17 Mayıs 2014 Cumartesi

FİTNE ZAMANI NASIL DAVRANMALI?

Toplumsal fitneler imanı hedef alabilir! Dünya hayatının bir takım fitneleri, kişiyi günaha sürüklese belki ondan şefaat ile kurtulmak yahut cezasını çekip yine cennete girmek mümkün olabilir. Ama bir de Peygamberimizin bizi uyardığı imanı hedef alan fitneler vardır: “Karanlık gecelerin parçaları gibi fitneler vardır ki, kişi o fitnelerde mü'min olarak sabaha erer, akşama kâfir olur; mü'min olarak akşama erer, sabaha kâfir çıkar…” (Ebu Davud, Fiten, 2) Toplumsal fitneler, bazen o kadar akıl karıştırıcıdır ki hak ile batılı birbirinden ayırmak o kadar kolay olmaz. Hatta fitneleri yayanlar, bunu güya ıslahat namına yapar, kendilerine kurtarıcı süsü verirler: “Onlara; ‘Yeryüzünde fitne fesat çıkarmayın’ dendiği zaman, ‘Biz ancak ıslah edicileriz’ derler.” (Bakara, 11) Böyle kargaşalı zamanlar, asr-ı saadette, yani henüz Peygamber efendimiz insanların arasında yaşıyorken dahi çıkmıştır. İman edenlerin arasında bulunan bir kısım imanı zayıf kişiler, dıştan iman etmiş gibi görünen ama kalbi Müslümanlara karşı bulanık duygularla dolu olan münafıklarla, müşrikler ve Yahudilerle oturup kalkmaya devam etmiş, bu sebeple de onların karalama kampanyalarının etkisinde kalmışlardır. Bu, arada kalmış kişiler, bir fitne çıktığı zaman, hemen ona tabi oluverip müminleri zorda bırakmışlardır. Mesela, Uhud harbinde Müslümanların ordusundan üç yüz kişi, böyle telkinler sebebiyle ayrılıp moral bozmuştur. Ve bunun gibi başka birçok fitneler olmuştur. Kimi dinlediğimize dikkat edelim İnsanoğlunun kalbi, kaba benzer. O kap, kişinin kulağından giren sözlerle dolar ve renkten renge bürünür. Bu sebeple, Kuran-ı Kerim müminleri fitnelere karşı uyarırken evvela, kulak verip dinleyecekleri sözler hususunda ikaz eder: “O, size Kitapta: ‘Allah'ın ayetlerine küfredildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğinizde, onlar bir başka söze dalıp geçinceye kadar, onlarla oturmayın, yoksa siz de onlar gibi olursunuz’ diye indirdi. Doğrusu Allah, münafıkların da, kâfirlerin de tümünü cehennemde toplayacak olandır.” (Nisa, 140) Allah-u Teâlâ müminlere dostlarını, sohbet arkadaşlarını seçmekte son derece dikkatli olmalarını emretmiştir. “Sizin dostunuz ancak Allah’tır, Resûlüdür ve Allah’ın emirlerine boyun eğerek namazı kılan, zekâtı veren mü’minlerdir.” (Maide, 55) “Allah'a, elçisine ve ahiret gününe inanmış bir topluluk göremezsin ki, Allah'a ve elçisine karşı gelenleri dost edinsin. Hatta onlar, kendilerinin anaları, babaları, çocukları, oğulları, kardeşleri ve akrabaları bile olsa...” (Mücadile, 22) “Allah’a karşı gelmekten sakının ve sadıklarla beraber olun.” (Tevbe, 119) Hayat rehberimiz olan Kuran-ı Kerim, bu ayetlerle müminleri toplumsal fitnelere elverişli olmaktan sakındırır. Fitneye uymaya müsait kişilerin, genellikle, bu öğütlere kulak vermeyen, hem müminlerle hem de korku veya menfaat hisleri sebebiyle gayr-i müslim ve münafıklarla içli dışlı olan kişiler olduklarını haber verir: “Birtakım kimseler bulacaksınız ki; hem sizden emin olmak, hem de kavimlerinden emin olmak ister (iki tarafa da dost görünürler) Fitne için her davet olunuşlarında onun içine baş aşağı dalarlar…” (Nisa, 91) Gerçekten de Kuran-ı Kerim’i dikkatle okuduğumuz zaman, bize insan