9 Ağustos 2012 Perşembe

ALLAH İÇİN SEVMEK VE ALLAH İÇİN BUĞZETMEK

http://sabrikontek.azbuz.com : (:) İmanın kemal şartlarındandır! “En üstün iman nedir?” Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz müminler kardeştir. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki esirgenesiniz.”(Hucûrat; 10) Enes bin Muaz radıyallahu anh şöyle anlatmıştır: “Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve selleme: - En üstün iman nedir? Diye sordum: - Allah için sevmen, Allah için buğzetmen, dilinden Allah'ın zikrini kesmemendir, buyurdu. - Daha nedir ya Resulallah? Deyince de: - Kendin için sevdiğin şeyi insanlar için de sevmen, kendin için hoş görmediğin şeyi başkaları için de hoş görmemendir, buyurdu. (Ahmed bin Hanbel) Birbirimizi Allah için sevmemiz, Allah-u Zülcelal'in yanında çok makbul bir haldir. Eğer, mümin kardeşlerimizi Allah rızası için seversek, evimizde dahi duramayız, onlarla birlikte olabilmek için, sürekli sohbet meclislerine koşarız. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem başka bir hadisi şöyle buyurmuştur: “Cennette (elmastan halkedilmiş) öyle köşkler var ki içeriden bakınca dışı, dışarıdan bakınca da içerisi gözükür. Allah onları, rızası için birbirlerini seven, ziyaret eden, yardımlaşan ve kaynaşan kulları için hazırlamıştır.” (Taberani) Müminleri ne kadar severseniz o kadar… Ebu Hureyre radıyallahu anhtan rivayetle Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve selem: - Cennette yakut sütunların üzerine halkedilmiş (yaratılmış) yeşil zümrütten odalar vardır. Yıldızlar gibi parlayan kapıları açıktır, dedi. - Ya Resulallah! O odalarda kimler kalacak? Diye sorunca: - Allah rızası için bir araya gelip yardımlaşarak kaynaşan kimseler kalacak” buyurdu. (Bezzar) Allah-u Zülcelal'in rızasını kazanmak için amel yapan, Allah'ın dininin hizmetinde bulunan bir kimseyi gördüğümüz zaman, onu ne kadar seversek o oranda menfaatini görürüz. Çünkü bu sevgi o kimsenin zatına değil, Allah-u Zülcelal'e ibadet etmesinden, Allah'a iman edip O'nun rızasına kavuşma gayretinde olmasından dolayıdır. Bunun içinde Allah-u Zülcelal'in yanında çok makbuldür. Dünya hayatında, birbirlerini Allah için seven iki kişiden birisi doğuda, diğeri batıda olsa, Allah-u Zülcelâl bu kimseleri kıyamet gününde bir araya getirip sayısız nimetlerle mükâfatlandırarak şöyle buyuracaktır: “İşte benim için sevdiğinizin mükâfatı budur.” İnsan, nasıl çok şiddetli bir sıcağın altında kalınca, çok susar ve karşısında su görünce aşk ve muhabbetle o suyun üzerine giderse, Allah-u Zülcelal'in katındaki ecir ve sevaplara da aynı aşk ve muhabbetle süratli olarak yönelmelidir. Mümini Allah için sevmekte bu salih amellerden birisidir. Hz. Ömer radıyallahu anhtan rivayet edilen bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: - Allah’ın bazı kulları vardır ki; onlar ne peygamber ne de şehittirler. Fakat peygamberler ve şehitler onlara verilen makam dolayısıyla gıpta edip imrenirler. Ashab-ı kiram: - Onlar kimlerdir? Diye sordular. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem şöyle devam etti: - Onlar (aralarında) nesep ve akrabalık olmadığı, mal alışverişi olmadığı halde birbirlerini Allah için sevenlerdir. Onların yüzü nurdur, nur üzerindedirler. İnsanların korktukları günde onlara korku yoktur. İnsanların hüzünlendikleri günde onlar mahzun da olmazlar.” Daha sonra şu ayet-i kerimeyi okudu: “Dikkat edin! Allah’ın veli kulları için korku yoktur. Onlar mahzun da olmazlar.” (Yunus; 62) (Ebu Davud) Müminlerin birbirlerini sevmeleri ve birbirlerine kenetlenmelerini Allah-u Zülcelâl çok sevmektedir. Dolayısıyla Allah-u Zülcelâl’in rızası için birbirimizi sevmemiz gerekir. Fudayl bin İyaz rahmetullahi aleyh demiştir ki: “Bir kişinin, mümin kardeşinin yüzüne sevgi ve merhamet duyguları ile bakması kendisi için bir ibadettir (ibadet sevabı kazandırır).” Müminleri, ancak müminler sever! Unutmamak lazımdır ki, Allah için mümin kardeşlerini seven kimseler, sevgilerinin miktarınca mükâfat ve sevap kazanır. Mümin olan kimseleri, ancak mümin olanlar sever. Mümin olan kimseye buğzetmek, münafıklık alâmetidir. Bu söz, hepimize büyük bir derstir. Şayet niyetimiz Allah için olursa, mümin kardeşlerimizde sevecek bir haslet muhakkak buluruz. Çünkü onlar Allah-u Zülcelâl’e iman etmişlerdir. Eğer onlara sevgi gözü ile bakarsak, mutlaka kalbimizde onlara karşı sevgi oluşur. Ama daima kusur aramaya çalışırsak, şeytan ve nefis, bizi peşine takarak, mümin kardeşlerimize karşı kalbimizi kinle doldurur. Duyuyoruz ki bazı müminler bazı mümin kardeşlerine darıldıkları için onunla irtibatı kesiyorlar. Hâlbuki Allah için sevmek Allah için irtibatta olmayı gerektirir. Allah için görüşmeyi, destek olmayı gerektirir. Bu yüzden Mümin kardeşlerimizle aramızdaki küskünlükleri ve küsme sebeplerini ortadan kaldırmaya çalışmamız lazımdır. Esasen müminlerin birbirlerine küsmeleri çok çirkin bir şeydir. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem başka bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: “Her pazartesi ve perşembe günleri ameller Allah'a sunulur, Allah-u Teâlâ kendisine ortak koşmayanlardan sadece mümin kardeşi ile arasında düşmanlık olan kimseler hariç hepsini bu günlerde affeder.” (Meleklere de): “Barışıncaya dek onları bırakınız, buyurur.” (İmam Malik, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, İbn Mace) Başka bir hadisi şerifte ise; “Mümin kardeşi ile bir sene dargın duran, onu öldürmüş gibidir.” (Ebu Davud, Beyhaki) Bu hadislerden anlaşıldığına göre, mümin kardeşiyle konuşmamak, onunla küs durmak, çok çirkin ve kabih bir davranıştır. Kişi ahiretini düşünüyor, cennet nimetlerini istiyor ve cehennem ateşinden muhafaza olmak, Allah'ın rızasını kazanmak istiyorsa, mümin kardeşiyle küs olmamalı ve ona buğzetmemelidir. Birbiri ile ilgilerini kesen iki kişinin en hayırlısı, selam vermeye ve konuşmaya ilk başlayan ve bu ayrılığın sebeplerini ortadan kaldıran kimsedir. Müslümanların birbirleri ile üç günden fazla küskün durmaları haramdır. İki müminin arasındaki küsmenin üç gün ile sınırlandırılmasından maksat, birbirlerine küsen kimselerin, bu müddet içinde daha iyi düşünüp, hatalarını anlamalarını temin ve kalplerindeki kini yok etmek içindir. Zaten mümin kimse, kin tutmaz ve hemen barışmaya yanaşmak suretiyle, faziletli davranmayı tercih eder. “İslam’ın en sağlam kulpu nedir?” Mümin küfründen dolayı kâfire buğzeder, dünyanın neresinde olursa olsun mümin kardeşini de sever. Mümin, Allah için sevdiği gibi Allah için de buğzeder. Küfründen dolayı kâfire Allah için buğzederken, imanından dolayı da Allah için mümin kardeşini her ne yaparsa yapsın, kardeşinden dünyevi ne zarar görürse görsün sever. İslam’ın en sağlam kulpu işte bu Allah için sevmek ve Allah için buğuzetmektir. Allah için sevmek nasıl imanın kemal şartlarından biriyse Allah için buğzetmek de aynı şekilde imanın kemal şartlarındır. Bir gün Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem sahabelerle beraber oturuyordu. Hz. Peygamber sahabelere: - İslam’ın en sağlam kulpu nedir? Diye sordu. Sahabeler: - Namaz, dediler. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: - Namaz güzeldir. Fakat o en kuvvetli kulp değildir, dedi. Sahabeler: - Ramazan orucu, dediler. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: - O güzeldir. Fakat (İslam’ın en sağlam) kulp(u) değildir, buyurdu. Sahabeler: - O halde cihattır, dediler. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: - O da güzeldir. Fakat en sağlam kulp değildir, dedi. Sonra kendisi cevap olarak şöyle buyurdu: - İslam’ın sağlam kulpu, Allah rızası için bir insanı sevmek ve yine Allah rızası için buğzetmektir." (Ahmed bin Hanbel) Bir mümin hata ya da günah yaptığı zaman onun şahsına değil yaptığı hatasına ve günahına buğzedilir. Ebu Derda radıyallahu anh şöyle demiştir; “Kardeşinize sövmeyiniz, sizi onun durumuna düşürmekten koruyan Allah’a hamd ediniz. Kardeşinize buğz da etmeyiniz ancak onun ameline (yaptığı kötü işine) buğzediniz.” Ne yaparsanız karşınıza o çıkar! Bir kişi şöyle nakletmiştir: - Bir gün, gemide yolculuk yaparken baktık ki, arkamızdan bir kayık geliyor, bir süre sonra kayık battı. Gemidekilerden birisi, kaptana dedi ki: - O kayıktaki iki kardeşi kurtarırsan, sana yüz dinar veririm. Kaptan, hemen onları kurtarmak için harekete geçti. Kardeşlerden birini kurtardı, birisi boğuldu. Parayı verecek olan kimse: - Onun eceli bu kadarmış! Dedi. Kaptan güldü ve dedi ki: - Evet, doğru söylüyorsun ama bu iki kardeş, bir gün çölde bana rastladılar. Kurtardığım genç çölde beni devesine bindirdi. Diğeri ise sopasıyla bana vuruyordu. Ben de önce bana devesini veren genci kurtardım. Diğerini kurtarmak istemedim. O para veren kimse, hemen şu ayet-i kerimeyi hatırladı: “Her kim iyi bir iş yaparsa onun faydası kendisinedir. Kim de kötülük yaparsa zararı yine kendinedir.“ (Casiye; 15) Görüldüğü gibi iki kardeşten birisi, Allah-u Zülcelal'in emrine uydu ve sevap işledi. Bu sevabı da kendisini denizde boğulmaktan kurtardı. Diğeri ise bir adama zulmetti ve sonunda da boğuldu. Demek ki, insan ne yaparsa, hem dünyada hem de ahirette onu bulmaktadır. İnsanın yaptığı salih amellerin, kendisine dünyada da menfaat verdiğine dair birçok hadis ve menkıbeler mevcuttur. Allah-u Zülcelâl hepimize; kendi fazlıyla, rahmetiyle, ihsanıyla, istediği, razı olacağı şekilde, amel-i salih yapmayı nasip etsin, inşaallah.