5 Aralık 2013 Perşembe

ALLAH’A, DİLENCİ GİBİ YALVARALIM

Mekân, zemin şahitlik edecek… Dünyaya, böyle sanki hiçbir şey yokmuş gibi bakıyoruz. Fakat Allah-u Zülcelal, bütün kâinatı; toprak, ağaç, taş gibi her ne varsa kıyamet gününde bizim üzerimize şahit olarak getirecektir. İster sevap yapalım, istersek günah yapalım; nerede ne yapmışsak kıyamet gününde Allah Azze ve Celle o taşı, o ağacı, o yeri dile getirecek ve üzerimize şahitlik yapacaklardır. Ayet-i kerimede şöyle buyuruyor Allah Azze ve Celle; “Yer, (o şiddetli) zilzâl’iyle (sarsıntısıyla) sarsıldığı; yeryüzü, ağırlıklarını (dışarıya) çıkardığı ve insan: 'Buna ne oluyor?' dediği zaman! O gün yer, Rabbinin ona vahyetmesiyle haberlerini anlatacaktır. Çünkü Rabbin, (bunu) ona vahyetmiştir (emretmiştir).” (Zilzal; 1-5) Kıyamet gününde toprak; yükünü, yer altında kabirdeki insanları, hazineleri yeryüzüne çıkaracaktır. Ve insan diyecek “Buna ne oluyor?” “Bütün hazineler, insanlar toprağın altından çıktı, bunlara ne oldu? O zaman yeryüzü, bütün üzerinde yapılmış olan amellere karşı şahitlik edecektir. “Bu kul, benim üzerimde namaz kıldı, zikir yaptı! Bu kul da benim üzerimde günah yaptı!” Biz nerede ne yapmışsak o yerlerin hepsi, kıyamet gününde bize şahitlik edeceklerdir. Buna inanmak lazım. Zaten inanmazsa kâfir olur, bunlar ayet-i kerimelerle sabittir, Allah buyuruyor Azze ve Celle. Kelamını nazil etmiş kullarına, biz de elhamdulillah iman etmişiz. Bunlar kendi kendine mi yapıyorlar? Allah, o toprağa, o yere vahyediyor “Konuş!” diye emrediyor. Onlar da; o ağaçlar, o taşlar, o halı, insan nerede ne yapmış ise o cansız olan şeylerin hepsi insanına şahitlik edeceklerdir. Bu yetmez mi bize! Biz böyle sakin görüyoruz dünyayı ama öyle değil! … Bir ufak çocuktan dahi hayâ ediyor insan, bazı kötü şeyleri gizli yapmak istiyor ama onun Rabbi ona muttalidir. Yer, gök, kâinat ona şahitlik ediyor. Kıyamet gününde kim istemez, her gün, her saat, her dakika onun sevabına şahitlik etsin. Herkes istiyor ama sadece istemek de doğru değildir. Biraz çaba göstermemiz lazım… Hem müjde vardır hem de korkmalıdır insan. Müjdedir; sevap yapanlara, zikir yapanlara, İslam hizmeti yapanlara, nerede oturursa orada Allah’tan bahsedenlere. Ne mutlu onlara!… Bir de -neuzubillah- nerede oturursa Allah’ın gazabına sebep olan şeyler konuşmak… Onunla meşgul olmak! Neuzubillah... Akıllı kimsenin yapması gereken üç şey Yahya bin Muaz-i Razi rahmetullahi aleyhi şöyle buyuruyor, ne güzel söylemiş: “Akıllı olan kimselerin, üç şeyi yapmaları lazımdır. Bir tanesi dünyanın muhabbetini kalpten çıkarmak ve onun yerine Allah-u Zülcelal’in muhabbetini yerleştirmek. Şimdi bazı insanlar öyle anlıyorlar; dünyayı seversen, dünya malını seversen sanki malı fazla olacak(!) Böyle değil! Peygamber Süleyman aleyhisselatu vesselam, hiç dünyayı sevmemişti ama bütün dünya onundu. Ashab-ı Kiram’dan çokları vardı ki, hiç dünyayı sevmiyorlardı ama Allah-u Zülcelal mal vermişti onlara. Sevgiyle mal çoğalmıyor! Muhabbet yalnız Allah'a olmalıdır. Hak, o kalbi yaratan Allah Azze ve Celle, onun