20 Eylül 2012 Perşembe

NAMAZA DEVAMDA BAŞARILI OLMANIN YOLLARI

http://sabrikontek.azbuz.com : (:) “İyi bir insandır, namazını kılar…” Her dünya görüşünün, kendine mahsus değer yargıları vardır. Bir insanı değerlendirirken, herkes kendi dünya görüşüne göre bir tanımlama yapar. Mesela, dünya hayatına düşkün bir kişi, bir insanı tarif ederken mesleğinden, kariyerinden statüsünden veya fiziki özelliklerinden bahseder. Bir Müslüman ise mesela, bir kıza talip olan bir delikanlıya aracı olduğunda veya bir evi kiralamak isteyen kiracıya kefil olurken, onu genellikle şöyle tarif eder: “İyi bir insandır, namazını kılar…” Bir insanı tarif ederken söylenen “Namazını kılar” sözü, bir Müslüman için önemli bir itimat kaynağıdır. Çünkü Müslümanların düşüncelerine yön veren en önemli fikir pusulası, yani Allah'ın kitabı, şöyle bir ölçü koymaktadır: “Namaz kılmak fahşadan ve münkerden (çirkin ve kötü şeylerden) alıkor.”(Ankebût; 45) Ayet-i kerimede geçen “fahşa”; çirkinliği apaçık olan kötülükler demektir ki, bu çeşit kötülükleri ancak hiç utanması kalmamış kişiler yapabilir. Münker de yine, kötü olduğu herkesçe bilinen hareketler demektir. Müslümanlar kabul ederler ki namazını kılmaya devam eden bir kimse, kesin ve apaçık kötülüğü bilinen şeyleri yapmaya devam etmez. İnsanlık hali bir anlık zaaf gösterse bile pişman olur, tevbe eder ve o işten vaz geçer. Çünkü namaz kılan insanda, vicdanî hassasiyetin daha yüksek seviyede olması beklenir. Bu beklenti boşuna da değildir. Mekarim-i ahlak nedir? İnsanlardaki ahlaki gelişmişlik ve vicdani hassasiyet seviyesini derecelere ayırsak belki ilk dereceye, “Kötülük işlemeyecek kadar ahlaklı ve vicdanlı olmak” adı verilebilir. Bundan daha yüksek olan ikinci seviye ise “Kötülük yapmamakla yetinmeyip iyilik de yapmak” olur. Hatta bunun üzerindeki en üst seviyeyi şöyle tarif etmek mümkündür: “İyi ve faziletli davranışları görev bilip mutlaka yapmak, kötülükleri yapmayı aklından bile geçirmemek…” Bu seviyeye gelmiş kişi için, güzel ahlak ve fazilet, artık ikinci bir tabiat olmuştur, iyiliği yapmamak aklına bile gelmez. İmam Gazalî’ye göre “mekarim-i ahlak” ancak budur. Kişinin kendisini zorlamasına hiç ihtiyaç kalmadan iyiliği yapıvermesi… İşte, namazını kılan bir insan, kötülükleri yapmama seviyesinden, iyilikleri vazife bilip yapma seviyesine yükselmiş bir insandır. Çünkü namazını devamlı kılabilmek, kuvvetli bir iman gerektirdiği gibi kuvvetli bir irade, azim ve görev duygusu da gerektirir. Namazını kılmaya devam edebilenler, hayatlarını, hoşlarına giden şeyleri yaparak değil, görevlerini yaparak değerlendirme yolunda talimlidirler. Onlara ailesine, anne babasına iyilik, akraba, komşu ve bütün ihtiyaç sahiplerine karşı ikram etmek, dinine ve ümmete hizmet etmek vb. vazifeler daha az zor gelir. Çünkü zoruna giden işleri yapmak hususunda nefsin direncini yenmekte, devamlı bir talim üzeredir. İşte bundandır; “Namazını kılar” nitelemesinin, Müslüman için adeta bir marka, bir kalite göstergesi olması… İşte bundandır, namaz kılmakla ilgili bunca ayet-i kerimenin bulunmasının hikmeti. Aile ve çocukta namaz eğitimi Namaz kılmak imani ve ahlaki gelişimde büyük bir öneme sahiptir ama günümüzde “Namazını kılmayan