11 Nisan 2013 Perşembe

TEVBE, ALLAH’A DOST OLMANIN VESİLESİDİR

Allah kalplerde olanı bilir
Allah-u Zülcelâl, zahiri azalarımızdan daha ziyade insanların kalplerine bakıyor. İnsanların içinde olan, gizli hale bakıyor. İnsanın kalbi, nazargâh-ı ilahidir. Kalp düzeldiği zaman, bütün azalar mecburi olarak onun arkasından düzeliyorlar. Bozulduğu zaman da aynen o şekilde, kalp gibi diğer âzâlar da bozuk hareket ediyorlar, yanlış hareket ediyorlar. Onun için Allah dostları en çok kalbin ıslah edilmesinin üzerinde duruyorlar. Ve daima kalbin üzerinde, Allah-u Zülcelal’in zikrini yapmayı tavsiye ediyorlar ki kalp ıslah olsun.

Allah Azze ve Celle bu konuda şöyle buyuruyor, dikkat edelim: “Rabbiniz sizin içinizdekini (kalplerinizdekini) çok iyi bilir. Eğer siz iyi olursanız, şunu bilin ki Allah, kötülükten yüz çevirerek tevbeye yönelenlere muhakkak (son derece) Ğafur’dur (bağışlayıcıdır).” (İsrâ; 25)

Burada, “Rabbiniz sizin içinizdeki şeyi bilir.” buyuruyor, Allah Azze ve Celle. Eğer siz salih olursanız; Allah-u Zülcelal’e karşı, içiniz, kalbiniz düzgün olursa, salih olursa, doğru olursa, samimi olursa Allah-u Zülcelal’e karşı sadık olursa “Allah bilir” buyuruyor Allah-u Zülcelâl. Çünkü insanlara karşı yapmış olduğumuz davranışlar gibi değildir, Allah-u Zülcelal’e karşı yaptığımız davranışlar. Sen bir kişiyi zahiri olarak öyle razı edebilirsin (aldatabilirsin onu); onun hakkında iyi düşünüyormuşsun gibi görünebilir fakat kalbinden ona düşmanlık besleyebilirsin ama Allah-u Zülcelâl için öyle değildir.

“Çare tevbedir, tevbe edelim”

Allah Azze ve Celle buyuruyor; Rabbiniz sizin içinizdeki, nefsinizdeki olan şeyi bilir, eğer salih olursanız, O’na karşı doğru, sadık olursanız, Allah biliyor, buyuruyor Allah-u Zülcelâl…

Devamında, “O muhakkak tevbe edenler için Ğafurdur” buyuruyor. Elhamdulillah, Allah tevbeyi bize sevdirmiştir; Allah sevdiriyor ha!

Nasıl dünyalık rızık, sofrada önümüze geldiği zaman, yemek yedikten sonra, “Ya Rabbi, sen bu rızkı bana verdin Elhamdulillah.” diyoruz. Kula verilen manevi rızıklar da aynen öyledir. Allah vermezse sen onu zorla alamazsın. Dünyalık olan rızık sana nasip olmadığı zaman, mümkün değildir onu elde edemezsin. Ama bunu Allah sana takdir ettiği zaman, o senin nasibinse muhakkak gelir seni bulur, sana ulaşır.

Görüyoruz bazı pirinç torbalarının üzerinde Amerika yazıyor, Almanya yazıyor. Ta nerede? Allah bir topraktan çıkardı, getirdi bu eve, sana nasip etti. Allah taksim ediyor bunu. İman da öyledir!

Elhamdulillah, imandan sonra tevbeyi de, tevbeye götüren yolların sebeplerini de bize nasip etmiştir. “Allah tevbe edenler için Ğafur’dur.” buyuruyor Allah-u Zülcelâl. Tevbe edenleri öyle müjdeliyor. Kıymetini çok iyi bilelim. Çare tevbedir.

