21 Mart 2008 Cuma

Bayram Namazı

http://sabrikontek.azbuz.com http://sabrikontek.blogcu.com http://sabri28kontek.sitemynet.com::: Bayram namazları, gerek Ramazan bayramı gerekse kurban bayramı günlerinde kılınan ikişer rekatlik namazdır. Hanefi mezhebine göre, bayram namazını kılmak her müslümana vaciptir. Şafii mezhebine göre, sünnettir.

Bayram namazının vakti; bayram günü güneş doğduktan 40-50 dakika sonra başlar, zeval vaktine kadar devam eder. Ancak bu vaktin başında kılmak daha faziletlidir.

Bayram namazının kılınış şekli;

Bayram günü, kerahat vakti çıktıktan sonra, ezan okunmadan ve kamet yapılmadan sadece “Es-Salâtü Camiatün” denilir ve cemaat namaz kılmak için saf bağlarlar. Niyet getirilir. İmamın başlama tekbirinden sonra cemaatta tekbir getirir ve imama uyarlar.

Hanefi olan cemaat sübhaneke duası okur, şafiiler ise veccehtü duasını okurlar.

Bayram namazında iftitah tekbirindan başka zaid tekbirler vardır. Hanefi mezhebine göre iftitah tekbirinden ve sübhaneke duası okunduktan sonra üç tekbir getirilir. İkinci rekatta ise zamm-ı sureden sonra getirilir.

Şafii mezhebine göre, birinci rekatta yedi tekbir, ikinci rekatta beş tekbir getirilir. Bu tekbirler iki rekatta da fatihadan önce getirilir.

Eğer cemaat Hanefi, imam da Şafii mezhebine göre amel ediyorsa veya cemaat Şafii, imam Hanefi mezhebine göre amel ediyorsa, bu gibi durumlarda imamın getirdiği tekbirlere uyulur.

Hanefi mezhebine göre, imamla birlikte bayram namazını kılamayan bir kimse, bu namazı kaza etmez. Bayram namazını kaçıran bir kimse, eğer başka bir imamın arkasında kılma imkanı bulursa oraya gitmelidir. Çünkü, bir belde de ittifakla birkaç yerde bayram namazı kılınabilir. Bayram namazı cemaatle kılınır. Yalnız başına kılınması caiz değildir.

Şafii mezhebine göre, imamla birlikte bayram namazını kılamayan kimse için, bu namazı aynı şekilde kaza etmek sünnettir. Bayram namazını kaçıran bir kimse, ne zaman isterse, bayram günlerinde de bayram günlerinden sonra da kaza edebilir. En faziletlisi birinci gün içinde kaza etmektir.

Kurban bayramının arefe gününün sabah namazından itibaren bayramın dördüncü günü ikindi namazına kadar, farz namazlardan sonra üç defa teşrik tekbirleri getirilir; “Allah-u Ekber, Allah-u Ekber, Allah-u Ekber, La İlahe illAllah-u vAllah-u Ekber, Allah-u Ekber ve lillahi’l-Hamd”

Hanefi mezhebine göre, bu tekbirleri farz namazlardan sonra bir defa getirmek vaciptir. Üçe tamamlamak daha faziletlidir. Şafii mezhebine göre teşrik tekbirlerini getirmek sünnettir.

Namazı Terketmenin Zararları

http://sabrikontek.azbuz.com http://sabrikontek.blogcu.com http://sabri28kontek.sitemynet.com.:: “Onlar suçlulara sorarlar; Sizi sakar cehennemine atan nedir? Suçlular şöyle cevap verirler; Biz namaz kılanlardan değildik.” (Müddessir; 40-43)

Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Kişi ile, şirk ve küfür arasında namazı terk vardır.” (Müslim, Ebu Davud, Tirmizi)

İnsanın namazın üzerine adeta titremesi lazımdır. insanın kıyamet gününde ilk sorguya çekileceği amel namazdır. Eğer bu sorgudan kolay kurtulursa, diğer amellerinin sorgusu da kolay olur. Ama namazın sorgusunu veremezse, diğer sorguları da çok çetin olur.

Dünyada namaz kılmayan kimse, ya aklını kullan-mıyor yada çok cesaretli demektir.

Çünkü Allah-u Zülcelal namaz kılmayan kimseleri çok şiddetli bir şekilde cezalandıracaktır.

Dünyada iken namaz kılmayanlar için, kıyamet gelip çattığı zaman, cehennem ateşinin üzerinde kor haline getirilmiş bir sac ortaya konulur ve Allah-u Zülcelal buyurur ki: “Ey kulum! Kazaya bırakmış olduğun namazlarını bu kızgın sac üzerinde kıl.”

Bir kimse eğer nefsini biraz olsun seviyorsa, o kızgın sacın üzerinde kılmak yerine bu yumuşak halıların üzerinde namazlarını kılmalıdır.

Beş dakikamızı ayırıp kılabileceğimiz bir namazı kılmayıp, kızgın sac üzerinde kılmaya bırakmak nefsimize çok büyük bir hakaret ve zulümdür.

Diğer bir çok hadis-i şeriflerde namaz, mü'mini kafirden ayıran en bariz bir vasıf olarak zikredilmiştir. Namazın terkedilmesi hakkında Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)'in çok şiddetli hadis-i şerifleri vardır. Bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: “Kim namazı terkederse, onun dini yoktur. (Çünkü) namaz dinin direğidir.” (Deylemi)

Nasıl bir bina direği, temeli olmadığı zaman çökerse, bir mü'minin de namazı olmadığı zaman dini çöker. Bina temeli olmadan havada durmaz. Namaz da imanın altında sanki direk görevi görüyor, kuvvetlendiriyor gibidir.

Namaz kılmamanın böyle tehlikeleri varken, namazı terk etmemek, tam aksine daha fırsatımız varken, onun üzerine titremek ve namazdan gafil olan diğer mümin kardeşlerimize de bu kurtuluş kapısından girmeleri için sohbet ve nasihat etmek lazımdır.

İnsanın nefsi ile arasındaki ilişki, ticari ortaklığa benzer. Nasıl ki ortaklar her işten sonra birbirleriyle hesaplaşır, zarar ettiklerinde birbirlerini uyarır ise mü’min de ticaret ortağı gibi her akşam nefsiyle hesaplaşmalıdır.

Allahu Zülcelal’in gazabına neden olan bu ameli yaptığından dolayı ona, Allah-u Zülcelal’in azabının pek şiddetli olduğunu (Bakara; 211), ölümü, kabri, Münker ve Nekir’i, haşri, mizanı, sıratı ve cehennem azabını hatırlatmalıdır. Bu kötü amel Allah’ın gazabına neden olduğu için pişman olup tevbe etmeli, bir daha yapmamaya kendi kendine söz vermelidir.

Cuma Namazı

http://sabrikontek.azbuz.com http://sabrikontek.blogcu.com http://sabri28kontek.sitemynet.com:: Cuma namazının vakti, tam öğle namazının vaktidir. Cuma namazının bir kimseye farz olması için şu şartların bulunması gereklidir;

1-) Müslüman olmak.

2-) Akıllı olmak.

3-) Ergenlik çağına girmiş olmak.

4-) Erkek olmak.

5-) Hür olmak.

6-) seferi olmamak.

7-) Sıhhatli olmak; Camiiye gidip gelmeye sağlığı müsait olamayan hastalara Cuma namazı farz değildir.

Cuma namazının sahih olmasının şartları;

Hanefi ve Şafii mezhebine göre Cuma namazının sahih olabilmesi için bir takım şartlar vardır. Bunlar;

1-) Cuma namazı öğle namazının vakti içinde olmalıdır.

2-) Hanefi mezhebine göre, imamdan başka en az üç kişi olmalıdır. Şafii mezhebine göre, cemaat en az kırk kişi olmalıdır.

3-) Cuma namazından önce hutbe okunmalıdır.

4-) Cuma namazı bir belde de veya bir belde hükmünde olan bir yerde kılınmalıdır.

Terrcih edilen görüşe göre, bir belde de birden fazla camii de Cuma namazı kılınabilir.

Ancak bir belde de birden fazla camii de Cuma namazı sahih olmaz diyenler olduğu için, ihtilaftan kurtulmak amacıyla, Cuma namazından sonra zuhr-i ahir adı ile dört rek’at namaz kılmak en doğrusudur. Zühr-i ahir namazının niyeti şöyledir; “Niyet ettin vaktine yetişipte henüz üzerimden düşmeyen son öğle namazını kılmaya.” Bu şekilde niyet edilir ve öğle namazının farzı gibi kılınır. Şafiilerde aynı şekilde öğle namazını iade ederler.

Namaz Kimlere Farzdır ve Kaçar Rekattir?

http://sabrikontek.azbuz.com http://sabrikontek.blogcu.com http://sabri28kontek.sitemynet.com:: Namazın bir kimseye farz olması için üç şart gereklidir.

1- Müslüman olmak.

2- Akıllı olmak. Deli olanlara namaz farz değildir.

3- Büluğ (erginlik) çağına girmiş olmak. Bu erginlik çağına girmemiş çocuklara namaz farz değildir. Fakat her ne kadar erginlik çağına girmemiş olsalar da, namaza alışmaları için yedi yaşına gelmiş çocukların namaz kılmaları, anne-baba tarafından sağlanmalı, on yaşına geldiklerinde kılmazlarsa, namaz kılmaları için dövülmelidir.

Namazların Rek’at Sayıları

Sabah Namazı: Dört rek’attır. Önce iki rekat sünnet, sonra da iki rek’at farz namazı kılınır.

Öğle namazı: On rekâttir. Önce dört rek’at ilk sünnet, sonra dört rek’at farz, sonra da iki rek’at son sünnet namazı kılınır.

İkindi namazı: Sekiz rek’attir. Önce dört rek’at sünnet, sonra da dört rek’at farz namazı kılınır.

Akşam namazı: Beş rek’attir. Önce üç rekat farz, sonra da iki rek’at sünnet namazı kılınır.

Yatsı namazı: Hanefi mezhebine göre, on üç rek’attir. İlk önce dört rekat ilk sünnet, sonra dört rekat farz, daha sonra iki rek’at sünnet, en sonunda da vacip olan üç rekat vitir namazı kılınır.

Şafii mezhebine göre, yatsı namazının ilk sünneti yoktur. buna göre dört rek’at farz, sonra iki rek’at sünnet ve en azı bir rek’at en çoğu on bir rek’at olmak üzere sünnet olan vitir namazı kılınır.

Cenaze Namazı

http://sabrikontek.azbuz.com http://sabrikontek.blogcu.com http://sabri28kontek.sitemynet.comCenaze namazı; farz-ı kifaye yani bazı müslümanların kılması ile düğer müslümanların üzerinden düşen namazdır.

Hanefi mezhebine göre, cenaze namazının rükunları şunlardır;

1-) Kıyam: Cenaze namazını ayakta kılmak

2-) Tekbir: Cenaze namazının tekbirleri, iftitah tekbiri ile beraber dörttür. Cenaze namazında diğer namazlarda olduğu gibi rüku ve secdeler yoktur.

Şafii mezhebine göre, cenaze namazının yedi rüknu vardır;

1-) Niyet etmek,

2-) Kıyam,

3-) Dört tekbir getirmek,

4-) Birinci tekbirden sonra Fatiha okumak,

5-) İkinci tekbirden sonra Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e salavat getirmek,

6-) Üçüncü tekbirden sonra cenazeye dua etmek,

7-) Dördüncü tekbirden sonra selam vermektir.