tabiatına dair çok önemli ipuçları verdiğini ve kıyamete kadar gelecek bütün hadiselerde, bize çok güzel rehberlik yaptığını görürüz. Mesela, bütün asırlardaki Müslümanlara hidayet kaynağı olan şu ayet-i kerime, zamanımızdaki enformasyon kirliliği karşısında müminin takınması gereken tavrı ne kadar güzel ortaya koyar: “Ey iman edenler, herhangi bir fâsık size bir haber getirecek olursa, onu iyice tahkik edin, doğruluğunu araştırın. Yoksa gerçeği bilmeyerek bir takım kimselere karşı fenalık edip sonra yaptığınıza pişman olursunuz.” (Hucurât, 6) Gerçekten de zamanımızda medya, sosyal medya, fısıltı gazetesi hep birden el ele vermiş, Müslümanlar arasında fitne çıkarmaktadır. Teknolojinin de kötüye kullanımı ile görsel ve işitsel destekli, teknoloji harikası iftiralar, piyasaya sürülebilmektedir. Şu zamanda en fazla dikkat edeceğimiz husus, iç yüzünü iyice bilmediğimiz bir malumata hemen kapılmamak, bilhassa paylaştığımız ve aktardığımız bilgilere çok dikkat etmek olmalıdır. Allah-u Teâlâ bizleri duyduğumuz her şeye itibar etmememiz, rast geldiğimiz her akıntıya kapılmamamız için uyarmaktadır: “Bilmediğin şeyin peşine düşme! Çünkü kulak, göz, kalp gibi organların hepsi de sorguya çekilecektir.” (İsrâ, 36) Kime danışmalı? Peygamber efendimiz ve ashabı, bizim gibi ufak tefek meselelerle değil, toptan yok olma tehlikesi içeren çok zorlu savaşlarla, kuşatmalarla imtihan edildiler. Böyle zamanlarda, iman bakımından zayıf olan kişiler, yayılan dedikoduları kulaktan kulağa yayarak, toplumda endişeye ve güvensizliğe sebep oldular. Allah-u Teâlâ onların şahsında ümmete şöyle öğüt veriyor ve böyle durumlarda nasıl davranılması gerektiğini öğretiyor: “Kendilerine barış veya savaş ile ilgili bir haber geldiğinde onu yayarlar. Hâlbuki onu Peygambere ve içlerinden yetki sahibi kimselere götürselerdi, elbette bunlardan, onu değerlendirip sonuç (hüküm) çıkarabilecek nitelikte olanları, onu anlayıp bilirlerdi. Allah’ın size lütfu ve merhameti olmasaydı, pek azınız hariç, muhakkak şeytana uyardınız.” (Nisa, 83) Bu ayetten anlıyoruz ki mümin bir haber duyduğu zaman, alelacele hüküm vermemeli ve onu aktarmamalı, aksine onun aslını araştırmak ve gerekli tedbirler almak için ümmetin içindeki âkil ve basiretli kişilerle görüşüp onların hüküm vermesini beklemelidir. Çünkü böyle aceleyle yaymak, müminleri, anlık şayialarla dalgalanıveren, birliği dirliği kolayca bozuluveren bir toplum haline getirir. Bu durum ise son derece tehlikelidir. Oysa ilim irfan sahibi kişiler sakince düşünerek, “Bu şayia kimin menfaatine hizmet ediyor? Bu haberin neticesi Müslümanlar için nasıl olur?” diye basiretle bakarsa, istişare edip akıl birliği yaparak en doğru sonuca varabilir. Bu şekilde davranmaya dikkat edilirse toplum, böyle komplolara karşı dirençli, sağlam duruşu olan bir ümmet olur. Birliğin bozulmaması için Müslüman emire uymalı Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin ahir zaman fitneleri hususunda ümmetini uyaran birçok hadis-i şerifleri vardır. Bunlarda ilk tavsiyesi: “Müslümanların cemaatine ve imamlarına uy, onlardan ayrılma. İmam sırtına (zulmen) vursa, malını (haksızlıkla) alsa da onu dinle ve itaat et!” (Buhari, Fiten 11, Müslim, İmaret, 51) olmuştur. Kuran-ı Kerime baktığımız zaman yine aynı tavsiyeyi