18 Temmuz 2014 Cuma

AF VE MAĞFİRET AYI: RAMAZAN-I ŞERİF

Kadir Gecesi’ni arayalım Oruçla insan şeytanı kahreder Allah-u Zülcelâl bir ayet-i kerimede şöyle buyurmaktadır: “... Ancak sabredenlere mükâfatları hesapsız ödenecektir.” (Zümer; 10) Allah-u Zülcelâl, bu ayet-i kerime ile sabırlı olan kullarına, sevaplarını hesapsız olarak vereceğini beyan ediyor. Müfessirler, bu ayette geçen, sevapları kendilerine hesapsız olarak verilen kişileri “Ramazan ayında oruç tutanlardır.” diye tefsir etmişlerdir. Allah-u Zülcelâl, açlığa ve susuzluğa sabır gösteren kimselere, sevaplarını hesapsız olarak veriyor. Her amelin bir sevabı, her sevabın da bir hesabı vardır. Bazı ameller vardır ki her bir tanesi on sevaptır, bazıları yetmiş sevap, bazıları da yedi yüz sevaba kadar gider. Bazı ameller de vardır ki o amellere, Allah istediği kadar sevap verebilir. Orucun sevabı ise Allah-u Zülcelâl’in karşılığını hesapsız olarak verdiklerindendir. Bu hüküm, hadis-i şeriflerde bildirilmektedir. Denilmiştir ki: “Oruç tutmaktan maksat, Allah’ın düşmanını kahra uğratmaktır; o da şeytandır. Şeytan’ın insana yaklaşıp azdırma vesilesi, şehvete dayalı şeylerdir. Şehvet ise yemekle içmekle şahlanır. Allah’ın düşmanını kahra uğratmak için orucun istifade edilecek yanı, şehvete dayalı arzuları kırmaktır. Bu türlü bir istifade ise az yemek sureti ile nefsi perişan etmekle olur. Bunun yolu ise oruçtur.” İbn Ömer radıyallahu anhudan rivayetle, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü oruç ve Kur’an, kul için şefaat edeceklerdir. Oruç şöyle diyecektir: ‘Ey Rabbim! Ben, onu gündüzleri şehevi arzulardan almıştım.’ Kur’an da şöyle diyecektir: ‘Ben de onu, geceleri uykudan, dinlenmekten almıştım.’ Onların böyle demeleri üzerine, her ikisinin de şefaatleri makbul olur.” (Ahmed bin Hanbel, Taberani, İbn-i Ebi’d Dünya, Hâkim) Ramazan ayı, Allah’ın rızasına ulaşmak, cennet nimetlerini elde etmek ve cehennemden azat olmak için çok büyük bir vesiledir. Dikkat edersek hadis-i şeriflerde geçtiği üzere Ramazan ayı, hakkını yerine getirenlere şefaat edecektir. Burada, bizlere bir işaret vardır. “Onun hakkını yerine getirmek”… Çok kısa bir cümle olduğu halde, altında çok büyük manalar vardır. Orucun hakkını yerine getirmek, Allah’ın bütün emir ve nehiylerini gözetmekle olur. Demek ki Allah-u Zülcelâl, kabirde ve kıyamet gününde perişan olmamamız için bize Ramazan ayını ve Kur’an’ı nur olarak vermiştir. Öyleyse bizlerin de Ramazan ayına hürmet konusunda çok dikkatli davranması gerekir. Ramazan ayında, bol bol Kur’an okuyarak, kabir ve kıyamet gününün karanlığına karşı, bu iki nuru elde etmemiz gerekir. Bu mübarek ayda, gece gündüz demeyip elimizden geldiği kadar, Allah-u Zülcelâl’i zikredelim. Hayırlar harmanı… Ramazan ayı öyle bir hayırlar harmanıdır ki, bildiğimiz gibi değil! Onu çok iyi değerlendirmemiz lazımdır. Hz. Ömer radıyallahu anhu buyuruyor ki: “İnsan, Ramazan ayında yemek yemek için sahura kalkıyor, bu sünnettir. Fakat onun niyeti, esas olarak namaz kılmak zikir yapmak, ibadet etmek olsun.” Herhangi bir kimse, Ramazan Ayı'nın gecelerinde uyanıp kalkmak için yatağında hareket ettiğinde, bir melek şöyle nida ediyor: “Kalk! Allah'ın rahmeti senin üzerine olsun.” Kalktığı zaman yatağı: “Ya Rabbi! Ona, cennette ipekten yataklar ver” diye, dua ediyor. Elbiselerini giydiği zaman elbiseleri: “Ya Rabbi! Cennet hurilerinden, cennet