11 Mart 2009 Çarşamba

Kanaat Etmek

http://sabrikontek.azbuz.com http://sabrikontek.blogcu.com http://sabri28kontek.sitemynet.com: Kanaat, İslam dininde çok önemli bir yere sahiptir. Her kim kanaat sahibi olursa, dosdoğru olan bir yolun üzerindedir. Kanaat: “Elindeki ile yetinmek ve daha fazlasını elde etmek için hileli yollara başvurmamaktır.” Kanaat, Allah-u Zülcelal’in kullarına vermiş olduğu büyük bir nimettir. Nitekim bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “Allah onlara güzel bir rızık vermiştir.” (Hac; 58)

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’de bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: “İçinizden biri can ve mal güvenliği içinde, vücut sağlığına ve günlük geçimine (yetecek bir mala) sahip olarak sabahlarsa, dünyanın tümü kendisine bağışlanmış gibidir.” (Tirmizi)

Diğer bir hadis-i şerifte ise şöyle buyurmuştur: “Müslüman olupta rızkı geçimine yetecek kadar olan ve Allah’ın verdiğine kanaat eden, felaha ermiştir.” (Müslim)

Allah-u Zülcelal Musa aleyhisselam’a şöyle vahyetmiştir: “Ya Musa! Sana vereceğim rızka karşı kanaatli ol.” Onun için denilmiştir ki: “Kanaattan daha üstün bir zenginlik, haris olmaktan da daha şiddetli bir fakirlik yoktur.”

Çünkü insanın rızkı, henüz annesinin karnında yüzyirmi günlük iken yazılmaktadır. Kanaat, bitmeyen bir zenginliktir. Kanaat sahibi kimse, zillet ve alçalmadan kurtulur.

Nasıl bir ömür boyunca kasabın önünden ayrılmayan bir kedinin, biraz et parçası için başına gelmeyen kalmazsa, kanaati terkeden kimsenin başına da gelmeyen kalmaz. Çünkü Allah-u Zülcelal’in verdiğine kanaat etmeyen kimse, birazcık mal için bir çok haram yollara başvurur. Örneğin; hırsızlık yapabilir, yalan söyleyebilir, başkalarının malını alabilmek için onlara zarar verebilir. Tabii biraz mal elde etmek için bunları yaptığı zaman, kendisini ahiret bakımından zarara sokmuş olur.

Rivayet edilmiştir ki: Ebu Hazım yağlı et satan bir kasaba uğramıştı. Kasap ona dedi ki: “Ya Ebu Hazım! Biraz et satın al. Bu seferki etimiz yağlı ve güzeldir.” Ebu Hazım: “İyi ama param yok!” deyince, kasap: “Sonra verirsin, ben beklerim.” dedi. Bunun üzerine Ebu Hazım şöyle cevap verdi: “Sen para bekleyeceğine, nefsim et beklesin. Bu benim için daha iyidir.”

İbrahim Maristani şöyle demiştir: “Düşmanlardan nasıl kısas ile intikam alıyorsan, nefsinden de kanaat ile intikam al.” x

Rızkına kanaat eden, ahireti kazanır, dünyada da rahat bir hayat sürer. Çünkü kanaat insanı meşguliyetten kurtarır. Ama kanaat etmeyen kimsenin aklı ve bedeni daima mal peşinde dolaşır. Akıllı kimse, dünya işlerini kanaat ve ileri zamana tehir etmek suretiyle yürüten, ahiret işlerini ise hırs ve acele ederek bitirendir.

Hz. Ali radıyallahu anh şöyle demiştir: “Kanaat, ağzı hiç körelmeyen bir kılıç gibidir.”

İnsan, Allah-u Zülcelal’in verdiğine daima rıza gösterip: “Demek ki, Allah-u Zülcelal bana bunu nasip etmiş!” diyerek kanaat etmeli, daha fazlasını istemek gibi bir hırsa düşmemelidir. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem daima şöyle dua ederdi: “Ya Rabbi! Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ailesinin rızkını yetecek kadar ver.” (Buhari, Müslim, Tirmizi)

Kanaat, Allah-u Zülcelal’in rızasını arayan kimselerin en büyük ahlaklarından birisidir. Beyazıd-ı Bestami’ye: “Bulunduğun mertebeye ne ile ulaştın?” diye sorulmuş, o da şöyle cevap vermiştir: “Bütün dünyevi, mal ve servet arzusunu ve bunları doğuran sebebleri topladım ve bunları kanaat ipi ile bağladım. Sadakat mancınığına koydum ve ümitsizlik denizine attım. Böylelikle istirahat ettim.”

Kanaat, mü’minlerin bir sıfatıdır. Onun için Bişri Hafi şöyle demiştir: “Kanaat bir melektir. O ancak mü’minin kalbinde ikamet eder.”

