4 Ekim 2018 Perşembe

İslam’ın Başı Sonu Edeb

İnsanı hayatta üç şey değerli kılar: Güzel edeb, güzel ahlâk, şüphelerden uzaklaşmak. Ne güzel demiş Mevlana: “Efendi bilmiş ol ki: Edeb insanın bedeninde ruhtur. Efendi, edeb Allah dostlarının gözünün ve gönlünün nurudur.” İslam’ın başı sonu edeptir. İslam’da yemeği nasıl yiyeceğimizin de bir edebi vardır komşumuza nasıl hürmet etmemiz gerektiğinin de. Edeb bütün hayatımızı kuşatıcıdır. Abdurrahman es-Safurî rahmetullahi aleyh, “Allah, hiçbir kimseye akıl ve edepten başka daha üstün bir bağışta bulunmamıştır. O ikisi gencin güzelliğidir. Şayet onları kaybederse hayatın en güzel şeyini kaybetmiş olur.” demiştir. Edeb bizlere Peygamberlerin mirasıdır. Hz. Yusuf aleyhi selam’ın hayâsıdır. Edeb, saliha kadınların hâlidir. Hz. Meryem’in iffetidir. Edeb, Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi vesellem’in her an hâlidir. Edeb, sahabenin radıyallahu anhum vasfıdır. Edeb Hz. Osman’ın yüzüne vuran Kur’an-ı Kerim nurudur. Edeb ama nasıl? Hz. Lokman aleyhi selam’ın oğluna verdiği öğütler edebin bütün halindeki fotoğrafıdır. Onun çocuğuna verdiği edebi Lokman Suresi’nde Rabbimiz bize şöyle anlatmıştır: “Hani Lokman, oğluna öğüt vererek şöyle demişti: Yavrucuğum! Allah’a şirk koşma! Çünkü şirk, elbette çok büyük bir zulümdür. Biz insana, anne ve babasını (onlara itaati) tavsiye ettik. … Bana şükret, anne babana da. Dönüş ancak banadır. … Küçümseyerek insanlardan yüzünü çevirme. “Ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme!” Çünkü Allah, böbürlenen kibirlenenleri sevmez. Yürüyüşünde mutedil ol. Sesini de alçalt. Çünkü seslerin en çirkini, elbette eşeklerin sesidir. (Lokman; 13-19) Lokman aleyhisselam bir baba olarak oğluna edeb ile yaklaşır. Onun gönlünü hoş etmek için “Yavrucuğum!” diyerek söze başlar. Bir ebeveyn için en çarpıcı örnektir bu. Ama aslında Hz. Lokman, sadece anne-babalar için değil, bütün insanlar için edepte bir örnektir. Lokman aleyhisselamın bize verdiği ilk öğüt, Rabbimize karşı edepli olmamızdır. Yeri göğü yaratan, bizleri nice nimetlere donatan Rabbimize karşı edepli olup O’na hakkıyla iman etmemiz gerekmektedir. Hz. Lokman sonra anne babaya karşı edepli davranmayı öğütler. Anne baba, kişiyi Rabbinin yolundan saptırıyorsa onlara itaat yoktur ama buna rağmen onlara karşı edepli olmak icap eder. Hz. Lokman, anne-babanın ardından bütün insanlara karşı edepli olmayı öğütler. İnsanları küçümsememek, onlara karşı böbürlenmemek, çalımlı yürümemek, onlarla bağırıp çağırarak konuşmamak edeptendir. Hz. Lokman aleyhisselamın anlattıkları edebin özetidir: Allah-u Teâlâ ’ya karşı edeb, yakınlara karşı edeb ve bütün insanlığa karşı edeb. İnsan, bu edebi bir bütün olarak tamamladığında ise onun için kurtuluş vardır. Ama edeb denice Şair Nâbî Hazretlerinin “Ya Hu Kasidesi”ne konu olan yüce edebi de hatırlamak gerekir: Şair Nâbî, Sultan 4. Mehmed döneminde hacca gitmek üzere bir kısım devlet erkânıyla birlikte yola çıkmıştır. Kafile Medine-i Münevvere’ye yaklaşmıştır. Vakit gecedir. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’e bir an önce ulaşma özlemiyle Nâbî’nin gözüne uyku girmemiştir. Fakat kafiledeki bir mühim adam, hem de ayaklarını kıbleye doğru uzatmış, uyumaktadır. Hz. Peygamber’in sallallahu aleyhi vesellem beldesinde, edebe aykırı böyle bir gaflet hâlini bir türlü hazmedemeyen ve çok üzülen Nâbî, içinden gelen bir ilhamla kasidesini bir anda irticalen söyleyiverir ve bir sır gibi kendine saklar. Ne var ki sır, sahibine ulaşmıştır. Kafile şafak vakti Medine-i Münevvere’ye girmektedir. Ravza-i Mutahhara’nın minarelerinden sabah ezanı okunmaktadır. Müezzin, ezanın ardından Türkçe bir kaside okumaya başlar. Nâbî, dikkat eder, okunan kendi şiiridir. Hemen minarenin kapısına koşar. Müezzine, “Allah aşkına, okuduğun bu kasideyi nereden öğrendin?” der. Müezzin şöyle cevap verir: “Bu gece rüyamda Efendimiz salallahü aleyhi vesellem’i gördüm, bana dedi ki: ‘Ya müezzin kalk yatma. Benim ümmetimden bana âşık bir zât benim kabrimi ziyarete geliyor. Muhabbetinden benim için şu kasideyi söylemiştir. İşte bu cümlelerle minareden onu istikbal et.’ dedi. Ben de hemen kalktım. Abdest aldım. Peygamberimiz’in iltifatına mazhar olan âşık acaba kimdir diye düşünerek minareye koştum. Öğretildiği gibi okudum.” Nâbî, “Ümmetimden mi, dedi?” diyerek sevincinden oracığa bayılıp düşer. O kaside şöyledir: Sakın terk-i edebden kûy-ı Mahbûb-i Hudâ’dır bu Nazargâh-i ilâhidir, Makam-ı Mustafâ’dır bu Felekde mâh-i nev, Bâbüsselâm’ın sîne-çâkıdır Bunun kandili Cevzâ, matla’-i ziyâdır Habib-i Kibriyâ’nın hâbgâhıdır fazilette Tefevvuk-kerde-i Arş-ı Cenâb-ı Kibriyâ’dır bu. Bu hâkin pertevinden oldu deycûr-i adem zâil Amâdan açdı mevcûdât düş çeşmin tûtiyâdır bu. Muraât-ı edep şartıyla gir Nâbî bu dergâha Metâf-ı Kudsiyandır cilvegâh-ı enbiyâdır bu Yani der ki: “Burası Allah’ın sevgilisinin beldesidir. Cenâb-ı Hakk’ın nazar buyurduğu, Ravza-i Nebî’dir. Bu gökteki yeni ay, Bâbüsselâm kapısının yüreği yanık âşığıdır. Ayın kandili Cevzâ yıldızı bile ışığının nurunu ondan almaktadır. Burası, Allah-u Zülcelâl’in Sevgilisinin ebedî istirahatgâhının, türbesinin bulunduğu yerdir ve fazilet bakımından Cenâb-ı Hakk’ın arşının bile üstündedir. Bu toprağın ziyâsından, yokluğun karanlıkları ortadan kalktı. Bütün yaratılmışların görmeyen gözleri açıldı, çünkü bu toprak, gözlere şifa veren sürmedir. Bu dergâha edep ölçülerini gözeterek gir; çünkü burası meleklerin tavaf ettiği ve Peygamberlerin tecelli ettiği bir yerdir.” Rabbim bizleri edeb yolundan ayırmasın…

