24 Nisan 2014 Perşembe

ÜÇ AYLAR ŞUURU

Sizlere, 30 Nisan Çarşamba günü itibariyle mübarek Üç Ayların başladığını müjdeliyoruz. “Müjdeliyoruz” dememiz boşuna değil elbette! Allah-u Zülcelal’in rızasına meraklı olan, ölüm gerçeğinin farkında, bir gün her fani gibi öleceğini bilerek ahireti için çalışan ve dünya hayatı için inceden inceye kâr zarar hesabı yaptığı gibi ahiret hayatı için de kâr zârar hesabı yapan akl-ı selim müminler için, dünya ve içindeki her şeyden daha hayırlı bir zaman dilimidir üç aylar! O kadar mühim o kadar büyük fırsatlar barındırır içinde. Elbette gafil gönüller bilmezler, sıradan günlerdir bu aylar onlar için. Ama sadece şimdilik… Bir gün mutlaka “Keşke” diyecekler, “Keşke bir defa dahi olsaydı da üç ayların kıymetini bilerek değerlendirseydim, ne büyük fırsatlar kaçırmışım fani hayatımda” diyecekler. 50 Sene yaşamışsa, 50 sefer üç ayları kaçırdıkları için pişman olacaklar belki de… Üç ayları 70 sene boyunca değerlendirmiş 80’nini geçkin bir ihtiyar olarak bu fani dünyadan ayrılmışsa yine pişman olacak ama hepten kaçıran gibi değil yine de… O da mazhar oldukları karşısında belki binlerce gözyaşı dökerek “Keşke daha çok ibadet etseydim, daha fazla zikr-i Rahman ile meşgul olsaydım, hiç durmadan Kur’an okusaydım da bir dakika dahi olsa boş durmasaydım” diyecek… “O kadar mı?” diyeceksiniz belki ama bundan da fazlası olduğunu görürdünüz, şayet Asr-ı saadete baksaydınız ya da Selef-i Salihin dediğimiz Ehlullah’ın hayatlarını okusaydınız. Üç aylar dediğimiz; Recep, Şaban, Ramazan aylarının faziletleri bir yana, sadece bu ayların içlerinde barındırdıkları öyle kutsi geceler var ki, Regaib, Mi’rac, Berat ve Kadir geceleri mesela, bu gecelerin faziletleri ve kazandırdıkları bile görülse hakikat penceresinden, ciltler dolusu kitaplarla anlatılır belki de… Faziletlerine dair hadis-i şerifleri ve kaynaklarda geçen haberleri, takdir edersiniz ki bu kısacık bir yazıda zikretmemiz mümkün değil. Ama takvim yapraklarını okuyan bir insanın dahi az çok bilgisi vardır bu mesele hakkında. Fakat bilmek değil esas olan idrak etmek gerekir. İdrakten de öte; ölmüş de elindeki tüm fırsatları kaçırmış, pişmanlığın derinliğinde boğulup inlerken kendisine tekrar fırsat verilmiş ve dünyaya gelmiş bir insanın şuuru ve yürek yangınıyla bu zamanları değerlendirmek gerekir ki fırsatları tüketen ölüm geldiğinde yanmayalım, diyoruz. Faziletli Üç Aylar hepimize mübarek olsun ve Allah kıymetini bilenlerden ve hakkıyla amel edenlerden bizleri…

DERTLİLERİN DERMANI: HZ. RESûLULLAH (S.A.V)

