6 Kasım 2014 Perşembe

KURTULUŞ İÇİN ZİKİR ŞART

Kalb onunla tedavi oluyor… Zikir şart, tefekkür lazım… Allah-u Zülcelal, ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “Eğer (Yunus aleyhisselam) çok tesbih edenlerden olmasaydı, yeniden dirilecekleri güne kadar onun (balığın) karnında kalırdı.” (Saffat; 143-144) Burada, insanlar için ne kadar da açık bir işaret vardır. Allah-u Zülcelal'in ibadeti, zikri, insan için çok büyük bir kurtarıcıdır, dertlere, kederlere, sıkıntılara çaredir. Demek ki Yunus aleyhisselamın ihlasla zikri, ibadeti ve samimiyeti hürmetine, Allah-u Zülcelal onu kırk gün sonra balığın karnından kurtarmıştır. İnsan, bu ayet-i kerimenin ve daha başka ayet-i kerimelerin üzerinde biraz derin olarak düşünecek olursa, tek çarenin Allah-u Zülcelal'in zikri ve ibadeti olduğunu açıkça görebilir. İnsana hem dünyada hem de ahirette yarayacak olan Allah-u Zülcelal'in zikri, ibadeti, Allah-u Zülcelal için gösterilen samimiyet, ihlas ve takvadır. Ama bu adi olan nefis, Allah-u Zülcelal'in zikrini, ibadetini, hizmetini yapmak istemiyor. Allah-u Zülcelal onu da öyle yaratmıştır. Yapmış olduğumuz zikir, ibadet ve hizmetler Allah-u Zülcelal’in rızası için olursa, herhangi bir musibetle karşı karşıya kaldığımız zaman, bu salih ameller, bizim selamete çıkmamıza vesile olacaktır. Eğer insan, günde birkaç dakika veya bir saat kadar oturup Allah-u Zülcelal'in cenneti, cehennemi ve ahireti niçin yarattığını tefekkür etse; dünyayı, altını, gümüşü ve bunların sonunun ne olacağını iyice bir düşünse, Allah’ın zikrinden gafil olarak ve ahiret için çalışmayarak ne büyük bir yanlışın içinde olduğunu açık bir şekilde anlayacaktır. Nasıl gözlerimizi kapattığımız zaman dünyayı göremiyorsak, düşünmediğimiz zaman da kendimize faydalı ve zararlı olan şeyi göremeyiz. Kör gibi olup bunları birbirinden ayıramayız. Allah'tan korkan, Allah-u Zülcelal'in daima kendileriyle beraber olduğunu bilen kimseler şeytan kendileriyle uğraşmak istediği zaman, Allah'ın azametini, büyüklüğünü, kıyamet gününü, cennet ve cehennemi hatırlarlar da bu sayede, iman nuru kalplerinin üzerine inerek; nasıl gözümüzü açtığımız zaman dünyayı görüyorsak, onlar da bu şekilde hakikati görürler, hakiki bir insan olurlar. İnsan daima, iyi ve kötüyü birbirinden ayırmak suretiyle düşündüğü zaman, kalbinde iman nuru parlayacak ve imanın feyziyle kalp, ruh ve nefis tedavi olacaktır. O kişiye günahlardan muhafaza olmak için bir istek, daima ibadet etmek için bir gayret ve Allah'ın muhabbeti gelecektir. Yani o kişi İslam'ın, insandan istediği bütün davranışlar içinde olacaktır. Bunun için daima iman nuru sayesinde, kalbin üzerine iman, feyiz ve rahmet gelmesi çalışması lazımdır. Bunun tersine de insan kendisini bıraktığı, aklıyla düşünmediği zaman, nefis kalbi daima kötü yola sevk edecek, hatta gitgide küfre kadar da götürecektir. İnsan hakiki olarak tefekkür ettiğinde, Allah'ı çok sevmesi gerektiğini anlar. Ölecek ve hesaba çekileceğiz Bu dünyada insanın, ahireti ve Allah-u Zülcelal’in rızası için mahzun olması lazımdır. “Ben dünyada niye zengin olamıyorum, niye benim dünyalığım yok?” diye değil, ahiret için mahzun olmalıdır. Kabristanların sessizliğine bakıp aldanmayalım. Orada büyük şeyler oluyor. Sanki kendimizi hiç ölmeyecekmiş gibi görüyoruz. Oysa hepimiz öleceğiz. Şimdi ne soru vardır, ne de cevap vardır. Fakat öldüğümüz zaman bize soracaklar, bizi hesaba çekecekler. Dünyada sanki ebedi kalacakmışız gibi aldanmayalım. Bizim, o sorulara cevap vermek için hazırlık yapmamız lazımdır. Her ne kadar biz duymuyorsak da kabirlerde sorgu ve sual melekleri ölüleri sorguya çekiyorlar. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resulullah aleyhissalâtu vesselam buyurdular ki: “Ölü kabre konulur. Salih kişi, kabrinde korkusuz ve endişesiz oturtulur. Sonra kendisine: “Hangi dinde idin?” denilir. “İslâm dinindeydim” der. “Şu adam nedir?” denilir. “O, Allah'ın Resulü Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem)dir, bize Allah indinden açık deliller getirdi, biz de onu tasdik ettik” der. Ona: “Allah'ı gördün mü?” denilir. O: “Allah'ı görmek hiç kimseye mümkün ve muvafık değildir” der. Bu safhadan sonra cehenneme doğru bir delik açılır. Oraya bakar, ateş alevlerinin birbirini kırıp yok etmeye çalıştığını görür. Kendisine: “Allah'ın seni koruduğu ateşe bak!” denilir. Sonra ona cennet cihetinden bir delik açılır ve onun güzelliklerine ve içinde bulunan (nimet)lere bakar. Kendisine: “İşte senin makamın!” denilir ve yine ona: “Sen bunlar hususunda yakîn (kesin iman) sahibi idin. Bu iman üzere öldün, bu iman üzere yeniden diriltileceksin inşaallah!” denilir. Kötü adam da kabrinde korku ve endişe ile oturtulur. Kendisine: “Hangi dinde idin?” diye sorulur. “Bilmiyorum” diye cevap verir. Kendisine: “Bu adam kimdir?” denilir. Halkı dinledim, bir şeyler söylüyorlardı, onu ben de söyledim” der. Ona cennet cihetinden bir delik açılır. Cennetin güzelliklerine, içinde bulunan nimetlerine bakar. Ona: “Allah'ın senden uzaklaştırdığı şu cennete bak!” denilir. Sonra ona cehenneme doğru bir delik açılır. Oraya bakar. Alevlerin birbirini yiyip yok etmekte olduğunu görür. Ona: “İşte makamın burasıdır. Sen cehennemin varlığı hususunda şekk (şüphe ve inkâr) içerisinde idin, bu şekk üzere öldün ve bu şekk üzere diriltileceksin inşaallah!” denilir.” (Kütüb-i Sitte; Hadis No:7277) İşte bu hadis-i şerifte anlatılanlarla hiç şüphe yoktur, aynen karşılaşacağız. Birbirimizi gördüğümüz gibi sorgu ve sual meleklerini göreceğiz ve onlar bizi sorguya çekecekler. O yüzden daha elimizde fırsat varken, geç olmadan tevbe ile Allah-u Zülcelal’e yönelelim ve bize sorulacak olan kabirdeki o sorulara cevap hazırlayalım. Bahusus zikir, hep Allah’ın zikriyle meşgul olalım ve gafletten kaçınalım. Kurtuluşumuz için seherlerde Allah’a yalvaralım Sırrı-i Sakati bir gün baktı ki Sadil Mecnun, avucunun içine 'Allah' kelimesini yazmış. “Ya Sadil bu nedir? Allah kelimesini niçin avucunun içine yazdın?” dedi. Dedi ki: “Ya Sırrı! Ben kalbimin üzerine Allah'ın adını yazdım. Oraya Allah'ın zikrinden, Allah-u Zülcelal’in muhabbetinden başkasını koymuyorum. Dilimin üzerine de Allah'ın adını yazdım. Ondan başkasını zikretmiyorum. Avcumun içine de yazdım ki daima Rabbimin ismine bakayım.” Mecnun Arapça deli demektir. Bakınız, ona Deli Sadil diye isim takmışlardı. Hâlbuki o akıllıdır, biz deliyiz. Çünkü o muhabbet ve