23 Ağustos 2018 Perşembe

Kırmızı Meyvelerin Şifası

Allah-u Zülcelâl bizlere verdiği nimetleri çeşitli faydaların yanı sıra aynı zamanda şifa kaynağı olarak da yaratmıştır. Güzel koku, lezzet ve güzel renklerle süslediği bu nimetler, bizi çeşitli hastalıklardan korumaktadır. Yapılan araştırmalar, sağlığımız açısından çok önemli bir yere sahip olan meyve ve sebzelerde, renklerine göre faydalar bulunduğunu göstermektedir. Bu araştırmalar, sebze ve meyvelere kırmızı rengi veren antioksidan maddelerin kanserden koruyucu olduğunu ortaya koymuştur. Vücudun birçok yerinde ortaya çıkabilen kanser hastalığı, esas olarak hücre çekirdeğindeki DNA’nın tahribata uğramasından kaynaklanır. Vücudumuzun kendi hücresi, DNA ismiyle bilinen yapının bozulması sebebiyle tümör haline gelip sağlıklı hücre ve dokulara zarar verdiği zaman tehlikeli sonuçlar ortaya çıkabilmektedir. Kansere sebep olan faktörler arasında en önemlisi, serbest radikaller denilen yabancı maddelerdir. Bu maddeler gıdalara konulan katkı maddeleri, tarım ilaçları, evlerde kullandığımız deterjan ve temizlik maddeleri gibi birçok kimyasallardan vücudumuza girebilmektedir. Bunun yanında hava kirliliği, güneşin ultraviyole ışınları da kansere yol açabilmektedir. İşte antioksidanlar bu tehlikeli maddeleri yakalayıp vücuttan atılmasını sağlamaktadır. Bu sebeple bilhassa günümüzde antioksidanlardan yana zengin gıdalarla beslenmemiz önemlidir. Kırmızı renge sahip sebze ve meyveler aynı zamanda “fenolik bileşikleri” adı verilen sağlığımızı destekleyen şifalı maddeler içerir. Bu sebze ve meyvelerdeki vitamin, mineral ve enzimler sağlıklı hücre bölünmesini sağladıkları için yaşlanmayı geciktirici ve yaşlanmaya bağlı beyin hasarlarını en aza indirici etkiye sahiptir. Severek yediğimiz; çilek, kiraz, vişne, siyah erik, nar, ahududu, böğürtlen gibi kırmızı meyveler, kanserden koruyucu antosiyanidinler bakımından zengin kaynaklardır. Yaz aylarında bol bol yiyebildiğimiz bu meyvelerden kışın da yararlanmak için çözümler sunuyoruz. Domates Domates; Likopen ve C vitamini açısından çok zengindir. Likopen vücudun yağ emilimini azaltır, kalp krizi ve kanser önleyicidir. C vitamini hastalıklardan korunmayı sağlar ve vücuda demir emilimi yapılmasına yardım eder. Yemeklerimize de lezzet veren domatesi saklamak için en bilinen yöntem salça yapmaktır. Bunun yanında büyük bir derin dondurucunuz varsa sağlam ve etli tarla domateslerini sirkeli suda iyice yıkayıp kuruladıktan sonra küp şeklinde doğrayarak veya kabuklarını ayıkladıktan sonra blenderden geçirerek kilitli buzdolabı poşetlerine doldurup saklayabilirsiniz. Bu yöntem buzlukta çok yer işgal edeceği için, bir diğer yöntem de şudur: Domatesleri püre haline getirdikten sonra kaynatın. Kaynar su ile yıkanıp kurutulmuş kavanozlara sıcak haldeyken doldurun. Kavanozların ağızlarını yeni alınmış kapaklarla sıkıca kapatın ve hemen baş aşağı çevirin. Soğuyuncaya kadar bu şekilde bekletip güneş görmeyen serince bir mutfak dolabında kışa saklayın. Kırmızı biber Kırmızı biber de kansere karşı kuvvetli bir koruyucudur. Domatesle birlikte veya ayrı şekilde aynı usulle saklanabilir. Hanımlar bu yönteme “menemenlik” diyorlar. Kiraz Kiraz kolestrole iyi gelir, vücudun hastalıklara karşı direncini arttırır. Böbreklerin çalışmasını düzenler, iyi bir idrar söktürücüdür. Damar sertliği, romatizma ve varislere iyi gelir. İyi bir ağrı kesici ve ateş düşürücüdür. Uykusuzluğa karşı şifadır. Kirazı yıkayıp süzgeçte bırakın. Saplarını ve çekirdeklerini çıkararak saklama poşetleri içinde buzluğa koyun. Kış aylarında çıkarıp tatlılarınızda kullanabilirsiniz. Kirazı geniş bir kap üzerine tek sıra halinde yayarak buzlukta dondurup, donmasından sonra poşete yerleştirin. Bu şekilde saklanmış kirazların şeklini daha kolay koruyabilirsiniz. Kirazı blenderde çekip püre yaptıktan sonra az şekerle hafif pişirip soğutarak da buzlukta saklayabilirsiniz. Böylece çıkardığınız zaman tatlıların üzerinde sos olarak kullanabilirsiniz. Çilek Çilek kanı temizler, kalp rahatsızlıklarını önler. Kolestrole iyi gelir. Bağışıklık sistemini kuvvetlendirir. Karaciğer dostudur. Cildiniz için de çok faydalıdır. Çileğin reçeli, marmeladı yapılabilir. Dondurulmuş çilekleri, kışın çıkarıp hoşaf ve tatlı yapımında kullanabilirsiniz. Çok narin bir meyve olduğu için sağlam çilekleri seçmeli, ayıklayıp dikkatlice yıkamalısınız. Çok farklı yöntemlerle saklayıp, pek çok şekilde değerlendirebilirsiniz. Kızılcık C vitamini, K vitamini, folik asit, lif ve antosiyanidinler açısından oldukça zengindir. Kanserden korur. Uykusuzluğa iyi gelir. Kan pıhtılaşmasını düzenleyici, ateş düşürücü ve ishali önleyici etkilere sahiptir. Kadınların en büyük derdi "sistit"e de iyi gelir. Kızılcığı suda yumuşayıncaya kadar haşlayıp kevgirden geçirerek konsantre meyve suyu elde edebilirsiniz. Kevgirden geçirilmiş kızılcık püresini biraz şeker ilave edip tekrar kaynatarak kavanozlarda da saklayabilirsiniz. Menemenlik yapar gibi sıcak olarak kavanozlara koyup, ağızları kapatılıp ters çevrilecek. Yaban mersini ve böğürtlen Zararlı bakterilerin yayılımının durdurarak idrar yollarına yapışmalarını durdurur ve sistitlere karşı vücudun korunmasında büyük yardımcı olur. Varisleri önler ve anti bakteriyel özelliklere sahiptir. Romatoid artrit hastalığının tedavisini kolaylaştırır. Kanser riskini azaltırlar. Dikkatlice ayıklanıp yıkandıktan sonra buzlukta saklanabilir. Püre halinde veya pişirerek saklanıp pastalarda sos olarak kullanılabilir. Kırmızı meyvelerin kurutulmuş olanları da şifalıdır. Kurutularak saklanan vişne, kırmızı erik ve kuşburnu ile şifalı içecekler hazırlanabilir.

