17 Ocak 2013 Perşembe

MÜMİN, ÜLFETİN MEKâNIDIR

Günahta yardımlaşanların lanetleşmesi
Allah-u Zülcelâl, kullarını ahirette perişan etmemek için Kur’an-ı azimüşşanla, peygamberimiz aracılığıyla, onlara menfaatli ve zararlı olan şeyleri daha bu dünyada iken bildirmiş, bütün kullarına, yollarını beyan etmiştir. Zararlı olan yolları ve menfaatli olan yollarının hepsini, açık açık beyan etmiştir bize Allah-u Zülcelâl.
Kullarının hidayete, Allah-u Zülcelal’in rızasına kavuşabilmeleri için bazı vesileler yaratmıştır. Neuzûbillah, O’nun gazabına sebep olacak şeyler de vardır ki onları da bize beyan etmiş, açıklamıştır.
Allah-u Zülcelâl, ayet-i kerimede şöyle buyuruyor: “Dostlar, o gün (kıyamet gününde) birbirine düşmandır. Takva sahipleri (Allah-u Zülcelal’e karşı muttaki olanlar) müstesna.” (Zuhruf; 67)
Onlar birbirlerine lanet getiriyorlar, lanet ediyorlar. Bir kişi, bir kişiyle oturup kalkıyor, rakı içiyor o kişi, o da onunla beraber rakı içiyor. Kıyamet gününde diyor ki “Allah sana lanet etsin, sen beni alıştırdın.”
Uyuşturucu veyahut kumar ne olursa olsun, Allah’ın razı olmadığı şeyleri beraber yapanlar, Allah’a karşı gelmekte birbirlerine yardımcı olanlar, birlikte hareket edenler, kıyamet gününde birbirlerine lanet ederler. Dünyada birbirlerine dostturlar, dünyada birbirlerini çok seviyorlar, beraber günah işliyor, birlikte isyan ediyorlar ama ahirette birbirlerine lanet edecekler.
Fakat Allah Azze ve celle beyan ediyor, “Muttaki olanlar, Allah-u Zülcelal’den hakkıyla korkanlar, Allah-u Zülcelal’in rızası için günahtan sakınanlar ve bunun için birbirlerine yardımcı olanlar var ya, işte onlar, kıyamete kadar, ahirette de birbirlerine dostturlar.”
Onlar birbirleriyle dünyada dostluk kurdukları gibi ahirette de dostturlar birbirlerine. Çünkü onlar, Allah-u Zülcelal’in razı olacağı amelleri birbirlerinden öğreniyorlar, birbirlerini teşvik ediyorlar, birbirlerine öğretiyorlar, beraber yapıyorlar, birbirlerini sakındırıyorlardı dünyada. Allah-u Zülcelâl böyle açıklıyor bize.
Sana ne lazım olacaksa onu yap!
Anlatıyorlar ki Şah-ı Nakşibend rahmetullahi aleyhi şöyle söylemiş, bu sözüne iyi kulak verelim. Vefat ettikten sonra, rüyada görmüşler onu. Ona, “İnsan hangi ameli yaparsa kıyamette kendini kurtarabilir?” Diye sormuşlar. Onlara cevap vermiş: “Senin nefesin bittiğinde, sana ne lazım olacak ise şu anda onu yapmandır.”
Yani insanın nefesi bitip Azrail aleyhisselam ruhunu almaya geldiği zaman, ruhu kabzedilirken, insan için ahiretin kapısı açılmış oluyor.
Ondan sonra kabir, haşir, mizan bunlar hepsi geliyor ya… “İlk başta Azrail senin ruhunu aldığı zaman, senin onunla karşılaşmanda ne hoşuna gidecek, sana ne menfaat verecek, faydalı olacaksa şu an onu yapman sana fayda verecektir” diyor, Şah-ı Nakşibend rahmetullahi aleyh.
