6 Mart 2014 Perşembe

OKU, ÖĞREN, ANLAT…

Kim ilim öğrenmek için yola çıkarsa…’ Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselâmın şu hadis-i şerifi hiç aklımızdan çıkmasın ve onunla amel edelim inşaallah: “Medine ehlinden bir adam, Şam’da bulunan, (sahabeden) Ebu Derda radıyallahu anhuya uğrar…” Tabii şimdi biz bir yere giderken uçakla, arabayla kolayca gidip geliyoruz. Ama o zaman eğer bir devesi yoksa yayan yolculuk ediyorlardı. O şahıs, ta Medine’den Şam’a geliyor. Belki yayan belki devesiyle… Ebu Derda adama sorar: - Ey kardeşim, seni buraya getiren şey nedir? Adam: - Senin, Resulullah sallallahu aleyhi vesellemden bir hadis rivayet ettiğinin haberi bana ulaştı, o hadis için buraya geldim, der. Ebu Derda: - Yani, sen ticaret için gelmemiş misin? Adam: - Hayır, der. Ebu Derda: - Başka herhangi bir ihtiyaç içinde mi gelmedin? Adam: - Hayır, der. Ebu Derda: - Yani, bendeki hadisi öğrenmek için mi buraya geldin? Adam: - Evet, der. Bunun üzerine Ebu Derda dedi ki: - Resulullah sallallahu aleyhi vesellemin şöyle buyurduğunu işittim: “Kim, ilim öğrenmek için yola çıkarsa, Allah da onu, cennete götürecek yola koyar. Melekler de ilim tahsil eden kimselerden razı oldukları halde, onlar için kanatlarını sererler. Göklerde ve yerde bulunanlar, hatta sudaki balıklar dâhil, âlimler için (Allah’tan) mağfiret dilerler. Âlimlerin abidlere olan üstünlüğü, Ay’ın diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibidir. Peygamberler, dinar ve dirhemi miras bırakmazlar. Onlar, sadece miras olarak ilim bırakırlar. Kim (miras olarak) ilim alırsa büyük bir paya/hisseye sahip olmuş olur.” (Ahmed bin Hanbel, Ebu Davud, Tirmizi ve İbni Mace) Başka bir hadis-i şerifte ise şöyle anlatılıyor: “Kubeyse radıyallahu anhu isminde bir sahabe, Peygamber aleyhissalâtu vesselam Efendimizin yanına geliyor. - Ya Resûlellah! Allah’tan sana gelen vahiyden bana bir şey söyle, ben onunla amel edeyim, diyor. Efendimiz aleyhissalâtu vesselam: - Sen buraya bunun için mi geldin Ey Kubeyse? - Evet, Ya Resûlellah, diyor. Bunun üzerine Efendimiz aleyhissalâtu vesselam: - Sen vahyi talep ettiğin için, ilmi talep ettiğin için buraya geldin. Sen gelirken, ne kadar ağaç varsa, ne kadar toprak kum, ne kadar taş varsa senin yolunda, hepsi senin için Allah’tan istiğfarda bulundular, buyurdu. Halis niyetle ilim öğren Eskiden insanlar Arapça öğrenip ancak okuyarak ilim sahibi olabiliyorlardı. Amma şimdi elhamdülillah, Tefsir, Fıkıh, Hadis, Tasavvuf, ne varsa ilim olarak, hepsi Türkçeye çevrilmiştir. Okuyarak öğrenebilir, ilim sahibi olabilirsiniz. Sen halis niyetle bir hadis kitabı alırsan, ilim öğrenmek, Allah’ın emir ve yasaklarını öğrenmek için bir kitabı alır okursan, sanki sen de -inşaallah- o kimse gibi Medine’den Şam’a geliyorsun. Kitabı eline al, halis niyetle oku! “Allah ne buyuruyor, Hazreti Peygamber aleyhisselam ne buyuruyor, bunları öğreneyim, öğrendiklerimle amel yapayım ve mümin kardeşlerime de anlatayım” der, bu