4 Haziran 2018 Pazartesi

Arınma ve Dirilme Vakti: Ramazan-ı Şerif

Efendimiz s.a.v. üç aylara girince “Allahım Receb ve Şaban’ı hakkımızda mübarek kıl ve bizleri Ramazan’a ulaştır.” diye dua edermiş. Bu duaya âlimlerden bir kısmı şöyle anlam vermişler: Cenab-ı Hak, Ramazan ayına o kadar büyük bir değer yüklemiş ve bu ayı o kadar faziletli kılmış ki, kendinden önce gelen Receb ve Şaban aylarını ona hazırlık olsun diye mübarek kılmıştır. Bu yüzden evliya-ı kiram hazerâtı, Ramazan gelmeden altı ay öncesinden ona ulaşmak için; Ramazan’dan sonraki altı ayda da kabulü için Cenab-ı Hakk’a niyazda bulunurlarmış. Esasen gelmekte olan ay, her anıyla o kadar hayırlı ki, diğer aylarda kol gezen şeytanlar bu ayda bağlanır, rahmet melekleri ise vazife başındadır. Ayrıca bu ayda Cenab-ı Hakk kullarını bağışlamayı dilemektedir. O halde bütün günahkârlar bu ayın gelişiyle müjdelenmeli ve Mevlâ Tealâ’ya tövbeye çağrılmalıdır.