yaratıcısıdır, onun sevgisinin orada olması lazımdır. Yahya bin Muaz-i Razi, “Akıllı olan insan” diyerek devam ediyor, “Dünya onu terk etmeden önce, dünya muhabbetini kalbinden çıkarmalı.” diyor. İkincisi, “Kabre girmeden önce insan, kabrini güzel yapmalı.” diyor. Ne güzel söylemişler. Kabre girdikten sonra, dünyadaymış gibi, “Benim evim yoktur, bir ev yapayım…” Yok öyle! … Kabre girdikten sonra, ne şekildeyse öyle kalacak. Kabre girmeden önce, şu dünyada yeryüzündeyken “Ed-dünya mezraatül-ahireti…” Dünya, ahiretin tohumunun atılacağı ekim yeridir.” Burada kabrin tohumunu atıyoruz, haşrin tohumunu atıyoruz. Sırat köprüsünün üzerinden geçmek için tohum atıyoruz. Burada, kabre girmeden önce kabrimizi düzeltmemiz lazımdır. Kabre girdikten sonra düzeltmeye imkân yoktur. Üçüncüsü, “Rabbinin huzuruna varmadan; yani ölmeden önce, Allah’ın huzuruna varmadan önce insanın, Allah-u Zülcelal’i kendinden razı etmesi lazımdır.” “Oraya gideyim, namaz kılarım” diye bir şey yok. İbadet, zikir, taat, Allah-u Zülcelal’in rızasına sebep olacak ameller bu dünyadadır. Bu dünyada yaparsak Allah’ın huzuruna vardığımız o zaman, Allah da bizden razı olacak, cennet nimetlerini bize nasip edecektir. Bu üçünü böyle yaptığımız zaman, hem dünya hem ahiret huzuru ile zafer kazanacağız, inşaallah… Bazılarına Allah ne kadar çok vermiştir; ne güzel düşünüyorlar, her şeyden bir ibret alıyorlar. Anlatırlar, bir evliyanın evine hırsız girmiş, evinden kıymetli eşyalarını çalmış gitmiş. Sabahleyin kalkınca bakıyor, eşyaları çalmışlar gitmişler. “Elhamdulillah şeytan kalbime girmedi, Allah’ın muhabbetini, benim imanımı çalmadı (asıl önemli olan bu).” diyor. Allah rızası dünya saltanatından kıymetlidir Yani, Allah-u Zülcelal’in rızasından başka hiçbir şeyin değeri yoktur, geriye kalan ne varsa geçicidir hepsi. Süleyman aleyhissalatu vesselamdan bahsettik, bütün dünya onundu. Onun tahtını rüzgâr, böyle uçak gibi her yere götürüyordu. Cinler, insanlar, merasim şeklinde ardından gidiyorlardı. Bir abid, “Ya Süleyman, bu ne saltanattır?” diye sordu. Süleyman aleyhisselam dedi: “Hiç merak etme! Sen sadece bir sefer “Subhanallah” dersen bu, Süleyman'ın saltanatından daha hayırlıdır, daha iyidir. Bu saltanat geçicidir, yok olacak, ben de yok olacağım! Amma ‘Subhanallah'ın sevabı Allah'ın katında bakidir. O fani değildir, senin karşına çıkacak ve onunla sevineceksin. Bir ‘Subhanallah’ kelimesi hakkında, bakınız, Allah’ın peygamberi, “Bu benim saltanatımdan daha hayırlıdır” buyurmuş. Az nice anlattığımız evliya da demiş: “Elhamdülillah, şeytan benim kalbime girmedi, benim imanımı, bendeki Allah’ın muhabbetini çalmadı. Bu dünya malı geçicidir; gider gelir, bir şey değildir.” demiştir. Kendimizi, daima Allah-u Zülcelal’in huzurunda fakir, muhtaç olarak görelim. Bahusus, Allah’ın rızasını kazanmayı, imanın bizim kalbimizde daima bulunmasını, imanla dünyadan ayrılmayı, bir dilenci gibi fakir ve muhtaç olarak Allah’tan istememiz lazımdır. Eğer bir kimse, böyle kendisini Allah'a karşı zelil, fakir, muhtaç görürse; bu şekilde Allah'a yalvarırsa, Allah Azze ve Celle meleklerine diyor ki, “Eğer benim kulumun benimle konuşmaya, cevap vermeme takati olsaydı ‘Lebbeyk! Lebbeyk!’ diyecektim.” Biz Allah'ı tanımıyoruz, Allah öyle şefkatlidir, öyle çok kerem sahibidir. Bu hali, bu fakirliğimizi, muhtaçlığımızı daima sürdürelim, ölünceye kadar, daima bu şekilde bu hal üzere olalım inşaallah. Hikmet sahibinin öğüdü Hikmet ehlinden bazıları ne güzel yol göstermişler, Allah'ın kullarına. Onlardan bir zat, bir kula demiş ki “Allah'tan utanın! Sen Allah'a ne kadar yakın olursan o kadar Allah'tan utanır hayâ edersin." Allah ne buyurmuş ayet-i kerimede: “... Biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kaf; 16) Allah bize, şah damarımızdan daha yakın olduğu için, ona karşı çok hayâlı, edepli olmamız lazımdır. Ve “Ondan korkun!” demişler. Allah'ın kudretinin senin üzerinde ne kadar büyük olduğunu bilerek idrak et ve O'ndan o şekilde kork. Fakat biz, Allah-u Zülcelal'i tanımadığımız için korkmuyoruz. Göz ile görülmeyen ufacık pire gibi böcekler var. Biz, Allah nezdinde, o böcekler kadar bile değiliz. Bir anda eritebilir bizi, bir anda yok edebilir. O kadar zayıfız. O şekilde korkmamız lazım. O'nun emri “Kûn fe yekun”dur. “Ol” der, derhal oluverir. Bu kadar. “Ve dünyada ne kadar kalacaksan o kadar süre, sana yetecek kadar geçimini temin et, maişetini bul ve sen, Allah katındaki hazinelere ne kadar muhtaç isen o kadar Allah'a itaat et!" Dünyada zaten her an, her şeyimizle Allah'a muhtacız! Bunu biliyoruz... Ama iş ahirete gelince orası ebedidir. Asıl o zaman daha iyi bileceğiz. Bir; Haşir Meydanı’nı, o mizanı gördüğümüz zaman; sevaplar, günahlar terazinin kefesine konulduğu zaman, hangi uçları ağır gelecek, hangisi hafif gelecek diye, insan gözünü ondan ayıramayacak! O zaman, Allah'a ne kadar muhtacız, şuan tam bilemiyoruz ama o zaman tam bileceğiz. O'nun için Peygamber sallallahu aleyhi vesellem annemiz, Aişe'ye buyurmuşlar; “Kıyamet gününde üç yerde, kimse kimseyi hatırlamıyor: Bir; sırat köprüsünde... İki; insanın amel defterleri yukarıdan kar taneleri gibi insanlara gelirken, “Acaba bana sağ elimden mi gelecek yoksa sol elimden mi?” diye beklerken; Allah'ın rahmetine bakıyor o zaman da... Üç; günah ve sevaplar tartılırken, terazinin kefesine konulduğunda, hangisi ağır gelecek diye beklerken... İnsan ona bakıyor, o an kimseyi hatırlamıyor. Gece-gündüz sevap kazanayım, hizmet edeyim, zikir yapayım, namaz kılayım ki bu sevaplar ağır gelsin kıyamet günü, demiyor insan. İşte bundan gafil kalıyoruz. O'nun için hep gafletle, hep -neuzubillah- günahla geçiriyoruz günlerimizi. Günahtan sonra, tevbeye kaçalım hemen. Bu şekilde olursa inşaallah, kolay olur o zaman. Hiç bir şey yapmazsak şimdi elimizde fırsat varken, kendimizi perişan edeceğiz. Kaybetmemenin çaresi şükürdür “Ve Allah-u Zülcelal'in sizin üzerinizdeki nimetleri miktarı kadar, Allah'a şükredin!” En büyük nimet imandır. Allah bize iman vermiş elhamdülillah. İmanla insan, ebedü'l-ebed cehennem ateşinden muhafaza oluyor. Şayet günah yapar tevbe etmezse Allah