9 Ocak 2014 Perşembe

BİZE DÜŞEN İSLAM’I ANLATMAKTIR

İnsanlar ölünce fırsat kaçıyor… Allah-u Zülcelâl, kıyamet gününde insanlara karşı ne şekilde muamele edeceğini ve insanların dünyada yaptıklarından tamamıyla haberdar olduğunu bir ayet-i kerimede şöyle beyan ediyor: “Kabirlerde bulunanlar diriltilip dışarı atıldığı ve kalplerde gizlenenler ortaya konduğu zaman, insan (halinin ne olacağını) düşünmez mi? Şüphesiz Rableri o gün onlardan tamamıyla haberdardır.” (Âdiyât; 9-11) “İnsanlar, bilmiyorlar mı; zahiri ve batini olarak bütün yaptıklarını Allah-u Zülcelâl biliyor, kaydediyor ve kıyamet günüde hepsini açığa çıkaracak” buyruluyor. “Onlar böyle kabih işleri, çirkin günahları yapıyorlar ama Allah-u Zülcelâl kabirden onları yeryüzüne çıkardığı zaman ve insanın kalbinde, göğsünde taşıdığı bütün gizli sırları da ortaya koyduğu zaman, hallerinin ne olacağını düşünmüyorlar mı?” buyuruyor! Ne kadar korkunç! Bazı çirkin günahlar var; bir insan küçük bir çocuktan dahi gizli yapıyor, o ufak çocuğun görmemesi için gayret gösteriyor ama kıyamet gününde bütün peygamberlerin, meleklerin evliyaların huzurunda; tanıdığımız ve tanımadığımız bütün insanların yanında, Allah-u Zülcelâl hepsini açığa çıkaracaktır. Onun için elimizden geldiği kadar, tevbenin kıymetini bilelim. Tevbe edersek ne kadar günahımız varsa Allah-u Zülcelâl affedecek ve bizim yanımızda o günahlara şahitlik eden meleklere de unutturacak, bilmeyecekler inşaallah. Sadece Allah bilecek ve Allah affedecek… O kadar kıymetli bir şeydir bu tevbe… İnsan için kurtuluştur ama kıymetini bilmiyoruz. Çok büyük bir fırsattır, insan öldükten sonra, o fırsat onun elinden kaçıyor. Bir kuş, insanın elinden birden nasıl uçuyorsa ömür de bittikten sonra, o fırsat elimizde kalmıyor işte... Onun için elimizden geldiği kadar tevbenin kıymetini bilelim. Sadece biz değil; ailemiz, komşularımız ve bütün mümin kardeşlerimize de bunu böylece söyleyelim inşaallah. Vahyin yeryüzündeki bereketi “Huzeyfe radıyallahu anhudan rivayet edilen bir hadiste, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: “Canımı, gücü ve kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, ya iyilikleri emreder ve kötülüklerden nehyedersiniz ya da Allah kendi katından, yakın zamanda üzerinize bir azap gönderir. Sonra, Allah’a yalvarıp dua edersiniz ama duanız kabul edilmez.” (Tirmizi) Çünkü emr-i bi’l-ma’ruf nehy-i ani’l münker (iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak) yani birbirimize nasihat etmemiz, birbirimize Allah'ın emir ve nehiylerini hatırlatıp söylememiz, vahyin yeryüzündeki bereketidir. Vahyinin bereketi kalkarsa yeryüzünden, hiç bir şeyin bereketi kalmaz. İnsanlar -çok afedersiniz- hayvan gibi kimin kime gücü yeterse kimin kuvveti kiminkinden daha çoksa vurur, kırar; insanlar birbirlerine zulmeder, öldürür… Bu böyledir. Ama İslam ahlakını, Kur’an ahlakını birbirimize anlatırsak dünya da cennet oluyor ahiret de... Sadece bir sefere mahsus bir vazife değildir emr-i bi’l-ma’ruf nehy-i ani’l münker; tâ kabre kadar birbirimize hakkı söylememiz lazımdır. “Ben bir sefer söyledim yapmadı!” diyerek bırakmak, doğru değildir. Çünkü Hazreti Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, kendisine peygamberlik geldiği zamandan, ta kabrin kapısına kadar emr-i bi’l-ma’ruf nehy-i ani’l münker yapmıştır. Nice işkenceler, zorluklar, sıkıntılar gördüğü halde, hiç ihmal etmemiştir. Bizim peygamberimiz devamlı böyle yaptığı için bizim de O’na mutabaat etmemiz lazımdır. Ayet-i kerimede buyruluyor: “(Resulüm! ) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz (mutabaat