24 Eylül 2009 Perşembe

NEFSİN İNSANI ALDATMASI

http://sabrikontek.azbuz.com http://sabrikontek.blogcu.com http://sabri28kontek.sitemynet.com:Mü’min iki kısımdır. Birisi; itaatkar olan yani; Allah-u Zülcelal’in emir ve yasaklarına tam manası ile uyan mü’minler. Diğeride âsi mü’minler, yani; Allah-u Zülcelal’in emir ve yasaklarına uymayanlar.

Mü’minlerin asi olanları: “Allah kerimdir, O’nun affı çoktur.” gibi sözlere bel bağlayıp salih amelleri terketmek suretiyle aldanırlar. Bu kimselerin aldanmalarının bir sebebi de, atalarının durumlarına güvenmeleridir. Halbuki atalarının takvasıyla kurtulacağını zannetmek, babasının yemek yemesi ile kendi karnının doyacağına veya babasının hacca gitmesi ile kendisinin hacı olacağını zannetmek gibidir. Nitekim Allah-u Zülcelal bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:

“Ey İnsan! Sen kerem sahibi olan Rabbin hakkında aldatıp yanlışlara (küfür, günah, nankörlük) süren nedir? Halbuki O seni yarattı, sana düzgün bir vücut verdi ve organlarını ihtiyaçlarına göre biçimlendirdi.” (İnfitar; 6-7)

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur:

“Akıllı insan, kendi nefsini hesaba çeker ve ölümden sonrası için çalışır. Aldanmış olan ise, nefis ve hevasına uyar ve buna rağmen Allah’tan temennilerde bulunur. (affedileceğini, cennete götürüleceğini düşünür.)” (Tirmizi, İbn Mace)

Gurur ve aldanış cehaletten de kötüdür. Çünkü cehalet bir şeyi bilmemektir. Gurur ise onu yanlış ve ters bilmektir. Bu sebebten dolayı, çok kimse kötü oldukları halde kendilerini iyi zannederler veya yaptıkları iş yanlış olmasına rağmen, onu doğru kabul ederler.

Burada zikredilen sebeblerden dolayı aldanışlar meydana gelir.

Birinci aldanış dünyayı ahiretten üstün tutmaktır. Bu en büyük aldanıştır. Bu aldanışın sebebi, dünyanın hazır ve gözönünde olması, ahiretin gayb ve zamanın arkasında bulunmasıdır. Allah-u Zülcelal bu aldanışın içinde olanlar hakkında şöyle buyurmuştur:

“Dünya hayatını ahiretten daha çok seven ve bu sebeble Allah yolundan sapan ve onu eğri bulan kimseler açık bir delalet içindedirler.” (İbrahim; 3)

Diğer aldanış ise, iyi ve kötü olmayı dünyadaki mal ve rahatlıkla ölçmektir. Bazı insanlar mal ve hal sahibi oldukları için kendilerini ve kendileri gibi olanları Allah nazarında iyi zannederler. Allah-u Zülcelal bu kimselerin aldanmalarını şu ayet-i kerimede bildirmiştir:

“İmtihan etmek maksadıyla Allah insanı üne çıkardığı ve ona nimet verdiği zaman; ‘Rabbim beni üstün kılmıştır’ der. Hayır! (Bu söz doğru değildir.)” (Fecr; 15)

Bu sözün ve böyle düşünmenin doğru olmaması şundandır ki, imtihan malzemeleri kimseye üstünlük sağlamaz. Onun üstünlüğü ancak bunlarla imtihanı başarmasındadır. Bundan dolayı Allah-u Zülcelal maddi durumlarını hiç hesaba katmadan, imtihanı başarmış olan mü’minlerin imtihanı kaybetmiş olan inkarcı ve fâsıklardan üstün olduklarını bildirmiştir.

Nefs ve şeytandan bir dürtü olan temenniye ümit gibi sarılanlar şöyle derler: Allah’ın rahmeti çok, lütfu sonsuzdur. O’nun deniz gibi olan affı yanında bizim günahlarımız birkaç damladan ibarettir. Biz O’na iman etmişiz. Bu kadar kâfir ve zalim varken bizi mi cezalandıracaktır? Allah’ın bizim ibadetimize ihtiyacı yoktur!