7 Mayıs 2018 Pazartesi

Ramazan-ı Şerif’in Kıymeti

Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “(O sayılı günler) Ramazan ayıdır ki Kur’an onda (ki Kadir gecesinde levh-i mahfuzdan semâ-i dünyâye) indirilmişdir. (O Kur’an ki) insanlara (mahz-ı) hidâyetdir, doğru yolun ve Hak ile baatılı ayırd eden hükümlerin nice açık delilleridir. Öyleyse içinizden kim o aya erişirse (hazır olur, müsâfir olmazsa) onu (orucunu) tutsun …” (Bakara; 185) Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz ve ashab-ı kiram radıyallahu taala anhum, Ramazan-ı şerif ayı geldiğinde birbirlerini tebrik ediyorlardı. Bu ay öyle mübarek bir aydır ki, bildiğimiz gibi değil, çok büyük bir nimettir! Onun sevabı, diğer ayların sevabı gibi de değildir: Bu ayda yapılan ibadet, zikir, oruç diğer aylardakinden çok daha fazla sevap kazandırmaktadır. Bu yüzden olsa gerektir Hz. Peygamber aleyhisselatu vesselam ve ashab-ı kiram, bu ay yaklaşınca birbirlerine müjde veriyorlar; rastlaştıklarında, “Sana müjdeler olsun! Ramazan ayına giriyoruz” diyorlardı. Daha bu ay gelmeden, onu sevinçle karşılıyor ve birbirlerini tebrik ediyorlardı. Bir bakın hele! Onlar bizim için örnektirler bizimde onlar gibi Ramazan ayını aşk ve muhabbetle karşılamamız, gelişiyle sevinç ve surur duymamız lazımdır. Çünkü Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur: “Ramazan bereket ayıdır. Allah bu ayda, günahları bağışlar, duaları kabul eder. Bu ayın hakkını gözetin! Ancak cehenneme gidecek olan, bu ayda rahmetten mahrum kalır.” (Taberani) İmam-ı Rabbani kuddise sirruhu şöyle demiştir: “Mübarek Ramazan ayı, çok şereflidir. Bu ayda yapılan, nafile namaz, zikir, sadaka ve bütün nafile ibadetlere verilen sevap, başka aylarda yapılan farzlar gibidir. Bu ayda yapılan bir farz, başka aylarda yapılan yetmiş farz gibidir. Bu ayda bir oruçluya iftar verenin günahları affolur. Cehennemden azat olur. O oruçlunun sevabı kadar, ayrıca buna da sevap verilir. O oruçlunun sevabı hiç azalmaz.” Oruç tutmanın hikmeti Nefsin ne kadar yaramaz olduğunu biliyorsunuz. Allah-u Zülcelal, nefsi öyle yaratmıştır. O menfaatli olan hiç bir şey yapmak istemez. Oruç da tutmak istemez. O istemiyor diye, Allahu Zülcelal’in biz kullarına bir ikramı olan oruç emrinden ve ibadetinden mahrum kalmamalıyız. Nefis cahildir, bilmez ve sonrasını da düşünmez. Oysa Allah oruç tutması karşılığında ona neler verecektir keşke idrak edip bir bilse? İnsan için Dünya hayatı bir damla kadar az bir şeydir. Ahiret hayatı ise bir okyanus gibidir. Nefis, o Ramazan-ı şerifteki amellerine karşılık sonsuz olan ahiret hayatında, nice mükafatlar bulacaktır. Oruç tutmanın hikmeti; nefsi, Allah-u Zülcelal’in emrine itaat ettirip, meleklerin sıfatıyla sıfatlandırıp, terbiye etmektir. Bir rivayete göre ise, orucun bir hikmeti de şudur; “Haşr’ın müddeti otuz gündür. İnsanlar haşir meydanında otuz gün, otuz ay veya otuz yıl dururlar. İnsan, otuz gün olan Ramazan’ın her bir gününde oruç tutarsa, Allah-u Zülcelal kıyamet gününde, o oruçların hürmetine, onu gölgesi altına alacak ve o kişi yemek ve içmekle lezzetlenecektir. Çünkü kıyamet gününde, Peygamberler ve onların ehli ile oruç tutanlar hariç, diğer insanların hepsi açtır. İnsan, Ramazan orucunu tutarsa, bu azaptan kurtulmuş olur. Oruç tutmaktan maksat, düşman olan şeytanı kahra uğratmaktır. Şeytanın insana yaklaşıp azdırma vesilesi, şehvete dayalı şeylerdir. Şehvet ise yemekle, içmekle şahlanır. Allah’ın düşmanını kahra uğratmak için orucun istifade edilecek yanı, şehvete dayalı arzuları kırmaktır. Bu türlü bir istifade ise az yemek sureti ile nefsi