25 Nisan 2013 Perşembe

>>>TEVBE KAPISI>>>

“(Ey Resulüm) de ki; ”Sizin kendisinden kaçtığınız ölüm kesinlikle sizi bulacaktır. Sonra da görüleni ve görülmeyeni bilen Allah’a döndürüleceksiniz. O size (ahirette bütün) yaptıklarınızı haber verecektir.” (Cuma-8)
Böyle bir ayet varken akl–ı selim sahibi bir insan nasıl rahatça oturup keyfine baksın? Böyle bir ayeti okuduktan sonra insanın yapacağı en akıllıca iş günahlarına tevbe etmektir.
İnsan bazen ilmindeki yetersizlik nedeniyle günah işler, işlediğinin günah olduğunun bilincinde değildir. Bu nedenle tevbe ederken, küçük yaştan bugüne değin, bilip bilmeden işlediğimiz bütün günahlar için niyet etmeliyiz.
İnsan yaşadığı sürece farklı bilinç düzeylerinden geçmektedir. Bir bilinç düzeyinde günah olarak algılamadığı bir hal, bir üst bilinç düzeyinde günah olarak algılanabilmektedir. Bu nedenle olsa gerek Resulullah Efendimiz (sav) her bir hicabı aştığında bir önceki hali için tevbe edermiş.
Bizler kul olarak her zaman günah işlemeye yatkınız, Allah–ü Teala’nın koruduğu kullar hariç olmak üzere. Buna rağmen Allah (cc) bağışlanma ve tevbe kapılarını açmış. İbn Mace’den rivayet edilen bir hadiste buyruluyor ki: “Günahına tevbe eden hiç günah işlememiş gibidir.” Bu bir günahtan ötekine batan biz aciz kullar için ne güzel bir müjde. Demek ki; önemli olan kendi kusurumuzun bilincinde olmak, utanmak, pişman olmak ve arınmak. Böylece kul kendi seyrinde de ilerlemekte, nefs basamaklarında yükselmektedir.
Nur Suresinde şöyle buyruluyor; “Ey müminler! Hepiniz Allah’a tevbe ediniz. Ta ki korktuğunuzdan emin, umduğunuza nail olasınız.”
Tevbe bir arınma kapısıdır. İnsan günahlarına tevbe ederken, duygusal olarak bazı duraklardan geçer. Belki de istenen, aranan bu duraklardan geçmektir. Böylece insanın Rabbi ile olan bağları güçlenir. Günah işleyip, sonra pişman olup af dilemek, arınmaya çalışmak nefs basamaklarında da ilerlemeyi sağlar.
Ayrıca anmadan geçemeyeceğimiz şöyle bir hadis–i şerif var: “Kul kimi kez işlediği günah vesilesiyle, cennete girer.” ‘Bu nasıl olur?’ diye sorulduğu zaman, Efendimiz (sav), “Zira kul, işlediği bir günaha öyle tevbe eder ve pişmanlık duyar ki; üzerinde hatadan eser kalmaz.” (Tirmizi, Darimi, İbn Kesir, 11/6043).
Ölmeden önce ölüp, hesaba çekilmeden önce kendimizi hesaba çekerken, tevbe kapısı en sık başvurduğumuz kapıdır. Tevbe kapısının kıymetini bilelim. Allah’ın selamı, rahmeti, bereketi, ihsanı, ikramı üzerinize olsun.

23 Nisan 2013 Salı

MÜSLÜMANLARIN BİRLİĞİ, SÜNNET’E SARILMAKTADIR

Sünnete sarılıp bid’atten sakınmak

Hadis-i Şerif

Ebu Necih İrbad İbni Sâriye radıyallahu anhu şöyle dedi: “Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem bize çok tesirli bir öğüt verdi. Bu öğütten dolayı kalpler ürperdi, gözler yaşardı. Bizler:
- Ey Allah’ın Rasulü! Bu öğüt, sanki ayrılmak üzere olan birinin öğüdüne benziyor, bari bize bir tavsiyede bulun, dedik. Bunun üzerine: 
“Size, Allah’a çok saygı duymanızı, başınıza bir Habeşli köle bile emir olsa onu dinleyip itaat etmenizi tavsiye ederim. Benden sonra sağ kalıp uzunca bir hayat sürenler, pek çok ihtilaflar görecekler. O zaman sizin üzerinize gerekli olan, benim sünnetime ve doğru yolda olan Hulefâ-i Râşidin’in sünnetine sarılmanızdır. Bu sünnetlere sımsıkı sarılınız. Sonradan ortaya çıkarılmış bid’atlardan şiddetle kaçınınız. Çünkü her bid’at dalâlettir, sapıklıktır” buyurdular. (Ebu Davud, Tirmizî, İbn Mâce)

