14 Haziran 2012 Perşembe

BAŞIMIZA NE GELİYORSA GÜNAHTAN

http://sabrikontek.azbuz.com : (:) Namahreme bakmak, insanın dinini bozan bir zehirdir Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “(Resulüm!) Mü'min erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Bu davranış onlar için daha nezihtir. Şüphe yok ki, Allah onların yaptıklarından hakkıyla haberdardır.” (Nur; 30) Allah-u Zülcelâl, erkeklere gözlerini harama bakmaktan yasakladığı gibi kadınlara da harama bakmamalarını emretmiştir. (Eğer bu emirlere uymazsak) dünya musibetlerine, meşakkatlerine dayanamazken, Allah-u Zülcelal'in azabına nasıl dayanacağız?... Ebu Umame radıyallahu anhu şöyle anlatmıştır: “Allah Rasulü'nün huzuruna bir genç gelir ve: “Ya Resulallah, zina için bana izin ver, çünkü tahammül etmem mümkün değil!” der. Orada bulunanların Kimisi ağzını kapamak kimisi eteklerinden tutup çeker. Fakat Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem susar; onu dinler, sonra da yanına çağırır, dizlerinin dibine alır ve oturtur ve sorar: - Böyle bir şeyin senin ananla yapılmasını ister miydin? Genç: - Anam babam sana feda olsun Ey Allah'ın Rasulü, istemezdim. der. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: - Hiç bir insan da anasına böyle bir şey yapılmasını istemez! buyurur ve tekrar: - Senin bir kızın olsaydı, ona böyle bir şey yapılmasını ister- miydin? diye sorar. Genç: - Canım sana feda olsun Ya Resulallah, istemezdim. der. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: - "Hiçbir insan da kızı için böyle bir şey yapılmasını istemez! buyurur ve yine: - Halanla veya teyzenle böyle bir şey yapılmasını ister miydin? Diye sorar. Genç: - Hayır, Ya Resulallah, istemezdim! Diye cevap verir. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: - Kız kardeşinle ister miydin, bir başkası onunla zina etsin? Diye sorar. Genç: - Hayır, hayır, istemezdim! Der. Bunun üzerine, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurur: - Hiç kimse de halasıyla, teyzesiyle ve kız kardeşiyle zina edilmesini istemez. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem daha sonra elini bu gencin göğsüne koyar ve şöyle dua eder: “Allah’ım bunun günahını bağışla, kalbini temizle ve namusunu muhafaza buyur.” (Ahmed bin Hanbel) İnsan, hakikaten derin olarak düşünürse nasıl kendi hanımına, annesine, kız kardeşine bakılmasını istemiyorsa o da yabancı kadınlara, başkalarının hanımına, annesine, kız kardeşine bakmamalıdır. Mademki sen, seninkine bakılmasını istemiyorsun, başkalarınınkine niçin bakıyorsun?... Herkesin bu şekilde düşünmesi lazımdır. İnsan, bundan daha ziyade, Allah rızası için bakmamalıdır. Çünkü namahreme bakmak, insanın dinini bozan bir zehirdir. Allah-u Zülcelâl bize, bu dünya hayatında, kullanalım diye bir akıl vermiştir. Allah-u Zülcelal'in bize verdiği bu cevheri, aklımızı, güzel ve yerinde kullanırsak, yanlışımızı ve taksiratımızı meydana çıkarabiliriz. Kısa bir zevk için değer mi? Buna şöyle bir örnek verebiliriz; bir insan, çok kuvvetli bir padişah ve çok kuvvetli askerlerin elinde, bir sur içinde esir olmuştur. Askerler öyle kuvvetli ki insanı bacağından tutup duvara çarptıkları zaman, insanın beyni parça parça olmaktadır. Padişah, esir olan cemaate der ki: “Benim bir işim vardır. Bu işimi sabaha kadar yapacaksınız.” Padişahın sağında muhteşem köşkler, bahçeler ve her çeşit nimet; solunda ise öyle bir ateş var ki alevleri göklere çıkıyor. Padişah, cemaate: “Eğer sabaha kadar uyumaz, istirahat etmez, bu işi yaparsanız bu köşk ve bahçeleri size