perişan etmek yoluyla olacaktır. Bu da ancak oruçla olur. Bir saniyemizi bile boşa geçirmemeliyiz! Herhangi bir kimse, ramazan ayının gecelerinde uyanıp kalkmak için yatağında hareket ettiğinde, bir melek şöyle nida eder: “Kalk! Allah’ın rahmeti senin üzerine olsun.” Kalktığı zaman yatağı: “Ya Rabbi! Ona cennette ipekten yataklar ver.” diye dua eder. Elbiselerini giydiği zaman elbiseleri: “Ya Rabbi! Cennet hurilerinden, cennet elbiselerinden ona ver.” diye dua eder. Ayakkabılarını giydiği zaman ayakkabıları: “Ya Rabbi! Onu sırat köprüsünden çabuk geçir, ayağı kaymasın, ateşin içine düşmesin.” diye dua eder. Abdest almak için suyun yanına gittiği zaman, su: “Ya Rabbi! Onun günahlarını af ve mağfiret et, onu günahlardan temizle.” diye dua eder. Abdest alıp namaz kılmak için seccadesinin üzerine geldiği zaman, ev: “Ya Rabbi! Onun kabrini genişlet, dar etme, ona kabirde azap verme.” diye dua eder. Namaz kıldıktan sonra veya namazın içindeyken, Allah-Zülcelal o kula şöyle nida eder: “Ey kulum! Dua senden, kabul benden. Sen iste, ne istersen vereceğim.” İşte, Allah-u Zülcelal, Ramazan ayının hürmetine, bu fırsatı bize veriyor. Bunu çok iyi değerlendirmemiz lazımdır. Diğer aylarda yaptığımız gibi vaktimizi boşa sarf etmemeliyiz. Bu ayda; değil beş dakikamızı, bir dakika, hatta bir saniyemizi dahi boş geçirmemeliyiz. Kişi, daha sonra kuvvetle ibadet edebilmek için vücudunu istirahat ettirirse o istirahati de ibadettir. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, bir gün minbere çıktı. Birinci basamağa çıkınca “Amin” dedi. Sonra ikinci basamağa çıktı “Amin” dedi. Sonra üçüncü basamağa çıkınca, yine “Amin” dedi. Daha sonra şöyle dedi: “Bana Cebrail gelip: ‘Ya Muhammed! Kim Ramazan’a erişir de bağışlanmazsa, Allah onu (ilahi rahmetinden) uzaklaştırsın.’ dedi. Ben de ‘Âmin’ dedim. Sonra Cebrail: ‘Kim ana-babasına veya onlardan birine (yaşlılığında) yetişir de cehenneme girerse, Allah onu (ilahi rahmetinden) uzaklaştırsın.’ dedi. Ben de ‘Âmin’ dedim. Sonra yine Cebrail aleyhisselam: ‘Sen kimin yanında anılırsan da üzerine salavat getirmezse, Allah onu (ilahi rahmetten) uzaklaştırsın.’ dedi. Ben de ‘Âmin’ dedim.” (İbn Hıbban) Demek ki, Ramazan-ı şerifte, vaktimizi diğer aylardaki gibi gafletle, boş şeylerle geçirmemiz doğru değildir. Ya Kur’an okuyarak, ya ibadet, ya zikir veya sohbet yaparak, vaktimizi değerlendirelim. Bu ayda, kıyamet kopmuş gibi davranalım. Yani, nasıl kıyamet koptuğunda, insan kendini günahlardan muhafaza ediyorsa, biz de bu ayda, günahlardan kendimizi öyle muhafaza edelim. Bu ay, bizim için çok büyük bir fırsattır. Allah-u Zülcelal, bir sene boyunca işlenmiş günahları, Ramazan ayının ibadetiyle affediyor. Çünkü Ebu Hureyre (ra)’dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Kim inanarak ve sevabını Allah’tan bekleyerek, Ramazan Ayı’nda oruç tutarsa, Allah onun günahlarını affeder.” (Buhari, Müslim, Ebu Davud, Nesai) Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, sanki kıyameti ve cehennemi görüyordu. Onun için buyurmuştur ki: “Eğer benim ümmetim, Ramazan ayında kendileri için neler olduğunu bilselerdi, bütün senenin Ramazan olmasını isterlerdi.” (Zübdetü’l Vaizin) Ama insanın nefsi, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin buyurduğu gibi istemiyor, Ramazanın çabucak bitmesini istiyor. Fakat bu yanlıştır! Oruç tutmak istemeyen nefsimizi azarlayarak ona şöyle dememiz lazımdır: “Ey nefsim! Sen, on bir ay istediğin gibi yemek yedin. Ne kârın oldu? Allah sana bir ay yemek yememeyi emretti, o da akşama kadar, üstelik akşamdan sabaha kadar da