9 Mayıs 2013 Perşembe

BİZİM SAHİBİMİZ ALLAH’TIR



“Ol” der ve oluverir!

Elhamdulillâhi Rabbil âlemîn, vessalâtu vesselâmu a’lâ rasûlinâ muhammedin ve a’lâ âlihî ve sahbihî ecma’în.

Allah-u Zülcelal Kur’an-ı Azimüşşan’da, Kendisini bize tanıtıyor; bütün kâinatta, emrinin nasıl olduğunu, şu ayet-i kerimede bize beyan ediyor: “Bir şey'i(n olmasını) irade ettiğimiz zaman, sözümüz ancak ona ‘Ol’ dememizden ibarettir. (O da derhal oluverir.)” (Nahl; 40)

Bir şeyin olmasını irade ettiğimiz zaman, bizim sözümüz “kûn”dür (!) “Fe yekûn” (hemen oluverir)! Biz “ol” deriz, o da olur. Allah Azze ve Celle böyle buyuruyor. Allah için zor yok, her şey kolay…

O halde, mümin kimselerin; Allah’a iman eden, peygamberlere iman eden, kıyamet gününe iman eden, sırat köprüsüne, mizana, teraziye, haşir gününe iman eden kimselerin, bunlara iman ettikten sonra “Allah için hiçbir şeyin zor olmadığının farkına varıp idrak etmeleri çok mühimdir.

Ahiret hayatı ebedü’l ebed, bakî bir hayattır. Bu dünya hayatı da fani, geçici bir hayattır. İlk önce imanımızın selameti için ve bize haber verilen, muhakkak karşılaşacağımız, o iman ettiğimiz şeyleri, (zor ve sıkıntılı süreçleri) sağ ve salim bir şekilde geçirebilmemiz için Allah Azze ve Celleden yardım isteyelim…

Son nefeste imanı, kabirde ferahlığı, sırat köprüsünün üzerinden selametli bir şekilde geçmeyi, mizanda sevaplarımızın ağır gelmesini hep Allah’tan isteyelim. Allah-u Zülcelal için her şey çok kolaydır. “Ol” der ve oluverir.

Bize en çok lazım olacak şey nedir?

Allah azze ve celle başka bir ayet-i kerimede ne buyuruyor! “Bana dua edin, size icabet edeyim. (Duanızı kabul edeyim.)” (Mü'min; 60) buyuruyor, Allah azze ve celle…

Peki, bize en mühim, en lazım çok olan şey nedir? Ne istemeliyiz? Kıyamette bahusus, ebedül ebed ahiret hayatında, bize en çok lazım olan şey, Allah’ın rızasıdır, Allah’ın aşkıdır, muhabbetidir. Bunları Allah’tan isteyelim ilk önce. Sonra, geçici olan dünyamız için lazım olan şeyleri de isteyebiliriz. Ama en mühim olan şeyler; Allah’ın rızasıdır, aşk ve muhabbetidir bizim için…

İnsanlar bir bina bile yapacak olsa en az bir sene sürüyor. Tuğla getiriyorlar, çimento getiriyorlar, şunu bunu getiriyorlar. Ustalar, işçiler çalışıyorlar da ancak o binayı bitirebiliyorlar. Ama Allah-u Zülcelâl, öyle kudret ve azamet sahibidir ki kâinatın baştan yaratılması için bile “kûn” demesi yeterlidir; yani “Ol!”

Allah’tan isteyelim. Kendimizi Allah-u Zülcelal’in huzurunda fakir ve muhtaç bir dilenci gibi görelim.

