11 Aralık 2014 Perşembe

ALLAH-U ZÜLCELAL’DEN İHSANINI İSTEYELİM

İnsanın işi rast gider Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “Ve eğer Allah, sana bir zarar dokunduracak olursa, onu O'ndan başka giderecek yoktur. Ve eğer sana bir hayır dilerse, o zaman da O'nun hayrını engelleyebilecek kimse yoktur. O, lütfunu dilediği kuluna nasip eder. Allah çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir." (Yunus; 107) Allah-u Zülcelal, bu ayet-i kerimede kullarına, kendi kudret ve azametini beyan etmektedir. Bu ayet-i kerimeden bize düşen ders; her şeyin Allah-u Zülcelal'den olduğuna inanmaktır. İster hayır olsun, ister musibet olsun, her şeyi veren Allah-u Zülcelal’dir ve bu verdiğini insanın üzerinden kaldıracak olan da yine Allah’tır. Peygamberler, Evliyalar ve melekler; Allah-u Zülcelal'e, yine Allah-u Zülcelal izin verirse şefaatçi olabilirler. Yalnızca rica ederler. Onların elinde de başka bir şey yoktur. Allah-u Zülcelal'in şefkat ve merhameti ne kadar çok ise, azabı da o kadar çoktur. Allah-u Zülcelal'in azametini, mümin olan her insanın bilmesi lazımdır. Bu dünyanın, göklerin ne kadar büyük olduğunu hepimiz görüyoruz. Bunlar, Allah-u Zülcelal'in yarattığı Kürsî'nin yanında ufacık bir halka gibidirler. O çok büyük olan Kürsi de Arş-ı Âlâ'nın yanında küçük bir halkası gibidir. Allah-u Zülcelal bir şeye 'ol!' dediği zaman o şey oluverir. Allah-u Zülcelal böyle Azim'dir, kudret ve güç sahibidir. Allah Teâlâ, kendisi için bir ihtiyaç ve (Arş'ın üzerine) istikrar (yerleşme, mekân tutma) olmaksızın Arş'a istiva etmiştir. O, Arş'ı da diğer mahlûkatı da korumaktadır. Daima bizim üzerimize nâzırdır, bizi daima kontrol etmektedir. Onun için Allah-u Zülcelal'in bu kudret ve azametinin farkına varmamız ve kendimizi ayarlamamız lazımdır. Günahlardan ancak bunu idrak ederek kurtulabiliriz. Allah-u Zülcelal'in dostları, O'nun emir ve nehiylerini inceden inceye yerine getirirler. Buna rağmen, Fudayl bin İyaz şöyle demiştir: “Ben Peygamberlere ve mukarrebun olan meleklere; bunlar Allah'ın Peygamberleridirler, Allah'a kavuştular, Allah-u Zülcelal onlara istedikleri her şeyi verecek diye gıbta etmiyorum. Ben Allah'ın yaratmadığı herhangi bir mahlûkata gıbta ediyorum. Çünkü Peygamberler de, mukarrebun olan melekler de kıyamet gününü görecekler. Ama yaratılmamış olan mahlûk, kıyameti onun dehşetini görmeyecek. Keşke ben o yaratılmayan mahlûkun yerinde olsaydım.” İşte bakın! Fudayl bin İyaz Allah-u Zülcelal'in çok büyük bir dostu olmasına rağmen, Kıyamet gününün dehşetinden, Allah-u Zülcelal'in azametinden öyle çok korkuyordu ki böyle söylüyordu. Biz Allah-u Zülcelal'e imanımızda ne kadar samimi olursak, O'nun ibadetini, dininin hizmetini ne kadar yaparsak, O'da bizi o derece hem dünyada hem de ahirette bütün tehlikelerden muhafaza edecektir. Demek ki insan, Allah-u Zülcelal'e tam manası ile ve samimi bir kalp ile bağlansa, Allah-u Zülcelal insanın her işini kolay eder. “Ya Rabbi! Kendimi Sana teslim ettim” Şöyle rivayet edilmiştir: "Bir Evliyaya ömrünün son vaktinde Allah-u Zülcelal bir kız çocuğu verdi. Kızın annesi öldü. Ve bir süre sonra da bu Evliya olan zat sekarata düştü. Bir kişi onun yanına gelerek: - Kızını bana teslim et. Ben onu senin istediğin biçimde büyütürüm, dedi. Evliya: - Hayır, ben onu Rabbime teslim ediyorum. Eğer beni seviyorsan, benim kızımı Kabe'ye götür ve İsmail aleyhisselam'ın hücresine koy, dedi. Adam onun vasiyetini yerine getirerek, kızı Kâbe'ye götürdü. Mekke emirinin annesi o esnada tavaf yapıyordu. Kızı görünce, aldı ve çok güzel bir şekilde büyüttü ve vezirin oğluyla evlendirdi. İşte bakın! O zat, Allah-u Zülcelal'e nasıl tevekkül etti, Allah-u Zülcelal'de ona nasıl karşılık verdi? Fakat böyle davranabilmek için kuvvetli bir iman ve Allah'ın kudret ve azametini iyice idrak etmek lazımdır. İşte o Evliya da kızını Allah'a teslim etti. Bir kızı koruyup, gözetmek Allah-u Zülcelal için nedir ki? Hiçbir zorluğu yoktur. Bir kimse, bir yolculuğa çıktı. Onun hanımı hamileydi. Yola çıkarken: “Ya Rabbi! Ben hanımımın karnındaki çocuğu sana teslim ediyorum, dedi ve oradan ayrıldı. Evine döndüğü zaman hanımını bulamayınca: - Benim hanımım nerede? Diye sordu. Ona dediler ki: - Senin hanımın hamile olarak vefat etti ve onu o şekilde gömdük! Kabristana gelince, yukarıdan kabristanın içine bir nur indiğini gördü. Hanımının kabrinin başına geldiğinde baktı ki o nur, hanımının kabrine iniyor. Kabri açtı ve kadının çocuğun annesinin göğsünden süt emdiğini gördü. Ve şöyle bir ses işitti: “Sen o çocuğun annesini de bize teslim etseydin, şimdi ikisini de sağ salim görürdün. Ama yalnızca çocuğu teslim ettin, işte senin çocuğun.” Allah-u Zülcelal, öyle kudret ve azamet sahibidir ki bunun farkına varırsak, “Ya Rabbi! Beni hayırlarda kullan. Kendimi sana teslim ettim." diyerek, samimi bir şekilde ıslah olmak için O'na teslim olursak, Allah-u Zülcelal hayırlı amelleri yapmayı bize nasip edeceği gibi, günahlardan da bizi muhafaza edecektir. Fakat daha sabahleyin yatağımızdan kalkar kalkmaz, sanki dünyanın sahibi bizmişiz gibi kibirle, ucubla: “Ben şöyle yapacağım, böyle yapacağım” diyoruz. Neyiz ki, ne yapacağız? Biz hiçbir şeyi kendi başımıza yapamayız. Her şeyi kudret ve azamet sahibi olan Allah-u Zülcelal yapmaktadır. Bunun iyice idrakine varıp, kendimizi O'na teslim edersek ve bize hayırları nasip etmesi için yardım ister, yalvarırsak, Allah-u Zülcelal çok cömerttir. Dolu olan hazinelerinden bize de verecektir. Allah’tan ihsanını isteyelim Kıyamet günü geldiğinde insan, sanki dünyada hiç yaşamamış gibi olacaktır. Cüneyd-i Bağdadi'nin amelini insan kitaplarda gördüğü zaman, onun kulluk gayreti karşısında şaşırıyor, hayretlere düşüyor. Muhammed el-Haremi isminde bir zat şöyle anlatmıştır: “Ben Cüneyd-i Bağdadi'nin yanına gittim. Sekarat halindeydi. Baktım ki, ruhu vücudundan çıkmak üzere olduğu halde Kur'an okuyordu. Ona dedim ki: - Allah razı olsun! Nefsine biraz şefkat et, can veriyorsun yine de Kur'an okuyorsun. Bana dedi ki: - Ya Ebu Muhammed! Bilmiyor musun ki buna benim şu anda herkesten çok daha fazla ihtiyacım vardır. Çünkü diğer insanların önlerinde daha ömürleri var. Kur'an okuyabilirler, namaz kılabilirler ve daha pek çok ibadet yapabilirler. Ama benim amel defterim kapanıyor. Onun için şu anda benim herkesten çok daha fazla bu sevaba ihtiyacım vardır.” Hele bakın! Ne kadar da ince düşünüyorlar. Sekarat