Cenaze namazı duası:

“Allâhümmeğfir lihayyi’nâ ve meyyitinâ ve şâhidina ve ğâibinâ ve zekerinâ ve ünsânâ ve sağirinâ ve kebirinâ. Allâhümme men ehyeytehû minnâ fe ehyihi ale’l İslâm. Ve men teveffeytehû minnâ feteveffehû ale’l imân. Ve hussa hâzal meyyite birravhi verrâhati velmağfirati verridvân. Allâhümme in kâne muhsinen fezid fi ihsânih. ve in kâne musîen fe tecâvez anhu, ve leggihil emne vel büşrâ vel kerâmete vezzülfâ. Birahmetike yâ erhamerrahimîn.”

“Allah’ım! Hayatta olanımızı, ve ölümüzü, burada olanımızı ve olmayanımızı, erkeğimizi, kadınımızı, küçüğümüzü, büyüğümüzü bağışla. Allah’ım! Bizden yaşattığını İslam üzere yaşat, bizden öldürdüğünü de iman üzere öldür. Bu ölüye huzur, rahat, mağfiret ve rızâ ihsan eyle. Allah’ım! Eğer bu iyi ise iyiliğini artır. Kötü ise günahını görme. Bunu güven, müjde,ikram ve yakınlık ile karşıla. Ey merhametlilerin merhametlisi! (Rahmetinle bunu yap.”

Yine eller kaldırılmadan imam tarafından sesli, cemaat tarafından sessiz olarak tekbir getirilir. İmam sesli olarak, cemaat sessiz olarak önce sağa sonra sola selam verilir. Eller çözülüp namazdan çıkılır.

Namaz Kılınması Caiz Olmayan Vakitler

http://sabrikontek.azbuz.com http://sabrikontek.blogcu.com http://sabri28kontek.sitemynet.com Hanefi mezhebine göre, günün üç vaktinde hiçbir namaz kılınmaz. Bu üç vakit şunlardır;

1- Güneş doğarken; Güneşin doğuşu ile yaklaşık kırk ile elli dakika sonrasına kadar ki süre içinde namaz kılmak caiz olmaz.

2- Zevâl vakti; Güneşin, gök kubbenin tam üst noktasında olduğu zaman, yani öğle namazı vaktinden biraz önce namaz kılmak caiz olmaz. Buna istiva vakti de denir.

3- Güneş batarken; Akşama doğru güneşin sararıp gözleri kamaştırmayacak derecede olduğu zaman ile güneşin tamamına batışına kadar ki süre içinde o günün ikindi namazı dışındaki her hangi bir namazı kılmak caiz olmaz. Aynı günün ikindi namazı o zamana kadar kılınmamış ise, onun kılınması kerahetle caizdir.

Bu üç vakit, mecusilerin yani güneşe tapanların ibadet zamanlarıdır. Güneşe tapmak gibi bâtıl bir dinin mensuplarına benzememek için onların ibadet zamanı olan sabah, öğle ve akşamın belirli zamanlarında müslümanların namaz kılmaları yasaklanmıştır.

Mesela bu vakitlerde kaza namazı ve nafile namaz kılınamaz. Yalnız bu vakitlerde okunan secde ayetinin tilavet secdesi, hazır olan cenaze namazı, adak namazı, tavaf namazı gibi bir sebebe dayanan namazları kılmak, tahrimen mekruhtur.

Şafii mezhebine göre ise, yukarda belirtilen vakitlerde namaz kılmak tahrimen mekruhtur. Ancak namaz kılmayı gerektiren bir durum olursa, bu vakitlerde namaz kılmak caizdir. Mesela kaza namazı, adak namazı, cenaze namazı, abdest ve Tahiyyatü’l-Mescid namazı gibi namazları bu vakitlerde kılmak caizdir.

Tevbe ve Namazın Kıymeti

http://sabrikontek.azbuz.com http://sabrikontek.blogcu.com http://sabri28kontek.sitemynet.com.: Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: "Peygamberlerin haberlerinden, senin kalbini teskin edecek her şeyi sana anlatıyoruz. Bunda (bu surede) da sana hak ve mü'minlere bir öğüt ve hatırlatma gelmiştir." (Hud; 120)

Bu ayet-i kerimede bizim için çok büyük bir ders vardır. İnsan bazı zamanlarda öyle ağır hasta oluyor ki, bir bardak suyu ağzına götürüp içemeyecek duruma geliyor. Başkaları ona su içiriyor. Hatta suyu dahi içemiyor, pamuğu ıslatıp dudaklarını ıslatmak suretiyle susuzluğunu gideriyorlar. Bunu hepimiz görüyoruz.

Tabi bu insanın zahiri olan tarafıdır. Bir de manevi insan vardır fakat biz bunu görmüyoruz. Bu manevi olan insan da ya günahla müpteladır, ya da Allah-u Zülcelal'in ibadetiyle meşguldür.

Yani insan iki tanedir. Zahiri olan insan yeryüzünde sıhhatli bir şekilde dolaşır. Manevi olan insan ise ya salih ameller yapmak suretiyle kıyamet gününde çok güzel nimetlerin içinde olacak, ya da -Neuzübillah- kötü işlerle meşgul olup sahibini çok şiddetli olan cehennem azabına müstehak edecektir. Bu manevi olan insan, maneviyat bakımından hasta olduğu zaman ve ibadet yapacak hali kalmayıp daima günahlarla meşgul olduğu zaman, onu tedavi etmek lazımdır. Eğer onu tedavi etmezsek öyle şiddetli bir azapla karşılaşacağız ki, çok büyük bir pişmanlığa düşeceğiz ama iş işten geçmiş olacaktır.

Nefs ve şeytan bizi aldatıyorlar. Eğer biraz derin olarak düşünürsek ne derece onlara aldandığımızı meydana çıkarabiliriz. Allah-u Zülcelal, biz daha annemizin karnında iken ne kadar yaşayacağımızı takdir etmiştir. Bundan ne fazla ne de eksik olur. Bir havuzu suyla doldurup altından bir delik açtığımızda ve havuza bir daha da su ilave etmediğimiz zaman, havuzdaki su bitmeyecek mi? Mutlaka biter. Her kim de bitmez derse, herkes ona: "Sen yalancısın!" diyecektir. Bizim ömrümüzde aynen o havuzdaki su gibidir. Altında bulunan delikten hiç durmadan akıp gidiyor. Bu şekilde akarak bir gün mutlaka bitecektir. Hatta bazılarımızın ömrü çok az kalmış, bitmek üzeredir.

Ama maalesef bundan haberimiz yoktur. Onun için aklımızı başımıza alıp kalan ömrümüzde tedavi olmak, Allah-u Zülcelal'in ibadetiyle meşgul olup kendimizi günahlardan muhafaza etmek için gayret göstermemiz lazımdır. Allah-u Zülcelal'in Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e emretmiş olduğu bütün şeyler onun ümmetine de emirdir.

Allah-u Zülcelal, önceki Peygamberlerin ümmetlerinin onlara yapmış olduğu eziyetleri, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e bildirdiği zaman, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem onların hallerine bakarak teselli buluyor ve müşriklerin yaptığı eziyetlere karşı tahammül gücü artıyordu. Bu, bizim içinde çok büyük bir derstir.

Biz de daima önceki Peygamberlerin ve sadat-ı kiram'ın hallerini, ahlaklarını bilirsek, çok büyük menfaat elde ederiz. Çünkü onların güzel ahlaklarını bildiğimiz zaman: "Keşke benim ahlakımda öyle olsaydı, keşke bende onlar gibi amel yapsaydım." diyerek, amelin üzerinde daha gayretli oluruz. Böyle olduğumuz zaman da inşaallah Allah-u Zülcelal o amelleri ve o güzel ahlakları bize nasip eder.

Allah-u Zülcelal'e karşı olan ibadetlere, namaz olsun, oruç olsun, zekat olsun, hac olsun, yolun üzerindeki bir şeyi kaldırmak olsun, mü'min kardeşimize yardımcı olmak olsun, yani hangi ibadet olursa olsun daima o ibadetlere aşık olmamız lazımdır.

Böyle olduğu zaman belki de Allah-u Zülcelal bizim küçük bir ibadetimize bakarak bizi af ve mağfiret edebilir. Bilhassa namazın üzerinde elimizden geldiğince gayretli olmamız lazımdır. Çünkü namaz İslam dininin direğidir. Namazın olmaması, binanın direksiz olması gibidir. Onun için ilk olarak kendimize, ailemize, dost ve akrabalarımıza namaz ile tavsiyede bulunmamız lazımdır. Namaz bütün ibadetlerin başıdır. Çünkü Allah-u Zülcelal bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: "Kuşkusuz namaz, hayasızlıktan ve kötülükten alıkor." (Ankebut; 45)

İşte namaz böyledir. Onun kıymetini iyi bilelim. Rükûsu ile, secdesi ile huşu içinde, huzurlu olarak namazımızı kıldığımız müddetçe Allah-u Zülcelal bizi muhakkak günahlardan muhafaza eder, hakiki bir tevbe ve salih amel yapmayı da nasip eder inşaallah! Namazın içinde bütün meleklerin ibadetleri vardır. Biz onları görmüyoruz ama göklerdeki meleklerin bir kısmı kıyam halindedir, bir kısmı rükû halindedir, bir kısmı da secde halindedir. İşte namaz meleklerin ayrı ayrı cemaat olarak yapmış oldukları bu ibadetleri kendi içinde toplamıştır. Ve Allah-u Zülcelal bu namaz ibadetini bize nasip etmiştir.

A'lâ isminde bir zat, Ankebut suresini tefsir ederken şöyle demiştir: "Namaz, meleklerin tümünün ibadetlerini ve diğer ibadetlerin çeşitlerini içinde topladığı için Allah-u Zülcelal buyuruyor ki: "Ey kulum! Sen bu zayıflığınla Bana rükû yapıyorsun, secde yapıyorsun, kıyam yapıyorsun, tesbih yapıyorsun, tehlil yapıyorsun ve zayıflığına rağmen Bana bunları hediye ediyorsun, Ben keremimle, cömertliğim ve zenginliğimle sana niçin cennetin içindeki çeşit çeşit nimetleri vermeyeyim? Cemalimi niçin sana göstermeyeyim ve seni niçin af ve mağfiret etmeyeyim?"

Peki bundan daha güzel bir şey var mıdır? Allah-u Zülcelal'in kıyamet gününde bize bu şekilde hitap etmesinden daha güzel bir şey var mıdır? Cennette öyle çok ve çeşitli nimetler vardır ki, insan bütün ömrünce bu nimetleri saysa yine de bitiremez.

İnsan bu müjdeye bakarak ruhunu, canını namaz için feda etmesi lazımdır. Bilhassa sabah namazına aşk ve muhabbetle kalkmak lazımdır. Nefs sıcak yataktan çıkmak istemez. Türlü hilelerle insanı sabah namazından geri bırakmak ister. Böyle olduğu zaman hemen bu müjdeleri aklımıza getirip yaramaz olan nefse uymamamız lazımdır. Eğer ona uyacak olursak bizi çok perişan eder.

Onun için Allah-u Zülcelal'in rızasına, ibadetine karşı meraklı ve mahzun olmamız lazımdır. Geçip giden bu günlerimizin, nefesleri-mizin üzerinde: "Benim bu günlerim, nefeslerim hep boşa gitti." diyerek mahzun olmamız lazımdır. Onun için Şah-ı Nakşibend şöyle demiştir: "Nefsi hiç olmazsa bir, iki veya üç saatte bir hesaba çekmek lazımdır."