Yoksa iş işten geçmiş oluyor. Nefesin tükendikten sonra, pişman olacaksın, isteyeceksin ama yapamayacaksın. “Keşke şunu yapsaydım, keşke şunu da yapsaydım, keşke şunu yapmasaydım” diyeceksin ama iş işten geçmiş oluyor o zaman, pişman oluyorsun ve elde edeceğin hiçbir menfaat kalmıyor.
O halde diyor, “Nefesin tükendiği, bittiği zaman, sana ne menfaat verecekse şu an onu yap, o zamana bırakma!” diyor. Ne güzel söylemiş,
Cennet ona helal olsun…
O zaman bize ne fayda veriyor, ne istiyoruz? Amel defterimiz, hep sevaplarla dolu olsun istiyoruz. İçinde yazılmış, hiç günah olsun istemiyoruz. Çünkü eğer insanın amel defterinin içinde günahlar olduğu zaman, insan perişan oluyor. Hayâsından, utanmasından, mahcubiyetinden perişan oluyor. Çünkü günahlar, bütün insanlar, peygamberler, melekler, insanlar, cinler, evliyalar, senin tanıdığın tanımadığın bütün insanların önünde açıklanıyor. Defterin açılıyor ve sen hesaba çekiliyorsun. Allah setretmezse (örtmezse) herkes, sen ne yaptıysan öğreniyor.
Oluyor, insan günah işleyeceği zaman, ufak bir çocuktan bile gizli yapmak istiyor. Biliyor ki günah çirkindir, biçimsizdir, kimsenin görmesini istemiyor. İşte burada, insanın yaptığı o çirkin günahlar orada, Allah-u Zülcelal’in huzurunda, peygamberlerin, meleklerin huzurunda açığa çıkacaktır.
Allah ile dost olalım
Ama Elhamdulillah, bakın; Allah bize ne büyük bir fırsat vermiş, bize tevbe nasip etmiştir. Bunun kıymetini bilelim. Şimdi, zahiri olarak elimize bir şey geçmiyor ama o dehşetli kıyamet gününde, o yapmış olduğumuz günahları Allah affettiği zaman; ne melekler ne peygamberler bilmeyecek; günahlarımızdan haberdar olmayacaklardır. Tamamıyla bizimle Allah-u Zülcelâl arasında olan bir haldir bu. Allah setredecek, günahları örtecektir. Kiramen Kâtibin melekleri dahi senin işlediğin günahları yazdıkları halde, bilmeyecektir. Unutacaklar, Allah onlara unutturacaktır. Allah, işte böyle merhametlidir, Azze ve Celle…
Biz, Allah’a karşı samimi olarak tevbe edersek, günahsız olarak tertemiz onun huzuruna gideceğiz inşaallah. Allah bize böyle ikram etmiştir, sanki kıymetsiz bir şeymiş gibi görmeyelim. Çok kıymetli bir şeydir. İmandan sonra, insanlar için, insanların kurtuluşları için en büyük nimettir tevbe…
Kıyamet gününde muttaki olan dostlar birbirleriyle beraberdirler, günahkâr olan kimseler ise dünyada dost iken birbirlerinden kaçacaktır. Öyleyse daha dünyadayken kötü insanlardan kaçalım. Bahusus Allah ile beraber olalım. Allah ile meşgul olalım. Zikrini yaparak, emirlerini yerine getirerek, itaat ederek, Allah’a dost olalım.
Sonra Peygamberlerle, sonra evliyalarla, sonra mümin kardeşlerimizle dostluk kuralım, dost olalım birbirimize. Ve bu şekilde de hizmetimizi yapalım inşaallah.
