19 Mart 2015 Perşembe

Allah’a En Sevgili Şey, O’nu Tanımaktır

Allah-u Zülcelâl, Peygamberimize emrediyor: “Ey Resulüm, sabah akşam Rablerine rızasını dileyerek dua eden kimselerle beraber sabret! Sen dünya hayatının süsünü arzu ederek onlardan gözlerini ayırma. Kalbini, Bizi anmaktan gafil kıldığımız, keyfinin ardına düşmüş ve işi aşırılık olmuş kimseye uyma!” (Kehf, 28) Yani iyi kişilerle beraber olmayı Allah Azimüşşan Peygamber aleyhisselatü vesselama emrediyor. Hatta bu ayet nazil olduktan sonra Peygamber aleyhisselatü vesselam diyor ki: “Elhamdülillah Allah ümmetimden öyle kişiler yaratmış ki, bana ‘nefsini onlarla beraber hapset, onlarla beraber ol,’ diye emrediyor.” Diye hamdü senada bulunuyor. İşte bu ayette Allah-u Zülcelâl bize, iyilerle oturup kalkmanın ne kadar menfaatli olduğunu ve Allah’ın yanında ne kadar mühim olduğunu beyan ediyor. Peygamber Efendimiz de hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: “İyi kişilerle ve kötü kişilerle oturup kalkmanın misali, misk kokusu satan kimse ve körük çeken demircilerin misali gibidir. Bir kimse misk satan birisi ile beraber olduğu zaman, misk satan kişi cömertlik yaparak miskinden bir miktar arkadaşına verecektir, ya da arkadaşı bir miktar satın alacaktır. Almasa dahi o miskin kokusu üstüne siner. Demircilik yapanla arkadaş olduğu zamansa ya elbisesi onun ateşinden yanacak veya üstü kirlenecek ya da onun pis kokusu üzerine sinecektir.”(Müslim, Birr, 146) İşte, iyi kişilerle oturmak, misk satan kimsenin yanında oturmak gibidir. İyi kişilerle oturduğun zaman, güzel koku satan kişiden üzerine güzel koku sindiği gibi, onlardan daha ilim, güzel ahlak, salih amellerin menfaati siner. Çünkü iyi kişiler ya sana nasihat eder ya da sen ondan sorup öğrenirsin. Yahut onlarla beraber olduğun için Allah-u Zülcelâl’in rahmeti, senin üzerine de gelir ve muhakkak menfaat sağlarsın. Kötü kişilerle beraber olmak ise kaynak yapan demircilerin yanına gitmek gibidir. Ya senin üzerine bir ateş sıçrar, sıçramasa bile üzerine onun pis kokusu gelir. Yani sana kötü bir amel yaptırır ya ondan kötü bir ahlak kaparsın. Yahut Allah-u Zülcelâl’in gazabı onların üzerine geldiği için sana da gazap ilişir ve dünya ve ahiretine zarar verir. Benim yanıma çok insanlar geldiği için onlardan duyuyorum, “Benim çocuğum bozuldu,” diyorlar. Çünkü iyi insanlar ilaçtır, kötü insanlar hastalıktır, zararlıdır. Bu yüzden eğer kendimizi seviyorsak, hidayetimizi istiyorsak iyi kişilerle oturup kalkalım. Biz çok şanslıyız, beraber olacağımız iyi kişiler Allah nasip etmiş bize… Şah-ı Nakşibend rahmetullahi aleyh: “Her ne kadar biz bir şey değilsek de Allah bizi iyi arkadaşların payına düşürmüş.” Diyerek Allah’a hamdüsena ediyordu. Bizim de böyle şükretmemiz lazımdır. İyi kişilerle oturduğumuz zaman kalbimiz münevver olacak, tedavi olacak, ibadet için güç kazanacaktır. Bunun tersi kötülerle bir arada bulunduğumuz zaman da insan manevi olarak hastalanacak, hiçbir şey yapamaz olur, virdinde de geri kalır, günahlara meyli olur… bunu herkes tecrübe edebiliyor. Allah azze ve celle çok kıymetli bir cevher olarak bize aklı verdiği için, Şeytan-ı lâin diyor ki: “Ben aklın karşısında duramam. Hiçbir şey beni yenmez akıldan başka.” Dikkat edersek, aklımızı kullanıp, inceden inceye düşündüğümüz zaman kendimize güzel yolu seçebiliyoruz. Akıl yanlış olan yolu kabul etmiyor zaten “Ben bu günahı yapacağım cehenneme gireceğim, dediğin