Eğer bu bir, iki ve üç saat içinde salih ameller yapmış ise, ona cennet ni'metlerini hatırlatarak daha da çok yapması için teşvik etmelidir. Yok eğer kötü amellerle vaktini geçirmişse, ona cehennem azabını hatırlatmalı ve hemen tevbe edip Allah-u Zülcelal'e yönelmelidir. Allah-u Zülcelal kıyamet gününde, aldığımız ve verdiğimiz nefeslerin hesabını dahi bize soracaktır. Peki hem Allah-u Zülcelal'in hakkını yerine getirmemek, hem de sanki hiçbir şey olmamış gibi davranmak doğru mudur? Elbette doğru değildir. Onun için özür dilemek ve: "Ya Rabbi! Ben senin hakkını yerine getiremiyorum. Bana kuvvet ver, Senin ibadetini yapabileyim." diyerek mahzun olmak lazımdır.

Allah-u Zülcelal her şeyin üzerine lütfunu ve -Neuzübillah- kahrını takdir etmiştir. Daima O'nun lütfunu talep etmek lazımdır. Allah-u Zülcelal bir kimsenin üzerine lütuf ve merhamet kapısını açtığı zaman, kahır kapısını kapatmış olur. -Neuzübillah- bir kimsenin üzerinde kahır kapısını açtığı zaman da lütuf kapısını kapatmış olur.

Onun için daima bir dilenci gibi Allah-u Zülcelal'den üzerimize lütuf kapısını açmasını istememiz lazımdır. Biz ısrarla istediğimiz zaman, O'nun yanında hiçbir şey zor değildir ve cömertliği ile inşaallah bizim üzerimize lütuf kapısını açacaktır. İnsan ne derecede Allah-u Zülcelal'e karşı samimi olur ve yalvarırsa, Allah-u Zülcelal de o derecede lütuf kapısını, ihsan kapısını ve merhamet kapısını ona açacaktır.

Anlatıldığına göre, İsrailoğulları zamanında saliha bir kadın vardı. Onun kocası onu ibadetten alıkoyuyordu ve ona eziyet ediyordu. Ama kadın, kocasının yaptığı eziyetlere hiç aldırmıyordu. Kocası daima ona eziyet etmek için bahane arıyordu. Bir gün bir bez parçasının içine bir miktar para koyup saklaması için hanımına verdi. Ve gizlice nereye sakladığını görmek için arkasından gitti. Kadın parayı saklayıp oradan ayrılınca, kocası içinde para olan bez parçasını alıp denize attı. Bir balık o parayı yuttu.

Adam bir gün balık avlamaya gitti. Ve parayı yutmuş olan balığı tuttu ve eve getirdi. Balığı, pişirmesi için hanımına verdi. Kadın balığın karnını yarınca içinde para olan bez parçasını gördü. Onu alıp yine eski yerine koydu. Tabi kocası ona eziyet yapmak için bahane arıyordu. Hanıma: "Sana verdiğim emaneti getir." dedi. Kadın gidip parayı aldı ve getirip kocasına verdi. Adam bu duruma çok şaşırdı. Tabi adam Allah-u Zülcelal'in kudret ve azametini bilmediği için çok şaşırdı. Kadın da bunun Allah-u Zülcelal'in yanında çok küçük bir şey olduğunu bildiği için hiç şaşırmadı. Adam bu hali görünce, Allah-u Zülcelal'in yoluna döndü.

İşte Allah-u Zülcelal böyledir. İnsan Allah-u Zülcelal'e tevekkül eder ve samimi olarak O'nun ibadetini her şeyin üstünde görürse, O'nun rızasını her şeyin önüne koyarsa, Allah-u Zülcelal de ona karşı her türlü lütuf ve ihsanda bulunur.

İsa aleyhisselam bir gün deniz kenarından geçerken, nurdan yaratılmış bir kuş gördü. İnsan ona baktığı zaman nurunun aydınlığından gözünü açamazdı. Kuş gidip kendini çamura batırdı ve gidip denize girdi ve yine tertemiz olup parladı. Denizden çıkıp yine çamura battı ve gelip denize girdi, temizlendi. Bu hal tam beş sefer tekrar etti. İsa aleyhisselam: "Bu kuş neden kendini çamura batırıyor, sonra çıkıp denize giriyor ve temizleniyor?" diye kuşun haline şaşırdı. Allah-u Zülcelal İsa aleyhisselam'a şöyle vahyetti: "Ya İsa! O namazın temsilidir." Hakikaten de o kuş kendisini beş defa çamura batırdı. Daha sonra çamurdan çıkıp denize girerek kendini temizledi.

İnsan da namaz kıldığı zaman aynı o kuşun denizde temizlenip nurlandığı gibi, hatalarından temizlenip nurlanıyor. Yine hata yaparsa aynı kuşun çamura girmesi gibi zulmetle kaplanıyor ve namaz kıldığı zaman tertemiz oluyor. İşte namaz insan için böyle kıymetlidir. Ebu Hureyre radıyallahu anh şöyle anlatmıştır:
"Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle söylediğini işittim: "Sizden birinizin kapısının önünden bir nehir aksa ve bu nehirde her gün beş kere yıkansa, acaba üzerinde hiçbir kir kalır mı, ne dersiniz?" Sahabeler: "Bu hal, onun kirlerinden hiçbir şey bırakmaz!" deyince, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem tekrar şöyle buyurmuştur: "İşte bu, beş vakit namazın misalidir. Allah onlar sayesinde bütün hataları siler." (Buhari, Müslim)

Allah-u Zülcelal'e yüz bin defa şükür ve hamd-ü senalar olsun ki, bize çok büyük kolaylıklar göstermiş ve çok büyük ve kıymetli bir nimet olarak tevbe kapısını bize açmıştır. Ama maalesef insan o nimetin kıymetini bilmiyor.

Haberlerde şöyle geçmektedir: Bir kul, Allah-u Zülcelal'e karşı tevbe ettiği zaman, yerle göğün arasında yetmiş tane kandil yanar. Tabi melekler bunu gördükleri zaman bir münadi şöyle der: "Filan oğlu filan, Rabbi ile sulh (barış) yaptı." Çünkü kişi şeytanın yanında olduğu zaman, şeytan Allah-u Zülcelal'e düşman olduğu için, sanki o da düşman olmuş olur. Şeytanın yanından ayrılıp Allah-u Zülcelal'e karşı tevbe ettiği zaman, kendi Rabbi ile sulh yapmış olur.
Öyle ise İslam dininde bu tevbeden daha güzel bir şey var mıdır? İnsan için öyle büyük ve kıymetli bir nimettir ki, anlatmakla bitireme-yiz. Onun için tevbenin kıymetini iyi bilelim.

Bazı insanlara; ‘Gelin tevbe edin’ dediğimiz zaman o kimseler: "Allah, benim gibi bir adama azap verir mi?" diyerek bir kibrin ve ucbun (kendini beğenmişliğin) içine giriyorlar. Fakat Allah dostlarının onu gördüğü gibi, o da kendini görseydi, kıyamet gününde Allah-u Zülcelal'in azabına ne şekilde müstahak olduğunu anlayacaktı.

Allah-u Zülcelal, bize karşı çok merhametli olmasına rağmen, O'nun bu merhametini maalesef değerlendiremiyoruz. Allah-u Zülcelal'e hamd-ü senalar olsun ki, bize çok büyük bir nimet olarak iman vermiş ve bu imandan sonrada tevbe nasip etmiştir.

İnsan kendisinde bir ilerleme olmayıp yerinde saydığı zaman veya geri gittiği zaman, hemen tevbeye kaçmalıdır. "Acaba Allah-u Zülcelal bir günahtan dolayı bana gazaba mı geldi?" diyerek hemen tevbeye sarılmak lazımdır. Aylarca tevbeyi terketmek çok yanlıştır. Nice günahlar vardır ki, hepsini unutuyoruz fakat kıyamet gününde bu günahların hepsini zerre zerre göreceğiz. Bunların hepsi Allah-u Zülcelal'in yanında kayıtlıdır.

Fakat o günahları şimdi unutmuşuz hiç hatırımıza gelmiyor. Onun için umumi olarak Allah-u Zülcelal'e karşı tevbe ederken, Allah-u Zülcelal bu unutmuş olduğumuz günahlarımızı da sevaba çevirecektir inşaallah!

Aliyyü'l-Havvas, her sabah ve her akşam vücudunda ne kadar âzâ varsa, hepsinden tevbe ediyordu. Gözlerinden, kulaklarından, dilinden, ayaklarından, kalbinden yani bütün âzâlarından birer birer: "Ya Rabbi! Bu âzâlarımla yapmış olduğum bütün günahlarımdan ben pişmanım." diye tevbe ediyodu. Ve buyuruyordu ki: "Tevbe, Allah-u Zülcelal'in gazabını söndürür."

Çünkü insan bir günah yaptığı zaman Allah-u Zülcelal ona karşı gazaba gelir. Hatta insan günah yapıp da, Allah-u Zülcelal ona gazaba geldiği zaman, melekler korkudan arş-ı âlâ'nın kenarlarına kaçarlar. Fakat Allah-u Zülcelal camilere bakıp zikir yapanları, seher vaktinde kalkıp ibadet yapanları ve yalvaranları gördüğü zaman gazabı yavaş yavaş durur ve melekler de eski yerlerine dönerler.

Dünyada dolaşıyoruz, yiyoruz, içiyoruz, önümüze ne gelirse yapı-yoruz ama hakikat böyle değildir. Biz Allah-u Zülcelal'e karşı nasıl davranıyorsak, ağaçlar, taşlar, topraklar da bize o şekilde muamele ediyorlar. Hatta kabrimiz de bize öyle muamelede bulunuyor. Eğer biz vaktimizi ibadetle, zikirle, Allah-u Zülcelal'in razı olacağı işlerle geçirirsek, kabrimiz bize der ki: "Allah senden razı olsun! Ben sana aşığım. Ne zaman yanıma geleceksin? Sen benim yanıma geldiğin zaman, sana hürmet edeceğim." Ama günahlarla meşgul olup, Allah'a âsi geldiğimiz zaman yine o kuru toprak der ki: "Allah seni kahretsin! Ben sana karşı çok gazaplanıyorum. Sen benim yanıma ne zaman geleceksin? Geldiğin zaman senin kemiklerini birbirine geçireceğim." Onları böyle sakin ve dilsiz olarak görüyoruz ama onlar konuşurlar. Fakat biz seslerini duymuyoruz. Eğer biz Allah-u Zülcelal'e aşık olursak onlarda bize aşık oluyorlar. Fakat biz âsi olursak, onlar da bize buğz ediyorlar. İşte Allah-u Zülcelal'in işleri böyledir. Her ne kadar biz bir şey görmüyorsak da, manevi âlem bu şekilde çarketmektedir.

Ka'bü'l-Ahbar radıyallahu anh şöyle demiştir: "Kim bir gece, kimsenin görmediği bir yerde Allah-u Zülcelal'e ibadet yaparsa, o gece o kişiyi nasıl terkederse, o kişi de aynı şekilde günahlarını terketmiş olur." Yani insan hiç kimsenin görmediği bir yerde bir gece Allah-u Zülcelal'e ibadet ederse, nasıl gecenin içinden çıkıp, sabaha giriyorsa, günahların içinden de o şekilde çıkar. Allah-u Zülcelal bizleri kendisine ibadet etsinler diye yaratmıştır. Allah-u Zülcelal bizi bu dünyaya kendi rızasını kazanabilmemiz için göndermiştir. Allah-u Zülcelal böyle buyurduğu halde bizim kalbimizde başka şeylerin bulunması çok yanlış bir şeydir. Kalbimizde daima Allah-u Zülcelal'in rızasını kazanmak için bir merak, bir hararet ve yanma bulunmalıdır. Eğer insanın kalbinde Allah-u Zülcelal'in rızasının merakı varsa, gün-gün, saat-saat O'na doğru mutlaka gidecektir.