dilerse affeder, dilerse azap eder. Azap ederse günahı kadar cezasını çektikten sonra, yine cennete girecek. Ama iman yoksa -neuzûbillah- ebedü'l-ebed oradadır. Bu yüzden iman en büyük nimettir. Allah'a şükredelim, hamd edelim. Sadece dille değil, ibadetle, zikirle, İslam hizmetiyle, nerede olursak tevbeyi başka insanlara anlatmak suretiyle... Bu iman nimetine karşı Allah-u Zülcelal'e hamd ve şükürde bulunuyoruz ki Allah-u Zülcelal görsün bizi. Böyle şükürde bulunursak imanımızı muhafaza etmiş oluyoruz. Allah-u Zülcelal, inşaallah, hem dünyada hem ahirette imanlı olmayı nasip edecektir o zaman... Şeytan hiç 'Elhamdulillah' dememiştir. O kadar ibadet yapmış göklerde ama hiç 'Elhamdulillah' dememiş, şükretmemiştir. Allah'a nankörlük yapmıştır. Allah da nimetlerini almıştır ondan. Onun için daima “İman nasip ettiğin için, İslam'ı bana nasip ettiğin için elhamdulillah Ya Rabbi” diyelim, Allah'a şükredelim ve bunu fiilen gösterelim. Ne varsa bende Allah vermiştir onu bana ama benim bir şeyim yoktur, bir istihkakım, hakkım yoktur. Allah beni seçti, bana iman nasip etti. İmandan sonra, Hz. Peygamberin ümmetinden yarattı, camiye getirdi, tevbe nasip etti günahtan sonra... Çünkü eğer insan, o günahla tevbe etmeden ölürse Allah onu affetmezse günahının cezasını çekecek. Fakat insan tevbe ettiği zaman, hadis-i şerifte buyruluyor, “Günahından tam olarak dönüp tevbe eden, onu hiç işlememiş gibidir.” (İbn Mâce, Zühd, 30; et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr 10/150) Tevbe öyle kıymetlidir ki… Daima tevbenin kıymetini bilmemiz ve tevbenin bizimle beraber tâ kabre kadar gitmesi lazımdır. Biz tevbenin kıymetini bilirsek, daima Allah'ın nimetinden bahsedersek, namaz kılarsak, zikir yaparsak, Allah-u Zülcelal’de “Benim kulum bana karşı samimi” diyecek ve bizi muhafaza edecektir, inşaallah. Elimizden geldiği kadar kalbimizi Allah'a karşı düzeltelim. Kalbimiz Allah'a karşı mahzun olsun. Talepli olalım, haris olalım, Allah katındaki ecir ve sevaplara müşteri olalım. Böyle olursak Allah-u Zülcelal de bize verecektir inşaallah. Seher vakti tevbe edelim. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurdu: “Allah, her gece dünya semasına, gecenin son üçte biri kaldığında rahmetiyle tecelli eder ve şöyle buyurur: ‘Bir isteyen yok mu ki onun istediğini vereyim? Bir dua eden yok mu ki ona icabet edeyim? Bir mağfiret dileyen yok mu ki kendisini bağışlayayım?” (Kurtubî, c. 2/4, 39) Bu şekilde tevbeye çağırıyor bizi Allah azze ve celle... Onun için bizim kendimizi, biraz göstermemiz lazım. Hatta dua ve tevbe ettiğimiz zaman, ısrarla tekrar ederek yapalım. “Ya Rabbi! Beni affet! Ya Rabbi beni affet! Ya Rabbi beni affet!” diye, böyle tekrar tekrar söylersek Allah daha çok seviyor. Böyle olursak inşaallah, Allah bizi muhafaza edecek, affedecek, bize sahip çıkacaktır. Allah-u Zülcelal hepimize, razı olacağı şekilde amel-i salih nasip etsin. Bu nefis çok yaramaz, o kadar bize zarar veriyor ki Allah-u Zülcelal, bizi kendi nefsimize teslim etmesin, nefsimizi hayırlarda kullandırsın inşaallah.