zaman,” bunu akıl kabul eder mi? Ama yaramaz olan nefs, çocuk gibi ufak bir zevke aldanıyor. Kabrin kapısına gidinceye kadar böyle yapa yapa aldanmaya devam ediyor. İnsanların günah işlemesi, Allah-u Zülcelâl’in istediği gibi davranmaması hep nefistendir. Akıl böyle aldanmayı kabul etmez. Onun için şeytan-ı lain diyor ki, “Ben akıl karşısında duramam. Akıl gibi korktuğum bir mahlûk yoktur şu yeryüzünde.” Bu yüzden aklımızı çalıştıralım, akla göre davranalım, nefse uymayalım. Allah’ı Unutan Nefsini Unutuyor Hiçbir zaman şu ayetteki gibi olmayalım: Allah-u Zülcelâl bir ayet-i kerimede buyuruyor: “(O inkârcılar) Allah’ı unuttular, Allah da kendi nefislerini unutturdu. Böyle kimseler gibi olmayın onlar, yoldan çıkan kimselerdir.” (Haşr 19) İnsan Allah’ı unuttuğu zaman, kendi nefsini de unutuyor. Bu ne demek? Allah’ı unuttuğu zaman nefsinin emrettiği gibi davranacak, o zaman kendi nefsini korumayı unutacak. Allah’ı unutmadığı zaman, Allah’ın emir ve nehiyleri onun nefsini düzeltecek, cehennemden kurtaracak. Ama o Allah’ı unutunca, kendi nefsini de cehennemden kurtarmayı unutuyor. İşte nefsini unuttu, ateşe attı, ateşin içinde kışır kışır yanıyor… Allah’ı unutmadığı zaman kendi nefsini de unutmuyor, onun Allah’a nasıl muhtaç olduğunu unutmuyor. Ama Allah’ı tanımayınca, kendi nefsini tanımıyor bu sefer. Ne kadar zayıf olduğunu, ne kadar Allah’a muhtaç olduğunu, unutuyor. O zaman nefsin ıslahı için bir şey yapmıyor, nefse menfaatli olan bir şey yapmıyor. Bilmemiz lazım ki şu yeryüzünde Allah-u Zülcelâl’i tam tanımaktan daha sevgili hiçbir şey yoktur! Allah-u Zülcelal’i hakkıyla tanımak, ne şekilde bir azamet ve kudret sahibi olduğunu bilmek, bizim de onun karşısında ne kadar aciz olduğumuzu, ne kadar muhtaç olduğumuzu bilmek, gibi Allah-u Zülcelal’e sevgili bir şey yoktur. Böyle buyuruyor Allah azze ve celle… Çünkü onu tanımamız için, Hâlık’ımızı tanımamız için vahiy nazil olmuş, Peygamberler göndermiştir Allah azze ve celle. Bunun için cennet yaratılmıştır, bunun için cehennem yaratılmış, gökler ve yerler yaratılmıştır, hep Allah-u Zülcelal’i tanımamız için… İşte Allah’ı tanımamız Allah’ın yanında bu kadar makbuldür ve sevgilidir. İnsan bunu hakkıyla anlayabilse mutlaka Allah-u Zülcelal’i sever. Çünkü düşünür, “Ben Allah’a ne kadar muhtacım ve o bana her şeyi veriyor. Bana iman veriyor onunla cehennem ateşinden muhafaza olmuş oluyorum. Cennet nimetlerini hak etmiş oluyorum. Ruh, can, ne dersen hepsini bana Allah vermiş bulunuyor.” Bunları anlayınca Allah’ı sevmesi gerektiğini anlar. Ne mutlu ona, sadece ve sadece Allah’ın rızasını, Allah’ın muhabbetini istiyor, Allah bize de nasip etsin, çok kıymetlidir o… Bir kişi düşünelim, sıcak yaz mevsiminde tuzlu yemek yese ne kadar susuzluk çeker, hararetli olur, su gördüğü zaman nasıl o tarafa koşar, işte bir kişi de Allah’ın rızasını kazanmak için böyle istekli, böyle gayretli olursa o kişi evliya olur. Maalesef öyle olamıyoruz. Nasıl ki susuz şahıs susuzluğu ne kadar fazla olursa o kadar suyu talep ediyor, suyu almak için o kadar istekli bir müşteri oluyor, suyu öyle bir hasretle istiyor, işte biz de aynen böyle olmamız lazım. Biz Allah-u Zülcelâl’in yanındaki ecir ve sevaplara ne kadar düşkün olursak, ne kadar istekli bir müşteri olursak, Allah-u Zülcelâl de bize o kadar muhabbet verecek, amel-i salih nasip edecek. Çünkü Allah-u Zülcelâl bizim kalbimize bakıyor o şekilde veriyor. Allah-u Zülcelâl