Malik bin Dinar şöyle demiştir: "Dünyada insanın kalbinde ne kadar dünya merakı varsa, o derece ahiretin merakı onun kalbinden çıkar."
Bu söze biraz dikkat etmemiz lazımdır. Biz kalbimizi dünyaya ne kadar verirsek, ahiretin merakı o derece kalbimizden çıkar. Çünkü dünya ile ahiret tamamen birbirine zıttırlar. Bunu zahiri olarakta görebiliriz. Kalpte ahiretin merakı olduğu zaman insan namaz kılar, zikir yapar, hatme yapar, cemaate gelir.
Böyle olan bir kimsenin kalbinde Allah-u Zülcelal'in rızasının merakı var demektir. Ama bu ibadetlerin üzerinde gevşek davranıyorsa, adi olan dünyanın muhabbeti, merakı kalbine gelmiş, ahiretin merakı kalbinden çıkmış demektir.

Nasıl insan bir evi terkettiği zaman, birkaç sene sonra o ev harabe haline geliyorsa; insanın kalbi de aynen böyledir. Allah'ın rızasının merakı ondan çıkarsa veya ibadet yapmadığı zaman, zikir yapmadığı zaman, cemaati kaçırdığı zaman, gece namazına kalkmadığı zaman, bir merak bir hüzün onda peydah olmazsa, aynı harabe olan ev gibi kalpte harabeye döner. Üzerimize bir gevşeklik geldiği zaman: "Ben mahvoldum. Cehennem ateşine müstahak olabilirim." diye ateşten kaçar gibi bu halimizden kaçmamız lazımdır.

"Ya Rabbi! Ben nefsimden, vücudumdan, hatalarımdan ve amellerimden sıyrıldım. Senin rahmetine sığınıyorum." diye Allah-u Zülcelal'e yalvarmamız lazımdır. O'nun rahmeti olmazsa, insanın ameli onu kurtaramaz.

Allah-u Zülcelal, kullarına öyle büyük bir merhamet kapısı açmıştır ki, bu kapıyı hepimiz bilmemiz lazımdır. Bu kapının kıymetini, dünyada iken bilmeyerek ahirete göç edersek, ahirette biliriz.

Fakat o zaman da hiç bir menfaat elde edemeyiz. Bu kapının kıymetini ve değerini bu dünyada mutlaka bilmemiz lazımdır. Çünkü insan ibadetiyle, taatıyla kendisini kurtaramaz. Mutlaka, Allah-u Zülcelal'in affıyla kurtulabilir. Kim olursa olsun, Allah-u Zülcelal affetmez ise, o kimsenin sonu helaktır. Onun için Allah-u Zülcelal'in merhamet kapısına gitmemiz lazımdır. Affolunmak için Allah-u Zülcelal'e çok yalvarmalıyız.

Bu ahir zamanda mü'min kardeşlerimiz, maalesef Allah-u Zülcelal'in bu merhamet kapısından çok gafildirler. "Ben tevbe ediyorum." demekle kalmak doğru değildir. Tevbenin kabul alameti; insanın tevbeden önceki ile sonraki halinin arasında fark olmasıdır. İnsanın tevbeden sonraki halinin mutlaka değişmesi lazımdır. Böyle olunca o kişi gerçek tevbe etmiş olur.

Bizler sanki önümüzde hiçbir şey yokmuş gibi dünya üzerinde geziniyoruz. Fakat, kabir kapısına ayağımızı bastığımız zaman, bu şekilde rahat yaşayamayacağız.

Mü'min olarak, günahsız ve Allah-u Zülcelal'in rahmetine layık olarak dünyadan ayrıldığımız zaman, kabrimiz bizi hoş karşılayacaktır. Bildirildiğine göre Useyd bin Abdurrahman şöyle demiştir: "Bana anlatıldığına göre mü'min kul ölünce cenazesini taşıyanlara "Çabuk olun, beni bir an önce mezarıma ulaştırın." der. Mezarına konunca da toprak dile gelerek ona şöyle seslenir: "Ben seni üzerimde yaşarken seviyordum. Şimdi ise seni daha çok seviyorum." Buna karşılık kafir bir kul önce cenazesini taşıyanlara: "Aman, beni geri götürün." diye bağırır. Mezarına konunca da toprak dile gelerek ona şöyle der: "Ben senden üzerimde yaşarken zaten nefret ederdim. Şimdi ise daha çok nefret ediyorum."

Hz. Ömer radıyallahu anh, halife olunca ilk işi uzun boylu ve gür sesli bir münadi bulmak olmuştu. Kazancının fazlasını vererek saat başı nerede olursa olsun kendisine gelerek yüksek sesle: "Mağrurlanma Ömer! Ölüm var!" diye bağırması için görevlendirmişti. Bununla da yetinmeyerek belki meşguliyete dalar da halka haksızlık yapar korkusu ile üzerinde: "Ömer! Ölümü unutma!" diye yazan büyük kaşlı bir gümüş yüzük yaptırmıştı.

Şeyh Muhammed Diyauddin akşam hanesine gittiği zaman hep ölümü düşünür, tanıdıklarından ölenleri anar ve: "Falan şu kadar sene yaşadı, filan şu kadar hayat sürdü, şöyle yaptı, böyle yaptı ama nihayet ölüm geldi de göçüp gittiler." diye onbeş yirmi kişiyi anarak onların gidişini göz önüne getirip, ölümü mülahaza ederdi ve kendisine şöyle derdi: "Onlar sıralarını savıp gittiler, şimdi ise sıra bana geldi. Artık sıra bendedir."

Kıyamet gününü hiç unutmamamız lazımdır. Kıyamet günü o kadar korkunç ve dehşetli bir gündür ki; o gün insanlar dimdik, Allah-u Zülcelal'in rahmetine bakarlar, lakin orada hiç bir fayda yoktur.

Ama bugün böyle Allah'ın rahmetine bakarsak, orada nice menfaatler vardır. Daha o korkunç güne girmeden önce Allah-u Zülcelal'in rahmetine gözlerimizi dikersek, o zaman Allah-u Zülcelal bizlere merhamet edecektir.

Allah-u Zülcelal kendi fazlı ve keremi ile bizlere muamele etsin ve hepimize razı olacağı şekilde salih amel nasip etsin...

Namaz Kurtuluştur

http://sabrikontek.azbuz.com http://sabrikontek.blogcu.com http://sabri28kontek.sitemynet.com Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: "Nihayet onların peşinden öyle bir nesil geldi ki, bunlar namazı bıraktılar; nefislerinin arzularına uydular. Bu yüzden ileride sapıklıklarının cezasını çekecekler." (Meryem; 59)

Allah-u Zülcelal, namazı bırakanlar ve nefsani istekler peşinde koşanlar için, bu ayet-i kerimede: "Namazı bıraktılar; nefislerinin arzularına uydular." buyuruyor. Namaz İslam'ın direğidir. Namaz konusunda hem kendimize, hem de aile efradımıza tavsiyede bulunalım. Onları da bu hususta uyaralım.Cabir bin Abdullah radıyallahu anh'dan rivayetle Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: "Müslüman bir kişi ile küfür ve şirk arasındaki fark, namazı terketmektir." (Müslim)

Anlatıldığına göre, iki kardeş vardı. Bunlar mecusi idiler. Ateşe tapıyorlardı. Bir gün dediler ki, biz ateşi deneyelim, eğer ateş kendisine senelerdir ibadet etmemize rağmen bizi yakarsa, biz ateşe daha niye ibadet edelim? Ve aralarında anlaştılar. Küçük olan kardeş, ateşe elini soktu ve eli yandı. Eli yanınca ateşe haykırdı: "Ya zalim, bunca zamandır sana ibadet ediyorum, sen ise beni yakıyorsun?" Sonra abisine şöyle seslendi: "Ben bir daha ateşe ibadet etmeyeceğim, müslüman olacağım."

Fakat büyük kardeşi, ateşe tapmaya devam etti. Küçük olan, evini, hanımını ve çocuklarını alıp başka bir yere gidip, orada ibadete başladı. Hanımı ona, gidip çalışıp eve bir şeyler getirmesini söyledi. O da gidip, bir iş bulamayınca, bir camide ibadetle meşgul oldu ve akşam eve döndü.

Ertesi gün, yine çalışmak için evden çıktı, yine iş bulamayınca, camiye gidip ibadetle meşgul oldu. Akşam eve döndüğünde, hanımı bir şeyler getirip getirmediğini sorunca, o da, utancından iş bulamadığını söyleyemedi ve: "Benim çalıştığım kişi, bana ücretimi yarın verecek, öyle anlaştık!" dedi. Üçüncü gün, yine iş bulmak için çıktı, o gün de cuma günü idi. Yine iş bulamadı, camiye gidip, cuma namazını kıldıktan sonra, ellerini açıp şöyle dua etti: "Ya Rabbi, ben açlıktan hiç korkmuyorum. Fakat ailemin, geri dönüp ateşe tapmalarından korkuyorum. Bu günün hürmetine, sen bize bir şeyler ver." Akşam evine dönerken baktı ki, evinden güzel yemek kokuları geliyor. Eve girince hanımına, bunları nereden bulduğunu sordu. Hanımı: "Sen gittikten sonra bir genç geldi ve elinde bir tabak vardı, üstü de örtülü idi. Bunu bana verdi ve: "Cuma günü çalışanın mükafatı budur." deyip çekti gitti. Ben de örtüyü açtım, içinde altın vardı. Bir tanesini alıp, mecusi olan bir sarrafa götürdüm. Altını tarttı ve: "Bu dünya altını değildir, bu daha ağırdır, bunu nereden buldun." dedi. Ben de anlattım. O mecusi de müslüman oldu. Bana bir şeyler daha verdi, ben de eve geldim." diye tüm olanları anlattı.

İşte, Allah-u Zülcelal, dünyadayken kendine halis olarak yönelen kuluna böyle veriyor. Ahirette, nasıl vereceğini, ancak kendisi bilir. Bizler, elimizden geldiği kadar, Allah'a ibadete yönelmeliyiz. Aklımızı, fikrimizi, O'nun rızasını kazanmaya vermeliyiz.

O öyle bir Allah'tır ki; yerin yedi tabakası, göklerin yedi katı, kainatta ne varsa, bir an bile onun nazarından uzak değildir. Her an, her şeyi hakkıyla bilmekte ve görmektedir. Ve öyle bir kudret ve azamet sahibidir ki; her şey O'nun irade ve tasarrufuyla hayat buluyor. Tabi olarak, insan bu azameti, tasavvur ve idrak etmekten aciz kalıyor. Çünkü O, hiç bir yönden insana benzemiyor. O'na, hayal dahi, yetişmekten çok çok aciz kalıyor.

Hz. Hasan radıyallahu anh şöyle demiştir: "Bizden öncekilerin, dünyadaki taşlar adedince altın infak etme fedakarlığında bulunsalar bile, Allah'dan korkuları tamdı."

Yani: "Ben bu kadar ibadet yaptım, bu kadar sadaka verdim, Allah'a bu kadar yakın oldum." demiyorlardı. Niçin? Çünkü onların, Allah'dan korkuları tamdı.

