21 Şubat 2013 Perşembe

Edep ile İki Dünya Cennet Olur

Fırsat Elden Gitmeden İbret Alalım
Allah-u Azimuşşan nasıl ahrette müminlere cenneti veriyorsa, dünya hayatı da müminlere cennet olsun diye Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem ile Kur’an ı Kerim’i nazil etmiştir.
Gözümüzle de görüyoruz; nerede Allah azze ve cellenin emir ve nehiyleri yerine getiriliyorsa orası cennet gibi oluyor. Orada huzur oluyor, sükûnet oluyor, herkes hakkını alıyor…
Allah’ın büyüklüğünü Kuran-ı Azimüşşan’a bakınca görüyoruz. Allah’ın yarattığı kainata baktığımız zaman Onun büyüklüğünü azametini görebiliyoruz. Göklerin direksiz durması, denizlerin azameti hep Allah’ın büyüklüğünü hatırlatıyor.
Bâhusus, Allah’ın emirleri, O’nun kullarına olan şefkatinin delilidir. Bakın biz burada Allah-u Zülcelal’in evinde, O’nun misafiriyiz. Bir sükunet var, edeple onun huzuruna duruyoruz, kimse kimseye eziyet vermiyor… Öyle bir şefkat, öyle bir huzur… Hepsi Allah’ın emirleri sayesinde…
Bir bakın, eğer bir mühendis, bir fabrikayı yaptığı zaman işçilerine dese ki “Bakın bu fabrikayı böyle çalıştıracaksınız. Düğmeleri şöyle çevireceksiniz. Yağını birkaç ayda bir değiştireceksiniz…” İşçiler onun talimatlarına uyduğu zaman o fabrika uzun ömürlü olur, rahat çalışır, kâr eder. İşçiler tam tersini yaparsa, düğmeleri sağa diyor, tersine sola çeviriyorlar, düğmeler kırılıyor. Yağını değiştirmiyorlar, ne olur, yanar o fabrika, değil mi?
İşte biz de bunun gibiyiz. Vücudumuz Allah’ın muazzam bir fabrikasıdır. Gözümüzle de görüyoruz, bir kimse uyuşturucu kullanıyor, içki içiyor, ne yapıyor; Allah’ın yarattığını bozuyor. Bir müddet önce bir delikanlı getirdiler; perişan bir hale gelmiş, titriyor “Beni kurtarın” diyor. İçki içince insan ne hale geliyor. Allah’ın yarattığı fabrikayı yaktı, dünyada da yaktı, ahrette de yaktı…
Hâlbuki Allah’ın emir ve nehiylerini yerine getirdiği zaman hem kendisine faydalı oluyor, hem ailesine, komşusuna faydalı bir insan oluyor. Hem dünya huzuru, hem ahiret huzuru…
Allah’ın emir ve nehiylerine sımsıkı sarıldığımız zaman Allah-u Zülcelâl hazretleri mükafatımızı noksansız olarak verecek, bir de fazlasını verecek, inşallah…
Ayet-i kerimede buyuruyor :
إِن تُطِيعُوا اللَّهَ وَرَسُولَهُ لَا يَلِتْكُم مِّنْ أَعْمَالِكُمْ شَيْئًا إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ الرَّحِيم
“Eğer Allaha ve Resulüne itaat ederseniz, Allah işlerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (Hucurat 14)
O yüzden elimizden geldiği kadar itaat edelim, kar da bizedir zarar da bizedir. Allah-u Zülcelal’e bir menfaati veyahut da zararı yok – haşa-. Eğer kendimizi seviyorsak Allah’ın emir ve nehiylerini dinleyelim inşallah.