her insan; iman bakımından zafiyet içinde, ahlaki düşüklükle malul ve vicdanî hassasiyetten mahrumdur” diyemeyiz elbette… Çünkü biliriz ki namazını kılamayan veya bunda devamlılık gösteremeyen Müslümanların çoğu samimi mümindir. Ancak namaz kılmakta devamlı olmak, çocukluk çağından itibaren başlaması gereken bir “vazife şuuru eğitimi” gerektirmektedir. Bu kişiler ise bu eğitimi, vazifesini yapmak onda bir meleke haline gelecek, hatta vazifesini yapmayınca, vicdan azabı çekecek kadar kuvvetli bir şekilde almamışlardır. Namaz kılmak konusunda disiplinli olamayan kişilere dikkat edilirse bunlardan çoğunun, hayatlarının diğer sahalarında da disiplinsiz oldukları görülür. Mesela, bu kişilerin iradeleri zayıftır, sabırları kısadır, azim ve sebattan mahrumdurlar. Ekseriyetle görevlerini ifa için harekete geçmekte zorluk çekerler. Bu kişilerin temel problemi, küçük yaştan beri aileleri tarafından yeterince öz disiplinli ve görev duygusuna sahip olarak yetiştirilmemiş olmalarıdır. Günümüzde, görev duygusuyla, vicdan hassasiyetiyle çocuk yetiştirmek çok zorlaşmış durumda. Bilgisayar masalarının başında, koltuğa yaslanmış, saatlerce zevk veren oyunların peşinde koşan bir genç; namaz vazifesi için eğlencenin başından kalkmaya nasıl alışacak? Hâlbuki namaza alışma devresinin ergenlik çağından evvel tamamlanması gerekiyor. Çünkü ergenlik çağına kadar kazanılan alışkanlıklar, hayatın geri kalanında önemli ölçüde belirleyici oluyor. Araştırmalar gösteriyor ki çocukların beyninde ergenlik çağı öncesi ve ergenlik döneminde çok hızlı bir gelişme oluyor. Ancak aynı dönemde, vücutta da hızlı bir gelişme oluyor ve bunların da tesiriyle ergenlik çağı, gençleri tembelliğe, haz düşkünlüğüne, hatta madde bağımlılığı gibi risklere de bir o kadar eğilimli oluyorlar. Çünkü bu dönemde, beyin sıvılarının arasındaki denge oturmamış ve genç kendine hâkim olma konusunda yeterince tecrübe kazanmamış durumda oluyor… İşte, potansiyel riskleri de çok yüksek olan bu dönemde, gençleri biraz ödül ve teşvikle biraz da uyarı ve korkutmayla öz disiplinli yetiştirmek gerekiyor. Böylece ergenlik çağında bedenindeki hızlı gelişmenin sebep olduğu oburluk, tembellik, şehvet düşkünlüğü gibi zaaflarını alt edecek kuvvetli bir irade ve öz disiplin sahibi olmasına gayret edelim. Kısacası, dinimizin “mükellefiyet”i ergenlikle başlatması boşuna değil! Namaza devamda başarılı olmanın yolları Peki, ailemiz bizi ergenlik çağından önce namaza alıştırmadıysa ne yapacağız? Elbette çaresiz değiliz. Unutmayalım ki insanoğluna kaç yaşında olursa olsun yeni eğitim görme ve alışkanlıklar kazanma kabiliyeti verilmiştir. Sonuçta, kendimize hâkimiyet kurmamız için gerekli alt yapıya hepimiz sahibiz. Tek ihtiyacımız, o alt yapıyı, namaz için de işletmek ve nefsimizle biraz mücadele etmek… Namazda başarılı olmanın birinci kuralı, mücadele şuuru taşımaktır. Unutmamalı ki dünya hayatı baştan sona kadar bir cihad meydanıdır. Bir tarafta, babamız Hz. Âdem’den beri bize düşmanlık besleyen, saptırmak için uğraşan şeytan ve avanesi, bir yanda da bize karşı şefkatli, iyiliğimizi isteyen melekler, Peygamberler ve Allah dostları… Tarafınızı seçin ve düşmanla asla dost olmayın! Onun hilelerine karşı