Ka'bü'l-Ahbar şöyle demiştir: "Ağırlığım kadar altını sadaka olarak dağıtacağıma Allah korkusu ile ağlayarak yaş akıtmam daha iyidir. Her hangi bir kimse Allah korkusu ile ağlar da göz yaşının bir damlası yere düşerse yere düşen yağmur damlası su halinde tekrar göğe çıkmadıkça o kim seye cehennem ateşi değmez. Buna göre nasıl yere düşen yağmur damlası su halinde göğe dönemiyorsa, dünyada Allah korkusu ile yaş döken kimseye de asla cehennem ateşi değmez."

Peki, niçin böyle söylüyorlar? Çünkü, biliyorlar ki, Allah-u Zülcelal'in korkusundan akan bir damla yaş, kıyamet gününde dağlar kadar alevi sondürür; o kadar kıymetlidir. Bir damla gözyaşı niçin bu kadar kıymetli oluyor? Bunun beraberinde getireceği şeylere bakalım. Birincisi ve en başta geleni, kişi Allah'dan korktuğu zaman, İslam'ın beş şartından birincisi olan namazına çok dikkat edecektir.

Anlatıldığına göre, Benî İsrail zamanında bir kadın Musa aleyhisselam'a gelerek çok ağladı ve: "Ey Allah'ın Peygamberi! Ben bir büyük günah işledim ve pişman olup, tevbe ettim." dedi. Musa aleyhisselam: "Senin günahın nedir?" diye sorunca, kadın: "Ben zina yaptım ve bir oğlan çocuğu doğurdum daha sonra da bu çocuğu öldürdüm." dedi. Musa aleyhisselam kadına: "Derhal benim yanımdan çık! Eğer senin üzerine gökten bir ateş yağarsa biz de yanarız!" diyerek ona kızdı.

Kadın kırılmış bir kalple Musa aleyhisselam'ın yanından çıktı. Cebrail aleyhisselam Musa aleyhisselam'a geldi ve dedi ki: "Allah-u Zülcelal buyuruyor ki: Ya Musa! O tevbeli kadına niçin kızdın? Sen ondan daha kötüsünü görmedin mi?" Musa aleyhisselam: "Ondan daha kötüsü kimdir Ya Cebrail?" diye sordu. Cebrail aleyhisselam şöyle cevap verdi: "Namazı kasten terkedenlerdir."

Anlatıldığına göre, İbn-i Abbas radıyallahu anh bir gün sahabelerle otururken ezan okunmaya başladı. İbn-i Abbas radıyallahu anh öyle şiddetli ağlamaya başladı ki, cübbesi sanki su dökülmüş gibi ıslandı. Bunu gören diğer sahabeler de ağlamaya başladılar. İbn-i Ali radıyallahu anh ona dedi ki: "Ey Resulullah'ın amcasının oğlu, niçin böyle ağlıyorsun? Biz sen ağlıyorsun diye ağlıyoruz." İbn-i Abbas radıyallahu anh dedi ki: "Müezzinin ne dediğini biliyor musunuz?"

Sahabe-i kiramlar: "Müezzinin ne dediğini bize söyle ey İbn-i Abbas!" dediler. İbn-i Abbas radıyallahu anh şöyle buyurdu: "Müezzin Allah-u Ekber dediği zaman: Ey meşgul olan insanlar! Uğraştığınız işleri bırakın ve ezana dönün ve sizin için en hayırlı olan namaza gelin. Eşhedü en lâ ilâhe illallah, dediği zaman: Gökleri, yeri ve onların içerisinde bulunan melekleri, size haber verdiğime şahit tuttum. Eşhedü enne Muhammeden Resulullah dediği zaman: Bütün Peygamberleri ve Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellam'i size günde beş sefer haber verdiğime şahit tuttum. Hayya ale's-salah, dediği zaman; Allah-u Zülcelal bu dini ve namazı sizin üzerinize kaim etti. Öyle ise, bu dinin ve namazın gereklerini yerine getirin. Hayya ale'l-felâh, dediği zaman; Allah-u Zülcelal'in rahmetine girin ve hidayet hazinesinden payınıza düşeni alın. Son olarak Allah-u Ekber, dediği zaman; namaz olmadan yapılan işler haramdır. Lâ ilahe illallah, dediği zaman; bu emanet yedi kat yerin ve yedi kat göğün emanetidir. İster yerine getir, ister yerine getirme, demektedir."

İşte, bak, onlar öyleydiler. Biz ise ezan mı okunuyor, yoksa birini mi çağırıyor, birine mi sesleniyorlar diye, hiç bir şeyden haberimiz yok. Yine ticaretimizden, işlerimizden başımızı kaldırmıyoruz. Öyle insanlar vardır ki, onlar Allah-u Zülcelal'in dostlarıdır. İşte onlardan bir demirci, elindeki çekici tam kaldırıyor, vuracak, o anda ezan okunmaya başlayınca, elini ezan bitinceye kadar indirmiyordu. Allah'ın davetinin kıymetini biliyordu. Bizler işte böyle bir manevi sorumsuzluk içerisindeyiz.

Şöyle bir düşünürsek, bizi aynı anda on kişi davet ederse, biz bu on kişinin arasında en kuvvetli, en şerefli ve en büyük kim ise onun davetine iştirak ederiz. İşte Allah-u Zülcelal de bizi huzuruna çağırdığı zaman bütün dünya işlerini bırakarak O'nun çağrısına koşmamız lazımdır.

İftitah tekbirini imamla beraber alırsak, cemaat sevabının dışında ayrı bir sevap alırız.

Hatem-i Esam şöyle anlatmıştır: "Bir vakit namazında cemaatten geri kaldım, sadece Ebu İshak Buhari taziyetime (başsağlığıma) geldi. Oysa ki, eğer bir çocuğum ölseydi, on binden fazla kişi beni taziye etmeye gelirdi. Çünkü din konusunda karşılaşılan musibet, insanların gözünde dünya ile ilgili musibetten daha az önemlidir."

Bakınız taziye için niçin daha çok kimse gelmedi, diye teessüfte bulunuyor, çünkü benim başıma taziyelik bir iş geldi, bir namazı cemaatle kılamadım, diyor. İşte onlar böyleydi, cennet onlara helal olsun.

Ebu Hureyre radıyallahu anh şöyle demiştir: "Ademoğlunun kulağına kurşun dökülmesi, ezanı duyduğu zaman cemaate gitmemesinden daha hayırlıdır." Kıyamet günü olunca bazı kimseler parlak yıldız gibi bir yüzle mahşere gelirler, melekler onlara: "Dünyada ne amel işlerdiniz?" diye sorarlar, onlar da: "Ezanı duyunca başka bir şeyle oyalanmaksızın hemen abdest almaya kalkardık!" diye cevap verirler. Arkasından başka kimseler yüzleri ay gibi olarak mahşere gelirler, onlar da meleklerin aynı sorusuna:

"Namaz vakti girmeden önce abdest alırdık!" diye cevap verirler. Daha sonra yüzleri güneş gibi parlayan bir grup mahşer yerine gelir, bunlar da meleklerin aynı sorusuna: "Biz ezanı camide dinlerdik!" diye cevap verirler.

Allah-u Zülcelal'in emrini hemen yerine getirmek lazımdır. İmamla beraber iftitah tekbiri getirmenin sevabı çoktur. Şundan dolayı ki namaz Allah'ın emridir. Bunun hemen yerine getirilmesi gerekir. İnsan da iftitah tekbirini imamla beraber getirse bu namaz emrini hemen yerine getirmiş olur. Hem de bir çok sevabı kaçırmamış olur.

Allah-u Zülcelal, namazı hakkıyla yerine getirmeyi hepimize nasip etsin…

Namaz Kılmayanın Durumu

http://sabrikontek.azbuz.com http://sabrikontek.blogcu.com http://sabri28kontek.sitemynet.com Anlatıldığına göre, Kim namazını kılmazsa, Allah-u Zülcelâl onu on beş şey ile azaplandırır: Bunların beş tanesi dünyada, üç tanesi ölüm anında, üç tanesi kabirde, üç tanesi de kabirden çıktığı zamandır.

Dünyada iken beş tanesi;

1-Ömründen bereket alınır.

2-Salihlerin siması yüzünden silinir.

3-Ne kadar (hayırlı) amel yaparsa yapsın, sevap kazanamaz.

4-Duası göklere yükselmez.

5-Salihlerin dualarında payı yoktur.

Ölüm anında iken üç tane;

1-Perişanlık içinde ölür.

2-Aç olarak ölür.

3-Dünyanın bütün denizlerini de içse, susuz olarak ölür.

Kabirde iken üç tane;

1-Kabir, kaburgaları birbirine geçene kadar üzerine daralır.

2-Kabri ateşle dolar ve gece-gündüz közlerin içinde yanarlar.

3-Şüceal akra isminde gözleri ateşten, tırnakları demirden ve her bir tırnağının uzunluğu bir günlük mesafe olan bir yılan musallat olur. Sesi aynı gök gürültüsü gibidir.

Der ki: “Rabbim bana şöyle emretti: Sabah namazını terk etmeden dolayı, sabah vaktinin girişinden öğlene kadar, öğle namazını terk etmenden dolayı, öğleden ikindiye kadar; ikindi namazını terk etmenden dolayı, ikindiden akşama kadar; akşamı terk etmenden dolayı akşamdan yatsıya kadar, yatsıyı terk etmenden dolayı da yatsıdan sabaha kadar sana azap vereceğim.” Ve ona her vuruşunda yetmiş zira (uzunluk birimidir) yerin dibine girer. Kıyamet gününe kadar bu azabı devam eder.

Kabirden çıkarken üç tane;

1-Hesabı şiddetli olur.

2-Allah-u Zülcelâl ona gazaba gelir.

3-Cehennem ateşine atılır.

(Ravi, on beşinci azabı unutmuştur.)

İşte namazı kılmayanların durumu böyledir. Namaz kılmayan kimselerin kendilerine verdikleri bu zararın yanında bir de; “Aile fertlerinden ve komşularından yetmiş kişiye kadar kötülükleri dokunur.”

Kıyamet gününde, bir takım insanlar gelip namaz kılmayan kişinin yakasından yapışarak: “Sen dünyada bizim hakkımızı kaybettin. Bizim hakkımızı ver.” derler. Bunlar, Adem (Aleyhisselam)’den tâ kıyamet kopuncaya kadar ki salih kimselerdir. Peki neden haklarını isterler? Çünkü namaz kılan kişi, namazda teşehhüde oturduğu zaman; “Selam bize ve Allah’ın salih kullarına!” der. Bu duanın sevabı, Adem (Aleyhisselam)’den kıyamet kopuncaya kadar ki bütün salih kimselerin ruhlarına ulaşır.

Bir kişi namazı kılmadığı zaman, o salih kimseleri bu sevaptan mahrum etmiş olur. Onun içinde bu salih kimseler kıyamet gününde namaz kılmayan kişinin yakasına yapışıp: “Bizim hakkımızı ver.” derler. İnsan Allah-u Zülcelâl’in huzuruna hiç kimsenin hakkını almadan çıksa bile, sadece bu hak onun cehenneme gitmesine yeter.

Netice olarak, eğer insan nefsini biraz olsun seviyorsa namaza çok dikkat etmelidir. Çünkü namaz insan için çok büyük bir kurtuluştur. Onun için insan namazda geçirdiği vaktini hayatının en mutlu ve neşeli zamanı olarak bilmelidir.

Namaza ayrılan saatler, ebedü’l-ebed hiç bitmeyecek olan ahiret hayatımız için bir hazırlıktır. Bu mükafatı çok büyük olan namaz ibadetinin üzerinde özenle devam eden kimselere müjdeler olsun.