esnasında (ölüm anında) dahi Allah-u Zülcelal'in ibadetini yapmak için çaba gösteriyorlardı. Ama biz, biraz rahatsızlansak: “Ben bu gün çok rahatsızım. Başım ağrıyor, şöyle hastayım, böyle hastayım!” diyoruz. Hele bir onların haline bakın, bir de bizim halimize bakın. Allah-u Zülcelal bize merhamet etsin; bizim amelimizle değil, kendi fazl-ı keremi ile bize muamele etsin. Acaib bir haldir. Eğer insan bu zamanda kendi kusurlarına bakarsa: “Ben Allah'ın azabına müstahakım” diyerek ümitsizliğe düşüyor. Fakat diğer taraftan da Allah-u Zülcelal'in şefkat ve merhametini işittiği, öğrendiği zaman dili çözülüyor, ferahlanıyor ve Allah'tan istemek için iştiyak duyuyor. Onun için şu şekilde dua etmemiz lazımdır: “Ya Rabbi! Rahmet ve merhatinle, ihsan ve kereminle, şefkatinle bize muamele et. Bizim ehil olduğumuz şeyle, amelimize göre bize muamele etme!” Allah-u Zülcelal'in dostları bu şekilde dua ediyorlardı. Çünkü Allah-u Zülcelal şefkat ve merhamet sahibidir, cömerttir, lütuf sahibidir. Eğer Allah-u Zülcelal bize ihsan ve keremiyle muamele ederse, şefkat ve merhametiyle muamele edecektir. Ama bizim amelimizle bize muamele ederse azap ile muamele edilmeye müstehak olacağız. Çünkü bizim amel defterimiz hep hata ve günahlarla doludur. Niçin? Çünkü zaten bizim ibadetlerimiz bile Allah-u Zülcelal'e karşı hatadır. Onun için de sadatlar, her ibadetin arkasından yirmibeş sefer, “Estağfirullah” demeyi adaba koymuşlardır. İnsan her ibadetinden sonra 25 kere Estağfirullah dediği zaman: “Ya Rabbi! Benim okuduğum Kur'an, yaptığım zikir, kıldığım namaz senin Zatına layık değildir. Bu ibadetleri huzurlu olarak değil, gaflet içerisinde yaptım. Benim kalbim başka yerdeydi. Bu ibadet benim için sanki hata gibidir. Senden özür diliyorum” demiş oluyor. Sadatlar bize bunu tavsiye etmişlerdir. Bizim salih amellerimiz dahi Allah-u Zülcelal'in kudret ve azametine karşı sanki hata gibidir. Salih amellerimizin durumu böyle iken, kim bilir günahlarımız nasıldır? Biz Allah-u Zülcelal'in ne kadar şefkat ve merhamet sahibi olduğunu unuttuğumuz için, bazı zamanlarda O'na karşı hata yapıyoruz. Yoksa bunu tam olarak idrak etmiş olsaydık, elimizi biraz vicdanımıza koyup, “Ben nasıl şefkat ve merhamet sahibi olan Rabbime karşı hata yapabilirim” diyecek ve günahlardan vazgeçecektik! Tevbe eden günah işlememiş gibidir Abdullah ibn-i Mes'ud radıyallahu anhtan rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: “Günahından tevbe eden kimse hiç günah işlememiş gibidir." (İbn Mace) Yani insan, anasından doğduğu zaman, nasıl günahsız ve tertemiz olarak dünyaya geliyorsa, günahından tevbe eden kimse de anasından yeni doğup, günahsız ve tertemiz dünyaya gelmiş gibi olur. Allah-u Zülcelal çok merhametlidir. Bizlere çok büyük bir nimet olarak tevbe kapısını açmıştır. Cüneyd-i Bağdadi şöyle anlatmıştır: “Bir gün rüya âleminde ya da hal esnasında gördüm ki, şeytan çıplak olarak insanlarla oynuyor. Ona dedim ki: - Ey Lain, sen o kadar hayâsızsın ki, insanlarla çıplak olarak oynuyorsun. Şeytan: - Bunlar insan mıdır? Bunlar insan değil ki, ben onlardan hayâ edeyim. Bunların Allah ile hiç bir alakası yoktur, diye karşılık verdi. Ona: - Peki, seni yakan