Elimizden geldiği kadar, imkânlarımız dâhilinde, hem kendimiz tevbenin kıymetini iyi bilelim hem de ilk önce evimizden başlamak üzere yakınlarımıza, sonra komşularımıza, sonra da bütün mümin kardeşlerimize daima tevbeyi tavsiye edelim ve onlara nasihatte bulunalım. Tevbe etmelerine vesile olalım.

Ayet-i kerimede, devamla, “Eğer siz iyi olursanız.” buyuruluyor, yani Allah rızası için amel yaparsanız, Allah’ın rızasına ulaştıran ecir ve sevaplara meraklı olursanız, ihlâslı olursanız, amelinizi güzel yapmak için çalışırsanız; Allah sizin bu halinizi biliyor, haberdardır, diyor. Bunun aksini yaparsanız, bunun tam tersi olursanız da Allah biliyor, Allah Azze ve Celle...

Bir kimse de vardır, karşısına ne çıkarsa “Bu günahtır!” demeden yapıyor, kalbinde de zerre kadar Allah rızasını kazanmak için gayret yoktur, Allah onu da biliyor, Azze ve Celle.

Ayet-i kerimede geçen “evvabin”den, yani “çokça tevbe edenler”den olmak için Allah-u Zülcelal’e daima yalvaralım. Hem kendimize hem de bütün mümin kardeşlerimize dua edelim. Çünkü gıyaben dua ettiğimiz, yanımızda olmayan kimselere dua ettiğimiz zaman, yanımızdaki melekler diyor “Sana da olsun o şekilde, kardeşin için ne şekilde istiyorsan sana da verilsin.”

Sen; “Yarabbi, mümin kardeşlerimi af ve mağfiret et!” desen, o melekler de senin için dua ediyorlar, diyorlar ki “Allah seni de affetsin.” Melekler bize dua ettiği zaman, inşaallah makbul olur, kabul edilir. İşte, bu sebeple, daima mümin kardeşlerimize dua edelim onları mahrum etmeyelim.

İnsan nefsini ıslah ederse…

Bir kimsenin Allah’ın katında salih olabilmesi, nefis muhasebesiyle mümkün olur. Nefsinle muhasebe yapacaksın. Dünyevi bir işte, ortaklarımızla nasıl muhasebe yapıyoruz, işte, o şekilde nefsimizle daima muhasebe yapacağız. Yanlış gittiği zaman ona itabta bulunup şiddetle azarlayacağız. Doğru gittiği zaman da ona teşekkür edeceğiz.

Allah indinde salih olabilmek, ancak nefisle muhasebe yapmakla mümkün olabilir. İnsan kendi nefsi ile hesaplaşır, onu Allah için ıslah ederse, Allah’ın rızasına uygun hale getirirse nefsini; bütün dünya, bütün kâinat, cennet onun olur. Eğer nefsini ıslah etmez, hep nefsinin keyf ü sefasını düşünerek hareket eder, heva ve hevesine uyarsa çok müflistir, iflas etmiştir. Dünyanın hepsi onun olsun; o yine müflistir, fakirdir, muhtaçtır. Sanki hiç bir şeyi yoktur, hiçbir şeye sahip olmamıştır.

İnsan, kendi nefsiyle muhasebe yaptığı zaman, kendi ayıplarını ve kusurlarını görecektir; Allah ona gösterecektir. O zaman da onları bertaraf etmek için, ıslah olmak için gayret gösterecektir. Ama nefsi ile hesaplaşmaz, onu hesaba çekmezse, kendi kusurlarını görmeyecektir. O zaman da daima müfettiş gibi başka insanların kusurlarını görecek, onlarla meşgul olacak ve kendisini düzeltmeyecektir.

Kusur anlayışımız nasıl olmalı?

Mümin için kusur iki kısımdır. Bir kısım, bizimki, yani kendi işlediğimiz kusurlar, diğeri ise başka mümin kardeşlerimizin yaptığı hata ve kusurlardır. Hani, eskiden heybeler vardı ya omuza asılırdı. Heybenin bir gözü önde, diğer gözü de arkada olurdu.