aşkla, saadet-i ebediyyesini, baki hayatını temin ediyordu. Biz ise daha önce de denildiği gibi birkaç günlük keyf-u sefa için ebedi hayatımızı tehlikeye atıyoruz. Bu durumda biz mi deliyiz, yoksa o mu delidir? Bu ahirzamanda insanın çaresi, daima Allah'a yalvarmaktır. Seher vakti duaların makbul olduğu bir zamandır. İmsâktan yarım saat, bir saat önce, Allah-u Zülcelal'e yalvarmalı; günahlarımızı affetmesi, bizi doğru yola iletmesi, bizi günahlardan muhafaza etmesi, bize ibadetini nasip etmesi; nihayet rahmetiyle, keremiyle, fazlıyla bizi rızasına müstahak etmesi için yalvarmalıyız. Böyle yaptığımız zaman, kalbimiz tedavi olacaktır. Zikir ve ihlasla dua yapmak hali insanın kalbini tedavi eder. İnsanın, Allah-u Zülcelal'in emirlerine ne kadar merakı varsa, Allah-u Zülcelal onu, yeryüzünde o kadar aziz kılar. Çünkü Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “Üstünlük (izzet, şeref), ancak Allah'a, O'nun elçisine ve müminlere mahsustur.” (Münafikun; 8) Kalp zikirle tedavi oluyor Zikrin manası, kalben Allah'la beraber olmaktır. Kalbimizle Allah’a yönelmek suretiyle huzurlu olduğumuz zaman, Rahmet-i ilahi kalbimize doğru gelecek ve günahlardan dolayı kararan kalbimiz tedavi olacaktır. Saadat-ı kiram şöyle demiştir: “Bir saniye huzur ile Allah'ı zikretmek, bin sene gafletle ibadet yapmaktan daha hayırlıdır.” Yine saadat-ı kiramdan bir zat şöyle demiştir: “Ben zaten gaflet içinde zikrediyorum. Böyle zikir yapacağıma hiç yapmayayım' diye, şeytan kişiye vesvese vererek onun kalbiyle oynayabilir. Bu düşünce çok yanlıştır. İnsan, gafletle zikir yapa yapa, huzurlu bir şekilde zikir yapmayı öğrenecektir ve o gaflet halinden kurtulacaktır.” Tabi ki, insan ilk defa zikrettiğinde, gafletle olabilir yahut da zamanla 'Ben hala gafletteyim, benim kalbim çalışmıyor' diye düşünebilir. Bunlara aldırmamak, devam etmek lazımdır. Bir gün, iki gün, üç gün, dört ay, bir sene, onu aramak ve yapmak lazımdır. Bir gün bulacaktır, inşaallah. İnsan, manevi hastalıklarını tedavi edip kâmil olmazsa; Allah-u Zülcelal'in ibadetinden, zikrinden gafil olursa, kendisine yapılan eziyetlere dayanamayacağı gibi, şeytan ve nefse mağlup olup karşısındakilere zararda verir kendisi de buguz ettiği ve kin duyduğu zarar görür. İnsanın vücudunun herhangi bir yerinde bir çıban çıktığı zaman, çıbanın içindeki cerahat çıkarılmadığı sürece, yarası iyileşmez. Çıbanın içindeki pisliği çıkarıp, üzerine merhem sürülürse bir kaç gün içinde nasıl iyileşirse insanın kalbi de zikrullah ile tedavi olur ve kin, kibir, riya, ucb, hased, salih amellerde gevşeklik göstermek gibi manevi hastalıklarından kurtulur. İnsanın kalbinde bu hastalıklar olduğu zaman insan, kendisinde ne ibadet yapmaya güç bulabilir, ne yaptığı ibadetlerden lezzet alabilir ne de akl-ı selim ile düşünebilir. Kalbimizdeki bu habis hastalıkları zikrullah ile temizlediğimiz zaman, yaptığımız ibadetlerin lezzeti, çok başka olur. Bunu, herkes üzerimizde göreceği gibi kendimiz de hissederiz. Dünya hayatının faniliği İnsanın, daha bu dünyadan ayrılmadan önce dünya sevgisini kalbinden çıkartması lazımdır ki ölürken pişman olmasın. Dünya sevgisini, muhabbetini, kalbimizden çıkartmak içinse eşyanın özüne ve