görürüz: “Ey müminler! Allah'a uyun, elçisine uyun; ulul emre uyun (sizden görev başında olanlara mutabaat edin)…” (Nisa 59) İlk bakışta “görev başındaki kişilere itaat et” emri akla uygun gelmeyebilir. Ya iş başındakiler yanlış yoldaysa? Diye düşünülebilir. Oysa meseleye şöyle bakılırsa asıl maksat anlaşılır: “Herkes anlık şüphe ve kuruntularla yöneticiler aleyhine kışkırtılırsa o memlekette düzen kalır mı?” Peygamberimiz müminlerin birliğini bozmamaları hususuna çok önem vermiş, bunun için müminlerin kendilerinden olan idarecilerine, velev ki mükemmel olmasalar da birliği sağlamak için uymalarını emretmiştir. Fitne zamanı mümin nasıl davranmalı? Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem ümmetinin arasından ayrıldıktan az bir zaman sonra, yalancı peygamberlerin zuhuru ve ridde hadiseleri meydana gelmiş, daha sonra da Hz. Osman’ın şehadetiyle başlayıp Kerbela faciasına kadar uzanan acılar yaşanmıştır. Bu meselelerin de ortaya çıkmasıyla, sahih hadislerin derlendiği kitapların fiten bölümlerinde toplumsal kargaşa zamanlarında yapılması gerekenlere dair geniş yer ayrılmıştır. Fitne, adı üstünde karmaşık bir durum demektir. Kelimenin kök anlamı, madeni eriterek karışıklardan arındırmak demektir. Müminler fitne zamanlarında, adeta erimiş maden potasındaki eriyik gibi zorlu bir durumdadırlar. Mesela, birbirleriyle sürtüşme yaşayan iki tarafın da Müslüman olduğu ve haklı olduğunu iddia ettiği durumlarda işler karışıktır. Böyle zamanlarda, eğer haklı olan taraf aşikâr ise Kuran-ı Kerim’in emri, haksız olan tarafa nasihat etmek, dinlemiyorsa haklı olan tarafın yanında durup haddini aşan tarafı bu hareketinden vazgeçirmektir: “Eğer inananlardan iki grup birbirleriyle savaşırlarsa aralarını düzeltin. Eğer biri ötekine karşı haddi aşarsa, Allah’ın buyruğuna dönünceye kadar haddi aşan tarafla mücadele edin. Eğer (Allah’ın emrine) dönerse artık aralarını adaletle düzeltin ve (onlara) adaletli davranın. Çünkü Allah, adaletli davrananları sever.” (Hucurat, 9) Elbette ayette geçen “mücadele edin” emri, kanunla düzenlenmiş yollar veya devletin silahlı kuvvetleri eliyle yapılır. Yoksa kişisel veya örgütsel faaliyetlerle kendi adaletini uygulamak şeklinde bir yöntem, toplumu terörize edeceği için yasaklanmıştır. Peygamberimizin fitne dönemlerine dair en çok tavsiye ettiği şey, sabır, teenni, çekingen olmak, şiddeti tırmandırmamaktır. Peygamberimiz hiçbir durumda isyan ve kargaşaya izin vermemiştir. Eğer ortada Müslümanların hiçbir cemaati ve rehberi, idarecisi kalmamışsa bu durumda da “… bütün batıl fırkaları ter ket (kaç)! Öyle ki, bir ağacın köküne dişlerinle tutunmuş bile olsan, ölüm sana gelinceye kadar o vaziyette kal.” buyurmuştur. (Buhari, Fiten, 11; Müslim, İmaret, 51) Yine, farklı tariklerden gelen hadislerde, gerekirse canını feda etmek pahasına da olsa, Hz. Âdemin hayırlı oğlu Habil gibi olmayı, yani “Sen beni öldürmek için elini kaldırsan da ben sana elimi kaldırmayacağım” demeyi, iç karışıklıklarda rol almamayı emretmiştir. Farklı hadis-i şeriflerde, fitne zamanlarında eve çekilmek, dağlara çekilmek, yakınlarını kurtarmakla meşgul olmak gibi tavsiyeler zikredilmiştir. “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, (bir gün) parmaklarını kenetledi ve dedi ki: - Ey Abdullah