Kendi kusurlarımız, daima heybenin öndeki yüzünde olup gözümüzün önünde olsun. Arkadaşlarımızınkini ise heybenin arka gözüne koyalım. Görmeyelim onların kusurlarını. Çünkü biz onunla sorguya çekilmeyeceğiz. Biz kendimizinkiyle sorguya çekileceğiz. Onun için daima, biz kendi kusurlarımızı ıslah etmek için nefsimizle uğraşalım, onunla hesap görelim.

Allah Azze ve Celle, bu şekilde yaptığımız zaman kendi kusurlarımızı bize gösterecektir, inşaallah. Dedik ya Allah Azze ve Celle, insanın kalbinin en derin köşelerini bilir. Hiçbir şey Allah’tan gizli değildir.

İnsan Allah için hırslı olmalı

Allah, kulunun kendi rızasına, razı olacağı ecir ve sevaplara ne kadar haris olduğunu da bilir. Kim kendi dini üzerinde Allah için hırslı olursa Allah katında “mahbub” olur o kişi, yani sevilenlerden olur.

Nasıl bir kişi, son derecede dünya için haristir, hırslıdır, gece gündüz dünya için çalışıyorsa duydum, hepiniz de duymuşsunuzdur; Vehbi Koç vardı mesela. Onun oğluna sormuşlar, “Baban nasıl böyle zengin oldu?” Cevap vermiş, “Babam, yemek zamanlarında dahi hiç boş durmaz, hep çalışırdı, fabrikatörlerle telefonla görüşürdü.”

Bakınız, o kadar haristi o! Kim de Allah için, Allah rızası için, Allah-u Zülcelal’in katındaki ecir ve sevaplara karşı onun gibi haris olur, onun zengin olmak için daha daha gayret göstermesindeki gibi gayret gösterirse, Allah katında mahbup olur o kişi, sevgili olur. Allah’ın dostu olur, Allah’ın dostu olduğu zaman da Dost, dostuna azap vermez, inşaallahu teâlâ. Dost, dostuna iyilik yapar. Cennetin nimetlerini verir ona. Ondan razı olacaktır, inşaallahu teâla.

Allah’a dost olalım

Onun için ben her zaman ‘tevbe’ diyorum. Çünkü Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede buyuruyor: “… Allah tevbe edenleri sever, temizlenenleri de sever.” diyor. Allah sevdikten sonra, günah da daha insana zarar vermez. Nasıl zarar vermez? Günah işlerse hemen tevbe edecek çünkü...

Ne kadar günah yaparsa o günahlardan tevbe edecek, o günahlar da ona zarar vermeyecektir. Allah, bu şekilde kulunu sevdiği zaman, daima o kulunu koruyacak, onu muhafaza edecek, onu emniyet altına alacaktır. Onun için daima Allah’a tevbe edelim ve tevbe halinde olalım.

Böyle düşünmüyoruz, hâlbuki her bir âzâmız, bakın; gözümüz, dilimiz, elimiz, ayağımız, bunların hepsi Allah’ın bir silahıdır. Neuzubillah… Allah istediği zaman, o silahla bizi öldürebilir. Manevi olarak öldürebilir. İnsan, diline ne gelirse konuşuyor; gıybet, iftira, dedikodu, fitne ne dersen vardır onda, her şeyi mahvediyor diliyle. (Allah, tevbe etmeyen, günah işleyen kuluna manen yardım etmediği için kulunu kendi azaları ile helak ediyor.)

İşte Allah, emirlerine muhalefet edip günah işlediği için, silah gibi olan o âzâ ile o kişiyi öldürdü işte. Onun için diyorum, Allah’ın sevgisini kazanalım, Allah’ın dostu olalım. Böyle olduğu zaman, hadis-i kudsi de geçiyor;

“Kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder, sonunda sevgime erer. Onu bir sevdim mi artık ben onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı (aklettiği kalbi, konuştuğu dili) olurum. Benden bir şey isteyince onu veririm, benden sığınma talep etti mi onu himayeme alır, korurum. Ben yapacağım bir şeyde, mümin kulumun ruhunu kabzetmedeki tereddüdüm kadar hiç tereddüde düşmedim: O ölümü sevmez, ben de onun sevmediği şeyi sevmem.” (Buhârî, Rikak, 38.)