Çünkü namaz, insanı Allah-u Zülcelâl’e yaklaştırdığı gibi, şeytanı da mahveder. Onun için Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur ; “Namaz şeytanın yüzünü siyah eder.” (Deylemi)

Cemaatle Namazın Faydası

http://sabrikontek.azbuz.com http://sabrikontek.blogcu.com http://sabri28kontek.sitemynet.com.::Cemaatle kılınan namaz, tek başına kılınan namazdan yirmi yedi derece daha faziletlidir." (Nesai, Ebu Davud)

Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) bir çok hadislerinde namazların cemaatle kılınmasını emretmiş, münferit kılmak için ruhsat isteyenlere sıkı şartlar altında ruhsat vermiştir. Nitekim âmâ olan adam, Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)'e hitaben; "Ey Allah'ın Resulü! Beni mescide götürecek bir kılavuzum yoktur." diyerek, Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)'den mescide gelmemek ve evinde kılmak hususunda müsaade istedi. Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)'de kendisine müsaade etti. Fakat adam dönüp giderken onu çağırarak; "Ezanı duyuyor musun?" diye sordu. Adam da; "Evet" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem); "O halde davete icabet et." buyurdu. (Müslim)

Ebu Hureyre (Radıyallahu Anh)'den rivayetle Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) şöyle buyurmuştur; "Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, ateş yakılması için odun toplamayı emretmeyi, sonra da namaz için ezan okunmasını, daha sonra bir kimseye emredip insanlara imam olmasını, sonra da cemaatle namaza gelmeyenlere gidip evlerini yakmayı düşündüm." (Buhari, Müslim)

İbn Mes'ud (Radıyallahu Anh)'dan rivayetle Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) şöyle buyurmuştur; "Her kim ahirette Allah-u Teala'ya müslüman olarak kavuşmak isterse şu namazlara devam etsin Nerede çağrılırsa (ezan okunursa orada hemen cemaate koşsun)." (Müslim, Ebu Davud, Nesâi)

Sonra ibn Mes'ud (Radıyallahu Anh) şöyle devam etti; "Şüphesiz Allah sizin peygamberinize Sünen-i Hüda (doğru yollar) meşru etti. Bu namazlarda Sünen-i Hüdadandır. Eğer siz cemaatten geri kalıp evinde kılanlar gibi, evlerinizde kılsanız elbette Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)'in sünnetini (yolunu) terketmiş olursunuz. Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)'in sünnetini terkedince de elbette sapıtmış olur sunuz. Her hangi bir kişi güzelce abdest alır da şu camiilerden birine gitmeyi kasd ederse mutlaka Allah-u Teala o kişiye attığı her adıma karşılık bir hasene yazar, onu bir derece yükseltir ve bir günahını siler. Biz müslümanlar olarak bu namazları cemaatle kılardık, şüphesiz ben bizi şu halde görürdüm ki, cemaatten ancak münafıklığı belli olanlar geri kalırdı ve yine muhakkak ki, bir adam kendi başına cemaate gelemediğinden iki kişiye dayanarak getirilir, safa dikilirdi." (Müslim, Ebu Davud, Nesai)

Görüldüğü gibi Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) bir çok hadis-i şeriflerde namazların cemaatle kılınmasını emretmiştir. Dinimiz cemaate çok ehemmiyet vermiş ve müslümanların cemaat ve birlik olmalarını teşvik etmiştir.

İnsanın nefsi ile arasındaki ilişki, ticari ortaklığa benzer. Nasıl ki ortaklar her işten sonra birbirleriyle hesaplaşır, kar ettiklerinde de birbirlerini daha iyisi için teşvik ederlerse, mü’min de ticaret ortağı gibi her akşam nefsiyle hesaplaşmalıdır. Allah-u Zülcelal’in razı olduğu bu salih ameli yaptığından dolayı ona, haşr, mizan ve sırat köprüsünden başarıyla geçeceğini, Allah-u Zülcelal’in kullarına karşı çok lütufkar olduğunu (Şura; 19) ve cennet ni’metlerini hatırlatıp daha iyisini yapması için teşvik etmelidir. Tevfik verip lütufta bulunduğu içinde Allah-u Zülcelal’e hamd ve şükür etmelidir.

Seferilik ve Hükümleri

http://sabrikontek.azbuz.com http://sabrikontek.blogcu.com http://sabri28kontek.sitemynet.com:: SEFERİLİK

Hanefi ve Şafii mezhebine göre Sefer, her hangi bir mesafeye gitmektir. Bu da yaklaşık 90 kilometredir. Bir kimsenin seferi sayılabilmesi için vasıtanın ismi ve şekli nazara alınmaz. Sadece mesafeye itibar edilir.

Dinen seferi sayılan bir kimse için bir takım ibadetler hafifletilmiş, bazı kolaylıklar getirilmiştir. Seferi sayılan, yani yolculuğa çıkan kimse, farz olan oruçları daha sonra tutmak üzere erteleyebilir. Meshlere mesh müddeti, seferde üç güne kadar çıkar. Başka bir kolaylıkta dört rekatlı farz namazların iki rekat olarak kılınmasıdır.

Seferi olmanın hükümleri; Bir kimsenin seferi olabilmesi için şu şartlar aranır:

1-) Yola çıkan kimsenin en az 90 km uzaklıktaki bir yere gitmeye niyet etmesi gerekir.

2-) Hanefi mezhebine göre, gideceği yerde on beş gün veya daha fazla kalmaya niyet eden kimse seferi olmaktan çıkar. Şafii mezhebine göre, seferilik müddeti dört gündür. Buna göre bir kimse, gideceği yerde dört günden fazla kalmaya niyet ederse seferi olmaktan çıkar.

Fakihler, seferinin mukime, mukiminde seferi kimseye uymasının caiz olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Seferi mukime uyarsa, namazını imama uyması icab ettiğinden dört rekat olarak tamamlaması vacip olur. Seferi mukim kimselere namaz kıldırırsa ikinci rekatta selam verir, sonra mukim olan cemaat namazlarını tamamlarlar. Hanefi ve Sünnet mezhebine göre, Seferi olan imamın namaza başlamadan önce; “Namazınızı tamamlayın, çünkü ben seferiyim” demesi müstehap olur. Eğer başta söylememişse, selam verdikten sonra söylemelidir.

Hanefi mezhebine göre, seferi iken kazaya kalan namaz, mukim iken kaza edilecek olursa yine seferi namaz olarak kaza edilir. Yani dört rekatli farz namazlar, iki rekat olarak kaza edilir. Bunun gibi mukim iken kazaya kalan namazlar, seferi iken kaza edilecek olsa, mukim gibi kaza edilir. Yani dört rekatli farz namazlar yine dört rekat olarak kaza edilir.

Şafii mezhebine göre, yolculuk sırasında kazaya kalan namazlar mukim iken dört rekat olarak kaza edilir. Mukim iken kazaya kalan dört rekatli namazlar yolculuk esnasında kaza edilecek olsa Hanefi mezhebinde olduğu gibi dört rekat olarak kaza edilir.

Bir de bilinmesi gereken vatan konusu vardır. Vatan üç kısma ayrılır.

1-) Asli vatan: İnsanın doğup büyüdüğü veya evlenip yerleşmek istediği yerdir.

2-) İkamet vatanı: İnsanın asli vatanından en az 90 km uzaklıkta olup, Hanefi mezhebine göre orada on beş gün, şafii mezhebine göre ise dört günden fazla kalmaya niyet ettiği yerdir.

Bu iki yerde de insan seferi sayılmaz.

3-) Geçici vatan: Hanefi mezhebine göre bir kimsenin on beş günden az, Şafii mezhebine göre ise, dört günden az kalmaya niyet ettiği yerdir, insan burada kaldığı müddetçe seferi sayılır.

Namaz Kılana İkram Edilenler

http://sabrikontek.azbuz.com http://sabrikontek.blogcu.com http://sabri28kontek.sitemynet.com: Her kim namazını tam vaktinde eda ederse, Allah-u Zülcelâl ona şu dokuz şeyle ikramda bulunur: Hz. Osman (Radıyallahu Anh) demiştir ki: “Her kim namazını tam vaktinde eda ederse, Allah-u Zülcelâl ona şu dokuz şeyle ikramda bulunur:

1- Allah-u Zülcelâl o kimseyi sever ve ona dost olur.

Peki bir kimse, birisini sevdiği zaman onun zarar görmesini ve eziyet çekmesini ister mi? İstemez. O kişi için daima menfaatli olan şeyleri ister. İşte bir kimse namazını vaktinde ve huzurlu bir şekilde kıldığı zaman, Allah-u Zülcelâl onu sever ve ona dost olur.

Allah-u Zülcelâl’in sevgisi de basit bir şey değildir. İnsan için çok kıymetlidir. Allah-u Zülcelâl’i sevmesi kadar ne dünyada, ne de ahirette daha kıymetli bir şey yoktur.

2- O kimsenin vücudu sıhhatli ve ibadet yapacak bir durumda olur.

3- Melekler o kimseyi muhafaza eder.

4- Allah-u Zülcelâl o kimsenin evine daima bereket verir.

5- O kimsenin siması, salih kimselerin siması gibi olur.

6- Allah-u Zülcelâl o kimsenin kalbini, bütün mahlukatlara karşı yumuşak, şefkatli ve merhametli yapar.

7- Sırat köprüsünden şimşek gibi geçer.

8- Allah-u Zülcelâl o kimseyi cehennem ateşinden muhafaza eder.

9- Allah-u Zülcelâl o kimseyi kıyamet günü salih kullarına komşu eder.

Bütün bunlara bakarak, böyle kıymetli ve mükafatı çok olan namazı terketmemek, tam aksine daha fırsatımız varken onun üzerine titremek ve namazdan gafil olan diğer mü’min kardeşlerimize de bu kurtuluş kapısından girmeleri için sohbet ve nasihat etmek lazımdır. Kaza namazı olan her insan, kalbi kanaat getirinceye kadar namazlarını kaza etmelidir.

Namazı Huşu İle Kılmak

http://sabrikontek.azbuz.com http://sabrikontek.blogcu.com http://sabri28kontek.sitemynet.com:: Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyuruyor; "Namazı huşu ile kılan insanlar kurtuluşa ermiştir." (Mü'minun; 1-2)

Huşu; Allah-u Zülcelal'den korkmak çekinmek gibi kalbin faaliyetlerinden olmakla beraber, namazda sağa sola bakmamak, oynamamak gibi davranışlardır.
Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) namazda huşu içinde olmamızı ve gözlerimizi secde yerinden ayırmamamızı emretti. Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Ve Selllem) hadis-i şerifinde şöyle buyurdu: Mutarrif, babasından şöyle nakletmiştir: “Resulullah (a.s.v)’ı namaz kılarken gördüm.Göğsünde ağlamaktan meydana gelen, kaynayan tencerenin sesi gibi ses duyuluyordu.” (Nesai, İbn-i Hıbban)

Başka bir hadis-i şerifte ise şöyle buyrulmuştur: "Beş vakit namaz, evinizin önünde akan nehir gibidir. O kişi ırmakta günde beş defa yıkanırsa onda hiç kir kalır mı?" (Müslim)

Bu şu demektir; kişi, beş vakit namazı huşu ile kıldığı zaman, büyük günahlar hariç, bütün günahlardan temizlenir. Şayet huşu ile namazı kılmazsa, namaz kendine iade edilir.

İbn-i Abbas (Radıyallahu Anh) şöyle buyuruyor: "Normal iki rekatı huşu ve tefekkür ile kılınan namaz, bir gece huşusuz ve tefekkürsüz kılınan namazdan daha hayırlıdır."

Ey Nefsim!