uyanık olun! O sizin hayırlı bir işi yapmanıza mani olamıyorsa en azından erteletecektir, daha sonra da savsaklattıracaktır. Son anda aklınız başınıza gelip kıldığınızda da vesvese verip “Zaten namazın olmadı ki” diye, size ümitsizliğe düşürmeye çalışacaktır. Bu hileleri ve çözüm yollarını öğrenmek için ilminizi irfanınızı artırın. Vesveseyle mücadele etmek için fıkıh öğrenin, böylece hangi hatada bir şey lazım gelmez, hangisinde sehiv secdesi yapmak yeterli olur, hepsini öğrenmiş olursunuz. Böylece şeytanın namaz hilesi ile sizi üzmesine ve şaşırtmasına fırsat vermemiş olursunuz. Buna rağmen başarılı olamıyorsanız: Kendinizi, Peygamber efendimizin huzurunda hayal edin; o sizi görüyor olsa elinizde televizyon kumandası, kanal kanal dolaşıp namazı son vaktine erteleyip sonunda zayi eder misiniz? Düşünün ki amellerimiz Peygamberimiz sallallahu aleyhi veselleme arz ediliyor, daha önemlisi, Sahib’imiz bizi her an görüyor. Bu gibi düşüncelerle kendinizi motive edin. Namazda devamlı olamamanın en büyük sebeplerinden biri, kişinin kendine inancını ve saygısını kaybetmesidir. Bunun sebebi, ekseriyetle utanç ve yeis kaynağı olan günahlardır. İnsan, gün boyunca günahlardan kendini alıkoymazsa, o günahların kara lekeleriyle kararan kalbi, artık ibadet huzurunu ve vazife şuurunu unutur. Hatta ibadet etmeyi hatırından bile geçirmez. Sanki okunan ezanlar, ona hiçbir şey ifade etmiyor gibi tamamen ilgisizleşir. (Allah korusun!) İnsan neden ibadette huzur bulamaz? Allah dostları, ibadetlerde huzur bulamamanın en büyük sebebinin, gözü haramdan korumamak olduğunu söylemişlerdir. Sonuçta göz, kalbin habercisidir. Gözün getirdiği yeni yeni görüntüler, kalbi meşgul eder ve onu haram arzusuna sürükler. Yahut da içinde bulunduğu hal sebebiyle kendine ibadeti yakıştırmaz, çünkü kendini çok sefil ve hayvani bir seviyede görür. Aşağılık kompleksine düşer. Bazı gençlerden şöyle ifadeler duymuşumdur: “Ben öyle maneviyatlı biri değilim, kendimde öyle bir his bulamıyorum.” Bu gençler zannediyorlar ki, bazı kişilere manevi hisler doğuştan bahşedilmiş; yalnız onlar manevi hisler duyuyorlar. Kendileri gibi bir kısım insanlar ise böyle manevi hislerden mahrum edilmişler. Hâlbuki hiç de öyle bir şey söz konusu değil! Nefsani arzular da manevi duygular da her insanın içinde potansiyel halde vardır. Bir farkla; salih müminler, nefsani arzuları, Rabbimizin çizdiği sınırlar içinde düzenleyip manevi duygularını da yine Rabbimizin gönderdiği rehberler öncülüğünde geliştirmişlerdir. Öyleyse yapılacak şey bellidir; nefsin hoşlanarak yaptığı, günah veya günaha götüren şeylerle irtibatı kesip maneviyatla alakayı artırmak... Namaz kılan kimselerle arkadaş olunmalı Namaz kılmak başta olmak üzere, manevi çalışmaları kolaylaştıran bir unsur da aile ve arkadaş muhitidir. Müslüman gençler, evlenirken maddiyatı ve fiziki güzelliği değil, onları namaza teşvik edecek eşleri tercih ederlerse ömür boyu namaz kılmaları kolay olur. Eğitim, iş ve arkadaş muhiti de aynı şekilde mümkün olduğunca hayır yollarına teşvik edecek kişilerden seçilmelidir. Hatta ev tutarken, konu komşunun manevi durumunu bile göz önünde bulundurun. Kişinin arkadaşı ona ya “Akşamki maçı seyrettin mi? Nasıl