niyetle okursan o sahabe efendimiz için istiğfar edildiği gibi senin için de istiğfar edilir ve sen de onun gibi sevap alırsın, inşaallahu teâlâ… Elimizden geldiği kadar, dinimiz ilmi ne şekilde bize emrediyorsa onu okuyalım, öğrenelim. Kitap okuyun! Âlimler, o kadar ilim öğenmişler, sonra o ilimleri ile amel etmişler ve o kitapları yazmışlar. Siz de onların kitaplarını okur, amel ederseniz inşaallah siz de bir âlim gibi olabilirsiniz. Onun için okuyalım, amel edelim ve birbirimize de emri’l bi’l ma’ruf yapalım inşaallah... Hani Karun, nerede altınları? İlim okur ve onunla amel ederse insan, gökler ve yerler, öldüğü zaman onun için ağlıyorlar! “O insan secde ediyordu, Allah’ın emir ve yasaklarını anlatıyordu” diye, yerler ve gökler ağlıyorlar. İlim sahibi, Allah-u Zülcelal’in katında o kadar kıymetlidir işte… Toprak, gökler bize bakıyorlar, sen ibadet ettiğin, amel yaptığın zaman onlar seviniyorlar ve sen öldüğün zaman da bir daha sen onun üzerinde ibadet yapmayacaksın diye üzülüyorlar… Karun’a, Allah öyle bir mal, öyle bir mülk vermişti ki bazı insanlar onu gördüklerinde hayret ediyorlar, “Keşke Allah bize de verseydi” diyorlardı. Ama Allah dostları, onlara, “Hayır, Hayır! Allah katında olan ecir ve sevaplar, bu Karun’un yanında olanlardan daha hayırlıdır” diyorlardı. İnsan hakikate bakarsa, dünyanın manzarasına, altınına, parasına gıpta değil de Allah katındaki ecir ve sevaplara, mükâfata gıpta etmesi lazımdır. Birisi bakıyorsun, aşkla muhabbetle ibadet yapıyor, zikir yapıyor, İslam hizmeti yapıyor, aşkla muhabbetle Allah-u Zülcelal’in emir ve nehiylerini anlatıyor; insanın, “Ne güzel hizmet yapıyor, ne güzel anlatıyor, nereye gitse hep Allah’tan bahsediyor. Keşke ben de onun gibi olsaydım” diyerek, işte o kimseye gıpta etmesi lazımdır. Hani Karun nerede? Onun altınları nerede? Kimdir o? Kim Karun gibi olursa o da toprak olacak, altınları da toprak olacak, malı mülkü de ona fayda vermeyecek, Karun gibi o da ölecektir. Lokman Hekimin nasihati Günah günahı getiriyor biz daima hayırlara niyet edelim… Lokman Hekim oğluna diyor: “Sen daima günahtan uzak ol, günah da senden uzak olacaktır.” “Günaha yaklaşma, sen ona yaklaşırsan o da sana yaklaşacaktır, günah günah getirecektir” diyor ona… Hikmet sahibi ya, ne güzel söylüyor öyle değil mi? Bir kimse düşünün. Namazını hiç terk etmemiş! Bütün kâinat onun üstüne yıkılırsa da terk etmeyecektir o! Ama bir gün terk etti mi bitiyor, arkası da gelecektir. Bir sofi zikrini terk etti bir gün; öbür gün de terk edecek! Öbür gün de terk edecek, arkası gelecektir. İşte, günaha da yol açtığın zaman, arkası sıra başka günahlar da gelecektir. Çünkü sen, kapıyı açtın! ... Günah kapısını açmayalım, hayır kapısını açalım biz! Hayır hayırı getiriyor, günah günahı getiriyor. Bir hata yaptığımız zaman hemen tevbeye kaçalım. “Ya Rabbi! Ben pişmanım…” diyelim. Allah-u Zülcelâl senin samimi olduğunu, kalben o günahı yapmak istemediğini ama kaza gibi