Hadisin Önemi

Bu hadis-i şerif, Peygamberimizin ashabına ve bütün Müslümanlara yapmış olduğu vasiyeti ihtiva etmektedir. Burada, Allah’a karşı saygılı olup Müslümanların kendilerinden olan ve İslam’a göre seçilen yöneticilere itaat emredilmektedir. Zaten dünya ve ahiret mutluluğunu elde etmek de buna bağlıdır. Ayrıca Efendimiz bidat ve sapıklıktan uzak olup sünnete sarılarak İslâm yolunda ilerlediği sürece, ümmetin hidayet ve kurtuluşuna kefil olmuştur.

Açıklamalar

Peygamber Efendimizin vaazları, nasihat ve öğütleri; kısa, özlü ve dikkat çekici idi. Bu sebeple, sahabe-i kiram onu kolayca ezberleyip akıllarında tutarlar ve birbirlerine anlatıp aktarırlardı. Ayrıca Resul-i Ekrem, vaaz ve nasihat zamanını çok iyi gözetir, sahabenin halini, vaktini ve içinde bulunduğu durumu dikkate alırdı.

Hadisin ravisi İrbâd, bu çok tesirli öğüdü dinleyen ashabın, o andaki hislerini ve durumlarını dile getirmektedir. Sahabeden pek çokları, Hz. Peygamber’den bir hadis naklederken, o andaki ortamı da bize haber verirler. Bu, onların güzel âdetlerinden biridir. Böylece biz, onların Hz. Peygamber’i ne kadar can kulağı ile dinlediklerini, sonra ona nasıl uyduklarını, itaat ettiklerini de öğrenmiş oluruz. 

Bu durum, bize aynı zamanda Efendimizin hadisleri ve sünneti karşısında nasıl bir tavır takınmamız gerektiğini de öğretir. Sahabe, Resul-i Ekrem’in sözleri karşısında ürperir, kalpleri titrer ve gözlerinden yaş akıtarak ağlarlardı. Bütün bunlar, samimiyetle inanmanın, itaat arzusu içinde olmanın, Allah ve Resulünü sevip saymanın birer göstergesidir. Kuran ve Sünnet karşısında, bizlerin de örnek almamız gereken davranışlardır.

Sahabe-i kiram, bu öğütten o kadar etkilendiler ki, bunu dünyaya veda eden bir insanın son sözlerine benzetip, Rasulullah Efendimizden kendilerine tavsiyede bulunmasını istediler. Yine, Peygamberimiz, o ana kadar sahabelerin pek alışık olmadığı bir üslupla konuşmuştur, diyebiliriz. Sahabeler bu konuşmadan yakaladıkları ipuçları ile bir hükme vardılar, bunu da açıkça Hz. Peygambere söylediler. “Bu öğüt, sanki veda eden bir kimsenin sözlerine benziyor” değerlendirmesinin anlamı budur.

Sahabeler, Rasulullah sallallahu aleyhi vesellemin bir nevi veda konuşması yaptığını görünce: “Mademki durum budur, o halde senden sonra ne yapacağımızı bize emret. Kurtuluşa nasıl ereceğimizi, yaşadığımız sürece nasıl bir yol takip edeceğimizi, senden sonraki halimizin ne olacağını bize söyle” demek istediler. Bunun üzerine, Peygamber Efendimiz onlara çok kısa, fakat gerçekten çok muhtevalı bir tavsiyede bulundu.