“Kelimullah” Musa aleyhissalatu vesselam, Tur-i Sina’da Allah’la konuşuyordu. Tuzunu dahi Allah’tan istiyordu. Nasıl ki bir dilencinin, muhtaç bir fakirin hiçbir şeyi yoktur. Tuzu da yok, suyu da yok, ekmeği de yok... Muhtaç, fakirdir. Nasıl, bir zenginin kapısına gidip istiyorsa ondan, Nebi Musa aleyhissalatu vesselam tuzu bittiği zaman dahi, Allah’tan tuzunu istiyordu. Musa aleyhisselam her şeyini Allah’tan isterdi. Biz de aynen böyleyiz; her şeyimizle Allah’a muhtacız, fakiriz.

Kıl gibi ince olan sırat köprüsünü, Allah-u Zülcelâl kıyamet gününde cehennem ateşinin üzerine kuruyor. O sırat köprüsü, çok doğru olan bir köprüdür, dümdüz gidiyor böyle... Allah azze ve celle de dünyada insanlara doğru yolu göstermiştir. Kişi, dünya hayatında ne kadar Allah’ın doğru yolunun üzerinde doğru giderse, sırat köprüsünün üzerinde de o kadar doğru gidecektir. Ona o şekilde kolay olacak, müstakim olacaktır. Ne kadar doğru olursa, ona o kadar kolay oluyor sırat köprüsünün üzerinde doğru gitmek…

Az da olsa doğruluktan ayrılırsa sırat köprüsü de ona o kadar zor oluyor. Neuzûbillah, günahkâr olan kimseler için o sırat köprüsünün kenarında Allah kancalar icat ediyor. O kancalar da o kişinin günahına göre oluyor; (dünya hayatında) günahlara o kişi ne kadar meyilli ise onun kancaları da o şekilde ya büyük ya küçük oluyor, o kancalara meyilli gidiyor o kimse. Ve bu şekilde, günahı çok ise o kancalar sebebiyle nihayet cehennem ateşine düşüyor, neuzubillah.

Ne kadar da dünyada, Allah-u Zülcelal’e karşı doğru olursak kıyamet günü sırat köprüsünün üzerinden geçerken, o kadar da Allah-u Zülcelâl bize kolaylık veriyor.

İbadet, Allah-u Zülcelal’in kalesidir

Allah-u Zülcelâl’e itaat ve ibadet etmek mümin için Allah-u Zülcelal’in bir kalesidir. İnsan ibadet ettiği, yaptığı zaman Allah-u Zülcelal’in o kalesinin içine girmiş oluyor; dünyadan, nefisten, şeytandan muhafaza oluyor. Kim ona girerse emin oluyor. Kim de ondan, Allah-u Zülcelal’in kalesinden çıkarsa, ibadet yapmazsa, günahların içine girerse onun etrafı hep korkunç şeylerle kuşatılmıştır; karanlıktır ve her şey onun aleyhine gerçekleşmektedir.

Düşünün ki öyle bir ortamdasınız ki korkunç şeylerle karşılaşmışsınız; yılanlar, akrepler, aslanlar size hücum etmiş, ateşler geliyor üzerinize! Nasıl ki bunların hepsi korkunç şeylerdir, onlara maruz kaldığın zaman, senin vücudun helak olacak, parçalanacak, yanacaksa manevi olarak da günahlar karşısındaki insanın durumu aynen böyledir. Bunu böyle bilelim!

Şimdi gözümüzle görmüyoruz ama bir zaman gelecek (öldüğümüz zaman) gözümüzle göreceğiz bunları…

Elhamdulillah, demek Allah-u Zülcelâl bizi sevmiştir ki, bize bu sohbet meclisini, bu nezih ortamı, mescidini bize nasip etmiş; tevbe etmek için gelmişiz ve bize fırsat vermiştir, bunun kıymetini bilelim. Allah-u Zülcelal’in gazabına sebep olacak olan o günahlarımızdan tevbeye gelmişiz ve tevbe ettiğimiz takdirde, o günahların hepsi sevaba çevrilecek inşaallah.
 