Bakın, Allah bizi sevdiği zaman, âzâlarımız hep Allah için oluyor. Bunun tersi de -Allah muhafaza etsin- bütün azalarımız, organlarımız bir silah oluyor, Allah o kişiyi o silahlarla öldürüyor.

Nasihat kalbi canlandırır

Her zaman buraya gelemediğiniz için gittiğiniz zaman da birbirinize nasihat edin, hakkı tavsiye edin, emri bil maruf ve nehyi anil münker yapın, orada da aynı bu şekilde sohbet yapın, nasihat edin birbirinize. Günahlardan muhafaza olmak için daima rahmet-i ilahinin ineceği yerlerde oturun. Çünkü nasihat, sohbet, vaaz kalbin hayatıdır.

Bakmayın, bir insan böyle yeryüzünde yürüyor, bomba gibi gidip geliyor ama eğer onun kalbi ölmüşse o kimse hiç bir işe yaramaz. Onun için nasihat, sohbet yapmak, vaaz yapmak kalbi ihya ediyor, canlandırıyor. İnsan için manevi olarak şifadır.

Gece ile gündüzün misali

Gecelerle gündüzlerin misali, sanki yolculuk için binilen arabanın misali gibidir. Nasıl bir arabaya binip bir yere gidiyoruz. Biz uyusak da uyanık olsak da o araba bizi gideceğimiz yere götürüyorsa bu gecelerle gündüzler de aynı o misal, bizi kabre götürüyorlar. Her gün böyledir. Allah Azze ve Celle bize geceleri, saatleri, nefesleri hepsini sayıyla vermiş.

Bu, gece ve gündüzler, sanki o arabanın içindeyiz bizi götürüyorlar daima Allah-u Zülcelal’e doğru, kabre doğru bizi götürüyorlar. Haberimiz yoktur ama bizi götürüyorlar. Onun için her gün, günler ve geceler bize sesleniyorlar, diyorlar ki “Ey Âdemoğlu! Ben bu gün, yeni bir günüm!”

Sabah vakti bize sesleniyor; “Ben senin amellerine de şahidim, şahitlik yapacağım kıyamet gününde!” Cuma günü, perşembe günü, çarşamba günü, hangi gün olursa olsun, o gün bize sesleniyor, diyor ki; “Bak! Ben yeni bir günüm, ben senin amellerine kıyamet gününde şahidim, şahitlik yapacağım. Gideceğim, ta kıyamete kadar dönmeyeceğim diyor. Bize, her gün, günlerimiz böyle sesleniyor.

Allah cömerttir; isteyelim verecektir


Bakın, eserlerde geçiyor, “Davut peygambere vahyetmiş Allah Azze ve Celle: “Ya Davut! Kim bana dua etmiş, istemiş de ben onun duasını, isteğini yerine getirmemişim? Kim benim kapımı çalmış da ben açmamışım. Ben bütün maksatların, ümitlerin, isteklerin merkeziyim.”

Allah Azze ve Celle, böyle iken, biz de böyle bu kadar fakir, muhtacız. Peki, niye istemeyelim Allah-u Zülcelal’den? Bahusus, eğer her zaman yapamıyorsak da kış günleri uzundur, bazı seher zamanlarında, imsakten önce kalkalım, Allah’a yalvaralım, Allah’tan isteyelim. Bakın, Allah buyuruyor, “Kim benden istemiş de ben onun talebini geri çevirmişim. Kim benim kapımı çalmış, ben açmamışım. Ben bütün ihtiyaçların, bütün maksutların, bütün iradelerin talep edilen, isteneniyim. Benden ne isterseniz, isteyin; ben vereyim!” buyuruyor, Allah Azze ve celle.