Kimin Himmeti Zayıfsa Muhabbeti de Zayıftır
Allah-u Zülcelal’in ecir ve sevaplarını kazanmak için içimizde bir güç olması lazımdır. Kimin himmeti, kalbinin içindeki niyetinin gücü zayıf ise, onun Allah-u Zülcelal’e karşı muhabbeti de zayıf olacaktır. Kişinin himmeti, kastı, Allah-u Zülcelal’in ecirlerini kazanmaya karşı gayreti fazla ise onun muhabbeti de o kadardır. Allah-u Zülcelal kalbine bakıyor, içinde bir hararet, bir iştiyak görüyor, o zaman ona muhabbet verecektir inşallah.
Bir zamanlar bir adam caminin kapısında böyle gidip geliyor, “Ben Allah’ı nasıl razı edeceğim. Ne yaparsam Allah-u Zülcelâl benden razı olacak” diye düşünüyor. Allah-u Zülcelal o zamanın Peygamberine vahy ediyor: “Ben onu sıddıklardan yazdım”
Hiçbir amel yapmadı, Allah-u Zülcelâl sadece kalbine baktı, samimiyetten, gayretten onu sıddıklar arasına yazdı.
Biz Allah-u Zülcelalin kullarına nasıl şefkatli olduğunu tam bilmediğimiz için ona âşık olamıyoruz. Eğer bilseydik, ona âşık olurduk, öyle ki, nasıl bir bülbül o dala konuyor ötüyor, bu dala konuyor ötüyor; biz de öyle nereye gitsek Allah-u Zülcelal’den bahsedecektik. Çünkü bir kimse, bir şeyi sevdiği zaman devamlı ondan bahsetmek istiyor. Ama biz onun bize karşı şefkatini tam bilmediğimiz için tam muhabbetli, tam samimi olamıyoruz.
Allah azze ve celle bir gün Nebî Musa aleyhisselama buyurdu ki; -biliyorsunuz Hz. Musa Tur-i Sina dağında Allah-u Zülcelâl ile münacaat ediyordu- işte Allah azze ve celle ona dedi ki; “Ya Musa! Günahkârlarla konuş. Onlarla lütufla, yumuşaklıkla konuş. Ve onlara de ki, ben eğer işledikleri günahlara ceza vermek için acele etseydim, göz açıp kapayıncaya kadar yeryüzünde bir kişi bırakmazdım. Ama söyle onlara, kim pişman olursa, tevbe ederse ben onun tevbesini kabul ederim.”
İnsan ne kadar günah işlerse işlesin pişman olursa Allah onu affediyor. İçten “Bir daha yapmayacağım” dediği zaman Allah onun bütün günahlarını affediyor.
Allah-u Zülcelal’in merhameti hiçbir şeyle mukayese edilmez. Hz. Âdem’den bu yana gelmiş bütün Peygamberlerin, evliyaların şefkatini toplasan, Allah-u Zülcelal’in merhametinin binde biri değildir; yani mukayese edilmez.
Allah azze ve celle kerimdir, onun keremi hiç kimseyle kıyas edilmez. Bir evliya diyor ki “Kim Allah-u Zülcelalin emirlerine uymakla keremli davranırsa Allah Azze ve celle onu cennete koymakla kerem eder. Kim günah işlememekle keremli olursa Allah-u Zülcelâl onu cehennemden muhafaza etmekle ikram eder.”
Demek ki biz Allah-u Zülcelal’e namaz kılmakla, itaat edersek o da bizi cennetini ikram edecek. Biz karşımıza çıkan bir günahı işlemezsek Allah-u Zülcelâl de bizi cehennemden koruyacak inşallah.
Akıllı Kişi Hadiselerden İbret Alır
Akıllı odur ki başkasının halinden ibret alsın…
Bizden öncekiler nasıl geçip gitti, işte gözümüzle görüyoruz, işitiyoruz, “Filan kişi toprağa verildi.”