4 Aralık 2013 Çarşamba

NE MUTLU TEVBE EDEN GENÇLERE!

‘Ben daha gencim…’ Allah-u Zülcelâl ayet-i kerime de buyuruyor: “Ey iman edenler, Allah'tan korkun. Herkes, yarın için önden ne göndermiş olduğuna baksın. Allah'tan korkun. Çünkü Allah, ne yaparsanız hakkıyla haberdardır.” (Haşr; 18) Bir talebenin imtihanı olduğu zaman, o gece uykusu gelmiyor, “Ben yarın imtihan olacağım!” diyor ve hazırlık yapıyor. Bizim için kıyamet gününde hesaba çekilecek olmak da aynen öyledir. Bazıları aldanıyorlar. “Ben daha gencim, yaşlanınca ibadet edeceğim.” diyorlar. Bazı hanımlar, “Ben daha gencim, örtünmeyeceğim, daha sonra örtüneceğim” diyorlar. Bu şekilde, şeytan vesveseler vermek suretiyle onları aldatıyor. Hâlbuki Peygamberimiz aleyhissalatu vesselam “Bir lokmayı ağzıma götürdüğüm zaman, bu lokmayı yutacağım diye düşünmem. Olabilir ki o arada Allah ruhumu alır. Bir adım attığım zaman, ikinci adımı atacak mıyım, atmayacak mıyım, bilmiyorum.” Böyle görüyordu bizim peygamberimiz aleyhissalatu vesselam. Oysa biz kendimizi aldatıyoruz. “Ben daha gencim, benim daha vaktim var; gelecek sene yahut evlendiğim zaman yapacağım. Şöyle yapacağım, böyle yapacağım…” diye bir sürü mazeretler üretiyor ve onlarla karar veriyoruz. Hâlbuki Allah-u Zülcelâl nasıl emrettiyse ona göre karar vermeliyiz; ne buyurduysa karar odur! O şekilde yapmalıyız. Arşın altında gölgelenen bir genç olmak elimizde Allah-u Zülcelâl buyuruyor ayet-i kerimede: “Ben, cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zâriyât; 56) Bunu hiç unutmayalım! Müslim'in Sahih’inde geçen, Mikdâd bin Esved radıyallahu anhudan nakledilen bir hadis-i şerifte şöyle anlatılıyor: “Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: Kıyamet günü, Güneş halka yaklaştırılır da nihayet, insanlara yakınlığı bir mil kadar olur! Güneş onları âdeta eritecek ve amellerinin miktarına göre ter içinde kalacaklardır. Onlardan kimi topuklarına kadar, kimi dizkapaklarına kadar, kimi beline kadar, kimi de gemlenene (ağzına) kadar tere batacaktır!” Kıyamet günü, işte bu kadar dehşetli bir gündür. Fakat Allah-u Zülcelal, bazı kimseleri, o dehşetli günde mükâfatlandıracaktır. Ebu Hureyre radıyallahu anhudan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: “Başka bir gölgenin bulunmadığı kıyamet gününde Allah-u Teâla, yedi insanı, Arşının gölgesinde barındıracaktır: - Adil devlet başkanı, - Rabbine kulluk ederek temiz bir hayat içinde serpilip büyüyen genç, - Kalbi mescitlere bağlı Müslüman, - Birbirlerini Allah için sevip buluşmaları da ayrılmaları da Allah için olan iki insan, - Güzel ve mevki sahibi bir kadının beraber olma isteğine ‘Ben Allah'tan korkarım’ diye yaklaşmayan yiğit, -Sağ elinin verdiğini sol elinin bilemeyeceği kadar gizli sadaka veren kimse, - Tenhada Allah'ı anıp gözyaşı döken kişi.” (Buhari, Müslim) Biz, Arş-ı Âlâ’nın gölgesinde gölgelenecek olan gençlerden olalım inşaallah. Kıyamet gününde Allah'ın kullarını gölgelendireceği gölgeden başka gölge yoktur. İşte gençler, başka gölgenin olmadığı o günde, Allah'ın kullarını gölgelendireceği