8 Mayıs 2014 Perşembe

Müslümanın Sınırları

İslâm’a gönül vermiş insanların coğrafî sınırları nerede başlar, nerede biter? İslâm topraklarında başlar, İslâm topraklarında biter kanaatindeyseniz, yanılıyorsunuz demektir. Elbette vatan duygusu, toprak sevgisi, doğup büyüdüğü yerlerle gönül bağı her insanda fıtrî olarak mevcuttur. Dolayısıyla müslümanlar da böyle duygular yaşarlar. Nitekim Efendimiz s.a.v.’in hicret esnasında Mekke’den ayrılırken Hazvera tepeciğinden şehre baktığı ve şöyle buyurduğu bilinir: – Vallahi, sen Allah’ın yarattığı yerlerin en hayırlısı, Allah katında en sevgili olanısın. Bana senden daha sevgili, daha güzel yurt yoktur! Çıkarılmaya zorlanmamış olsaydım, senden asla ayrılmaz, senden başka yerde yurt yuva tutmazdım. (Tirmizî; İbn Mace; Ahmed b. Hanbel; Darimî) Efendimiz s.a.v.’in bu dokunaklı seslenişi yaptığı Hazvare tepeciği Mekkelilerin pazar yeri olarak kullandıkları, genişletmeler sonucunda bugün Mescid-i Haram’a dahil edilmiş bir yerdir. Fakat Allah Rasulü s.a.v. idealleri uğruna, mesajını daha öteye götürmek adına, Allah’ın ismini yüceltmek amacıyla (ilâ-yı kelimetullah) ve dahi nice hikmet ve gerekçelerle hicret etmiştir. Efendimiz s.a.v. rüyasında Mekke’den ayrılıp, içerisinde hurma ağaçları olan bir yere hicret ettiğini görmüştü. Bunun üzerine hicret yurdunun Yemame veya Hecer olabileceğini düşünmüştü. Fakat sonradan anladı ki orası Yesrib’di. Onun hicretiyle birlikte Yesrib, önce “Medinetü’n-Nebi: Peygamber Şehri” zamanla sadece ve yalnızca mutlak manada “şehir” anlamında Medine diye anılmaya başlandı. Dönüşümün büyük adımı “Hicret” Allah’ın Elçisi s.a.v. Yesrib’in sadece adını değiştirmekle kalmadı. Onun mübarek varlığı sayesinde Yesrib şehirleşti, sosyal doku değişti, hatta ve hatta ilk zamanlar Mekke’ye alışkın muhacirleri çarpan, hastalandıran iklimi O’nun duasıyla daha mutedil bir hal aldı. Ve O, Rabbinden şehir adına bir şey daha diledi. Atası Hz. İbrahim a.s.’a Mekke’nin “harem” kılınması gibi kendisine de Medine’nin harem kılınmasını… Allah Tealâ bu duayı kabul etti. O günden beridir müslümanların iki haremi vardır: Mekke ve Medine… Yani “Haremeyn-i Şerifeyn.” O’nun hicreti dönüşümü Medine’den başlamıştı. Dönüşüm durmadı. Bugün de devam ediyor ve kıyamete kadar da sürecek. İşte bu yüzden hicret, bir kaçış; yurdunu, yuvasını ve vatanını terk ediş değildir. Yeni bir başlangıç, kutlu bir doğuş, bir evrilmedir. Allah Rasulü s.a.v. daha sonra ayrıldığı şehri, Mekke’yi de fethedecektir. Fethin ardından gelişen olaylarda Efendimiz s.a.v.’in ganimetleri yeni müslümanlara, hemşehrilerine dağıttığını gören Medineli Ensar, O’nun Mekke’ye yerleşeceği endişesine kapılmıştır. Bunun üzerine yapılan toplantıda O, Ensar’a kendilerine yaptığı iyiliklerden söz etmiş, isterlerse Ensar’ın da kendisine olan bağlılık ve yararlarını hatırlatabileceklerine değinmiştir. Bunları