serbestsin!” Esasen geçmiş ümmetlerde oruç, yirmi dört saatte bir sefer yemek yemek suretiyle tutuluyordu. Allah-u Zülcelal, fazlıyla bize müsaade etmiştir ki, akşamdan sabaha kadar yemek yiyebiliyoruz. Ya onlar gibi yirmi dört saatte bir sefer yemek yeseydik halimiz ne olurdu? Bunun için kişi Ramazan ayında, vaktini ibadetle, tazarruyla, yalvarmakla geçirmelidir. Affına mazhar olmaya çalışalım Allah-u Zülcelal, her ramazan gecesi bir milyon kişiyi affediyor. Cuma gecesinde ise her gece affettiği bir milyon kişiyle beraber, bir milyon kişiyi daha affediyor. Ramazanın son gecesinde ise başından sonuna kadar kaç kişiyi affetmiş ise bir o kadar kişiyi daha affediyor. Allah-u Zülcelal bu kadar kişiyi affetmesine rağmen, bu sayı yine de yeryüzündeki insanların sayısına oranla, fazla değildir. Af olunan, o milyonlarca kul içerisinde olabilmek için gayret göstermeliyiz. Şöyle ki: “Bu gece daha fazla ibadet edeyim de belki affolunan o kullar içine girerim.” Ertesi gece, yine: “Belki bu gece o sınıfa girerim.” Aynı şekilde: “Cuma gecesi daha faziletlidir, belki Allah-u Zülcelal beni bu gece affeder.” düşüncesi ve gayreti üzere olmalıyız. Bütün merak ve gayemiz, kendimizi Allah-u Zülcelal’in affına layık hale getirmeye çalışmak olmalıdır. Ramazan ayı, malumunuz senede bir defa ele geçen bir fırsattır, bir de bakıyorsunuz hemen bitivermiş . Onun için bu fırsatı çok iyi değerlendirmeliyiz. Bilhassa teravih namazlarımızı kaçırmamalıyız. Teravih namazı çok önemlidir. Öyle ki, Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve selem) teravih namazlarını, cemaatle devamlı olarak kılmamıştır. Çünkü devamlı kıldığı taktirde, ümmetine farz kılınacağından ve bunun da onlara ağır geleceğinden korkmuştur. Buradan da anlıyoruz ki, teravih namazı çok sevaptır ve ne yapıp edip sürekli kılmamız gerekmektedir. Ashâbı Kiramlar, Kur’an okumadıkları bir günün geçmesini istemezler, sürekli Kuran okumakla vakitlerine kıymet kazandırırlardı. Ramazan geldiğinde ise çok daha fazla Kur’an okumuşlardır. Mesela, Abdullah bin Ömer radıyallahu anh ailesiyle ilglenmek dışında durmadan Kur’an okurdu. Kur’an’ı hep açıktı. Her vakit namaz için abdest alır, öğle ile ikindi arasını ilim, irfan, ibadetle ihya ederdi. Kur’an-ı Kerim’i hatmedeceği zaman, son sûreye geldiğinde eşini, çocuklarını ve ev halkını yanına çağırır, onların huzurunda hatmeder, onlara dua ederdi. Belki de ulaşamayız bir daha… İşte, ramazan ayı bu kadar mübarek bir aydır. Onun için fırsatı kaçırmamalı, vaktimizi en iyi şekilde değerlendirmeliyiz. Yine, Ramazan ayı, kıyamet gününde çok güzel bir şekil ve surette Allah’ın huzuruna çıkacaktır. Allah-u Zülcelal ona: “Ya Ramazan! Ne istiyorsun?” diye soracak, o da şöyle diyecektir: “Ya Rabbi! Bana hürmet gösterenlere, benim vaktimde oruç tutanlara, ibadet ve zikir edenlere şefaat etmek istiyorum.” Bunun üzerine Allah-u Zülcelal ona: “Git, kimi tanıyorsan, kim sana hürmet göstermiş, kim senin hakkını yerine getirmişse, kimden razı olmuşsan, onun elinden tut, cennete götür!” diye müsaade edecektir. Demek ki, Ramazan ayına bir dost gibi hürmet ederek kendimizi ona sevdirmeliyiz. Nasıl iki dost sevgi ve muhabbetle, aşkla bir araya gelip oturup sohbet ediyorlar, birbirlerine sevgilerini gösteriyorlar. Biri diğerinin başına bir musibet gelmesini istemiyor ise biz de Ramazan-ı şerif ayına öyle dost olalım. Allah Zülcelal’in ibadet ve itaatiyle meşgul olmak suretiyle onunla dostluk kurarsak, şüphe yok ki, kıyamet günü bize de şefaat edecektir. Allah-u Zülcelal hepimizi, Ramazan-ı şerifin hakkını yerine getirenlerden eylesin…