Arş’ının gölgesinin altında olsunlar inşaallah. Elbette temiz bir hayat için tevbe etmek lazımdır. Kim tevbe ederse inşaallah, o gençlerden olur. Bir hadis-i kudside de Allah-u Zülcelâl şöyle buyuruyor: “Tevbe edenleri severim. Ama genç olup da tevbe edenleri daha çok severim.” Ayet-i kerimede de şöyle buyuruluyor Allah Azze ve Celle: “... Allah tevbe edenleri sever ve günahlardan kendilerini temizleyenleri sever.” (Bakara; 222) Yani, “Her kim tevbe ederse; genç olsun, ihtiyar olsun, kadın erkek, kim tevbe ederse seviyorum/severim onları. Amma genç olup da tevbe edenlere, benim muhabbetim daha fazla ve şiddetlidir, kuvvetlidir” buyuruyor... Onun için bu gençliğimizin kıymetini bilelim, tevbekâr olarak vaktimizi geçirelim. Allah-u Zülcelal'in daha çok sevdiği kimselerden olalım, Allah-u Zülcelal'in rızasını kazanalım inşaallah. Allah’a ve Peygamberine itaat edenler İnsanlar bu dünyada ne amel yapıyorlarsa kıyamet gününde halleri o amellere göre olacak ve Allah-u Zülcelâl insanlara amellerine göre muamele edecektir. Allah Azze ve Celle, ayet-i kerimede şöyle buyuruyor: “Kim, Allah’a ve peygambere itaat ederse işte onlar, Allah’ın, kendilerine nimetler verdiği peygamberlerle, sıddıklarla, şehîdlerle, salihlerle beraberdirler. Onlar ne iyi arkadaştır!” (Nisa; 69) Peygamberlerin makamı o kadar yüksek ve o kadar güzel bir makamdır ki, ayet-i kerimede buyuruluyor; kim, Allah’a ve Peygamber sallallahu aleyhi veselleme itaat ederse o güzel makamlarının yanında peygamberlerle beraber olacaktır. Biliyorsunuz şehitlerin Allah katındaki kıymeti çok büyüktür ve dereceleri yüksektir; işte, kim bunu yaparsa şehidlerle, Ebubekir Sıddık radıyallahu anhu gibi sıddıklarla, salih kimselerle beraber olacaklardır cennet-i âlâda... Sanki Allah-u Zülcelal’e itaat etmek, Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimize itaat etmek çok zor bir şeydir, hiç mümkün değildir gibi bir hal içine giriyoruz! İnsan aldanıyor… Bu kısa zamanı değerlendirmediği için kıyamet günündeki o güzel mükâfatları, herkesin gıpta ettiği o güzel makamları kaybediyor, kaybedecektir. Hadis-i şerifte, “Kişi, sevdiği ile beraberdir” buyuruluyor. Eğer Allah’ın peygamberini, salihleri, sıddıkları seversek kıyamet gününde onlarla beraber olacağız. Allah’a itaat etmek, Allah-u Zülcelal’i sevmek suretiyle mümkündür. Allah’ı seversek Allah da bizi sevecektir. Allah’ı sevdiğimiz zaman, Allah’a itaat edeceğiz ve Allah’ın sevdiği salih kimseleri de seveceğiz. Günahlar kalbi hasta ediyor Bizim başımıza her ne geliyorsa işlediğimiz günahlardan dolayı geliyor. Hatalardan dolayı geliyor. İnsan günah yaptığı zaman, hata yaptığı zaman, kalbinin üzerinde her bir günah siyah bir leke, siyah bir nokta bırakıyor. O siyah noktalar, lekeler o kulu, Allah-u Zülcelal’in emirlerini yapamayacak hale getiriyor, manevi olarak hasta ediyor. Hastalığı öyle ağırlaşıyor ki salih ameller yapmak istiyor ama yapamıyor o zaman. Nasıl insan zahiri, ağır bir hastalığa müptela olduğu zaman ayağa kalkmak istiyor ama kalkamıyorsa, yürümek istiyor ama yürüyemiyorsa aynen