ediniz)ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Âl-i İmrân; 31) Denizden bir damla kadar dahi olsa Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Efendimize mutabaat yapmamız (uymaya, benzemeye çalışmamız) lazımdır. Eski kavimlerden ibret alalım Bizden öncekilerin daima bize ibret olmaları lazımdır. Beni İsrail kavmi gibi bizden önceki kavimlerden bazıları kötü, çirkin şeyler, günahlar yapıyorlardı. Bazıları da onlara nasihat ediyorlardı. “Yapmayın yanlıştır” diyorlardı, onlar yine devam ediyorlardı. Onları birinci gün ikaz edip uyaranlar, öbür gün hiç söylemiyorlardı. Sanki emr-i bi’l-ma’ruf nehy-i ani’l münker bir gündür, bir gün, bir defa söylüyorlar, öbür gün, o hata yapanların devam etiğini gördükleri halde daha söylemiyorlardı. Daha sonraları ise git gide onlara benziyorlar, o hata yapanlar gibi onlar da yapıyorlardı. Bu şekilde hepsi bozuldular, onlara azap indi. Sonra onlar, o halden kurtulmak için ne kadar dua ettilerse, ne kadar Allah'a yalvardılarsa da Allah bir daha onların duasını kabul etmedi ve hepsini birden helak etti… Onun için elimizden geldiği kadar hiç tereddüt etmeden, devamlı, ölünceye kadar, kabir kapısına kadar, durmadan dinlenmeden, emr-i bi’l-ma’ruf nehy-i ani’l münker yapmamız lazımdır. Allah o, Beni İsrail kavmi hakkında ayet-i kerimede, “… Emr-i bi’l-ma’ruf nehy-i ani’l-münkeri yapmadılar. Onlar ne kötü bir şey yaptılar” buyuruyor. Onun için bizim durumumuz da aynen böyle… Bir gün söyler, iki gün söyler, bu ay söyler, öbür ay da söylemezsek, öbür sene söylemezsek, emr-i bi’l-ma’rufu terk edersek bize de o Beni İsrail kavmi gibi Allah gazaba gelecektir. Anlatmakla görevliyiz, başarmakla değil! Bizim mürşidimizin babası Seyyid Abdulhakim el-Bilvanisi kuddise sirruhu ihtiyar idi. Bitlis dağlarında, hayvan sırtında bile gidilemiyordu. Buna rağmen o, bastonuyla köy köy dolaşıyordu. Onunla beraber, yanında yolculuk yapan kimseler anlatıyor: “Üç gün, üç gece köylerde dolaştı, hep tevbe sohbeti yaptı, hep emr-i bi’l-ma’ruf nehy-i ani’l-münker anlattı, fakat onlardan hiç bir tanesi tevbe etmedi. Onlar ne kadar tevbe etmiyorlarsa o, daha da aşka geliyor, bir daha bir daha anlatıyordu. Onunla beraber olanların, bizlerin üzüldüğünü, moralimizin bozulduğunu anladı. Dedi: - Ben bakıyorum, siz üzülüyorsunuz? Biz: - Evet, üç gün üç gece bu sıkıntılarla bu dağları geziyorsunuz, ihtiyarsınız, bir kişi bile tevbe etmiyor. Boşu boşuna geziyoruz. Bize: - Ama siz yanlış davranıyorsunuz, dedi. Bakın, Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz de böyle anlatıyordu insanlara. Üzülüyordu kimse iman etmiyor, diye... Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimelerde ne buyurdu: “… Eğer İslâm’a girerlerse hidayete ermiş olurlar. Yok, eğer yüz çevirirlerse sana düşen şey, ancak tebliğ etmektir.” (Âl-i İmran, 20) “Sen, sevdiğine hidayet veremezsin. Lâkin Allah, dilediğine hidayet verir.” (Kasas, 56) Allah Azze ve Celle, Peygamberimizin üzerinden bize yol göstermiştir. Yol böyledir, biz anlatacağız, görevimizi yapacağız, geri kalanı Allah'a bırakacağız. İşte, ben bakıyorum bazı insanlar, birkaç sefer anlatılmasına rağmen tevbe etmiyorlar, “İşte tevbe olmuyor, şudur budur…” diye, anlatanlar vazgeçiyorlar. (İnsanların böyle söylemeleri) Seni ne alakadar eder? Bu, ta kabir kapısına kadar senin görevindir. Görevini yapacaksın. Görevini yaptığın zaman, Allah sevap yazıyor. Allah-u Zülcelâl senden razı oluyor. Böyle olduğu için, onlar hidayete geldi ya da gelmedi; seni ne alakadar eder! Onun için anlatalım. Eğer biz, bir mecliste bir yerde daima Allah’tan bahsedersek, Allah’ın