olduğunu gördüğü için senin o günahı affedecek, tertemiz olacaksın inşaallah… Allah ile aramız nasıl? Bir insanı gördüğünüzde, eğer o kimse ibadetini yapıyor, amel-i sâlih yapıyor, başkalarıyla değil kendi hataları ile meşgul oluyorsa sen bil ki o insan, Allah-u Zülcelal’in sahip çıktığı bir insandır. Rabiatü'l Adeviyye tasavvuf ehli, Allah’a âşık bir kadındı. O şöyle diyor: “Bir kimsenin kalbi, Allah-u Zülcelal’in muhabbetinin, aşkının, ibadetinin tadını alır, Allah Zülcelâl o insanın kalbinde kendi sevgisini muhabbetini görürse işte o zaman, o kimsenin hata ve kusurlarını Allah o kimseye gösterecektir.” Yani, o kişinin hata ve kusurlarını, Allah-u Zülcelâl o kimseye gösterecek o da kendisini düzeltecektir. “Daha sonra Allah-u Zülcelâl neden razı ise amel-i sâlih olarak o kimseye nasip edecektir” diyor… Bunu böyle bilelim. Demek ki bir insan da yoldan çıkmışsa, hep kötü şeyler yapıyor, hep ahlaksız şeyler yapıyor, günah işliyor ve de tevbe etmiyorsa o insanın kalbinde hayır yoktur. Kalbinde Allah-u Zülcelal’in rızasını kazanmak için bir güç, bir talep yoktur, bir istek yoktur. Allah-u Zülcelâl, o insandan yardımını kesiyor ve nefsine, şeytana o insanı teslim ediyor. İşte, bu da Allah-u Zülcelal’in o insana gazaba geldiğinin alametidir, neuzûbillah. Baktın bir kimse, hep İslam hizmeti yapıyor, zikir yapıyor, ibadet ediyor, bir hata yaptığı zaman da hemen tevbeye gidiyor ve kendini düzeltmeye çalışıyorsa sen bil ki o insanın kalbinde Allah-u Zülcelal’in aşkı, muhabbeti vardır. Onun için de Allah-u Zülcelâl o insana sahip çıkmıştır… Allah-u Zülcelâl daima kulunun kalbine bakıyor. Eğer kulun kalbinde hep hayır varsa, muhabbeti varsa Allah da ona sahip çıkıyor, bütün hayırları da o kuluna nasip ediyor. İşte, bunun için elimizden geldiği kadar, kalbimizi Allah-u Zülcelal’e samimiyet ve ihlâs ile açalım ve diyelim; “Ya Rabbi! Hem maddi hem manevi olarak, razı olacağın şeyleri bana nasip et. Kalbimi de ya Rabbi, nasıl razı oluyorsan o şekilde düzelt. Razı olduğun şeyleri, hayırları isteme arzusunu benim kalbime koy” diye, Allah’a yalvarır, Allah’tan istersek, Allah-u Zülcelâl buyuruyor: “Dua edin, ben kabul edeyim sizden.” (Mümin; 60) Talip olalım yeter… Biz, Allah-u Zülcelal’in kalbimizdeki muhabbetini çoğaltacak şeyler yapalım, Allah-u Zülcelal de bize bu şekilde sahip çıkacak ve hayırları bize nasip edecektir inşaallah. Her insanın bir şeytanı vardır Her insanın bir görevli şeytanı vardır. Keşif keramet sahibi bir evliya, kendi şeytanını gördü. Baktı ki o kadar zayıf, o kadar biçimsiz, sanki ölecek gibi... Aradan biraz zaman geçtikten sonra, tekrar şeytanını gördü ki biraz daha kuvvetli olmuş. O evliya şeytanına sordu: - Ne oldu ki sen bu kadar güçlendin ve değiştin. Oysa sen, daha önce ölecekmişsin gibi hasta ve kötü bir durumdaydın? Şeytanı ona cevap verdi: - Sen ne zaman değiştin, senin ibadetlerin ne zaman değiştiyse ben de o zaman değiştim! - Nasıl? Dedi… - Sen eskiden çok ibadet