Bazen nefsanî şeyler önümüze geliyor, şeytan insanı hükmü altına alarak kötü yola düşürmeye, kötü yolda kullanmaya çalışıyor; kulak vermeyelim, uymayalım şeytana…
“Allah vardır, gam yoktur!” diye bir söz var ya… Dünyada ne olursa olsun; sana eziyet de verseler, nefiste yapsalar, zulüm de etseler, kederlenme! Dert etme! “Allah vardır, gam yoktur!” diyerek, Allah-u Zülcelal’in rızasına kaçalım. O zaman Allah bize yardım edecektir inşaallah.
‘Çünkü sen, Allah ile dost olmamışsın!’
Allah’tan başka dünyada hiç bir şey yok ki bize menfaat versin. İnsana tek fayda verecek olan şey Allah ve Allah’ın rızası için yapılan şeylerdir.
Peygamberleri seveceksin Allah içindir, salihleri seveceksin Allah içindir, hizmet yapacaksın Allah içindir. Hep Allah için yapacaksın. İşte, Allah o zaman razı oluyor senden. Allah yardımcın oluyor.
İşte böyle olduğu zaman, bütün dünya senindir. Dünyadaki her şey de sana dost oluyor o zaman. Böyle olmadığı zaman, tam bunun tersi oluyor. Sen Allah’a dost olmadığın için bütün dünya sana düşman oluyor. İsterse bütün dünya senin olsun, bütün insanlar hizmetçin olsun yine de sen dünyanın en fakir insanı oluyorsun. Fakirsin, perişansın, muhtaçsın. Çünkü sen, Allah ile dost olamamışsın!…
Allah-u Zülcelâl, iman ehlinden iki kimseye bütün dünyayı temlik etmiş, onlara mülk olarak vermiştir. Onlardan birisi Süleyman aleyhisselam diğeri ise Zülkarneyn aleyhisselamdır.
Zülkarneyn aleyhisselam vefat edeceği zaman yakınlarına, ailesine ve dostlarına dünyanın nasıl olduğunu anlatmak için vasiyette bulunuyor. Diyor ki “Ben öldüğümde kefenleyeceğiniz zaman, ellerimi ve kollarımı kefenin içine koymayın, açıkta bırakın.”
Yani demek istiyor ki “Allah dünyayı bana temlik etmişti. Mülk olarak vermişti bana; insanları, cinleri, arazileri, malları hepsini benim emrim altına vermişti. Ama bakın görün ki ellerim boş olarak bu dünyadan ayrılıyorum.”
İnsan biliyor; dünya boştur fakat Zülkarneyn aleyhisselam onlar iyice anlasın, bilsinler diye bu şekilde vasiyette bulundu.
İyi miyiz, kötü müyüz nasıl bileceğiz?
Her insan istiyor ki Allah ondan razı olsun, cennet-i âlânın nimetleri kendisine nasip olsun, cehennemden muhafaza olsun. Fakat bu, insanın iyi olmasına ve kötü olmasına bağlı olan bir şeydir.
Peki, biz nasıl bileceğiz; iyi miyiz, kötü müyüz? 
Bir kişi böyle merak etmiş ve hazret-i Peygamber aleyhisselamın yanına gelmiş sormak için…
- Ben nasıl bileceğim, iyi bir kimse miyim, kötü bir kimse miyim? Ben nasıl bileceğim ya Rasulullah? Efendimiz ona şöyle cevap vermiş:
- Beraber olduğun kimselere (bir dairede çalışıyorlar yahut bir işyerinde veyahut da en yakın komşularına) sor. Eğer onlar derse ki “Sen iyisin” sen iyisin! Onlara sorarsan, onlar “Sen kötüsün” derlerse, sen kötüsün!
Peygamber aleyhisselam böyle cevap vermiş ona. İnsan kendi nefsini sevdiği için hatalarını görmez, tespit edemez kendi hatalarını. Daima “Ben iyi yapıyorum” zanneder. “Benim hiç kötülüğüm yoktur, hatam yoktur” diye düşünür. Fakat onun yanındaki insanlar, onun hatalarını görür ve daha iyi tespit edebilirler. Onun için insanın yakın çevresindekiler “Sen iyisin” derse o insan kötüdür. Kendine baksın ve hatalarını düzeltsin.