rahmeti yağıyor oraya… O cemaat oradan dağıldığı zaman hepsi rahmetle, aff u mağfiretle dağılıyor oradan. Ama bunun tersi -neuzûbillah- hep günah, hep gıybet… Bir cemaat, böyle yaparsa ve dağılırlarsa, afedersiniz nasıl köpekler bir leşin üzerinden bir parça alıyor, dağılıyorlar ise o cemaat de bir zat diyor, öyle dağılıyor. Allah-u Zülcelal’in emirlerinden bahsetmekle, Peygamber sallallahu aleyhi veselleme salâvat getirmekle, onun hadislerini okumakla bizden önceki evliyaların sohbetlerini okumakla, bizim de onlar gibi olmamız lazımdır. Biz böyle sohbet ettiğimiz zaman, Allah’ın rahmeti geliyor üzerimize, Allah’ın affı geliyor… İnsanlar o cemaatten dağıldığı zaman inşaallah, hepsi günahlardan temizlenmiş olarak dağılıyorlar. Öbür türlü, dediğim gibi günahla, Allah’ın gazabı ile dağılıyorlar. Kaleye gir de kurtul! Allah’ın taati, Allah-u Zülcelal’in kalesidir! Öyle bir kaledir ki, şeytandan, nefsten, dünyadan muhafaza ediyor. İbadet edince, Allah’ın zikrini yapınca, Allah’a itaatte bulununca insan bir kaleye girmiş gibi oluyor ve o kendisini o zararlı olan şeylerden muhafaza ediyor. Ama insan taat yapmadığı zaman, zikir yapmadığı zaman, İslam hizmeti yapmadığı zaman, kaleden çıkmış oluyor. Bu dünya, nefis, şeytan onu helake götürüyor, onu cehenneme doğru götürüyor. Yani nasıl önceden kılıçla birbirlerine saldırıyorlar, savaş yapıyorlardı. O zamanlar insan, bir kaleye girdiği zaman emin oluyordu. Bu şekilde de biz eğer Allah-u Zülcelal’in zikrinde, taatinde, hizmetinde bulunursak Allah-u Zülcelâl o yaptıklarımız sayesinde bizi kaledeymişiz gibi emin kılacaktır inşaallah. Kimde ondan çıkarsa neuzûbillah her tarafdan şeytan, nefis, dünya ona zarar vermek için saldıracaklar, insan daima onlarla imtihan olacak. Onlara karşı, daima zarara girmesi çok kuvvetlidir. Subhanallah! Allah bize bu aklı vermiş, bu imanı da vermiş, ne şekil davranmamız gerektiğini bize bildirmiş. Derin olarak düşünseydik, gece gündüz Allah’a ibadet etmemiz lazım idi değil mi bu akılla, bu imanla? Öyleyse daha vakit varken bu bizim önümüze gelecek olan olaylara karşı ne yapacağımızı daima düşünmemiz ve hiç durmadan gayret göstermemiz lazımdır. Kötü hal üzere ölmekten kork! Tabiinden Hasan-ı Basri radıyallahu anhu diyor, “Eğer Allah-u Zülcelâl bir kuluna şer murad ederse ona ömrünün sonunda -neuzubillah- günahlar, kötü ameller nasip eder ve o kötü fiilleri yapmış olarak ahrete gider.” Ne kadar yaşayacağımızı bilemiyoruz. “Kötü amellere tevbe etmeden ben bu şekilde ölürsem, bu kötü amel üzerinde iken ömrüm son bulursa benim halim ne olacak?” diye düşünmemiz lazımdır. Ama Allah, bir kişinin hayrını dilerse tevbeyi ona sevdirecektir. Tevbeyi sevecek, pişmanlığı hissedecektir. Allah veriyor onu da... Ne mutlu ona, tevbe edecek ve tevbeden sonra da amel-i salih yapmak suretiyle, devam edecek ömrünün sonuna kadar. O güzel hale devamlılıkla Allah onu, kendine doğru götürüyor ve öyle vefat ediyor. Bu şekilde olması da Allah-u Zülcelal’in onu sevmesinin alametidir. Onu sevmiştir ki tevbe nasip ediyor ve tevbe üzereyken de onun ruhunu alıyor. Elimizden geldiği kadar, Allah için çalışalım, gayret edelim. Her an biz ölebiliriz. Her an Allah-u Zülcelâl, ömrümüzü bitirebilir. Zaten bize sayıyla vermiştir bu ömrü. Hatta nefesle… O nefesler bittiği zaman öleceğiz. Ama ne kadar nefesimiz kalmış, bilmediğimiz için her an tevbe ederek, amel-i salih yapmak suretiyle sebat etmemiz lazımdır. Allah-u Zülcelâl, hepimize, razı olacağı şekilde amel-i salih nasip etsin inşaallah. Bizi, kendi nefsimize teslim etmesin ve o nefsimizi hayırlarda kullansın inşaallah.