elbiselerinden ona ver” diye, dua ediyor. Ayakkabılarını giydiği zaman ayakkabıları: “Ya Rabbi! Onu sırat köprüsünden çabuk geçir, ayağı kaymasın, ateşin içine düşmesin” diye dua ediyor. Abdest almak için suyun yanına gittiği zaman, su: “Ya Rabbi! Onun günahlarını affu mağfiret et, onu günahlardan temizle” diye dua ediyor. Abdest alıp namaz kılmak için seccadesinin üzerine geldiği zaman, ev: “Ya Rabbi! Onun kabrini genişlet, dar etme, ona kabirde azap verme” diye, dua ediyor. Namaz kıldıktan sonra veya namazın içindeyken, Allah-Zülcelâl o kula şöyle nida ediyor: “Ya kulum! Dua senden, kabul benden. Sen iste, ne istersen vereceğim.” İşte, Allah-u Zülcelâl, Ramazan ayının hürmetine, bu fırsatı bize veriyor. Bunu çok iyi değerlendirmemiz lazımdır. Diğer aylarda yaptığımız gibi vaktimizi boşa sarf etmemeliyiz. Bu ayda; değil beş dakikamızı, bir dakika, hatta bir saniyemizi dahi boş geçirmemeliyiz. Kişi, ibadetinden sonra, tekrar kuvvetle ibadet edebilmek için vücudunu istirahat ettirirse, o rahat ettirmesi de ibadettir. Bu ayda vaktimizi gafletle geçirmemeliyiz. Çünkü çok kıymetlidir. Nitekim bir gün, Allah Resulü minbere çıkarken Cebrail aleyhisselâm gelmiş ve: “Ramazan-ı şerîf’e erişip de günahlarını affettiremeyen kimse, rahmetten uzak olsun! Yanında Sen’in ismin zikredildiği hâlde salât ve selâm getirmeyen kimse, rahmetten uzak olsun! Ana babasının yaşlılığına erişip de veya onlardan birinin ihtiyarlığını görüp de, cenneti kazanamayan kişi rahmetten uzak olsun!” diye dua etmiş, Allah Resulü aleyhisselatu vesselam da her birinden sonra: “Âmîn!” buyurmuşlardır. (Hâkim, IV, 170/7256) Demek ki, Ramazan-ı Şerifte, vaktimizi diğer aylardaki gibi gafletle, boş şeylerle geçirmemiz doğru değildir. Ya Kur'an okuyarak, ya ibadet, ya zikir veya sohbet yaparak, vaktimizi değerlendirelim. Bu ayda, kıyamet kopmuş gibi davranalım. Yani, nasıl kıyamet koptuğunda, insan kendini günahlardan muhafaza etmek ister çünkü dehşetinden artık hakikatin farkına varmıştır, biz de bu ayda, günahlardan kendimizi öyle muhafaza edelim. Af ve mağfiret ayı Bu ay, bizim için çok büyük bir fırsattır. Allah-u Zülcelâl, bir sene boyunca işlenmiş günahları, Ramazan Ayı'nın ibadetiyle affediyor. Çünkü Ebu Hureyre radıyallahu anhudan rivayet edilen bir hadis-i şerifte şöyle buyuruluyor: “Kim, inanarak ve karşılığını Allah'tan bekleyerek ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır.” (Buhari, Müslim) Onun için firsat elimizdeyken, bunu iyi değerlendirmemiz ve kendimizi Allah-u Zülcelal'in affına müstahak etmemiz lazımdır. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, sanki kıyameti ve cehennemi görüyordu. Onun için demiştir ki: “Eğer benim ümmetim, Ramazan ayında kendileri için neler olduğunu bilselerdi, bütün senenin Ramazan olmasını isterlerdi.” Ama insanın nefsi, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin buyurduğu gibi istemiyor, Ramazan'ın çabucak bitmesini istiyor. Fakat bu yanlıştır! Nefsimizi azarlayarak ona: “Ey nefsim! Sen, on bir ay istediğin gibi yemek yedin. Ne kârın oldu? Allah sana bir ay yemek yememeyi emretti, o da akşama kadar, üstelik akşamdan sabaha kadar da serbestsin!” dememiz ve Efendimiz aleyhisselatu vesselamın buyurduğu gibi davranmamız lazımdır. Cennete çağırılıyoruz Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “İyi iş, güzel amel yapanlara daha güzeli ve daha fazlasıyla karşılık