İbnu Amr! Ahidleri bozulup şöyle karmakarışık hale gelen bir kısım ayak takımı (hezele) kimselerle başbaşa kalırsan ne yaparsın? - Ne yapmamı tavsiye edersiniz, Ey Allah'ın Resulü! Dedim. Buyurdular ki: - Güzel bulduğun şeyi yaparsın, kötü bulduğun şeyi de terk edersin. Kendi yakınlarının (hallerini düzeltmeye) yönelirsin. O hezele takımı (ile de), onların cemaati ile de (uğraşmayı) terk edersin. (Buhârî, Salat, 88, Fiten, 13; Ebu Davud, Melâhim 17, 4342; İbnu Mace, Fiten, 10, 3957) Resûlullah aaleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Herc (fitne) zamanında ibadet, tıpkı bana hicret gibidir.” (Müslim, Fiten, 130, 2948; Tirmizî, Fiten, 31, 2202) Bilhassa eğer mesele kolayca hüküm verilemeyecek kadar karmaşık ise veya mesela dünyalık menfaatleri, makamları paylaşamamak gibi dinle alakası olmayan şeylerse, fitneyi yalnız bırakmak emredilmiştir: “Yakında fitneler meydana gelecektir. O sıralarda oturan ayakta durandan, ayaktaki yürüyenden, yürüyen de koşandan hayırlıdır.” (Buhârî, Fiten, 9; Müslim, Fiten, 10, 12-13) Böyle zamanlarda, kazanacak tarafı tutup zayıf tarafa zulmetmesine yardım ederek dünyalık bir menfaat elde etmeye çalışmak, zulme ortak olmak demek olacaktır. Açıkça zulmettiği görülen tarafa nasihat edilir, vazgeçirmeye çalışılır. Müslümanların arasını bulmak esas olmalı, asla dedikodu ve laf taşıma gibi günahlara bulaşmamalıdır. Bugün daha iyi anlıyoruz ki hem bir ülke sınırları içindeki Müslüman grupların hem dünya Müslümanlarının, meselelerini görüşüp istişare edecekleri ortamlara ihtiyaç vardır.

15 Mayıs 2014 Perşembe

AHİRETE, DÜNYADAN DAHA FAZLA YÖNELELİM

Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “Allah'a ve Resul'e itaat edin ki, merhamet edilenlerden olasınız.” (Âl-i İmrân; 132) Bu ayet-i kerimeden anlaşılıyor ki Allah'a ibadet ve Allah-u Zülcelal'e itaat, O'nun rahmetine vesiledir. O'nun için insanın, elinden geldiği kadar, Allah-u Zülcelal'in ibadetine sarılması gerekir. Allah-u Zülcelâl, Peygamberleri o kadar büyük ve mükerrem (yüce) yarattığı halde, onlar nasıl idiler? Zekeriya aleyhisselam, vaaz etmek için kürsüye oturduğu zaman, sağına ve soluna bakardı. Eğer oğlu Yahya'yı göremez ise azap ayetlerini okurdu, onu görünce azap ayetlerinden bir şey okumazdı. Oğluna şefkati vardı. Çünkü onun, cehennem ateşini dinlemeye tahammülü yoktu. Zekeriya aleyhisselam, yine bir gün vaaz etmek üzere kürsüye oturdu. O gün cemaat çok fazla idi. Topluluğu gözden geçirdi ve oğlunu göremedi. Yahya aleyhisselam başını gömleğinin içine sokmuş, cemaat arasına karışmıştı. Zekeriya aleyhisselam oğlunu göremeyince, cehennem ateşine dair ayetleri okumaya başladı ve ağlaya ağlaya şöyle anlattı: “Cebrail aleyhisselam bana dedi ki; cehennemde bir dağ var onun ismi Sekran'dır, bunun dibinde bir vadi vardır ki, onun ismi de Gadban'dır. Bu Gadban, Yüce Allah'ın gazabından yaratılmıştır. Bu vadide ateşten kuyular vardır ki, her birinin derinliği iki yüz senelik yoldur. Bu kuyuların içinde ateşten tabutlar vardır. Tabutların içinde ise ateşten zincirler, bukağılar vardır.” Bunları duyan Yahya aleyhisselam hemen kalktı ve dışarı çıktı. Dışarı çıkarken: “Vay Sekran'ın elinden başıma gelenlere! Vay Gadban'ın elinden başıma gelenlere!” diyordu. Bunu gören Zekeriya aleyhisselam