dünyaya bakmaz, bizim suretimize bakmaz, elbiselerimize bakmaz, Allah kalbimize bakıyor, azze ve celle… Kişi kendini şu şekilde düzeltebiliyor, ben şu hal üzere ölürsem iyi miyim, kötü müyüm? İyi bir amel üzere miyim, kötü bir amel üzere miyim? Şimdi, namazın içindeyim, sohbetin içindeyim, zikrin içindeyim, Allah’ın evindeyim, böyle ölürsem iyi bir haldeyim. İşte evliyalar diyorlar ki; böyle halleri kendinize çekin, yani hangi hal üzere ölmek istiyorsanız o haller üzere olmaya çalışın, hangi hal üzere ölmeyi istemiyorsanız o halden kendinizi muhafaza edin. Günah işlerken, günah işlenen yerlerde bulunurken düşünün, ya bu hal üzereyken ölüm gelirse diye… Güzel İsimle İsimlenelim Bir evladınız olduğu zaman ona “manası güzel bir isim takalım da salih olsun, iyi insan olsun” diyerek güzel isimler takıyoruz. Peki niye kendi ismimizi düşünmüyoruz? Biz mümin iken bize münafık demesinler, salih diye ismimiz var iken bize fâsık demesinler. Sen namaz kılmadığın zaman, oruç tutmadığın zaman, günah işlediğin zaman, sâlih olan ismini fasık ile değiştirmiş oluyorsun. Ama tevbe ettiğin zaman, namaz kıldığın zaman, o fâsık isminden çevirip sâlih ismini takıyorsun kendine… Bunun için daima kendimize Allah’ın mağdup (gazap edilen) ismini değil, mardı (razı olunan) isimlerini almak için, ameli salih yapmak suretiyle ismimizi değiştirelim, güzel isimler alalım kendimize, inşaallah… İnsan şu zahiri dünya hayatı için kendine menfaatli şeyleri toplar, ama çok acayip bir şey ki, ahiret hayatı için zararlı şeyler toplar. Nasıl ki insan, kış mevsiminde perişan olmamak için yaz mevsiminde, harman vaktinde erzakını toplar; bunun gibi dünyada da ahiret için erzakını topluyor ama kendisine azap olacak şeyleri toplar. Hiç akıl kabul eder mi ki, insan bu dünyada günah işlesin, o günahlarla ebedül ebed ahiret hayatında kendisine azap edilsin? Cehennemde her bir insan kendi günahının ateşi içinde yanıyor. Ne kadar günahı çok olursa onun ateşi de o kadar çok olur. Onun için bize zararlı olan şeyleri toplayıp götürmeyelim ahirete, menfaatli olan şeylerle beraber gidelim. Tevbeyle, amel-i salihlerle gidelim… İnsana kabir azabı olan yılanları biz bu dünyadan götürüyoruz. Biz o yılanları günahlarla besliyoruz, bunu akıl kabul etmez. Bakın şeytanın dediği gibi, “İnsan aklını çalıştırdığı zaman ben yok oluyorum, onun karşısında duramıyorum. Ama nefsi ben kılıç gibi elime alıyorum, onunla gidiyorum üstüne…” Şeytan bize hep nefisle geliyor, “Hava soğuktur, sen bu havada abdest alamazsın, namaz kılamazsın” diyor. Hiç akılla geliyor mu? Eğer “Namaz kılmazsan sonunda azap göreceksin,” diyor mu? Demez… Nefsini Bırak da Gel Bayezid-i Bestamî Hazretleri diyor ki: “Rabbimi rüyada gördüm. Dedim ki: “Sana ulaşmanın yolu nedir, Ya Rabbi?” Buyurdu: “Nefsini bırak, gel.” Bunun üzerine ben de, tıpkı yılanın kılıflarından sıyrılması gibi, nefsimden sıyrıldım. Nefis bizi hep geri bırakıyor. İyi arkadaşlarla birlikte olmamanın sebebi, beraber Allah yolunda çalışmamanın sebebi nefistir, geçimsizlik, haset, hep nefisten kaynaklanıyor. Ona boyun eğdirirsek, “Kim üzerine basıp geçerse geçsin” dersek işte o zaman Allah bizi tâ Arş-ı Âlâ’ya kadar çıkaracak. Kim Allah için tevazu gösterirse Allah onu yükseltir. Böyle buyuruyor Peygamber aleyhisselatu vesselam.