Efendimiz takvayı tavsiye etti

İlk tavsiye ettiği şey takva oldu. Takva çok geniş anlamlı bir terimdir. Kısaca belirtmek gerekirse Allah’tan korkmayı, Allah’a karşı günah işlemekten sakınmayı, O'na son derece saygılı olmayı, dinin emrettiği her şeye gücü ölçüsünde sarılmayı, yasakladıklarından da uzak durmayı ifade eder.

Nitekim Allah-u Teâlâ şöyle buyurur: “Sizden önce kitap verilenlere de, size de ‘Allah’tan korkun’ diye tavsiye ettik.” (Nisa; 131)
Bu ayet, takvanın üç kısmını da kapsamaktadır. Bunlar:

- Şirkten ve Allah’a karşı isyandan sakınmak,
- Allah’tan başka kimseden korkmamak,
- Emredilenleri yapmak, yasak kılınanlardan uzak durmaktır.

Takva, ahiret azığıdır. İnsanı ebedî azaptan o kurtarır, cennet-i alaya ulaştırır, Allah’ın hoşnutluğuna o nail kılar. Kısaca takva, iyi ve üstün mümin olmanın adıdır. Bu ise yukarıdan beri ifade etmeye çalıştığımız gibi ferdi, kendi iç bünyesinde nefis muhasebesine, kendi kendini kontrole sevk eder. Böylece fert olgunlaşır ve kendi dışındakilerle münasebetlerini düzene koyma imkânına kavuşur. 

Bu, toplumda düzeni sağlamanın da ilk basamağıdır. Takva sahibi olmak, insanların elinde olan ve birbirleri ile yarışabilecekleri bir alandır. Onun için Allah-u Teâlâ “Allah katında en üstün olanınız, Allah’tan en çok korkanlarınız, takvada en ileri olanlarınızdır.” (Hucurat; 13) buyurur.

Emire itaatin ölçüsü

Hz. Peygamberin takvadan sonra tavsiye ettiği ikinci önemli konu, Müslümanların kendilerinden olan emir, yani devleti yöneteni dinlemeleri ve ona itaat etmektir. Hatta bu yönetici, toplumun en alt tabakası içinden çıkmış biri de olsa ona itaat mecburiyeti vardır.

Nitekim hadiste “Habeşli bir köle bile başınıza emir olsa” denilmektedir ki, İslâm hukukuna göre, kölelerin emirliği caiz değildir. Bu bir faraziye, bir varsayımdır. İtaatin önemini kavratmak, fitneden korunmanın yolunu öğretmek, başsızlığın felaket olduğuna dikkat çekmek içindir. Ancak yöneticiyi dinlemek ve ona itaat etmek, her halükarda mutlak bir emir şeklinde anlaşılagelmiş değildir. Dinleme ve itaatin boyutlarını, şartlarını ve niteliklerini de Kur’an ve Sünnet açıklığa kavuşturmuştur. 

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, “İtaat, dinin uygun gördüğü hususlardadır” buyurmuşlardır. Yöneticilerin, günah olan emirlerine itaat edilmez. Fakat bu sebeple onlara karşı ayaklanmak ve harb etmek de caiz görülmemiştir. Çünkü itaatin zıddı, her zaman isyan ve başkaldırma değildir. İsyanda, toplumun fitneye sürüklenmesi ve daha büyük musibetlere uğraması söz konusudur.

İslâm, fitneyi önlemek ve ortadan kaldırmak için meşrû sayılan her yola başvurur. Kur’an-ı Kerim, “fitne çıkarmanın adam öldürmekten daha büyük bir günah olduğunu” bildirir.

Bir emire, devlet başkanına itaat etmenin şartı ise onun soyu, sopu ve nesebi değildir. Burada aranan şart, emirin İslâm’a uygun davranıp davranmadığıdır. Yönetici adil de olsa zalim de olsa, onun emirlerinin İslâmî olup olmadığına bakılır. Kişinin kendi hali ve yaşama biçimine göre karar verilmez. Çünkü onun hali, gizli kaldığı sürece kendi şahsını ilgilendirir. 