Ma’ruf’i Kerhi rahmetullahi aleyhi diyor; “Allah-u Zülcelal, bir kuluna hayır dilediği zaman, ona ilk önce salih amel kapısını açacaktır.”
İlk önce tevbeyi nasip edecek, o kul günahlardan yüz çevirecek ve salih amel kapısı açılacaktır ilk önce, inşaallah. Eğer Allah-u Zülcelal bir kuluna da şer dilerse; kıyamet gününde hak ettiği için bir kuluna da azap etmek isterse o zaman da bunun tersidir; salih amel kapısını ona kapatıyor o zaman. Görüyoruz gözümüzle, Allah’ın birçok kulları vardır, Allah’a iman da ediyorlar ama imanları zayıftır; kumarhanelere, rakı içilen yerlere gidiyorlar. Salih amel ve hayır kapıları onlara kapatıldığı için olsa gerek, salih ameller yapamıyorlar (farzları bile eda edemiyorlar), hayır da bulunamıyorlar, neuzubillah.

Cüneyd-i Bağdadi rahmetullahi aleyhi de diyor ki; “Kul, kalbinden bir hayır, bir iyilik, bir hasene yapmak için niyet ettiği zaman, Allah-u Zülcelal de ona yetmiş Tevfik (yardım) kapısı açar.” Niyet ettiği o işte başarılı olsun diye, o kuluna yetmiş başarı kapısı açar, diyor.

Hemen tevbe edelim

Yani, Allah Azze ve Celle insanın kalbine bakıyor. İnsanın kalbinde olan niyet ne ise Allah ona, o şekilde muamele ediyor. “Ben bu günahları yapıyorum ama Allah bunlardan razı değildir, ben rabbimin razı olmadığı işler yapıyorum, kendimi düzeltmem lazım. Yoksa kıyamet gününde Allah bana gazap eder! Neden böyle yapıyorum? Benim tevbe etmem lazım!” diye düşündüğünüz için, kalbinizde böyle düşünceler ve niyetler olduğu için, hayra niyet ettiğiniz için Allah sizi bu camiye getirdi. İnsan, ilk önce hayra böyle niyet ediyor; ondan sonra, Allah Azze ve Celle tevbeyi nasip ediyor, amel-i salihte başarı veriyor, devamlı sohbet meclislerine gitmeyi o kuluna nasip ediyor.

İşte, bu şekilde, Allah kulunun kalbine bakıyor. Dikkat ediniz! Kalp nazargâh-ı ilahidir. Orayı temiz tutmamız lazımdır. Hatta kalbimize kötü bir niyet geldiği zaman, hemen “Özür dilerim, beni affet ya Rabbi! Şeytan bana vesvese verdi, Estağfirullah.” diye hemen tevbe edip Allah’a yönelelim. Böyle olduğumuz zaman, Allah-u Zülcelal de daima bize razı olacağı halleri ve salih amelleri nasip edecektir.

Biz şöyle bilelim ki bütün kâinat, Allah-u Zülcelal’in hükmü altındadır, tasarrufat Allah’a aittir. “Allah daima tasarruf ediyor. Bütün insanlara, cinlere, bitkilere, bütün kâinata, Allah tasarrufta bulunuyor. Ya nefsim! Ven de onlardan birisiyim. Onun için Allah’ın nazargâhı olan kalbimi, her an Allah’ın razı olacağı bir biçimde temiz tutmalıyım.” Diyerek, kendi nefsimize itapta bulunalım. (Onu uyaralım, ikaz edelim.)

Allah sana yardım edecektir!

Allah-u Zülcelâl, bana ne emretmişse onu yapmam lazımdır! Neden de sakındırmışsa onu da yapmamam lazım.