Hepimiz aynı tohumuz. Nasıl ki buğday tohumunu toprağa ektiğimiz zaman aynıdır, zamanı gelince hepsi biçiliyor, biz de aynıyız, biz de biçileceğiz…
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki: “Ümmetimin ömrü altmış yetmiş yaş arasıdır. Allah, kime ömründe kırkına kadar mühlet verdi ise, ondan özrü kaldırmıştır.” (Tirmizî, Da’vât 113,)
Görüp duruyoruz, bazıları daha erken gidiyor; trafik kazası, kalp krizi deniliyor. Öyleyse ibret alalım. Ben kendim ölünce ibret alacağım, o zaman tevbe edeceğim” diye beklersek, fırsat yok o zaman… Ancak başkasının ölümünden ibret alırsak fırsatımız vardır.
Akıllı olmak budur.
Başkası ölüp toprağa girince, “Ben de aynı tohumum, ben de onun gibi öleceğim,” diye ibret alıp ölmeden önce hazırlanmak lazım.
Ölümü öyle bir sene sonra, on sene sonra diye düşünmemek lazım. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor: “Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah’a yemin olsun ki, gözlerimi açtığımda bir daha kapatmadan, yukarı kaldırdığımda aşağıya indirmeden öleceğimi, ağzıma bir lokma aldığımda da onun boğazımda takılıp kalacağını ve Allah’ın (c.c) ruhumu kabzederek öleceğimi düşünürüm. Ey âdemoğullarıl Eğer akıllı iseniz kendinizi ölülerden sayınız. Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah’a yemin ederim ki, size vaad edilen (ölüm) mutlaka gelecektir, siz bunu engelleyemezsiniz.” (Beyhakî, Şuabu’l-İmân, 10564)
Hakikaten öyle değil mi? Ben duymuşum, bir adam çocuğunun ayağına ayakkabı alıyor, birini giydiriyor öbürünü giydiremeden kalp krizi geçirip ölüyor. İşte böyleyiz. Biz de aynen onlar gibiyiz.
Nefesler bittiği zaman kalp duruyor. Nefesler de bize sayıyla verilmiştir. Hepimize sayıyla nefes verilmiştir, “buna şu kadar,” “buna bu kadar” ve bunlar tükeniyor. Ama biz bilmiyoruz. Bu yüzden elimizden geldiği kadar ölüme hazır olmamız lazım.
Her şeye ibretle bakmamız lazımdır. Hatta kötü kişilere bile… Lokman- ı Hakim’e soruyorlar; “Bu güzel edebi nereden aldın?” “Kötü kişilerden edebi aldım.”diye cevap veriyor.
İnanılmaz gibi değil mi? Diyor ki,
“Kötü insanların davranışlarına baktım, neticesi ne kadar kötüdür, ben bundan ne kadar nefret ediyorum; ben böyle davranırsam insanlar da benden böyle nefret edecek. ‘Öyleyse ben böyle yapmayacağım,’ dedim. O davranışlardan kendimi muhafaza ettim, işte böyle edep meydana geldi,” diyor.
İşte o günah işleyenler, içki içenler, kumar oynayanlar da insanlar için bir ibret kaynağıdır. Adam Allah’ın yasakladığı müskiratı içiyor, trafik kazası yapıyor, birisine çarpıyor veya yahut kendini rezil ediyor, sağlığını ifsat ediyor; bunlar akıl işi mi? İşte onun halinden ibret almak lazım.
Edep Allah’ın emir ve nehiyleridir. Onun emirlerini yerine getiren, yasaklarından kaçınanın edebi en güzeldir.
İnsan ne kadar ibret alırsa, tefekkür ederse noksanlıkları o kadar azalır; yanlış yapmaz. Bu yüzden elimizden geldiği kadar ibretle bakalım.
Allah -azze ve celle- Sevdiği Kulunu Sohbetlere Getiriyor
Bizim başımıza bela olan gaflettir. Bakıyoruz ki sevap işliyoruz aynı, günah işliyoruz aynı, değişen bir şey olmuyor. Zannediyoruz ki boşa gidiyor, kimse görmüyor, karşımıza çıkmayacak. Bu sefer günaha dalıyoruz. Hâlbuki öyle değildir.