Takva, nasıl insanın iç düzenini sağlar ve kişiyi başkaları ile ilişkilerinde iyiliğe sevk ederse emirler, yani devleti yönetenler de dış düzeni sağlamak ve toplumun birliğini, beraberliğini temin etmek ve korumakla yükümlüdürler. İnsan bazen nasıl nefsinin arzularıyla çelişkiye düşer ve sabrederse yöneticilerle de çelişkiye düşebilir. O zaman da sabretmesi gerekir. İslâm, nasıl kişinin kendi iç düzenini ve şahsi varlığını korumaya önem vermişse, toplum düzenini ve birliğini korumaya da aynı şekilde, belki de daha çok önem verir. 

Bütün bunlar, her şeye rağmen kötülüklere ve kötülere göz yummak veya sessiz ve tepkisiz kalmak anlamına gelmez. Tam aksine, hangi durumlarda nasıl hareket edilmesi gerektiğini iyi tayin etmek anlamına gelir.

Bu hadiste, Peygamber Efendimizin işaret ettiği üçüncü husus, kendisinden sonra pek çok ihtilafların ortaya çıkacağı gerçeğidir ki, o zaman kendisinin ve râşid halifelerin yaşayış tarzına sımsıkı bağlanma zarureti vardır. Doğruya ulaşmak ve kurtuluşa ermek, ancak bu şekilde mümkün olur.
 


Ümmet fitnelere karşı uyarılmıştır

Peygamber Efendimiz, bu hadislerinde, kendisinden sonra ortaya çıkacak olan pek çok ihtilaf ve fitneyi haber vermiştir. Bu, onun mucizelerinden biri sayılır. Çünkü Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem ileride ortaya çıkacak durumları toplu bir şekilde ve tafsilatıyla bilmekteydi. 

Zira ona bu bilgileri, Allah Teâlâ haber vermişti. Ancak Resul-i Ekrem Efendimiz bu konudaki bilgileri zaman, mekân gibi belirleyici unsurları ile haber vermemiştir. Hatta genel anlamda bile herkese söylememiştir. Sadece Huzeyfe İbni Yeman gibi, Ebu Hureyre gibi bazı özellikli sahabelere söylemiştir. Onlar da kendilerine haber verilen bu özel bilgileri, müsaade edildiği nisbette açıklamışlar ve başkalarına nakletmişlerdir. Hadis kitaplarımızın “Fiten” bahisleri, bu nevi rivayetleri ihtiva eder.

Ümmetin içinde fitneler ve ihtilaflar çoğalınca, görüş ayrılıkları da artar. O zaman insanlar hangi fikrin yanında olacaklar, nasıl hareket edeceklerdir? İşte, Resulullah Efendimiz bunun hal çaresini de göstermektedir. Kendisinin ve raşid halifelerin sünnetlerine sımsıkı sarılmak, yegâne çıkış yoludur. Çünkü onların takip ettikleri yol hak yoldur.

Ortaya çıkacak ihtilaflar ifadesiyle, İslâm ümmeti içinde yer alacak olan bid’at fırkaları kastedilmiş olmalıdır. Çünkü ihtilaf, küfür veya dinsizlik demek değildir. Fakat ciddi boyuttaki ihtilaflar, ümmeti fitnelere büyük günahlara sevk eder. Hatta insan, farkında olmaksızın kendini, dinin hudutları dışında bulabilir. 

İslâm ümmeti içindeki ihtilafların, bölünme ve parçalanmanın, grupçuluk ve hizipçiliğin, itaatsizlik ve baştanımazlığın Müslüman toplumları ne hale getirdiğini, günümüzde de gözlerimizle görüyor ve bunun ızdırabını hep birlikte çekiyoruz. Ümmet olma vasfına sahip bulunmadığımız gibi, ayrı milletlere ve pek çok ülkelere bölünmüş halimizle, kendi milli hudutlarımız ve coğrafyamız içinde de birlik, beraberlik ve kardeşliğimizi sağlayabilmiş değiliz.

İslâm toplumlarının fitneden kurtulabilmesi, ihtilaflara düşmemesi için müşterek bir düşünce ve hareket tarzına sahip olmaları gerekir. Bu ise belli bir şahsın veya bir grubun düşünce ve hareket tarzı olamaz. Çünkü başka şahıslar ve gruplar da vardır; onlar da kendilerinin haklı ve doğru olduklarını iddia edebilirler.