Yani, ben böyle görüyorum, sen az bir şey yapıyorsun, bak Allah ne kadar veriyor. Biraz daha fazla yaparsan Allah daha daha fazla veriyor, ben görüyorum. Allah-u Zülcelal’in cömertliği böyledir.

Allah’tan isteyelim, Allah’a yönelelim, Allah-u Zülcelâl de hem dünyayı hem ahireti her şeyi verecektir, inşaallah. Bunu her zaman çok yerde söyledim, söylemek istiyorum; daima tevbe, istiğfar edelim. Çünkü Allah böyle sevmiş bizi.

Sen ne kadar ibadet yaparsan yap; o ibadette kibir, ucub olduğu zaman hep günahtır. Hep günahtır o! Onun için Allah Azze ve Celle, acziyet göstererek tevbe ederek, kulluk yapmamızı seviyor.
 


Allah bizi sevmiş, tevbe nasip etmiş

Allah-u Zülcelal’i, Rab olarak, kudret ve azamet sahibi olarak, kendimizi de O’na karşı zayıf, muhtaç, fakir olarak gördüğümüz zaman, bu hal ile de Allah’a yalvardığımız zaman, Allah-u Zülcelâl istediğimizi verecektir, inşaallahu teâlâ.

Eğer Allah’ın adaleti karşısında insanın hesabı görülürse, küçük günahlarla dahi kendini kurtaramaz. Allah’ın adaleti karşısında, küçük günahlar da büyük olur. Fakat, Allah-u Zülcelal’in fazlı karşısında büyük günahlar dahi bir şey değildir. Allah’ın fazlı, keremi, merhameti böyledir. Onun için daima tevbe halinde olalım Allah-u Zülcelal’e karşı…

Mesela, tevbe. Allah bize nasıl tevbe nasip ediyor? İlk önce Allah kulunu seviyor, sonra tevbeyi nasip ediyor ona. Bakın, o zaman “Allah, tevbeden önce beni sevdi. Ben ne kadar yaramaz bir insanım. O halde benim bu tevbeye sımsıkı sarılmam lazımdır.” Diye düşünerek hareket etmeliyiz.

Ayet-i kerimede “Allah tevbe edenleri sever.” Buyuruyor, Allah Azze ve Celle. Tevbeyi de Allah nasip ediyor. Senin kalbine ilham ediyor ki tevbe ediyorsun. İlk önce Allah irade ediyor, o kulunu seviyor, sevince de tevbe ilham ediyor, onun arzusunu senin kalbine atıyor, öyle tevbe etmiş oluyorsun.

Evet, bazı evliyalara, bazı kimseler gitmişler “Bana nasihat et kurban” demişler. Sana nasihatim, “Sen, yarın Allah-u Zülcelal’in seninle nasıl muamele etmesini istiyorsan, şimdi öyle yap!” diyor. Ne kadar güzel! Kısa ama çok güzel bir nasihat.

Biz yarın Allah bize nasıl muamele etsin istiyoruz? Merhametiyle, şefkatiyle, günahlarımızı affetmesiyle… Mademki bunları istiyoruz, şimdiden elimizde fırsat varken, ona sebep olacak salih ameller yapmalısın, diyor.

Allah’a dost olmanın vesilesidir tevbe

İşte, bunlardan bir tanesi nedir? Tevbedir! Kıyamet gününde istiyorsun ki Allah seni sevsin. Allah’ın dostluğunu kazanmak istiyorsun. Orada Allah’ın dostu olursan, Allah sana sahip çıkarsa Allah sana yardımcı olacaktır; sırat köprüsünde, mizanda, haşirde, kabirde; Azrail aleyhisselam senin ruhunu almak için geldiğinde, hepsinde Allah senin dostun olduğu için sana yardımcı olacak. Mademki böyle istiyorsun, şimdiden onun sebeplerine başvur, vesilelerine yapış diyor.