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz ki rızık, sahibini aynı ecelinin aradığı gibi arar.” (İbn Hıbban)

İnsan rızkını bitirmeden bu dünyadan ayrılmaz. Durum böyle iken, Allah-u Zülcelal’in takdir etmiş olduğu bu helal rızkı, haram yollara saparak elde etmeye çalışmamak lazımdır. Unutmamak lazımdır ki, Allah-u Zülcelal takdir etmişse, rızkımız mutlaka elimize geçecektir. Ama takdir etmemişse: “Ben şöyle yapsaydım, şöyle olurdu; böyle yapsaydım böyle olurdu!” gibi bize hiçbir faydası dokunmayacak olan düşüncelerin içine girmemiz çok yanlıştır.

Nitekim Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir yerden geçerken, yerde olgun bir hurma tanesi görür ve onu alarak bir fakire verir ve şöyle buyurur: “Sen bu hurma tanesine gelmeseydin, o sana gelirdi.” (Taberani, Beyhaki)

Onun için dünyada kaldığımız müddet içinde bize Allah-u Zülcelal’in rızası yolunda mesafe aldıracak olan kanattan ayrılmazsak, hem dünyada, hem de ahirette rahat ederiz, inşallah.

Tevekkül Etmek

http://sabrikontek.azbuz.com http://sabrikontek.blogcu.com http://sabri28kontek.sitemynet.com: Allah-u Zülcelal’e tevekkül, İslam dininin en güzel ve en büyük kapılarından birisidir ve gerçek mü’minlerin bir makamıdır. Tevekkül, insanın bütün güç ve kuvvetten sıyrılarak, her hususta Allah-u Zülcelal’in kadiri mutlak olduğunu bilmesidir. Yani başka bir deyişle tevekkül, Allah-u Zülcelal’e güvenmektir. Nitekim Allah-u Zülcelal bazı ayet-i kerimelerde şöyle buyurmuştur: “Mü’minler ancak o kimselerdir ki; Allah (‘ın adı) anıldığı zaman kalbleri ürperir, kendilerine Allah’ın ayetleri okunduğu zaman (bu onların) imanlarını arttırır ve sadece Rablerine güvenirler.” (Enfal; 2)

“Eğer mü’minseniz, sadece Allah’a tevekkül edin.” (Maide; 23) “Mü’minler sadece Allah’a güvensinler.” (İbrahim; 11) “Kim Allah’a güvenip dayanırsa, o kendisine yeter.” (Talak; 3)

Tevekkülü emreden daha pek çok ayet-i kerime vardır. Ancak, Allah-u Zülcelal’in rızasına meraklı olan kimseler için bu kadarı yeterlidir.

Tevekkül, insanın geçimini sağlamak için çalışmasından sonra olur. Yoksa hiçbir şey yapmadan oturup: “Ben Allah-u Zülcelal’e tevekkül ettim.” demek yanlıştır. Örneğin, çiftçi tohumunu tarlaya eker sonra Allah’a tevekkül eder. Onun için denilmiştir ki: “Sebeblere sarılın ve geçiminizi temin etmeye çalışın. Bir kimse ihtiyacını karşılamak için hiçbir şey yapmazsa, ilk yiyeceği şey dinidir.”

Daima Allah-u Zülcelal’e tevekkül etmek lazımdır. Nitekim İbrahim aleyhisselam’ı mancınığa koyup ateşe atacakları zaman; Cebrail aleyhisselam gelerek:
“Bir ihtiyacın var mı?” diye sormuş, İbrahim aleyhisselam’da: “Hayır, Allah bana kafidir.” diye cevap vermişti.

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hadis-i şerifte ise şöyle buyurmuştur: “Eğer siz Allah’a hakkıyla tevekkül ederseniz, o sizi sabahleyin aç gidip, akşam tok dönen kuşu rızıklandırdığı gibi rızıklandırır.” (Tirmizi, İbn Mace)

Onun için insanın evinden çıkarken: “Allah’ın adıyla. Allah’a dayanıp güveniyorum. Allah’ım sapmaktan ve saptırmaktan, zulüm yapmaktan, zulme uğramaktan, saygısızlık etmekten, bana karşı saygısızlık yapılmasından sana sığınırım.” diye dua ederek, kendisini Allah-u Zülcelal’e teslim etmelidir. Çünkü Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Kim evinden çıkarken; “Bismillahi tevekkeltü alellahi, Allahümme inni euzü bike en edille ev udille ve ezille ev uzille ve ezlime ev uzleme ve echele ev yüchele aleyye.” derse, kendisine Allah tarafından: “Sen hidayete erdirildin. Her ihtiyacın yerine getirildi ve muhafaza edildin” denilir. Şeytanda ondan uzak durur.” (Tirmizi)