Ashabının arasına katılırdı Server-i Kâinat Efendimiz sallallâhu aleyhi vesellem tam da Allah Teâla’nın “İçinizden biri…” buyurarak tanıttığı gibi halkla bütünleşen bir peygamberdi. Halktan uzak, kendi dünyasında değil onların içinde yaşar, gününün çoğunu aralarında geçirirdi. Camide, sokakta, çarşı, pazarda onlarla birlikte olur; hastalarını ziyaret eder, cenazelerine katılırdı. Sahabelerine zaman ayırır, meclislerine gider, içlerinde özel bir yerde değil onlardan herhangi biri gibi oturur, sohbetlerini dinler, konuşmalarına iştirak ederdi. O kutlu havayı teneffüs edenlerden biri olan Zeyd b. Sâbit yaşadıklarını şöyle anlatır: “Efendimiz ile birlikte iken ahiret hakkında konuştuğumuzda, bize katılıp konuşurdu. Dünyevi bir meseleden bahis açıldığında, yine bize katırdı. Yeme içme hakkında konuşulduğu zaman da bizimle birlikte konuşurdu.” (Ebû Şeyh, Ahlakı Nebi, 4) O bahtiyarlardan biri olan Câbir b. Semure’ye: - Hiç Allah Resulü aleyhissalâtu vesselam ile bir mecliste oturdun mu? Diye sorulunca: - Evet, pek çok kere oturdum, dedi. - Ne yapardı? Denince: - Allah Resulü aleyhissalatu vesselam ile yüz defadan daha fazla oturdum. O, uzun suskunluğu olan biriydi. Sabah namazını kıldıktan sonra kalkıp evine gitmez güneş doğuncaya kadar mescitte sahabeleri ile birlikte otururdu. Sahabeler huzurunda şiir söyler, cahiliye döneminde yaşanan olayları anlatır, konu hakkında değerlendirmeler yaparlardı. Allah Resulü onları dinler, sahabeler güldüğünde o tebessüm ederdi. Güneş doğunca oradan ayrılıp eve giderdi. (Müslim, Tirmizî, Nesâî, Müsned) Düğünlere iştirak ederdi Kutlu Nebi kadın erkek, yaşlı çocuk, zengin fakir demeden herkesle yakından ilgilenir, hal hatırlarını sorar, sevinç ve kederlerini paylaşırdı. Rübeyyi binti Muavviz radıyallâhu anha, Uhud şehitlerinden Muvviz b. Afra’nın kızıydı. Yetim kalınca Efendimizin özel ilgisine mazhar oldu. Gençlik çağına gelince İyas b. Bükeyr ile evlendi. Düğünden anında haberdar olan Efendimiz, hediyesini hazırlanıp Rübeyyi’a’nın düğününe gitti. Sevinçten eli ayağına dolaşan Rübeyyi’a Hatun, o günleri bir dostuna şöyle anlatır: “Düğün sabahı Allah Resulü aleyhissalatu vesselam evimize geldi. Hemen içeri buyur ettik. İçeri girince tıpkı senin oturduğun o sedirin üzerine oturdu. O sırada düğün başlamış, cariyeler def çalıp Bedir’de şehit olan babalarımıza ağıt yakıyorlardı. Allah Resulü’nün geldiğini görünce ağıt yakmayı bırakıp Efendimizi öven şiirler söylediler: - İçimizde yarın ne olacağını bilen bir peygamber var, diye başlayıp def eşliğinde söylediler. Onları duyan Allah Resulü aleyhissalatu vesselam rahatsız oldu. - Bu tür şeyler söylemeyi bırakın, çünkü yarın ne olacağını ancak Allah bilir. Daha önce söylediğiniz sözlere devam edin, buyurarak onları ikaz etti.” (Buhârî, Tirmizî, Taberânî) “Amcam Muaz b. Afra bir süre önce örtü içinde bir miktar taze hurma ile biraz salatalık göndermişti. Allah Resulü’nün salata sevdiğini bildiğim için evimize teşrif edince gelen hediyeyi ona ikram ettim. Onun ardından, üzüm ikram ettim. Onları yedikten sonra Rabbine hamd etti. Evden ayrılacağı zaman, bana Bahreyn’den gönderilen çok güzel altın bir takı hediye etti ve: ‘Bunu takarsın’ buyurarak, tebrik ve dualarla evimizden ayrıldı.” (Heysemî, Taberânî) Herkese kıymet verirdi İnsanların makam mevkiine, varlıklı olup olmamasına bakmaz, köleye bile değer verirdi. Bunu hayatının her anında görmek