İşte Peygamber Efendimiz, bunu da açıkça tespit ve tayin etmiş, “Sizin üzerinize gerekli olan; benim sünnetime, yoluma ve doğru yola ulaştırılmış Hulefa-i Raşidin’in sünnetine sımsıkı sarılmanızdır” buyurarak, ortak hareket noktasını göstermiştir. Bilindiği gibi, Hulefa-i Râşidin, Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali’dir. Peygamberimiz, başka birçok hadislerinde olduğu gibi, bu hadiste de onların hidayet, hak ve doğru yol üzere bulunacaklarını, kendilerine uyulması gerektiğini ifade buyurmuşlardır. Ehl-i Sünnetin bütün mezhepleri, Hulefâ-i Râşidîn’e uyulması gerektiği konusunda görüş birliği içindedirler.

Bundan sonra, Peygamber Efendimiz bir noktaya daha dikkat çekmekte, bid’atlerden mutlaka sakınılması gerektiğini hatırlatmaktadır. Çünkü sünnete uygun olmayan davranışlar bid’attır. 

Bid’at, dinde yeri bulunmayan, sonradan ortaya çıkarılmış olan inanç, uygulama ve ibadetlerdir. Kur’an ve Sünnet’te yeri bulunmadığı ve bu iki asla aykırı olduğu için, her bid’at, dalâlet (sapıklık) diye nitelendirilmiştir. Burada “bidat” veya “muhdes” kelimelerinin “sonradan ortaya çıkan şey” anlamındaki sözlük manası kastedilmiş değildir. Kastedilen esas mana ise, Kur’an ve Sünnet’e aykırı olarak ortaya çıkan itikat, ibadet ve dinden sayılan şeylerdir. 

Çünkü sonradan olan bazı işler ve icadlar vardır ki, bunlar hayatî ihtiyaç ve zaruretlerdir. Bu nevi şeyleri bidattır diye reddetmek mümkün değildir. Bu ihtiyaç ve zaruretlerin, sapıklıkla da bir alâkası yoktur. Bu sebepledir ki, sonradan ortaya çıkıp itikat, ibadet ve amelle ilgili olmayan şeyleri, yani icadları bidat olarak nitelemek, doğru bir anlayış ve yaklaşım sayılmaz. (Mesela, Mevlid-i Şerif okumak gibi.)

Dinde bid’at; Allah ve Resulünün emir ve delillerine muhalif olarak dine sokulan şeylerdir. Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellemin “Her bid’at sapıklıktır” ifadesi, insanları bundan sakındırmaktadır.

21 Nisan 2013 Pazar

HZ. Muhammed (sav) İncil'de Haber Veriliyor

İncil’in tahrif edilmeden önceki asıl nüshalarında Hz.Muhammed(â.s)'dan teferruatlıca, hatta ismi dahi zikredilmişdi.
                                            
İncil’in tahrif edilmeden önceki asıl nüshalarında Hz.Muhammed(â.s)'dan teferruatlıca, hatta ismi dahi zikredilmişdi. İncil'de O'nun ismi Ahmed olarak zikrediliyordu. Ancak daha sonra tahrif edilince asıl nüshalardan Hz.Muhammed(a.s)'ın ismi ve özelliklerinin silindiğini görüyoruz. Barnaba inicilinde uzun yıllar Hz. Muhammed(a.s)'ın geleceği bildiriliyordu. Barnaba incilinde diğer İncillere nazaran tahrifat çok değildir. Matta,Markos,Luka,Yuhanna İncillerinde tahrifat daha fazla olmuştur. Bu İncilleri incelediğimizde bu tahrifatları fark edebiliriz. Bu tahrifatlara rağmen şu anki tahrif edilmiş İncillerde Hz. Muhammed(a.s)'a işaret eden ayetlere rastlamaktayız.Bu ayetleri dikkatlice incelersek Hz. Muhammed(a.s)'ın geleceğinin müjdelendiğini görürüz. 