vardır. Yüzlerine ne kara bulaşır ne de aşağılanırlar. Cennet ehli işte bunlardır. Orada ebedî kalacaklardır.” (Yunus; 26) Allah-u Zülcelâl, kullarına karşı şefkat ve merhamet sahibi olduğu için, daima onları imana ve dolayısıyla cennete çağırır. İnsanın başına kötü olarak ne gelirse, nefsinden dolayı gelir. Nefis, insana o kadar düşmandır! Nefis, insana der ki: “Sen ölünceye kadar nasıl namaz kılacaksın? Ramazan ayında, bir ay boyunca nasıl yemek yemeyeceksin, sigara içmeyeceksin, su içmeyeceksin, çay içmeyeceksin? Mallarının zekâtı çoktur, nasıl onun hepsini başkalarına vereceksin? Bütün bunlara nasıl dayanacaksın!” diye daima arsızlık ve yaramazlık yaparak, sahibini şeytanın tarafına götürmek için hatara ve fikirler ileri sürer. Nefis, çok yaramazdır. Bazen de sahibine: “Sen bu şehvetinden, bu gafletinden kendini hiç kurtaramazsın. Bunlardan kurtulmanın çaresi yoktur!” diye, ümitsizlik aşılamaya çalışır. O böyle söyleyince, kişi de o şehvetine ve gafletine, ‘Nasılsa kurtulamıyorum’ diye devam ediyor. Hâlbuki böyle bir şey yoktur. Bir kimsenin böyle düşünmesi çok gariptir. Kim: “Benim bu şehvet duygularımdan, bu gafletten kurtulmam imkânsız. Eğer kurtulursam da bu çok acayip bir şey olur!” derse, o kimse, Allah-u Zülcelal'in ilahi kudret ve azametini -hâşâ- aciz görüyor demektir. Oysa onun nefsine hidayet vermek, Allah-u Zülcelal'in katında nedir ki? Allah için hiçbir şey zor değildir. Fakat nefis ve şeytan insanı ümitsiz etmeye çalışmaktadır. Hâlbuki insanın aklı vardır; nefsin bu gibi arzularına karşı mücadele etmesi ve bunların bir hatara, bir vesvese olduğunu kabul etmesi gerekir. Kadir gecesinin kıymetini bilelim Ramazan ayı içerisinde, Kur’an-ı Kerim’de bin aydan daha hayırlı olduğu haber verilen Kadir Gecesi bulunmaktadır. Bin aydan daha kıymetli ve faziletli olan Kadir Gecesi’ni fırsat bilip kendimizi kurtaramazsak Allah’ın nasip ettiği aklın, bize ne faydası var ki? … Kadir Gecesi, çok büyük ve şerefli bir gecedir. Bu gecenin büyük ve şerefli olmasından dolayı da bu gecede yapılan ibadet ve bu ibadeti yapan kimse de büyük ve şerefli kimselerden olmaktadır. Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz, Leyle-i Kadir’i bilhassa Ramazan’ın son on gününde aramamızı bizlere tavsiye etmiştir. Ulemanın birçoğu, Kadir Gecesi'nin Ramazan’ın yirmi yedinci gecesi olduğunu, bazıları ise ya yirmi bir, ya yirmi üç veya yirmi beş veya yirmi dokuzunda olduğunu söylemişlerdir. Ulamanın çoğunluğu, yirmi yedinci gecesi olabilir, dediği için hepimiz o geceyi Kadir Gecesi olarak biliyoruz. Fakat başka geceler de olabilir. Onun için diğer gecelerde de kendimizi yapılması gereken ibadetlerden mahrum etmemeliyiz. Bu gece, bin aydan daha hayırlı olduğu için çok iyi değerlendirmek lazımdır. Bu gecede “Allah-u Zülcelâl, bizi, benim kulum gerçekten samimiyet ve ihlâsla rızamı istiyor” diye görsün. O şekilde davranalım.

16 Temmuz 2014 Çarşamba

Vah Günahlarım!

Rivayet edildiğine göre Hz. Ali r.a., günahlarından korkup ümitsizliğe düşen birine: – Seni bu hale düşüren nedir, diye sordu. Adam: – Büyük günahlarım, diye cevap verdi. Hz. Ali r.a.: – Hay yazık sana! Allah’ın rahmeti senin günahlarından daha büyüktür, dedi. Adam: – Benim günahlarım hiçbir şeyin temizlemeyeceği kadar büyük, dedi. Hz. Ali r.a.: – Hayır! Asıl senin Allah’ın rahmetinden ümidini kesmen, işlediğin günahlarından daha büyük, dedi.