sahibiydin, sâlih ameller yapıyordun, zikirle meşguldün; ben o zaman üzüntümden, kederimden zayıf düşüyordum. Sana karşı bir gücüm kalmıyordu. Sen ne zaman ibadetini eksik yapmaya başladın, ben de o zaman kuvvetlendim, diye şeytanı ona cevap verdi. Biz görmüyoruz ama aynen bizimkisi de öyledir. Ne kadar ibadet yaparsak, ne kadar Allah-u Zülcelal’e karşı samimiyetimizi artırırsak o da o kadar eriyor ve zayıf düşüyor. İbadetten düştüğümüz zaman da o kadar kuvvetli oluyor. Hatta kitaplarda deniliyor; “Bir insan evine girdiği zaman, selam verirse, ‘Bismillahirrahmanirrahim’ derse, yemek pişirirken besmele çekerse o da dışarıda kalıyor, o yemekten faydalanamıyor.” Bir kimse de ne selam veriyor, ne eve girerken ne de yemek yerken Besmele çekiyor, yemekten sonra da “Elhamdulillah” demiyorsa şeytan onunla beraber eve giriyor, onunla yemek yiyor ve o ne yaparsa ondan faydalanarak güçleniyor… Anlatılıyor; “İki müminin şeytanı yan yana gelmişler. Birisi çok zayıf, birisi de kuvvetliymiş. Kuvvetli olan diğerine sormuş: - Sen niye bu kadar zayıfsın? Öteki cevap vermiş: - Ben öyle bir kişinin yanındayım ki o, her şeye 'Bismillahirrahmanirrahim' ile başlıyor. Ben de ne yemek yiyebiliyorum, ne eve girebiliyorum ne de başka bir şey yapabiliyorum. Böyle zayıf düşüyorum, demiş… Kuvvetli olan diyor. - Benimki öyle değildir. Ben onunla yerim, onunla içerim, onunla evine girer, onunla uyurum. Ne besmele çeker, ne de hamd eder, diyor… Birisi öyle birisi böyle işte… Biz uyanık olalım. Gaflete düşmeyelim. Az bir zamanımızı değerlendirsek baki olan ahiret hayatımızı düzelteceğiz inşaallah-u teâlâ… İmam-ı Ali radıyallahu anhu diyor: “Bela, insanın başına ancak bir günah ile nazil olur!” Bir kavim, bir millet günah yaptığı zaman, bela iniyor onların üzerine. “Bir bela da bir insanın üzerinden kalkarsa ancak tevbe ile kalkar” diyor. İnsanlara dini anlatmanın fazileti Elimizden geldiği kadar, Allah rızası için İslam’a hizmet edelim. Bilelim ki bu kısa zaman bitecek!.. Ahiret hususunda gayretsiz olduğumuz için böyle tam samimi olarak, insanların tevbesine vesile olmak için çalışmıyoruz biz. Ne kadar anlatırsak anlatalım, emri’l bi’l maruf nehyi ani’l münkerin; ilim okumak sonra da bunu başkalarına anlatmanın faziletini anlatamıyor, aciz kalıyorum. Fazileti hakkında o kadar çok hadis-i şerif ve ayet var, ancak ben yalnızca bir tane hadis-i şerif ile iktifa ettim. Ben baktım, kitapta tam 40 sayfa, ilim okumak ve insanlara anlatmanın fazileti anlatılıyor. Fakat ben sadece en başta naklettiğim hadis-i şerifi sizlere anlattım. O kadar menfaatli ve Allah-u Zülcelal’in katında makbuldür ilim okumak ve başkalarına anlatmak… Kitap okuyalım, ilim öğrenelim ve başkalarına anlatalım inşaallah… Onun için çocuk, çocuk arkadaşına; kadın, kadın arkadaşına; genç, genç arkadaşına; ihtiyar, ihtiyar arkadaşına anlatsın ve bu sevaba nail olsun inşaallah. Herkese, Allah-u Zülcelal’in emir ve nehiylerini, tevbeyi anlatalım inşaallah…