mümkündü. O anlardan birini Ebu Hureyre anlatır: “Mescid’i Nebevi’yi süpürüp temizleyen siyahî (köle veya azatlı köle) bir adam veya hanım vardı. Efendimizin sağlığında vefat etti. Efendimizi rahatsız etmek istemeyen sahabiler, kendisine bildirmeden cenazeyi yıkayıp kefenlediler. Cenaze namazını kılıp Baki Kabristan’a defnettiler. Çevresi ile yakından ilgilenen Allah Resulü aleyhissalatu vesselam hizmetlinin yokluğunu kısa sürede fark etti. Sahabelere nerede olduğunu sordu. Öldüğünü öğrenince üzüldü. Haber verilmediği için de rahatsız oldu. - Bana haber vermeli değil miydiniz? Buyurarak, rahatsızlığını ifade etti. Sonra: - Lütfen bana kabrinin yerini gösterin, buyurdu. Kabre giderek hizmetlinin cenaze namazı kıldı.” (Buharî, Müslim) Başkalarını kendisine tercih etti Mekkeli sahabeleri ile birlikte Medine’ye hicret edince halk, en küçük bir tereddüt göstermeden onlara kucak açtı. Evlerini, mallarını, mülklerini ve işlerini onlarla paylaştılar. Gelenler tüm mal varlıklarını geride bıraktığı için barınacakları evleri, yiyecek bir lokma ekmekleri dahi yoktu. Tüm varlıklarını onlarla bölüşen Medinelilerin ekonomik durumu haliyle zayıfladı. Devlet başkanlığı, imam, öğretmen, kadı, müftü gibi pek çok görevi aynı anda ifa eden Efendimiz, istese krallar gibi yaşardı. Sahabiler tüm varlıklarını seve seve ayaklarının altına sererlerdi. Lakin O, her hali ile sahabilerin yanında olmayı, onların yokluk ve yoksulluklarını paylaşmayı, onların en fakiri gibi yarı aç yarı tok yaşamayı tercih etti. “Komşusu aç yatarken tok yatan bizden değildir” sözünü önce kendi uyguladı. Evine geleni onlara verdi, kendi aç yattı. Ölmek üzere olduğunda dahi acılarını unuturcasına onları düşündü. Buna şahit olanların başında gelen Hz. Âişe radıyallahu anha bir anısını şöyle anlatır: “Allah Resulü (aleyhissalatu vesselam) vefat ettiği gün, benim yanımda altı yedi dinar vardı. Allah Resulü’nün hastalığı ile meşgul olduğum için onları dağıtmaya imkân bulamadım. Allah Resulü (aleyhissalatu vesselam): - Sendeki dinarları ne yaptın, dağıttın mı? Diye sorunca; - Hayır, vallahi senin hastalığınla meşgul olduğum için dağıtamadım, dedim. Hemen dağıtmamı emretti. Kendisi ile ilgilendiğim için emrini bir sure erteledim. (Sürekli bayılıyor, ayıldığı zaman sorusunu tekrarlıyordu.) Emrini bir kaç kez tekrarladı. Bir sure kendisi ile ilgilenmeyi bırakıp altınları, Ensar’ın fakir ailelerine göndermek durumunda kaldım. Dağıttığımı bildirince sevindi. - Şimdi rahatladım, buyurdu.” (İbn Sa’d, Tabakât) Yaşantısına yakından şahit olan Ebû Hureyre, Ebû Hazm ve daha başkaları: “Nefsim kudreti elinde bulunduran Allah’a yemin ederim ki, Allah Resulü (aleyhissalatu vesselam) vefat edinceye kadar, ailesi üç gün üst üste arpa ekmeği yemedi” derdi. (Buhârî, Müslim) Enes b. Mâlik ve Hz. Âişe: “Allah Resulü (aleyhissalatu vesselam) misafiri olduğu günler haricinde, hiç bir zaman, aynı günün sabah ve akşam yemeğinde et ve ekmeği bir arada yemedi, derdi.” (Tirmizi)