insanlar kimdir? Diye sordum. Şeytan - Filan camiye git, orada bazı insanlar görürsün, işte onlar beni yakıp mahvettiler, diye cevap verdi. Şeytana: - Onlar seni ne ile yakıyorlar? diye sordum. Şeytan: - Ben onları aldatmak için yanlarına yaklaşıyorum; hemen “Allah” diyerek zikrediyorlar, Allah’tan yardım istiyorlar. Bu sebeple beni yakıyorlar, diye cevap verdi. Çünkü şeytan Allah-u Zülcelal’in adının anıldığı, zikredildiği yerde duramaz, hemen kaçar. Bu halden sonra uyandım baktım ki, gece yarısıdır. Hemen o camiye gittim. Oradakilere selam verdim ve birisi bana dönerek: “Sen o köpeğe inanma!” dedi. Anladım ki onlar Allah’ın izni ile benim bu halimden haberdardırlar. İşte onlar, daima Allah-u Zülcelal ile beraber bulunuyorlardı. İnsan Allah'la beraber olduğu zaman, Allah-u Zülcelal'in kudret ve azametinin karşısında kimsenin duramayacağını anlar. Allah-u Zülcelal, insana çok büyük bir nimet olarak aklı bağışlamıştır. İnsan bu akılla, hem dünyasını hem de ahiretini kazanmalıdır. Akıl öyle nurani bir cevherdir ki onun nuru, kalbin üzerine gelerek, bütün vücudu hareket ettirir. Ulema, dünya hayatının fani, ahiret hayatının ise baki olduğuna, nakil ve akıl ile ittifak etmişlerdir. İnsan için dünyanın nimetleri ne kadar çok olursa olsun, fani oldukları için hiçbir şeye yaramaz. Dikkat edersek; kendimiz de bunu aklederek anlayabiliriz. Şeytan bizim düşmanımızdır Allah-u Zülcelal, yine bizlere, Kur'an-ı Kerim'de şöyle bir uyarıda bulunuyor: “Şeytan sizin apaçık bir düşmanınızdır.” (Bakara; 208) Şeytanın yeri, cehennemin dibidir. Şeytan, Allah'ın kullarıyla uğraşıp onların da kendisiyle birlikte cehenneme girmesini istiyor. Nitekim Allah-u Zülcelal, bu ayet-i kerimede şeytanın düşmanımız olduğunu bizlere beyan etmiştir. İşte bunun için insanın, daima düşmanıyla mücadele içerisinde olması gerekir. Şeytan, birinci olarak, insanın imansız olarak dünyadan ayrılmasına sebep olmak ister. Bunu yapamazsa, büyük günahları yaptırmak ister. Bunu da yaptıramazsa, küçük günahlara devam etmesini ister. Eğer bunu da yaptıramazsa, ibadetten geri bırakmak ve keyf-ü sefa yaptırmak ister. Sonsuza kadar cehennemde kalacağından, insanların da kendisiyle beraber yanması için çalışır. İnsan dünyada Müslüman olarak yaşasa dahi, yine şeytan son nefesinde onunla uğraşır. Fakat hakkı talep eden, Allah-u Zülcelal'in rızasına talip olan mümin, bunun şuurunda olur. Müminin kalbinde bir melek bir de şeytan bulunur. Bunlar, daima savaş halindedir. Eğer bu savaşta melek galip gelirse, kalp Allah-u Zülcelal'e açılır. O zaman şeytan da insandan uzaklaşır ve o insan, artık hep hayrı talep eder, hayırla meşgul olur ve hayırlı işler yapar. İşte biz de aklımızla bu meleğe yardımcı olalım. Nefsimiz, daima Allah-u Zülcelal'in ibadetinde, zikrinde ve hizmetinde bulunduğu zaman melek, şeytana galip gelecektir. Böyle olduğu zaman, kalbimiz Allah-u Zülcelal'in ibadetine, zikrine, hizmetine ve rızasına yönelecek ve şeytan, meleğe esir olacaktır inşaallah. Diğer türlü davranıp günahlara yönelir de ibadet ve zikir yapmazsak o zaman şeytan, meleğe galip gelecek ve onu esir alacaktır. Böyle olunca, şeytan, boğazımıza bir ip takmış gibi bizleri günahlara sevk edecektir.