hanımı ile onun peşinden koştular fakat onu bulamadılar. Giderken bir çobanı gördüler ve: - Sen, şu boyda, bir genci gördün mü? Diye sordular. Çoban ise: - Galiba siz, Yahya'yı arıyorsunuz? Dedi. Onlar: - Evet, O'nu arıyoruz, dediler. Çoban: - Ben onu bir yamaçta bıraktım. O: “Yerim cennet midir, cehennemde midir bilmedikçe, ne bir şey yiyeceğim, ne de bir şey içeceğim” diyordu, dedi. Gittiler, Yahya aleyhisselam'ı bağırırken buldular. Annesi: - Ey yavrucuğum, seni karnımda şu kadar ay taşımam hakkı için, seni göğsümde şu kadar ay emzirdiğim hakkı için, yanımıza gel de birlikte eve dönelim, dedi. Babası Zekeriya aleyhisselam da: - Senden bir dileğim var, üzerindeki bu gömleği çıkar, şu cübbeyi giy, dedi. Yahya aleyhisselam geldi ve birlikte eve döndüler. Anası, Yahya aleyhisselamın yemesi için bir şeyler hazırladı. Onları yedikten sonra, kendisini uyku bastırdı. Uyuyunca rüya gördü. Bu rüyasında: “Ey Yahya, evimden hayırlı bir ev, yakınlığımdan hayırlı bir yakınlık mı buldun?” diye ses geldi. Hemen irkilerek, ağlayarak uyandı ve: - Tez benim gömleğimi verin, cübbenizi alın. Anladım ki, siz benim helak olmamı istiyorsunuz, dedi. Bunu duyan Zekeriyya aleyhisselam: - Oğlumu bırakın, kendi nefsi için amel etsin, böylelikle cehennem ateşinden kurtulabilir, dedi. İşte, onlar öyle idiler. Allah-u Zülcelâl, onların makamlarını yücelttiği için, o derecede de onlara korku veriyordu. İşte sözü, bunun üzerine getirdim. Bu ahir zamanda, ortamın nasıl olduğu herkesçe malumdur. Günahlar sanki bir deniz gibidir. Bizler korkmaya, ağlamaya ve Allah'a yalvarmaya daha ziyade muhtacız. Kimin derdi sadece dünya olursa… Ebu Derda radıyallahu anhudan rivayetle, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: “Elinizden geldikçe kendinizi dünya işlerine fazla kaptırmayınız. Biraz da ibadet için vakit ayırınız. Zira kimin gailesi (derdi, tasası) sırf dünya olursa, Allah işlerini dağıtır. Fakirliği iki gözünün arasına getirir. Hep fakir olduğunu sanır. Kimin de gailesi daha çok ahiret olursa, Allah işlerini toparlar, huzurunu arttırır. Zenginliği kalbine yerleştirir. Gönül zenginliğinde huzur bulur. Kim; kalbini Allah'a bağlarsa Allah müminlerin kalbinde ona sevgi ve merhamet yaratır, meydana getirir. Herkes onu sever. Hakkında hayırlı olan her şeyi ona hızla yaklaştırır.” (Taberani, Beyhaki) Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem diğer bir hadis-i şerifte de şöyle buyurmuştur: “Rabbiniz şöyle buyurur: Ey Âdemoğlu! (Kulum) Kendini ibadetime ver ki, kalbini kanaatle, elini malla doldurayım. Ey Âdemoğlu! Benden uzaklaşırsan (ibadeti terk edersen) kalbini fakirlikle (aç gözlülükle) doldurur, elini de faydasız şeylerle oyalarım.” (Hâkim) Bunun için bizler de devamlı olarak Allah-u Zülcelal'in zikri ile meşgul olmaya çalışırsak ve Allah-u Zülcelal'in istediği, emrettiği şekilde kulluk vazifelerimizi yapmaya gayret edersek, kabre girdiğimizde ve mahşer yerine vardığımızda Allah-u Zülcelâl de bize rahmeti ile muamele edecektir inşaallah. Unutmayalım, Allah-u Zülcelâl bizden hakiki ve samimi bir şekilde kulluk istemektedir. Bunun yolu da O'nun emrettiği, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin gösterdiği ve Peygamber varisi âlimlerin, Sâdât-ı Kiram’ın yaşadığı yoldan gitmekle mümkündür.