manevi olarak da öyle oluyor. Ne kadar günah işlerse o nispette Allah’ın muhabbetinden, Allah’ın emir ve nehiylerinden, Allah’ın itaatinden geri kalıyor, uzaklaşıyor ve yapamayacak duruma geliyor. Titrercesine endişelenmeliyiz Bir zerre kadar dahi olsa, Allah-u Zülcelal’in muhabbetini kaybettiğimiz zaman bütün dünya, bütün kâinat, ahireti dahi hepsini kaybetmiş oluyoruz. Allah-u Zülcelal’in zerre kadar muhabbeti hepsine bedeldir. Dünya nedir? Mal-mülktür. Allah’ın muhabbeti hepsine bedeldir, ona karşı hiçbir şey sayamazsınız, onunla hiç bir şeyi kıyaslayamazsınız. Titrememiz lazım, titrememiz! … “Allah-u Zülcelal’in muhabbetini kazanmadan önce dünyadan ayrılırsam benim halim ne olacak?” diye titrememiz, kendimizi sorguya çekmemiz lazımdır. “Allah’ın muhabbetini kazanmadan, Allah-u Zülcelal’in huzuruna nasıl varacağım?” diye hayâ etmemiz lazımdır. Allah Azze ve Celle’nin bizi dünyaya göndermesinin sebebi budur. Bunun için Allah bizi göndermiş; Allah-u Zülcelal’in rızasını kazanmamız için… Bazı evliyalar, “Eğer Allah-u Zülcelal’in muhabbeti, Allah-u Zülcelal’in rızası cennette olmasaydı cenneti de istemezdim” demişler. Allah’a o kadar âşık idiler. Allah’ın zatının muhabbetine, o kadar âşık idiler ki böyle diyorlardı işte… Allah’a sevdalı olalım Allah ne şekilde bize bunu nasip edecek biliyor musunuz? Allah’a sevdalı olalım. Nerede oturursak, Allah’tan bahsedelim. Kalbimizi, ruhumuzu, canımızı, her neyimiz varsa Allah için ortaya koyarsak, Allah da bize aşkını nasip edecek, istediğimizi verecektir. “Benim ahdimi yerine getirin; Ben de sizin ahdinizi yerine getireyim” buyuruyor Allah-u Zülcelâl… “Ne isterseniz ben de veririm” buyuruyor Allah-u Zülcelâl… İşte, bu kısa olan dünyadaki zamanımızı değerlendirirsek, o zaman bâki, ebedü’l ebed olan ahiret hayatımızda da Allah-u Zülcelâl bize istediğimizi hatta istediğimizden daha da fazlasını verecektir. Senin kalbinle hayal edemeyeceğin şeyleri de Allah sana verecektir. Bu fırsat, bu ganimet bizim önümüzdeyken, yapmamamız akıl kârı değildir. Hesap görmemiz lazım kendimizle. Misal olarak söylüyorum; “Bu kitabı buradan kaldırıp buraya koyarsan Allah senden razı olacak!” insan biliyor ama yapmıyor. Ne kadar yazık! Allah gazaba gelecek biliyor ama doğrusunu yapmıyor da tam onun tersini yapıyor. Bildiği halde yapmıyor! Allah, bu nefsimizden, dünyadan, şeytandan bizi uzaklaştırsın, muhafaza etsin. Nefsimizi hayırlarda kullansın. Her derdin çaresi tevbe Tabiinin büyüklerinden Hasan-ı Basr-i radıyallahu anhu arkadaşları ile beraber bir yerde oturuyormuş. Bir kişi gelmiş ona: - Bizim diyarda yağmur yağmıyor, kıtlık var, çok perişanız ya imam! Bize bir yol göster ki bundan kurtulalım?” demiş. Hasan-ı Basri radıyallahu anhu ona: - Gidin tevbe edin, (‘Estağfirullah’ diyerek) istiğfar edin, Allah size verecektir inşaallah, demiş. O soran kişi gitmiş bir başkası gelmiş ve o kişi de: - Ya imam! Ben maddi olarak çok sıkıntı içerisindeyim, borçlarım var, ödeyemiyorum bana dua et, demiş. Hasan-ı Basri radıyallahu anhu ona da diyor ki: - Git tevbe et, istiğfarda