goldü ama… ” gibi muhabbetler açar yahut da “Önümüzdeki hafta üç aylar giriyor” gibi sohbetler… Birinci tipteki arkadaş, sizi bir diğer maçı gözünüzü kırpmadan seyretmeye teşvik ederken, ikinci tipteki arkadaş ise kandilde oruç tutmaya… Eğer arkadaşınız nefsinizin dostu, şeytanın sözcüsü, dünya lezzetlerinin tahrikçisiyse gözünüzün önünde şu manzarayı canlandırın: Hesap günü birbirinizin yakasına yapışmışsınız, her ikiniz de birbirinizi dava ediyorsunuz. Ne yazık ki o zaman siz “Beni hep bu adam ayarttı. Kendisi gibi beni de saptırdı. Onun beni küçük göreceğinden ve alay edeceğinden çekindim de namaza kalkmadım” demekle kurtulamayacaksınız. Aksine arkadaşınız, “Asıl ben davacıyım, neden beni de uyarmadın?” diyecek. Şeytanın bile “Benim sizin üzerinizde bir gücüm yoktu ki, sadece davet ettim, geldiniz” diyeceği günde, sizi kimse kurtaramaz. Bu sebeple, arkadaşlarınız sizi namazdan alıkoyuyorsa onlardan uzaklaşın. Hem bunda, hicret sevabı olduğunu bilin. Ya onlar size uysun yahut da yolunuzdan çekilsinler. Siz arkadaşlarına “Hayır!” diyemeyen bir oyun çocuğu değilsiniz ya. Bir yetişkin gibi davranın ve arkadaşlarınızı maksadınıza göre kendiniz seçin. Namaza başlayamayan veya devamlı olamayanların en temel problemi, ergenlik çağının nefsani hazlara kapılmaya eğilimli yapısından kurtulup yetişkinliğin sorumluluk şuuruna ulaşamamış olmasıdır. Kişi kaç yaşında olursa olsun eğer vazifesi olduğuna inandığı halde bir şeyi yapmakta iradeli davranamıyorsa demek ki gerçek manada yetişkin olamamıştır. Bunun çözümü ise kendine hala çocuk gibi davranmayı yakıştıramamak, böyle davranmaktan hayâ etmek ve kendini olgunlaşmaya zorlamaktır. Hayatınızı disiplin altına alın Namaz kılmak, çok yönlü zorlukları olan bir vazifedir. Kimine sabah namazına kalkmak zor gelir. Eğer alarmınız çaldığı halde kapatıp uyuyorsanız, büyük ihtimalle akşam da televizyon karşısından kalkıp yatağa gitmekte çok gecikmiş olmalısınız. Kendinize mutlaka belli bir saatte yatağa gitme kuralı koyun ve bu konuda disiplinli olun. Bunun için, geç saatte biteceğini tahmin ettiğiniz filmleri izlemeye başlamayın, yoksa sonunu merak eder başından kalkamazsınız. Yatsı namazınız da zayi olur, sabah namazınız da… Televizyon kumandasına, gerçek manada kumanda edin. Seyretmeye değer bir şey yoksa kanal kanal dolaşıp zaman tüketmeyin, açmayı bildiğiniz gibi kapatmayı da bilin. Düşünün bir kere, hayal ürünü filmler, saçma sapan dedikodular veya müsabakalar için ebedi hayat vazifenizi ihmal etmeye değer mi? Siz masal çocuğu musunuz ki birilerinin anlattığı masallarla ömür tüketiyorsunuz? Kendinizi olgun, sorumlu ve vazifesini müdrik bir yetişkin olarak kabul edin ve ancak böyle davranmayı kendinize yakıştırın. Asla eğlenceyle, boş hikâyelerle zaman öldürmeyi kendinize yakıştırmayın. Namaz kılmak başta olmak üzere, kaliteli ve başarılı bir insan olmanın yegâne yolu vardır; kendinize bu sıfatı yakıştırmak, buna inanmak ve gereği için çaba göstermek. Uğruna mücadele edilen şeylerin en büyüğü, Rabbimizin rızasını kazanmak olduğuna göre, buna değmez mi? Hem eğer inanırsanız, içtenlikle dua eder ve Rabbimizden yardım istersiniz. Hayırlı şeyler için dua edenlere istedikleri muhakkak verilir.