Bunun en büyük vesilesi de tevbedir. Tevbeden sonra ise salih ameller yapmaktır. Ömrün çoğu gitmiş azı kalmıştır, o da bitecek! Ondan sonra yeni bir hayat başlayacak, baki, ebedü’l-ebed bitmeyecek bir hayat başlayacak, hiç bitmez o! Ne hastalık var, ne ölüm var, ne ihtiyarlık var, daima bir yaşta yaşayacaksın.

Yani; hepimizin aklı vardır, şöyle bir düşündüğümüz zaman… Ne kadar güzel bir şeydir bu, ne kadar iyidir. Hakikaten bunu kazanmak için çok gayret göstermek lazımdır. Hepimiz bunu itiraf edeceğiz, ama tabi Allah dünya yaratmış, nefis yaratmış, şeytan yaratmış, bunlarla imtihan ediyor Allah-u Zülcelal bizi.

Hülasa, Allah-u Zülcelal’i razı etmek için, kulluk vazifesini yerine getirmek için daima gayret gösterelim. Allah-u Zülcelal’in kudret ve azameti karşısında, bizim amelimiz daima noksandır. Bakın, yolumuzun büyükleri her yapılan salih amelden sonra bile “Estağfirullah” demeyi adaptan saymışlar. Böyle yaptığımız zaman, “Yarabbi benim bu ibadetim de noksandır, senin Zat’ına layık değildir. Sen kendi fazlınla, kereminle benden kabul et!” demiş oluyoruz.

İbadetimizi bile hakkıyla yapamadığımız, noksan olduğumuz için çaremiz tevbedir. Allah Azze ve Celle ayet-i kerimede şöyle buyuruyor, Peygamber aleyhisselatu vesselama; “Halbuki sen içlerinde iken (Habîbim), Allah onları azâblandırıcı değildi. Onlar istiğfar ederlerken de Allah yine onları azâblandırıcı değildir.” (Enfâl; 33)

Bir tek istiğfar kaldı yanımızda

Hatta genç bir Sahabe vardı, Peygamber aleyhisselatu vesselam hayattayken, o kadar çok ibadet etmiyordu. Fakat Peygamber aleyhisselatu vesselam vefat edince kendini o kadar çok ibadete verdi ki sürekli ibadet ediyor, daima Allah’a yalvarıyor, tevbe ediyordu.

Ashab-ı Kiram ona dediler ki, “Hayatta iken böyle yapsaydın, Peygamber aleyhissalatu vesselam seni çok sevecekti (veya sevinecekti), niye o zaman yapmıyordun?” Onlara şöyle dedi: “Peygamber aleyhissalatu vesselam aramızdayken, Allah bize azap vermezdi. Ayet-i kerimede, ‘Sen onların içindeyken, onların aralarındayken, onlara azap vermem.’ buyuruyor Allah Azze ve Celle.’ Ondan sonra diyor, ‘İstiğfarda bulunurlarsa da azap vermem onlara’ diyor. Rasulullah gitti, şimdi aramızda değildir, bir tek istiğfar kaldı yanımızda.”

Peygamber aleyhisselam gitti, bizim elimizde bir tek tevbe kaldı, kıyamete kadar bu tevbe ile devam edilecek, inşaallahu teâlâ. Güneş mağrip tarafından doğuncaya kadar bu tevbe kapısı açıktır.

“Tevbe edenlere azap vermem” buyuruyor Allah-u Zülcelâl. Onun için tevbe ile sığınalım. Allah-u Zülcelal’e karşı daima tevbe halinde olalım. O zaman, Allah-u Zülcelâl de bizi muhafaza edecektir ve bize ameli salih nasip edecek, kendi aşkını ve muhabbetini bize de nasip edecektir, inşaallah.

Allah-u Zülcelâl hepimize razı olacak şekilde amel-i salih nasip etsin. Kendi nefsimize bizi teslim etmesin. Nefsimizi hayırlarda kullansın, inşaallahu teâlâ. (Amin)