Allah-u Zülcelal'in huzuruna izinsiz girip kendisiyle aracısız konuşmak istersen bunu yapabilirsin. Abdestin şartlarına riayet ederek abdest al, namaz kılacağın yere git, işte o zaman Rabbinle aracısız buluşmuş ve konuşmuş olursun. Hz. Ali (Radıyallahu Anh) namaz vakti girdiği zaman titremeye başlar ve rengi solardı.

Ey Nefsim! O Hz. Ali gibi bir sahabe ve halife namaza duracağı için ve Allah'ın huzuruna varacağı için titrerken, sen sanki hiçbir şey olmuyormuş gibi huzursuz ve samimiyetsiz namaz kılıyorsun. Eğer mağfiret ve mükafat istiyorsan iyi dinle, Harem el-Usame (Radıyallahu Anh) namazı huşu ile kılmayı şöyle anlatıyor: Namaz vakti geldiği zaman, erkanına uygun abdest alırım, namaz kılacağım yere gider, vücudum dinlensin diye kısa bir süre otururum. Sonra namaza şöyle dururum.

Kaşlarımın arasında kâbe, ayaklarımın dibinde sırat köprüsü, sağımda cennet, solumda cehennem, arkamda Azraili düşünerek, korku ve ümit ile tekbir alarak namaza başlarım.

Namazı Terketmenin Akibeti

http://sabrikontek.azbuz.com http://sabrikontek.blogcu.com http://sabri28kontek.sitemynet.com:: Namazı terk etmek insan için çok korkunç bir akibettir. Bu konuda Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur; "Onlardan sonra yerlerini bir başkaları aldı; şehvetlerine uydular, namazı terk ettiler. Bunlar yakında 'gayya kuyusu'na atılacaklardır." (Meryem; 59)

Cabir bin Abdullah (r.a)’dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber (a.s.v) şöyle buyurmuştur; “Kişi ile, şirk ve küfür arasında namazı terk vardır.”(Müslim, Ebu Davud, Tirmizi)

Başka bir hadis-i şerifte ise şöyle buyrulmuştur; "Her kim namazı terk ederse, kıyamet gününde onun ne nuru, ne burhanı, ne de kurtuluşu vardır. Bunlar kıyamet gününde, firavn, karun, haman ve Ubeyy bin halef ile haşrolunurlar." (Taberani, Ahmed b. Hanbel)

Bir başka rivayette ise şöyle anlatılır; "Namaz kılmayan kişinin kıyamet gününde alnında üç satır yazı bulunur;

1-Ey Allah'ın hakkını vermeyip, haksızlık yapan.
2-Ey namaz kılmayarak Allah'ın gazabını çeken.
3-Sen dünyada Allah'ın hakkını vermediğin gibi, bu günde Allah'ın rahmetinden mahrum olacaksın.

Hz. Ebubekir (Radıyallahu Anh) zamanında bir adam öldü. Onu yıkayıp kefenlediler. Tam gömecekleri vakit kefende bir kıpırdanma oldu. Kefeni açıp baktılar ki bir yılan, ölen kişinin boynuna dolanmış, etini yiyor, kanını emiyor. Yılanı öldürmek istedikleri zaman, dile geldi ve şöyle dedi: -La ilahe illallah Muhammedü’r-Rasulullah! Benim günahım ne ki beni öldürmek istiyorsunuz? Allah-u Zülcelal bana, kıyamet gününe kadar bu şekilde ona azap etmemi emretti. Yılana; -Peki bunun hatası nedir? diye sordular. Yılan şöyle cevap verdi: -Bunun üç hatası vardır. Ezan sesini duyduğu halde cemaatle namaz kılmaya gitmezdi. Malının zekatını vermezdi. Alimlerin sözünü duyar ama, onların dediklerini yapmazdı.

Ey Nefsim!Namaz kılmanın mükafatı ve kılmamanın cezası böyledir. Şimdi kendine sor. Hangisini istiyorsun. Mezarında yılanların seni kıyamete kadar yemesini mi yoksa kıldığın namazın bir kandil gibi aydınlatmasınımı istiyorsun.

Eğer kabirde rahat etmek, yılanlarla dolu bir azaba uğramak istemiyorsan Allah'a yönel ve namaz kıl.

Namazı Terketmenin Akibeti

http://sabrikontek.azbuz.com : Namazı terk etmek insan için çok korkunç bir akibettir. Bu konuda Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur; "Onlardan sonra yerlerini bir başkaları aldı; şehvetlerine uydular, namazı terk ettiler. Bunlar yakında 'gayya kuyusu'na atılacaklardır." (Meryem; 59)

Cabir bin Abdullah (r.a)’dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber (a.s.v) şöyle buyurmuştur; “Kişi ile, şirk ve küfür arasında namazı terk vardır.”(Müslim, Ebu Davud, Tirmizi)

Başka bir hadis-i şerifte ise şöyle buyrulmuştur; "Her kim namazı terk ederse, kıyamet gününde onun ne nuru, ne burhanı, ne de kurtuluşu vardır. Bunlar kıyamet gününde, firavn, karun, haman ve Ubeyy bin halef ile haşrolunurlar." (Taberani, Ahmed b. Hanbel)

Bir başka rivayette ise şöyle anlatılır; "Namaz kılmayan kişinin kıyamet gününde alnında üç satır yazı bulunur;

1-Ey Allah'ın hakkını vermeyip, haksızlık yapan.
2-Ey namaz kılmayarak Allah'ın gazabını çeken.
3-Sen dünyada Allah'ın hakkını vermediğin gibi, bu günde Allah'ın rahmetinden mahrum olacaksın.

Hz. Ebubekir (Radıyallahu Anh) zamanında bir adam öldü. Onu yıkayıp kefenlediler. Tam gömecekleri vakit kefende bir kıpırdanma oldu. Kefeni açıp baktılar ki bir yılan, ölen kişinin boynuna dolanmış, etini yiyor, kanını emiyor. Yılanı öldürmek istedikleri zaman, dile geldi ve şöyle dedi: -La ilahe illallah Muhammedü’r-Rasulullah! Benim günahım ne ki beni öldürmek istiyorsunuz? Allah-u Zülcelal bana, kıyamet gününe kadar bu şekilde ona azap etmemi emretti. Yılana; -Peki bunun hatası nedir? diye sordular. Yılan şöyle cevap verdi: -Bunun üç hatası vardır. Ezan sesini duyduğu halde cemaatle namaz kılmaya gitmezdi. Malının zekatını vermezdi. Alimlerin sözünü duyar ama, onların dediklerini yapmazdı.

Ey Nefsim!Namaz kılmanın mükafatı ve kılmamanın cezası böyledir. Şimdi kendine sor. Hangisini istiyorsun. Mezarında yılanların seni kıyamete kadar yemesini mi yoksa kıldığın namazın bir kandil gibi aydınlatmasınımı istiyorsun.

Eğer kabirde rahat etmek, yılanlarla dolu bir azaba uğramak istemiyorsan Allah'a yönel ve namaz kıl.

Namaz Kılmak En Faziletli İbadettir

http://sabri28kontek.sitemynet.com ()Allah-u Zülcelal'e karşı yapılan ibadetlerin en faziletlisi namaz'dır. Ezan okunduktan sonra kıldığı namazdan aldığı sevap kadar hiçbir ibadette mükafat verilmemiştir.İnsanın Allah-u Zülcelal'e yönelişindeki samimiyeti ve aldığı mükafatı kıldığı namaza göredir.

Namaz; insanı her türlü kötülüklerden ve fuhşiyattan muhafaza eder. Nitekim Allah-u Zülcelal ayet-i ke-rimede şöyle buyurmuştur; "Namaz kıl! Zira namaz insanı kötü işten ve uygunsuzluktan alıkoyar. Allah'ı zikretmek (namaz kılmak) taatin en büyüğü ve en faziletlisidir. Allah her ne yaparsanız bilir." (Ankebut; 45)

Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem): hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur; "Namaz, dinin direğidir. Kim namaz kılarsa, dininin direğini dikmiş olur. Kim de namazı terk ederse dininin direğini yıkmış olur.” (Taberani)

Namaz; sultanın düzenlediği şölen yemeğine benzer. Bu yemekten doya doya yemek lazımdır. Yoksa sofra ortada dururken aç olarak beklemek, ondan yememek büyük bir ahmaklıktır.

Namaz, cennetin anahtarıdır. Sahibini doğruca Allah-u Zülcelal'in rızasına götürür. Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) buyurmuştur ki:
"Bir kimse namaz kılmaya devam ederse, bu namaz kıyamet gününde onun için nurdur, bürhandır, (delildir) kurtuluştur." (Ahmed b. Hanbel, İbn-i Hıbban)

Ey Nefsim!

Allah-u Zülcelal kullarına o kadar merhamet ve rahmet sahibi ki, kullarının kendisine yönelmesini, feyzinden ve mağfiretinden istifade etmelerini istediği için namazı emretmiştir.

Sen ise, namazı bir yük gibi görüp namazdan kaçıyorsun. Bilmiyor musun ki namaz mü’mine verilen en güzel ikramdır ve Allah-u Zülcelal’in ihsanıdır.
Bu dünyada sıcak ve yumuşak halıların üzerinde kılmadığın namazlarını Allah-u Zülcelal kıyamet günü kızgın saçların üzerinde kıl diye emredecek. O zaman sen ne yapacak ve nasıl bir hale düşeceksin.

Ey Nefsim! Tevbe et ve Allah’a dön.

Fatiha ve zammı süreyi usulüne göre okur. Huşu ile rükuya tevazu ile secdeye giderim ve o şekilde namazı bitiririm.

Namaz Kılmanın Faydaları

http://sabrikontek.azbuz.com http://sabrikontek Anlatıldığına göre, beş vakit namazını devamlı olarak cemaatle kılan kimseye, Allah-u Zülcelal şu beş imtiyazı bağışlar;

1-Dünyadaki maişetinin darlığı onun üzerinden kaldırılır,
2-Kabir azabına uğramaz.
3-Kitabı sağ tarafından verilir.
4-Sırat köprüsünden şimşek gibi geçer.
5-Hesapsız olarak cennete girer.

Rivayet edildiğine göre: "Allah-u Tealâ yedi kat gökleri yarattığı zaman onları meleklerle doldurdu. Onlar bir an dahi geri kalmamak üzere devamlı ibadet ederler. Allah-u Teâla her semâ ehli için bir türlü ibadet belirledi.

Bir kısmı sur üfürülünceye kadar kıyamda dururlar. Bir kısmı rükû, bir kısmı secde, bir kısmı Allah'ın heybet ve azameti karşısında çırpınmakta, büyük melekler ve arş ehli, arşın etrafını tavaf edip Allah'ı tesbih etmekte ve dünya ehli için istiğfar etmektedirler.

İşte Allah'ın bir lütfu olarak, meleklerin hepsinin yapmış olduğu bu ibadetler namazda biraraya toplanmıştır. Ayrıca Allah Kur’ân’ı bize vermiştir. Onu namaz kılarken okuruz.