bulun, Allah borçlarını ödeyecek inşaallah, diyor, o da gidiyor. Üçüncü bir şahıs geliyor ve: - Ya imam, bana dua edin de Allah bana salih bir evlat versin. Benim evladım yoktur. İmam Hasan-ı Basri radıyallahu anhu ona da diyor: - Git tevbe et, istiğfarda bulun! Böyle derdi olan, sıkıntısı olan kim gelse onlara böyle söylüyor. Herkes gidince arkadaşları ona soruyorlar: - Ya imam, hepsinin derdi sıkıntısı ayrı ayrı ama sen hepsine aynı ilacı verdin, aynı şeyi tavsiye ettin. Bunların hepsinin ilacı tevbe miydi? İmam Hasan-ı Basri radıyallahu anhu onlara, “Allah böyle buyuruyor” diyerek, ayet okuyarak cevap veriyor: “Dedim ki: ‘Rabbinizden bağışlanma dileyin; doğrusu O, çok bağışlayandır. Size gökten bol bol yağmur indirsin. Mallarınızı ve oğullarınızı çoğaltsın, size bahçeler ihsan etsin, sizin için ırmaklar akıtsın.” (Nuh; 10-11-12) İşte, tevbe böyledir. Onun için diyorum kıymetini bilelim. Onda her hayır vardır. Ne isterseniz; mal mülk, evlat, ahiret, dünya, hepsi vardır. Yalnız sımsıkı sarılalım ona ve arkadaşlarımıza da onu anlatalım. Allah sizden razı olsun, niye yalnız bizim olsun! Git komşuna söyle, amcanın oğluna söyle, herkese anlat. Onları da cehennemden kurtar, cennete davet et. Elimizden geldiği kadar Allah rızası için İslam’a hizmet edelim. Bilelim ki bu kısa zaman bitecek!... Görüyoruz, geçmişte ne kadar çok dünya ile uğraşanlar vardı. Zengindiler, gece gündüz çalışıyorlardı. Ama öldüler… Her gün duyuyoruz; dostlarımızdan, ahbaplarımızdan birileri ölüyorlar. Kalmıyor kimse. Öldükten sonra da bu amel bize nasip olmaz. Fırsat kalmıyor daha… Onun için elimizde henüz fırsat varken kaçırmayalım. Huzur mu arıyorsun? Allah’a itaat et! Huzur Allah-u Zülcelal’in katındadır. Dünya’da, nefis de, nefsi istek ve arzularına uymak da; bunların hepsinde huzursuzluk vardır. Duymuşum, dünya ile çok meşgul olanlar en sonunda şöyle demişler, “Hiç huzur bulamadık! Ne zaman dünyayı terk ettiysek o zaman huzur bulduk.” Onun için kalbimizin yüzünü, Allah’ın rızasına çevirelim, Allah-u Zülcelal’e yönelelim. Daima elimizden geldiği kadar, Allah’tan rahmet, feyiz, nisbet, şefkat isteyelim. Allah’ın merhametine talib olalım. Allah böyle kalbimizi açık görürse, muhabbetle aşk ile dolduracaktır, inşaallahu teâlâ. İbrahim b. Ethem rahmetullahi aleyhi diyor ki: “Eğer saltanat sahipleri, padişahlar ve onların evlatları, bizim içerisinde bulunduğumuz halin keyfiyetini, lezzetini, ferahlığını, kıymetini bilseler, fark etselerdi; onu bizden almak için harp ilan eder, kılıçla üzerimize gelirlerdi.” Yani saltanat sahipleri, bizim halimizin hakikatini, yani Allah’ın rızasına uygun işler yapmak için gayret etmemizi ve onunla ele geçen huzuru fark etselerdi bizden almak için onu, savaş ilan ederlerdi bize, diyor. Onun için kıymetini bilelim diyorum. Kıymetini bilmezsek eğer, Allah onu alır bizden başkasına verir. İşte, bizim için Allah-u Zülcelal’in aşkının muhabbetinin her şeyimizin üstünde olması lazımdır. Allah-u Zülcelal, kendi fazl u keremi ile razı olacağı amelleri yapmayı bize nasib eylesin. (Âmin)