Bu ayetlerden bazılarını sizlere takdim ediyorum.Yuhanna İncili 16/7-8. ayetlerinde şöyle yazmaktadır: "Bununla beraber ben size hakikati söylüyorum.Benim gitmem sizin için hayırlıdır.Çünkü gitmezsem,Tecellici size gelmez. Fakat gidersem onu size gönderirim. Ve O geldiği zaman günah için ve hüküm için Dünyayı ilzam edecektir." 
Bu ayette "Tecellici" olarak işaret edilen Hz.Muhammed(a.s)'ın ta kendisidir. 
Yuhanna İncili 16/12-13.ayetlerinde şöyle denilmekte: 

"Size söyleyecek daha çok şeyim var, fakat şimdi dayanamazsınız. Ama O Hakikat Ruhu gelince, size her hakikate yol gösterecek, çünkü kendiliğinden söylemeyecektir.Fakat ne işitirse söyleyecek ve gelecek şeyleri size bildirecektir." 
Bu ayetlerde "Hakikat Ruhu" olarak işaret edilen Hz Muhammed(a.s)'dır. Bu ayet Kur'an-ı Kerim'de Hz Muhammed(AS)'ın zikredilen özelliklerine mutabıktır. Kur'an-ı Kerim'de ALLAH(cc) Hz.Muhammed(a.s)'la ilgili olarak "O,heva ve hevesinden konuşmaz, O'nun konuştuğu vahiydir."(Necm,3-4)  buyurulmaktadır. 

Yuhanna İncili 14/26.ayetinde şöyle denilmekte:"Fakat benim ismimle babanın göndereceği tecellici,O ise her şeyi öğretecek ve size söylediği her şeyi hatırınıza getirecektir." 

Bu ayet Kur'an-ı Kerim'de zikredilen Hz Muhammed(a.s)'ın özellikleriyle mutabıktır.Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulmakta: 
"Rasule(Hz Muhammed'e) düşen (vazife) ancak duyurmadır.ALLAH(cc) açıkladığınızı da gizlediğinizi de bilir."(Maide 99) Bu ayeti kerime İncil'deki "O size her şeyi öğretecek" sözüyle mutabıktır. Ayrıca "Size söylediği her şeyi hatırınıza getirecektir" diyerek Kur'an-ı Kerim'in ezberlenme mucizesine de işaret edilmektedir. 

Yuhanna İncil'i 15/26. ayetinde şöyle denilmektedir:Babadan size göndereceğim tecellici, babadan çıkan hakikat ruhu geldiği zaman, benim için O şehadet edecektir." 

Bir hadisi şerifte Hz Muhammed(a.s) şöyle buyurdu:"İnsanlar arasında Meryem oğlu İsa'ya dünyada ve ahirette en yakın olan benim. Bütün peygamberler kardeştir, bir babanın ayrı kadınlardan doğmuş evlatları gibidir.Dinleri birdir.(Buhari,Tecrid-i Sarih:1403) 
Her iki peygamber de birbirlerini tasdik edip doğrulamaktadır. 

İsa(AS)'ın İncil'deki bu ayetlerde haber verdiği Yunanca Paraklit ile Latince Paraklitos, Arapça tam olarak Ahmed kelimesinin karşılığıdır. Hz.Muhammed(a.s)'ın diğer ismi de Ahmed'dir. 

 Paraklit lafzı Hristiyanlarca  "Hamdedici" veya "kurtarıcı" anlamında kullanılmaktadır. 
Matta İncil'inin ve Luka İncil'inin "Göklerin melekutunun yakın olduğu" şeklindeki ifadeleri (Matta:13/31-32) Hz Muhammed(a.s) için söylenmiştir. 

Matta İncil'i 13/31-32. ayetlerinde şöyle yazılıdır."Göklerin melekutu, bir adamın alıp tarlasına ektiği bir hardal tanesine benzer. O tane ki, bütün tohumların gerçi en küçüğüdür.Fakat büyüyünce, sebzelerden daha büyüktür ve ağaç olur,şöyle ki, göğün kuşları gelip onun dallarında yerleşirler." Gerçekten de İslam Dini başlangıçta zayıftı,bir hardal tanesi gibiydi daha sonra yeşerdi çok kuvvetlendi.