Bilelim ki o amel defterimiz var ya, işte ahiret gününde o önümüze açılacak. Orada, bütün Peygamberlerin huzurunda, meleklerin huzurunda, evliyaların huzurunda, dost ahbabların huzurunda o defter açılacak, okunacak… Sabahtan bu zamana kadar ne yapmışsak o defterin bir yaprağıdır. Böyle her gün ne yaptıysak yazılıyor.
Öyleyse geçip giden günlerimizin her biri amel defterimizin sahifeleridir. “Bu yılın, bu ayının bu gününde, sabahtan akşama kadar bu işi, bu işi yaptı,” diye tek tek amellerimiz okunacak. Ama biz böyle düşünmediğimiz için gafletteyiz. Sanki elimize geçecek bir şey yok gibi yaşıyoruz.
Kim istemez, namaz kılsın, Allah’ı zikretsin, ister ama istemek yetmiyor; yapmak için gayret göstermek lazım.
Bir de bilelim ki Allah-u Zülcelâl bizi sevdiği için bu sohbetlere getiriyor. Biz marangoz nasıl ki marangozhanede gezer, bir tahtayı seçer, diğerlerini bırakır onu getirir, ondan bir şey yapar. Allah-u Zülcelâl de kulunu seçer, onu camilere, sohbetlere getirir.
Öyleyse arkadaşlarımızın da sohbetlere gelmesine sebep olalım. Eğer bir kardeşimizin sohbete gelmesine sebep olursak, onun sevabından bize de hisse verilecek inşallah. Hem de onun sevabından hiçbir şey eksilmeden.
Ne kadar çok kardeşimizin sevabına vesile olursak manevi olarak zengin olacağız inşallah.
Sohbetler Kalbimizi Tedavi Eder
İnsan zahiri olarak nasıl ki hastalanıyorsa manevi olarak da hastalanır. Hatta sahabe de hastalanırdı.
Hz. Hanzala diye bir sahabe vardı. Ebu Bekir Sıddık radıyallahu anhum ona rastladı “Hanzala nasılsın?” Hanzala: “Hanzala münafık oldu ya Ebu Bekir! Ben Resûlüllah’ın sohbetinde başka, sohbetten çıktıktan, aile efradımın içine karıştıktan sonra başka türlü oluyorum. Sohbetteyken ahireti görür gibi oluyorum. Evimde öyle olmuyor. Bu münafıklık değil de nedir. İçerde başka, dışarda başka!” dedi.
Hazreti Ebu Bekir: “Ya Hanzala, ben de öyle oluyorum. Yürü bunu Resûlüllah’a söyleyelim,” dedi.
Peygamberimizin huzuruna vardıklarında anlattılar Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, şöyle buyurdular: “Siz benim huzurumda olduğunuz hal üzere daim olsanız, yolda yürürken melekler, sizinle müsafaha yaparlardı, onlarla açık açık konuşurdunuz. Fakat bir saat böyle, bir saat böyle.” (Müslim, Tevbe 12-13)
Yani benim yanımda böyle olursunuz evinize gittiğiniz zaman öyle olursunuz. Bunu üç sefer tekrar etti, Rasulullah aleyhisselatu vesselam.
Demek ki, nasihat, vaaz, iyi kişilerle beraber olmak insanı tedavi ediyor. Manevi olarak gaflet hastalığımız tedavi olmuş oluyor. Biz de elimizden geldiği kadar iyi kişilerle beraber olalım, bir de sohbet yerlerinden uzak durmayalım.
Olabilir ki nefsimize ev daha rahat gelir, daha çok hoşuna gider. Camiye, sohbete gitmek zor gelir, yol uzak, hava soğuk olabilir, ama gitmeyi tercih edelim. Allah’ın razı olduğu yerleri nefsani yerlere tercih edelim.
O zaman ahiret gününde Cenab-ı Allah-u bize merhametle muamele edecek inşaallah.
Allah-u Zülcelâl bize razı olacağı salih amelleri nasip etsin. Bizi kendi nefsimize terk etmesin, nefsimizi hayırlarda kullansın inşallah.