(Müslim, Birr, 69) Bakın, yeryüzünde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem kadar tevazu sahibi kimse yoktu, onun tevazuu kimsede yoktu. O kadar merhametliydi, o kadar şefkatliydi, o kâfirlere bile şefkat gösteriyordu. Bir sefer esnasında Müslümanlar istirahat ederken müşriklerden birisi, Rasulüllah efendimizin başucuna gelip kılıcını çekmiş: “Şimdi seni benim elimden kim kurtaracak?” diyordu. Peygamberimiz: “Allah kurtaracak,” buyurdu. Adam kılıcı elinden düşürünce Peygamberimiz bu sefer kılıcı eline alarak: “Seni benim elimden kim kurtaracak?” demiştir. Adam: “Ya Muhammed, sen bana iyilik ve afv ile muamele eyle!” diye yalvarıyor. Peygamber efendimiz de adamı serbest bırakıyordu. (Buhârî, Cihad, 84) Ashab-ı kiram hayret ediyorlar, adam Peygamberimizi öldürmeye kalktı, o ise onu serbest bıraktı. İşte o böyle güzel ahlaklıydı. Öyleyse biz de nefsimize uymayalım ki böyle güzel ahlaklı olabilelim. Nefsi hesaba çeker, akla uyarsak o zaman ölümden sonrasını düşünür, şeytana uymayız. Çünkü bütün kitaplarda yazıyor, insan ölünce muhakkak pişman oluyor. Daha önce de anlatmıştım, rüyamda bir adamı gördüm ki başını yere vurup duruyordu. Sonra duydum ki o gün o adam ölmüş. Anladım ki ölünce, öbür dünyayı görünce pişman olmuş, başını yere vuruyor. Peygamberimiz buyuruyor ki: “Akıllı kişi, nefsine hâkim olan ve ölüm sonrası için çalışandır. Aciz kişi de, nefsini hevesine (duygularına) tabi kılan ve Allah’tan temennilerde bulunup durandır.” (Tirmizi, Kıyamet 25) Nefsine Zulmetme! Nefsimiz bizim yanımızda emanettir. Onu koruyalım, zulmetmeyelim. Ona zulmetmek başka insanlara zulmetmekten daha şiddetli günahtır. Ona zulmetmek nedir? Eğer sen onunla günah işlersen ona zulmetmiş oluyoruz. Nasıl ki birisini ateşe atarsak ona zulmetmiş oluyoruz. İşte günah işletmek de öyledir. Biz şanslıyız ki Allah tevbe nasip etmiş bize. Allah buyuruyor ki: “Muhakkak ki Allah tevbe edenleri ve temizlenenleri sever.” Onun için tevbe edelim, o zaman Allah-u Zülcelâl günahlarımızı silecek, hatta bizim omzumuzdaki meleklere bile unutturacak, yalnız kendisi bilecek. Öyleyse tevbemize sımsıkı sarılalım inşaallah. Hizmet eli, beraber hizmet edenler bilsin ki, eğer arkadaşlarının onu sevmesini istiyorsa alçak gönüllü olsun. Çünkü insan alçak gönüllü olursa ona kibir gelmez, gurur gelmez, ucub gelmez. O zaman bütün arkadaşların seni sevecektir. Ashab-ı kiram bir yere oturup sohbet ettikleri zaman hepsi diyorlardı ki: “Allah Rasulü aleyhisselatu vesselam en çok beni seviyor.” Niçin böyle diyorlardı? Çünkü Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem herkese karşı alçak gönüllüydü. Herkese karşı güler yüzlüydü. Herkes istiyordu ki onunla konuşsun. İşte Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem herkese böyle kendini sevdiriyordu. Biz de ona mutabaat etmek için, ona uymak için öyle yapalım. Çünkü Allah-u Zülcelâl buyuruyor ki: “(Ey Resulüm) de ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Al-i İmran 31) Allah bizi sevsin istiyorsak biz de Peygamberimizin ahlakını almamız lazım. Allah bizi sevdiği zaman bize hiçbir şey zarar vermeyecektir. Bu bir terazidir, eğer bir insanı iyi midir, kötü müdür, bilmek istiyorsan bak, tevazu sahibi ise iyidir, kibirliyse iyi sayılmaz Allah’ın yanında… Öyleyse biz şu ahir zamanda Allah’ın dinine hizmet etmek için, onu yükseltmek için tevazu ile hizmet edelim. Bu din bize emanettir, ashab-ı kiram nasıl şehit olmuşlar, biliyorsunuz. Biz de bu dini ayakta tutmak için gayret gösterelim. Allah bizi nefsimize bırakmasın, hayırlı işlerde kullansın. Âmin.