Aklım kabul ediyor bunu. Çünkü herkesi görüyorum ölüyorlar. Ben de öleceğim. Eğer ben Allah-u Zülcelal’i razı edersem, son nefeste Azrail aleyhisselam ruhumu almaya geldiği zaman; öldükten sonra kabirde, münker ve nekir sorduğu zaman; haşirde ve nerede olursa olsun… Eğer Allah için bir şeyler yapmışsam Allah meleklerine emredecek, “Buna güzel davranın!” diye buyuracak. “Ya Azrail onu incitme! Ya Münker Nekir kabirde onu incitmeyin! Ya kabir, o kulumu incitme, onu sıkma!” diye emredecek ve bana yardım edecektir.

Rabbimizin biz kullarına karşı muamelesi böyledir. Onun için biz Rabbimize kurban olalım. Biz Allah’a muhtacız. Her şeyimizi Allah’a feda etmemiz, her şeyimizle Allah’a feda olmamız lazımdır.

Yine, Cüneyd i Bağdadi rahmetullahi aleyh devamla, “Bir kişi de kalbiyle bir kötülüğe niyet ettiği zaman, kötü bir niyet kalbine koyarsa neuzubillah ‘Mesela; ben gidip hırsızlık yapacağım’ dese, onun için de Allah’ın gazabına götüren yetmiş kapı açılır.” diyor.

Onun için elimizden geldiği, gücümüz yettiği kadar, kalbimizi temiz tutmamız ve Allah-u Zülcelal’in rızasına layık hale getirmemiz lazımdır.

Allah’a kaçın, sığının!

Eğer biz, amel-i salih yaparsak, günahlardan kendimizi muhafaza eder, tevbe edersek Allah-u Zülcelal’e karşı; Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede buyuruyor: “Allah’a kaçın, (O’na) sığının!”

Bakınız, yani nefisten, şeytandan, dünyadan, bunların fitnesinden kaçın, Allah’a doğru gidin. Allah’a iltica edin, sığının! Allah sizi muhafaza edecektir…

Evet, biz zahiri olarak bir şey görmüyoruz, bize sıkıntı olmuyor ama aynen öyledir. Bir ateşi, şiddetli bir rüzgâr sana doğru getiriyor; nasıl kaçacaksın ondan sen! Beni yakacak diye öyle bir kaçacaksın ki işte günahlar da aynen öyledir. Şeytan, nefis, dünya, bunların hepsi ateştir, onlardan kaçmamız lazımdır. “Fefirrû ilellâh” diyor Azze ve Celle… “Allah’a doğru kaçın, iltica edin, sığının Allah’a!” buyuruyor.

Kim, bütün kainâtın sahibine hizmetçi olursa Allah azze ve celle, hem dünyada hem de ahirette, ona yüksek dereceler nasip edecektir. Çünkü kâinatın sahibidir, yüksek dereceleri veren de O’dur. O’nun için kim, kâinatın sahibine hizmetçi olursa Allah, ona en yüksek dereceleri verecektir. Kim de -neuzubillah- ona asi olursa en alçak dereceleri verecektir. Cehennemde en alçak, en derin, dereceleri en şiddetli olan kötü yer Şeytan’ındır. Ona mutabaat yapan, onun peşinden giden kimseler de onunla orada olacaklardır, neuzûbillah! (Allah korusun!)

Elhamdulillah, Allah bize iman vermiştir. İmandan sonra amel-i salih de yaparsak, Allah Azze ve celle ayet-i kerimede buyuruyor: “Allah, müminlerin velisidir (sahibidir, koruyucusudur.)” (Âli İmrân; 68)

Nasıl bir ev sahibi, hane halkına, ev ahalisine sahip çıkıyor, onlara bakıyor, sıkıntı ve eziyetlere karşı onların emniyetini sağlıyor. Allah Azze ve Celle de müminlerin sahibidir ve müminleri öyle korur. Allah Azze ve Celle de bizim sahibimizdir.

Allah-u Zülcelal hepimize tevbe-i nasuh (kalıcı tevbe) nasip etsin, kendi nefsimize bizi teslim etmesin. O nefsimizi, hayırlarda kullansın inşaallah. (Âmin)