim yem, yaptığım iyilik arkamdan getiriyor.” Peki, bir koyun kendisine yem veren kişinin arkasından ayrılmıyorken; Allah-u Zülcelal bize ruh, iman, sıhhat ve daha pek çok nimetler vermesine rağmen, nasıl Allah-u Zülcelal’in rızasına giden yoldan ayrılabiliriz? Bunu, biraz derin olarak düşünmemiz lazımdır... Musa aleyhisselam şöyle demiştir: “Ya Rabbi! Âdemoğulları sana nasıl şükredecekler?” Allah-u Zülcelal de cevaben şöyle buyurmuştur: “Kulum bütün nimetleri benden bildiği zaman, bu onun şükrüdür.” Onun için sıhhat olsun, mal olsun, evlat olsun, hepsini Allah-u Zülcelal’den bilmemiz lazımdır. Böyle bildiğimiz zaman; nasıl bir dostumuz bize iyilik yaptığında onun bu iyiliğinden dolayı ondan hayâ ediyor, utanıyoruz... İşte, aynen bunun gibi üzerimizdeki nimetlerin hepsinin Allah-u Zülcelal’den olduğunu bildiğimizde de O’ndan çok hayâ ederiz ve biz de Allah-u Zülcelal’in emir ve nehiylerinin istikametinden ayrılmayız ve daima yerine getirmek için çaba gösteririz. Bir vakit namaz, cana bedeldir Bir kişi, arkadaşları ile oturup çay içer, sigara içer, malayani konuşur ve Allah-u Zülcelal’in rızası olan işleri terk ederse bu kimse için diyebilir miyiz ki nefsini, Allah’ın rızasına karşılık sattı? Elbette diyemeyiz. Ancak, o boş şeyleri terk ederse o zaman onun hakkında böyle diyebiliriz. Tabi, insana istirahat de lazımdır ama fazlasıyla bütün ömrünü beyhude, boş işlerle geçirmesi çok yanlış bir şeydir. Bilhassa, bahar mevsiminde insan geç yattığı zaman, sabah namazı da tehlikeye girer. Onun için kendi kendine: “Biraz erken yatıp uykumu alayım ki sabah namazına kalkabileyim. Saati kurayım, bunu yapmazsam arkadaşlarıma: ‘Beni uyandırın!’ diye tembihte bulunayım.” demelidir. Namaz, insanın gözünde o kadar kıymetli olmalıdır ki: “Eğer bu namazı kaçırırsam, benim ruhuma bedel olur; ölürüm daha iyi!” demelidir. Oysa namazı kaçırıyor, fakat hiç bir şey olmamış gibi davranıyoruz. İnsan, televizyon izlerken uykuya nasıl geçtiğinin farkına dahi varamıyor. Peki, bu insan, sabah namazına nasıl kalkacak? Televizyon olmazsa arkadaşları ile geç saatlere kadar oturuyor. Zaten geceler çok kısa. Bu benim dikkatimi çok çekiyor. Bir mü’min olarak, şeytan ve nefsin hilelerine aldanan kimselere çok yazık! Kendimize dikkat etmeliyiz. Kıyamet gününde Allah-u Zülcelal’in huzuruna, ak bir yüzle çıkabilmek için gerek namazımıza, gerekse diğer ibadetlerimize; dört elle sarılalım. Allah-u Zülcelal, kendi fazlı ve keremi ile bizlere muamele etsin ve hepimize razı olacağı şekilde salih amel nasip etsin... (Âmin)