vereceğim. Eğer yapmazsanız, sabahleyin sizi bu ateşte yakacağım” der. Bakınız! Düşünürsek, bir gece çok uzun bir vakit değildir. Hatta yaz geceleri iki üç saattir. İnsan: “Hayır ben yatacağım, keyfime bakacağım, sabahleyin ne olursa olsun” deyip iki üç saat rahat etmek, yatakta yatmak için uzun bir müddet ateşin içinde yanmaya razı olursa: “Şimdi keyfime bakayım, iki üç saat sonra ateşin içinde azap görürüm” derse bu insanda akıl, fikir var mıdır?... O örnekteki gece hayatı, dünya hayatının misalidir. Hatta dünya hayatı o iki üç saatlik geceden, daha kısadır. Dünya, ahirete nazaran, o iki üç saatlik gece kadar da değildir. Bir saniye gibidir. Bu örnekteki padişahın emrini yerine getirmeyen kişinin, ne kadar akılsız olduğu hepimizce malumdur. Oysa iki üç saatlik o kısa gecede, padişahın emrini yerine getirse biraz kendisini rahatsız etse, sabahleyin bahçeler, köşkler, apartmanlar, nimetler içinde devamlı olarak keyf u sefa içinde olacaktı. Dünya hayatında, Allah-u Zülcelâl bizlere bazı emirler vermiştir. Eğer o emirleri yerine getirirsek cennete gideceğiz. Namaz nefsin dönekliğini temizler Nasıl bir insan, bir insanı sevdiğinde, evine gitmek istiyorsa insan da Allah'ı seviyorsa daima O'nun evine gitmeyi istemesi, camide durması lazımdır. Allah-u Zülcelâl kudret ve azametiyle her yerdedir, fakat ibadet yeri olan camiyi, evi olarak kabul etmiştir. Bazı namazlar nefse, diğer bazı namazlardan daha ağır gelmektedir. Nitekim Hz. Peygamber namahreme bakmak, insanın dinini bozan bir zehirdir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: “Yatsı namazını cemaatle kılan kişi, gecenin yarısını namazla geçirmiş sayılır; hem yatsı ve hem de sabah namazını cemaatle kılarsa, bir gecenin tamamını ibadetle geçirmiş sayılır.” (Ebu Davud) Enes bin Malik radıyallahu anhudan rivayet edilen başka bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber namahreme bakmak, insanın dinini bozan bir zehirdir şöyle buyurmuştur: “Kişi, birinci tekbire yetişmek şartıyla, kırk gün namazını cemaatle kılarsa biri ateşten, diğeri nifaktan olmak üzere, kendisine (kurtuluşunu gösteren) iki berat yazılır.” (Tirmizi) Çünkü insan, kırk gün cemaatle, huzurlu olarak namaz kılarsa Allah-u Zülcelâl tarafından onun kalbi, ruhu, vücudu tedavi olur. Onun için de Allah-u Zülcelâl onu münafıklıktan kurtarır. Hadiste geçen, tekbir-i ihramın manası; imamın namaza başlarken, “Allah-u Ekber” diyerek tekbir almasıdır. Bir kişi kırk gün, imamla alınan bu tekbire yetişirse Allah-u Zülcelâl da ona iki berat nasip eder. Hz. Ömer radıyallahu anhunun, Abdullah ismindeki oğlu, her hangi bir sebeple, öğlen namazı cemaatine gelemediğinde, kendisini cezalandırıyor, ikindi vaktine kadar namaz kılıyordu. Bir gün yatsı namazını, her hangi bir nedenle, cemaatle kılamadığı için sabah ezanına kadar namaz kıldı. İşte onlar, Allah için nefislerine böyle ceza veriyorlardı. Nefis de Allah'ın düşmanı olduğu için Allah-u Zülcelâl, kişinin nefsine verdiği bu cezadan razı olur. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyuruyor: “Benim kitabımda, ‘ehl-i kitap’ ve ‘ehl-i liben’ helak olacaklardır (yazılıdır).” Sahabeden Zakbete radıyallahu anhu: “Ya Resulallah! ‘Ehl-i kitap’ ve ‘ehl-i liben’ nedir?” diye sorunca, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle cevap vermiştir: “Ehl-i kitap; Kur'an ve ilim okuyup da bundan maksadı, amel yapmak değil de başkalarıyla mücadele (münazara; tartışma vs.) etmek olanlardır. Ehl-i liben de ezanı duyup da cemaate gitmeyen ve keyf-u sefasına, şehvetine dalan şahıslardır.” İşte, bunlar helak olacaklardır. Günahın getirdiği felaketler, o günahtan büyüktür İnsan, kudret ve azamet sahibi olan Allah-u Zülcelâl'e karşı günah işlediğinde, beş şey onun günahından daha büyüktür. Daha önceki misalde bahsettiğimiz; “Padişahın emrini yerine getirmem, ateşe razıyım” diyen o akılsız kişi gibi biz de daima Allah'ın huzurunda olduğumuz ve O (Celle Celaluhu) daima bizimle beraber olduğu halde, O'na isyan ediyorsak, beş şey daha vardır ki, bizim bu tür günahlarımızdan daha büyüktürler. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem bunları şöyle sayıyor; Birincisi; Allah-u Zülcelâl'in onu hakir ederek, huzurunda günah işletmesi. Bu, onun günahından daha büyüktür. Çünkü eğer Allah onu muhafaza etseydi, günah işlemezdi. İnsan nasıl ateşin yanındayken, işe yaramayan bir malını, ateşe atıyorsa biz de Allah'ın malıyız, mülküyüz. Bizi O (Celle Celaluhu) yaratmıştır, O'nun mahlûkuyuz. Demek ki, bir değerimiz olmadığı, bir işe yaramadığımız zaman, Allah celle celaluhu bize günah yaptırıyor, bize günahı nasip ediyor. O günahın bize nasip olması, o günahtan daha büyüktür ve daha zararlıdır. İkincisi; Günah işleyen kişinin yüzünden ve vücudundan, evliyaların ziyneti çıkarılıp, Allah'ın düşmanının ziyneti ona nasip olur. Üçüncüsü; Onun önünden rahmet kapısı kapatılıp azap kapısı açılır. Dördüncüsü; Allah-u Zülcelâl ona bakarken, onun günah işleyerek Allah'ın gazabına müstahak olması, günahından daha büyüktür. Ashab-ı Kiram radıyallahu anhumdan biri, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin huzuruna gelerek: “Ya Rasulallah! Ben bir günah işledim, tevbe etsem kabul olunur mu?” diye sordu. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem: “Evet, Allah, Gafur ur-Rahim'dir, tevbeyi kabul eder” buyurdu. Adam tevbe etti ve gitti. Az sonra geriye döndü ve; “Ya Rasulallah! Ben o günahı işlerken, Allah beni görüyor muydu?” diye sordu. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem: “Evet, seni görüyordu” deyince, adam birden feryat ederek, yere düştü bayıldı ve öldü!... Allah-u Zülcelâl o kadar kudret ve azametiyle, bize bir şeyi yapma dediğinde, O'nun (Celle Celaluhu) bizi görmesine rağmen yapıyorsak, bu çok büyük bir şeydir. Her ne kadar, bizim düşüncemize göre büyük bir olay değilmiş gibi ise de gerçekte çok büyük bir olaydır!... Beşincisi; Kıyamet Günü bizi huzuruna çağırdığında, günahlarımızı ortaya koyup; “Ey Kulum! Bak, bunu sen yaptın, bunu da sen yaptın, bunu da...” diye yüzümüze vurduğunda, bu durum, yaptığımız günahın kendisinden daha acıdır. Başımıza ne geliyorsa, günah işlemekten geliyor. Yahya bin Muaz radıyallahu anhudan rivayet olunan bir hadis-i şerifte, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyuruyor: “Gözlerin kuru olmasının (ağlayamamanın) sebebi, kalbin katılığındandır.” Kalp katılaştığı için gözler yaş dökmüyor. Kalbin katı olmasının sebebi de günahların çoğalmasıdır. Onun için günah işlediğimiz zaman, hemen tevbe etmeliyiz ki günah üzerimizde kalmasın. Günah (kiri; zulmet) üzerimizde durduğunda, kalp katılaşır. Kalp katılaştıkça da gözlerden yaş gelmemeye başlar. Gözlerden yaş gelmediği zaman halimiz ne olacaktır?!... Çünkü ancak gözlerden gelen yaşlar, cehennem ateşini söndürebilir. Başka hiçbir şey cehennem ateşini söndüremez. İnsanın bu ahir zamanda, çaresi, kurtuluşu bundadır. Mümin çok şuurlu ve uyanık olmalıdır. Allah-u Zülcelâl hepimize; kendi fazlıyla, rahmetiyle, ihsanıyla, istediği, razı olacağı şekilde, amel-i salih yapmayı nasip etsin, inşaallah.