hakikatine bakmalı, fani ve geçici olduklarını kalbimizle ve ruhumuzla temaşa etmeliyiz. Onların fani olduğunu, geçici bir süre sonra hiçbir kıymetlerinin kalmayacağını anlayıp bildiğimiz zaman, dünyanın nasıl olduğunu görerek kalbimize, sadece Allah-u Zülcelal'in ve ahiret gününün muhabbetini yerleştiririz. Fabrikadan yeni çıkan bir otomobile bakın mesela! Sahibi onu aldığı zaman gözü gibi bakıp, bakımını aksatmadan yapar. Herhangi bir yerine bir şey olmaması için azami gayret sarfeder. Ancak, bazen de hurdalıklarda her tarafı çürümüş, kullanılamayacak duruma gelmiş arabalar görürüz. Hâlbuki o araba da bir zamanlar yeniydi. Sahibi onu seviyor, ona itina gösteriyordu. Arabanın muhabbetiyle kalbi doluydu. Peki, ne oldu? O yepyeni araba, yavaş yavaş eskidi, çürüdü ve topraktan bir farkı kalmadı. Böyle olduğu için de sahibinin ona duyduğu sevgi de kayboldu. Bir kişi yeni bir elbise aldığında itina ile giyer. Ama bir süre giydikten sonra, eskidiği için kaldırıp çöpe atar. Hani sahibi o elbiseyi aldığında, yeniyken özen gösteriyordu. Ne oldu ona? Eskidi ve sahibinin ona olan beğenisi, sevgisi de zail oldu, geçti gitti. Hepimiz, yediğimiz yemeğin ne olduğunu biliyoruz. İşte, eşyanın aslı, hakikati böyledir. Dünya da sevgisi de böyledir. İnsan bunlara meylederse Allah-u Zülcelal'den, ebedi olan ahiret gününden gafil kalır. Fakat dünyanın ne olacağını tefekkür ettiği zaman, kendisini ibadetten, zikirden alıkoyan şeyler, bütün cazibesini kaybeder. Hakikaten de şuurlu bir şekilde düşünecek olursak; padişah olsak biz şimdi, bütün dünya da bizim olsa ve bütün insanlar da bize hizmet etseler, hiç bir kıymeti yoktur, hepsi; o padişahlık makamı da sahip olduğumuz saltanatta, hizmet eden insanlarda zail olacaklardır. Çünkü faniyiz ve bir gün mutlak herkes gibi ölüp toprağa karışacağız. Onun için kendime ve sizlere daima şunu tavsiye ediyorum; gaflete daldığımız zaman, kendimizi hemen uyandıralım. Çaremiz, Allah-u Zülcelal'i zikretmektir. Zira bu ahirzamanın gafletinden, günahların zilletinden Allah’ın zikri ile korunabiliriz. Ölü kalpler, bir de diri olan kalpler vardır. İnsanın vücudundaki kalp, gafil olursa, ölür. Onun içinde insan namaz kılamaz, oruç tutamaz, zikir yapamaz ve günahlardan korunamaz hale gelir. Ama diri olan, gafletten uzak olan kalpte, Allah-u Zülcelal'in feyzi, rahmeti ve affı vardır. Zaten insan kalbiyle, “Allah, Allah” derse, Allah-u Zülcelal'in rahmetine, affına talip olmuş, Allah-u Zülcelal'i zikrederek, Allah’tan yardım talebinde bulunmuş demektir. Allah-u Zülcelal'in yardımı olmazsa insanın hali ne olur? İşte onun için çaremiz, Allah-u Zülcelal'in zikridir. Kendimizi bundan mahrum edersek, Allah muhafaza kalbimiz ölü bir kalp haline gelir. İslam dininde, manevi olarak zikir yapmak, Allah-u Zülcelal’e karşı olan durumu düzeltmek kadar kıymetli bir şey yoktur. İşte henüz geç kalmamışken, elimizdeki fırsatlar kaçmamışken, ancak kıyamet gününde ferahlanacağımız şeylerle şimdi ferahlanmamız lazımdır. Bu dünyada önümüze gelen fani olan güzel şeylerle ferahlanmak ve dünya zevkleri geçicidir. Allah-u Zülcelal kendi fazlı ve keremi ile bizlere muamele etsin ve hepimize razı olacağı şekilde salih amel nasip etsin...