söylerken göz yaşlarına engel olamamıştı. Ensar’a bütün insanların bir vadide toplanmaları, Ensar’ın da başka bir vadide toplanması halinde onları tercih edeceğini belirtmiş, Ensar da ağlamaya başlamıştı. Göz yaşları içinde Allah’ın Peygamberi’nin; – Ganimetler diğerlerinin olsun, siz Allah’ın Rasulü’nü alarak Medine’ye dönün. Bu yetmez mi size, teklifine cevapları, kesinlikle O’nunla birlikte şehre dönmek olmuştu. O, Medine’ye döndü, şehri bir defalığına Tebük Gazvesi, bir defalığına da Veda Haccı için terk etti. Fakat yine döndü ve orada kaldı. Kıyamete kadar da kalacak. Çünkü artık orası O’nun şehridir. Mekke’nin fethinden sonra hicretin anlamı ve uygulaması değişti. Fetihten sonra hicret “cihad ve niyet”e dönüştü. Yalnız bu, Mekke’nin İslâm Yurdu (Darü’l-İslâm) olmasına matuftu. Zira İslâm Yurdu halini alan bir beldeden başka bir yere hicrete gerek yoktur. Dini yaşamak, yaşatmak, can ve malını, ırz ve namusunu, haysiyet ve şerefini korumak amacıyla bir yerden bir yere göç ise hicret kapsamında kalsa gerektir. Hatta “Kendilerine yazık eden kimselere melekler, canlarını alırken: ‘Ne işte idiniz!’ dediler. Bunlar: ‘Biz yeryüzünde çaresizdik..’ diye cevap verdiler. Melekler de ‘Allah’ın arzı geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!’ dediler. İşte onların barınağı cehennemdir, orası ne kötü bir gidiş yeridir!” (Nisa, 97) ilahî fermanı bu uğurda hicrete işaret etmektedir denilebilir. Yeryüzü mescidi Yeryüzünün tamamının müslümanlara mescit kılındığını haber veren Peygamberimiz s.a.v. belki de bu hadisiyle müslümanlara dünya ölçeğinde bir hedef gösteriyordu. Yani dünyanın bütünüyle müslümanlara musahhar kılındığına işaret buyuruyordu. Müslümanlar dünya haritasını serip baktıklarında hâlâ mescit veya cami inşa edilmemiş yerler olduğunu görüyorlarsa, oturup bu hadisi yeniden düşünmek zorunda değiller midir? Elbette müslümanların meskûn olduğu bölgelerde de sorunlar var. Oraların İslâmlaşmasında, bir barış ve esenlik yurdu olmasında da bir takım eksiklik ve aksaklıklar bulunmaktadır. Ama İslâm’ın yayılmasında ve genişlemesinde bir durgunluğa tahammül edilemez. Bugünkü sınırlarla yetinilemez, yetinilmemelidir de… Peygamber s.a.v. Efendimiz’in Yesrib’den başlayarak gerçekleştirdiği büyük dönüşümü tamamlamak, dünyanın tamamını kapsayacak şekilde genişletmek ümmetine düşen bir sorumluluk olarak geçerliliğini hâlâ sürdürmektedir. Tarih içinde geçmiş nesillerin çoğu o zamanki imkanlarla bu sorumluluğu bihakkın yerine getirdiler. Sahabi efendilerimizden itibaren hemen hemen bütün müslüman idareler Allah’ın mesajını yeryüzüne yaymak için büyük çabalar gösterdiler, birçok hükümdar bu uğurda şehitlik mertebesine erişti. Fakat 19’uncu asırdan itibaren müslüman dünyanın içinde biri bitip diğeri başlayan büyük sorunlar, ayrılık ve ayrıştırmalar müslümanların gözünü uzak ufuklardan çevirmiş oldu.