Biz de bu kimselere şöyle deriz: Peki peygamberler, alimler, veliler ve diğer salih insanlar Allah’ın rahmetinin geniş olduğunu, O’nun kimsenin ibadetine ihtiyacı bulunmadığını, dünyada şu kadar kâfir ve zâlim yaşadığını bilmemişler mi ki, gece gündüz ibadet etmişler, en küçük bir günahtan bile sakınmaya çalışmışlar ve Allah-u Zülcelal’in azabından tir tir titremişler! Meleklerde bunu bilmemişler mi ki, tamamen masum ve devamlı ibadet halinde olmalarına rağmen hep korku içindedirler. Hem af ve mağfiret sahibi olan Allah-u Zülcelal’in kendisi de salih amel işlenmesini ve kendisinden korkulmasını emretmemiş midir?

Bazı kimselerin bir miktar taatları vardır. Fakat günahları da vardır. Kendileri ise günahlarını önemsemez, ibadetlerinin kendilerini kurtaracağını zannederler. Bu sebeble de kendilerini iyi durumda görürler. Bunların bu hâli de bir aldanış ve gururdur.

Diğer bazı kimseler de günahlarını hiç görmez, yalnızca ibadetlerini görürler ve bu sebeble kendilerini çok iyi bir durumda sanırlar. Allah-u Zülcelal bunlar hakkında ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:

“O gün Allah hepsini diriltecek ve yaptıklarını kendilerine haber verecektir. Allah bunların yaptıklarını unutmaz, fakat kendileri unuturlar. Allah herşeye şahittir.” (Mücadele; 6)

Bazı insanlar vardır ki, Allah’ın emir ve nehiylerini insanlara anlatırlar. Fakat bu hayırlı ve önemli iş için gerekli ve şart olan ihlâs, yumuşaklık, sabır ve şefkati göstermezler. En ufak bir direnme karşısında kızarlar. Buna da Allah için kızmak adını verirler. Fakat başkalarına söylediklerini kendileri yapmazlar ve şayet onları bu konuda uyaran olursa bunu edebe muhalefet sayarlar.

Nefs ve şeytan, bütün insanları günahlarla aldatmaz. Bazılarını da amel ve ibadetlerle aldatır. Bazıları amel ve ibadetlerinin, hayır ve hizmetlerinin değer ve kıymetlerinin hakkıyla bilinmediğinden ve hak ettikleri medhi ve takdiri alamadıklarından şikayet ederler. Yaptıklarının karşılığını halktan almak isteyen bu kimseler, bu yüzden halka kızgın ve kırgındırlar. Bu sebeble onlardan uzak dururlar, onlarla karşılaş-tıkları zaman yüzlerini ekşitirler ve onlarla konuşurken yumuşak bir dil ile konuşmazlar.

Bu kimseler düşünmezler ki, ibadetler ve hayırlar insanların takdiri için değil Allah-u Zülcelal’in rızası için yapılır. Hal böyle olunca da bu işlerden dolayı kimsenin insanlardan birşey bekleme hakkı yoktur. Bu sebeble Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:

“De ki: Müslümanlığınızı başıma vurmayın. Eğer gerçekten müslüman olmuşsanız, sizin kimse üzerinde minnetiniz yoktur, Allah’ın sizin üzerinizde minneti vardır.” (Hucurat; 17)

Allah-u Zülcelal’e giden yolda başarılı olanlar, o yolun üzerindeki engellerin afetlerini ve kalbe giriş yollarını bilip, kendisini bundan muhafaza eden ve basiretle davranan kimselerdir.

Aldananlar ise, Allah-u Zülcelal’in kendi iradelerine terkettiği ve kalblerini hakkı bilip anlamaktan geri bıraktığı kimselerdir. Nasıl insan düşman karşısında uyanık ve dikkatli duruyorsa, şeytan ve nefsin karşısında da o şekilde uyanık ve dikkatli davranması lazımdır.