Demek ki bizim terazimiz, ölçümüz budur. Eğer arkadaşlarımız, komşularımız bizden razı ise inşaallah, Allah Azze ve Celle de razıdır ve biz İslam ahlakına göre yaşıyoruz demektir.
Kamil Müminlerden soracaksın, onlar senden razı iseler inşaallah, Allah da razıdır senden…
Hizmetteki kardeşinle sorun mu yaşadın?
Buna dikkat edelim. Hizmette de böyledir. Bazıları nefisleri için arkadaşlarının kalbini kırarak onları incitiyorlar. Bu yanlış bir şeydir.
Aranızda bir şey olduğu zaman, çağır onu: “Gel gardaşım! Şöyle şöyle bir sorun yaşıyoruz. Allah’ın kitabı var, peygamber aleyhisselamın sünneti var, hadisleri var. Bizim ölçümüz bunlardır. Bunlara müracaat ederek, bu sorunu çözelim. Allah ne buyurmuşsa onu yapalım. Bu iş biter.” Diyelim. Ama nefsimize uyarsak, şeytan seni yoldan çıkartmak için o taraftan gelir. Sen, arkadaşının kalbini kırarak kaybedersin.
Başka bir şey yok! 
Başta da belirttiğimiz gibi birbirini Allah yolundan çevirenler, (kıyamet günü) birbirlerine lanet ediyorlar.
Her bir azamız için şükretmeliyiz
Biz, daima Allah-u Zülcelal’e karşı sorumluyuz. İnsanın vücudunda 360 mafsal vardır. Bu her bir mafsalımız için Allah-u Zülcelal’e şükretmemiz, bir hayır yapmamız, bir sadaka vermemiz lazımdır ki Allah-u Zülcelal’in bu nimetleri bize vermesinin hakkını yerine getirmiş olalım.
“Ben bunu nasıl yapabilirim?” derseniz. “Subhanellah, Elhamdulillah, Lailahe illellah, Allah-u Ekber” diyeceksiniz. Böyle zikredersek işte, bu mafsalların sorumluluğunu yerine getirmiş, şükrünü eda etmiş oluruz. Bunlardan herhangi birisini bir defa söylemek bir sadakadır. Ne kadar kolay, bakın! …
Bize verilen bu 360 mafsalın hakkını, bunları söylemek suretiyle yerine getirmiş oluyoruz. Hatta kitaplarda geçiyor, iki rekât Duhâ sünneti, bunun hepsini kapatıyor. Sünnet olan iki rekâtlık Duhâ namazını kılmakla, bunların hakkını vermiş oluyorsunuz, yetiyor.
Ama -neuzubillah- insan, Allah’tan gafil olursa her gününü böyle namaz kılmadan, oruç tutmadan, Allah’ın emirlerini yerine getirmeden geçirirse bu hakları eda etmemiş olur. Bunlar, birike birike katlanır… Kul, bir de günahlar işlerse Allah muhafaza, kıyamet gününde insan nasıl perişan olur… Açıktır, hepimiz biliyoruz.
‘Mümin, ülfetin mekânıdır’
Subhanallah, İslam ahlakı bambaşkadır. Dünyayı da cennet yapıyor, ahireti de cennet yapıyor. Ebu Hureyre radıyallahu anhudan rivayet olunan bir hadis-i şerifte geçiyor. Hazret-i peygamber aleyhissalatu vesselam buyuruyor: “Mümin, ülfetin mekânıdır, yeridir.” “Allah’a iman eden her mümin ülfetin mahallidir, yeridir.”