Allah kullarından nimetlerine karşı şükür ister. Kulların şükrünün en güzeli; şartları ve rükunlarına uygun olarak namaz kılmaktır.
.blogcu.com ()

Namazı Vaktinde Kılmak

http://sabrikontek.azbuz.com ( Namazı vaktinde ve cemaatle kılmalıdır. Peygamber Efendimiz cemaat üzerinde çok ehemmiyet göstermiştir. Bir defasında; "Sizden biriniz namazı kıldırsa, bende bir ateş alıp cemaate namaza gelmeyenlerin evini ateşe verip yaksam." diyerek cemaate namaza gelmeyenleri ihtar etmiştir. (Müttefekun Aleyh)

Bir başka hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur; "Cemaate gelen kimse için her bir adıma bir sevap, bir günahı af ve cennette bir derece vardır." (Müslim, Beyhaki)

Yine diğer bir hadis-i şerifde ise, Ashab-ı Kirama; "Sizden biri evinin önünden geçen nehirde günde beş defa yıkansa onda kir kalır mı?" diye sorunca, Ashab; "Hayır hiçbir kir kalmaz." demişler. Bunun üze-rine Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) şöyle buyurmuştur; "Bu, namaza bir misaldir. Kim beş vakit namazına devam ederse, her namaz arasındaki günah ve hataları temizler." (Müslim)

İşte bu hadis-i şeriflere göre, namaz ve cemaate devam eden kimse namazı vaktinde kılmış olur. Sahabeden biri Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)'e; "En hayırlı amel nedir?" deyince, Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) şöyle buyurmuştur; "Vaktinde kılınan namazdır." (Buhari, Ebu Davud, Tirmizi)

Namaz Kılmak

“Mü’minler muhakkak felah bulmuşlardır. Ki onlar namazlarında huşû içindedirler.” (Mü'minun; 1-2) Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: “Namaz vakti girdiğinde abdestini güzelce alıp, huşu ve tadil-i erkan ile namazını kılan hiç kimse yoktur ki namazı –büyük günah işlemediği müddetçe- daha önce işlediği günahlarına keffaret olmasın. Bu hayatı müddetince böyle devam eder.” (Müslim)

Şurası bilinmeli ki, namazın bir takım rükunları, vacipleri ve sünnetleri olduğu gibi bir de ruhu vardır. Namazın ruhu ise niyet, ihlas, huşu ve kalp huzurudur. Hasan el-Harraz’a; “Namaza nasıl girelim?” diye sorulunca şöyle cevap vermiştir: “Allah-u Zülcelal’e kıyamet gününde nasıl yöneleceksen öyle yönel. O’nunla aranda hiçbir tercüman olmadan huzurunda bulunduğunu ve O’nun sana yönelerek nazar ettiğini, kendini de O’na münacatta bulunuyor gibi düşün. En büyük Melik’in huzurunda bulunduğunu bil!”

Görüldüğü gibi, insan namazda iken Allah-u Zülcelal ile münacatta bulunduğunu bilerek kendisini ona göre ayarlamalıdır. Namaz kılan kişinin riayet edeceği edeplerin en güzeli, kalbinin az veya çok hiçbir dünyevi şeyle meşgul olmamasıdır.

Kişinin namazda kalbini Allah-u Zülcelal’e yöneltmemesi şu duruma benzer: nasıl bir kimse isteğini görmek için sultanın karşısına çıkarda sultan ona bakarken o sağına soluna bakıp istediğini alamadan geri dönerse, namazda huzurlu olmayan kimse de istediğini almadan geri döner.

Buna göre, kişi namaza durduğu zaman kalbi Allah-u Zülcelal’den gafil olursa bir şey elde edemez. Kalbi Allah-u Zülcelal ile ne kadar huzurlu olur ise, isteğini de o doğrultuda almış olur. Onun için İbn Abbas (Radıyallahu Anh): “İki rekat tefekkürlü ve mülahazalı olarak kılınan namaz, gafil kalple kılınan bir gecenin namazından daha hayırlıdır.” demiştir.

Allah-u Zülcelal’in Hz. Musa (Aleyhisselam)’a şöyle hitap ettiği rivayet edilmiştir: “Ey Musa! Beni zikrettiğin zaman dilini kalbine tak ve vücudun titresin. Benim önümde zelil bir vaziyet al ve benimle korkan bir kalp ve doğru olan bir dil ile konuş.”

Bütün bunlara bakarak elimizden geldiği kadar namazı huzurlu ve huşu’lu kılmalıyız. İnsan Rabbi ile olan münacatında kalbinin gaflette olmasından haya etmelidir. Çünkü Allah-u Zülcelal her insanın kalbin-den haberdardır. Şu yakinen bilinmelidir ki, kılınan namazın sevabı huşu, huzur tevazunun çokluğu kadardır. Bu sebeple namazımızı sanki Allah-u Zülcelal’i görüyormuş gibi kılmalıyız. Biz O’nu görmesek bile, O’nun bizi gördüğünü unutmayalım.

İnsanın nefsi ile arasındaki ilişki, ticari ortaklığa benzer. Nasıl ki ortaklar her işten sonra birbirleriyle hesaplaşır, kar ettiklerinde de birbirlerini daha iyisi için teşvik ederlerse, mü’min de ticaret ortağı gibi her akşam nefsiyle hesaplaşmalıdır. Allah-u Zülcelal’in razı olduğu bu salih ameli yaptığından dolayı ona, haşr, mizan ve sırat köprüsünden başarıyla geçeceğini, Allah-u Zülcelal’in kullarına karşı çok lütufkar olduğunu (Şura; 19) ve cennet ni’metlerini hatırlatıp daha iyisini yapması için teşvik etmelidir. Tevfik verip lütufta bulunduğu içinde Allah-u Zülcelal’e hamd ve şükür etmelidir.

Namazın Önemi

İslam dininin en önemli şartlarından birisi, Allah-u Zülcelal’in miraçta Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) vasıtası ile bütün mü’min kullarının üzerine beş vakit olarak farz kılmış olduğu, insanları kurtuluşa götüren namaz ibadetidir. Namaz dinin direğidir ve Allah-u Zülcelal’i hatırlamanın en güzel şeklidir. O’nun için Allah-u Zülcelal bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur; “Muhakkak ki ben, yalnızca ben Allah’ım. Benden başka ilah yoktur. Bana kulluk et; beni anmak için namaz kıl.” (Taha; 14) Ebu Hureyre (Radıyallahu Anh) anlatıyor: “Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in şöyle söylediğini işittim: “Sizden birinizin kapısının önünden bir nehir aksa ve bu nehirde her gün beş kere yıkansa, acaba üzerinde hiçbir kir kalır mı, ne dersiniz?” Sahabeler; “Bu hal, onun kirlerinden hiçbir şey bırakmaz!” deyince, Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tekrar şöyle buyurdu; “İşte bu, beş vakit namazın misalidir. Allah onlar sayesinde bütün hataları siler.” (Buhâri, Müslim) Namaz, mü’minlerle kafirler arasındaki en önemli farklardan biridir. Bir kimse, namaz kılmakla hem Allah-u Zülcelal’in emrini yerine getirmektedir, hem de inanmayanlardan ve Allah-u Zülcelal’e asi olan kimselerden ayrılmaktadır. Namaz hususunda insanlar birkaç gruba ayrılırlar: 1- Namazı kabul etmeyenler; Bunlar kafirlerdir. Allah-u Zülcelal bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “İnkarcı insan, ne iman etti, ne de namaz kıldı.” (Kıyamet; 31) 2- Namazı kabul eden, fakat gereğini yerine getirmeyenler; Allah-u Zülcelâl böyle kimseler hakkında da bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur. “Nihayet onların peşinden öyle bir nesil geldi ki, bunlar namazı bıraktılar; nefislerinin arzularına uydular. Bu yüzden ileride sapıklıklarının cezasını çekecekler.” (Meryem; 59) 3-) Allah-u Zülcelâl’in bir kısım emir ve nehiylerini yerine getirirken, bir kısmını tembellikleri yüzünden terk edenler; Allah-u Zülcelâl böyle kimseler hakkında da şöyle buyurmuştur: “Onlar namaza kalktıkları zaman, tembellikle kalkarlar.” (Nisa; 142) Bu hal, münafıklık alametidir. 4-) Hem namazı kabul eden, hem de gereğini yerine getirenlerdir. Bunlar mü’minlerdir. Allah-u Zülcelal böyle kimseler hakkında da şöyle buyurmuştur; "Gerçekten Mü’minler kurtuluşa ermiştir. Onlar ki, namazlarında huşu içindedirler.” (Mü’minun; 1-2) “İşte, asıl bunlar varis olacaklardır; (Evet) Firdevs’e varis olan bu kimseler, orada ebedi kalıcıdırlar.” (Mü’minun; 10-11) İşte insan bütün bunlara bakarak, hangi guruptan olduğunu meydana çıkarabilir. Namaz, kıyamet gününde insanın sorguya çekileceği ilk ameldir. Eğer insan namazının hesabını verirse, diğer sorgusu da kolay olur. Nitekim Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur; “Allah-u Teala adn cennetini yarattığı zaman, hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir beşer kalbinin düşünmediği ni’met ve güzellikler yaratıp, ona; “Konuş” buyurdu. O da üç defa; ‘Muhakkak namazlarını huşu içinde kılanlar kurtuldu.’ dedi” (Hakim) Allah-u Zülcelal, Namaz kılan kimseye şu üç şeyle ikramda bulunur;
1-) Gökten üzerine rahmet yağar. 2-) Ayaklarının ucundan semaya kadar melekler etrafını sarar. 3-) Bir melek durmadan şöyle seslenir; “ Eğer namaz kılan kişi, münacaat ettiği zatı yakınen bilse namazdan hiç ayrılmaz.” Namaz bütün mü’minlerin üzerine farz kılınmış bir ibadettir. Nitekim Allah-u Zülcelal bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur; “Hiç şüphesiz namaz, mü’minler üzerine vakitleri belirli bir farzdır.” (Nisa; 103)
Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’de bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur; “Bir kul namaza kalktığı zaman günahları başının ve omuzlarının üzerine konulur. Rükuya ve secdeye gittiği zaman bu günahları dökülür.” (Beyhâki, Tâberani) Onun için insanın namazın üzerine adeta titremesi lazımdır. Çünkü dediğimiz gibi insanın kıyamet gününde ilk olarak sorguya çekileceği ameli namazdır. Eğer bu sorgudan kolay kurtulursa, diğer amellerinin sorgusu da kolay olur. Ama namazın hesabını veremezse, diğer sorguları da çok çetin olur. Dünyada namaz kılmayan kimse, ya aklını kullanmıyor yada çok cesaretli demektir. Çünkü Allah’ü Zülcelâl namaz kılmayan kimseleri çok şiddetli şekilde cezalandıracaktır. Nitekim bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: "Cennettekiler: Günahkarlara ‘Sizi Sekar (yakıcı) cehennemine sokan nedir?’ diye sorarlar. Onlarda: ‘Biz namaz kılanlardan değildik’ derler.” (Müddesir; 40-41-42-43) Dünyada iken namaz kılmayanlar için, kıyamet günü gelip çattığı zaman, cehennem ateşinin üzerinde kor haline getirilmiş bir sac ortaya konulur ve Allah-u Zülcelâl buyurur ki: “Ey Kulum! Dünyada kılmayıp kazaya bırakmış olduğun namazlarını bu kızgın sac üzerinde kıl .” Bir kimse nefsini biraz olsun seviyorsa, namazlarını o kızgın sacın üzerinde kılmak yerine, bu yumuşak halıların üzerinde kılmalıdır. Beş dakikamızı ayırıp kılabileceğimiz bir namazı kılmayıp, kızgın bir sac üzerinde kılmaya bırakmak nefsimize çok büyük bir hakaret ve zulümdür. Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur; “Kim namaza devam ederse, namaz onun için bir nur, bir delil ve kıyamet gününde bir kurtuluş olur. Kim de namazı terk ederse, nursuz ve delilsiz kalır, kurtuluşa eremez. Kıyamet gününde Karun, Firavun, Haman ve Ubeyy bin Halefle beraber olur.” (Ahmed b. Hanbel)