Müminin, herkesin seveceği, muhabbet edeceği, görmek isteyeceği, yakınlık kurmak isteyeceği bir yer olmasıdır. Nasıl? Bilateşbih; güzellikleriyle, yeşilliğiyle herkesin içinde durmak istediği, bakıp ayrılmak istemediği, ülfet etmek istediği bir bahçe düşünün. Herkes oraya ülfet ediyor. Mümin de böyle ülfet yeridir. Müminin böyle ülfet yeri olması lazımdır. Öyle olmalıdır ki; herkesin ona bakmak, onunla oturmak, onunla konuşmak istemesi lazımdır, buyuruyor Efendimiz aleyhissalatu vesselam.
Peygamber aleyhissalatu vesselam Efendimiz devam ediyor: “Başka insana ülfet vermeyen kimsede hayır yoktur” diyor. Yani, bir mümin ile karşılaştın. “Sen, kendi yakınlığınla, ülfetinle ona meyletmediğin zaman, sende hayır yoktur” buyuruyor. “Müminin mümini sevmesi, yakınlık göstermesi lazımdır” diyor, yani.
Yine devamla: “Kendisini, insanların kendisine ülfet edeceği bir kimse haline getirmeyen kimsede de hayır yoktur” buyuruyor.
Demek ki mümin olan kimseye sen, ülfet edip yakınlık göstermediğinde sende hayır yoktur. Sen de böyle İslam ahlakını yaşamak suretiyle kendini, ülfet edilecek bir kimse haline getirmezsen, insanların seveceği bir kimse olmazsan sende de hayır yoktur, buyuruyor.
Hülasa, daima mümin kardeşimizi sevmek, ona ülfet edip yakınlık göstermek ve mümin kardeşlerimizin bizi seveceği, ülfet edeceği şekilde davranmamız gerekiyor.
Kardeşimizi sevmeye mecburuz
Biz ülfet etmeye, mümin kardeşimizi sevmeye mecburuz, yoksa bizde hayır yoktur. Ve mümin kardeşimizin bizi seveceği, bizimle ülfet etmek isteyeceği şekilde davranacağız, yoksa bizde yine hayır yoktur.
Bir mümin diğer mümine kötü davranırsa, her gün ona küfrederse, hakaret ederse, onu incitirse, kızarsa o kimse, o kimseyi sevmez ki! …
Ne yapacaksın ki seni sevsin? Güzel davranacaksın. Onu seveceksin. Ona yardımcı olacaksın. Sen bu şekilde İslam ahlakıyla davrandığın zaman, o da seni sevecektir.
İslam ahlakı böyledir. Müminlere şifa ve huzur kaynağıdır. Biz, kardeşimize ona göre davrandığımız zaman, hem o seni sever hem de sen o kardeşini seversin.
Böyle yaparsak hizmetlerde de başarılı oluruz. Tersini yapmak, hizmetlerimizi sekteye uğratır, baltalar ve İslam hizmetinde başarısız oluruz. Bunu böyle bilelim.
İnsan Allah’tan korkarsa İslam ahlakına göre davranır. Bilir ki insan acizdir. Hem ahireti hem dünyası Allah-u Zülcelal’in hükmü altındadır. O kudret ve azamet sahibidir. Dilerse bir anda, insanı yok edebilir. Bütün işlerini bozabilir. Bunun yanında bütün işlerini düzeltebilir. Yani, hem ahirette hem dünyada, insan Allah’a karşı kendisinin aciz, muhtaç, fakir olduğunu idrak ederse Allah’tan korkar.
“Allah’ın yasakladığı bir hata yapsam, Allah bir an bana gazap etse, dünyam da ahiretim de biter” diye, düşünürse kendisine çeki düzen verir. İslam ahlakıyla davranır ve Allah’ın rızasına müstahak olur böylece…
Allah-u Zülcelâl hepimize, razı olacağı şekilde, salih ameller nasip etsin. Bizi, kendi nefsimize teslim etmesin. Bizi, hizmette, o razı olacağı dininin hizmetlerinde, nefsimizi kullansın inşaallah. (Âmin)
SEYDA MUHAMMED KONYEVî