1 Mayıs 2018 Salı

Guslü geciktirmek

Sual: Yatsıyı kıldıktan sonra cünüp olan, ne vakte kadar cünüp dursa günah olmaz? CEVAP Yatsı namazını kıldıktan sonra cünüp olanın sabah namazına kadar guslünü tehir etmesi caizse de hemen yıkanması elbette çok iyi olur. İmam-ı Gazali hazretleri, (Cünüp olup gusletmeden bir namaz vaktini geçirene, ateşten gömlek giydirilecektir) buyuruyor. Namaz kılan ve kılmayan herkes, bir namaz vaktini cünüp geçirirse, çok azap görür. Mesela, öğle ezanından sonra cünüp olanın öğle namazını kılmamışsa, ikindi vaktine öğleyi kılacak kadar zaman kalınca gusletmesi farz olur. Farzı yapmak çok sevap, yapmamak büyük bir günahtır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Cünüp olunca, çabuk gusletmeli! Çünkü kiramen kâtibin melekleri, cünüp gezenden incinir.) [Ey Oğul İlmihali] (Canlı resmi, köpek ve cünüp bulunan odaya rahmet melekleri girmez.) [Nesai] (Cünübe, sarhoşa rahmet meleği yaklaşmaz.) [Bezzar] (Gusletmek için kalkana, üzerindeki kıl sayısınca sevap verilir, o kadar günahı affolur, Cennetteki derecesi yükselir. Guslü için ona verilecek sevap, dünyada bulunan her şeyden daha hayırlı olur. Allahü teâlâ meleklerine, "Bakın bu kulum, gece üşenmeden kalkıp emrime uymak için guslediyor. Şahit olun ki, bunun günahlarını af ve mağfiret eyledim" buyurur.) [Gunye] Guslü terk eden Sual: Guslü terk eden dinden çıkar mı? CEVAP Guslü terk eden dinden çıkmazsa da büyük günah işlemiş olur. Gusülsüz gezen, namaz kılamaz. Namaz kılmamak insanı küfre sürükleyen büyük günahlardandır. Böyle bir kimsenin de imanını kaybetmesi çok kolay olur. Onun için guslü geciktirmemelidir! Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Allahü teâlâ buyuruyor ki: Şu üç şeye devam eden, gerçek dostumdur. Bunları terk eden de, gerçek düşmanımdır. Bu üç şey, namaz, oruç ve cünüplükten gusüldür.) [Beyheki] Allahü teâlânın düşmanım dediği ve rahmet meleklerinin uzak durduğu bir kimsenin evinde huzur, bereket diye bir şey kalır mı? Gençler ve gusül Sual: Sabah ihtilam olarak kalktığımda gusül almam gerekiyor. Fakat okula geç kalmamak için guslü namaz vakitleri geçse dahi okuldan geldikten sonra almam mümkün mü? CEVAP İki dakikada gusletmek mümkündür. Namaz vakitlerini cünüp geçirmek haramdır. Namaz kılmamak da ayrıca haramdır. Çifte haram işlemek daha büyük günahtır. Cünüp gezmek Sual: Annemle babam, benim sık sık banyo etmeme mani oluyorlar. Cünüp geziyorum. Cünüp ölen, kâfir olarak mı ölür? CEVAP Cünüp gezmek büyük günahsa da, cünüp gezerek günah işleyene kâfir denmez. Namaz kılmamak çok büyük günahtır. Cünüp gezen, namaz da kılamaz. Uygun bir şekilde yıkanmanızın gerektiğini bildirmeniz gerekir. Hayzı biten kadın Sual: Sabah güneş doğunca hayzı biten kadın, öğle namazına kadar guslü geciktirebilir mi? CEVAP Öğle namazını vaktinde kılacak kadar guslü geciktirmesi caiz olur; fakat ilk fırsatta gusletmesi iyi olur. Cünüpken ölmek Sual: (Cünüpken ölen kâfir olarak ölür) deniyor. Böyle bir şey var mıdır? CEVAP Hayır, öyle bir şey yoktur. Eshab-ı kiramdan Hanzala hazretleri, gusletmeye vakit bulamadığı için, Uhud Savaşı'nda cünüp olarak şehit olmuş, onu melekler yıkamıştı. Bunun için (Gasîl-ül-melâike) ismi ile şereflenmişti. Meleklerin yıkadığı, guslettirdiği zat demektir.

Sünnet üzere gusletmek

Sual: Sünnet üzere nasıl gusledilir? CEVAP Gusletmek çok kolaydır. Ağzını ve burnunu suyla yıkayıp, denize veya göle girip çıkan yahut duş altında bütün vücudunu ıslatan gusletmiş olur. Önce abdest alıp, sonra bütün vücut yıkanırsa sünnete uygun olur. Gusletmek için niyet, Hanefi’de sünnet, diğer mezheplerde farzdır. Guslederken niyeti unutanın da guslü geçerli olur. Guslederken besmele okunur. Hatta kelime-i şehadet de getirmek iyi olur. Sünnet üzere gusül abdesti almak için, önce, temiz olsa bile, iki eli ve avret yerini yıkamalıdır. Sonra bedeninde necaset varsa yıkamalı, sonra, gusle niyet ederek tam bir abdest almalı. Sonra bütün bedene üç defa su dökmelidir. Önce üç defa başa, sonra üç defa sağ omuza, sonra üç defa sol omuza dökmeli, her döküşte, o taraf tamam ıslanmalı. Birinci dökmede ovmalıdır. Gusülde, bir organa dökülen suyu, başka organlara akıtmak caiz olup, orası da temizlenir; çünkü gusülde bütün beden, bir organ sayılır. Abdest alırken bir organa dökülen suyla , başka organ ıslanırsa, yıkanmış sayılmaz. Gusül tamam olunca, tekrar abdest almak mekruhtur. Gusül ederken abdesti bozulursa, gusle zararı olmaz, fakat namaz kılmak için bir daha almak lazım olur. Guslederken sabunlanmak, keselenmek uygun olmaz. Kirden yıkanma işini ya gusülden sonra yapmalı veya önce yapmak gerekir. İkisinin aynı anda yapılması uygun olmaz. Gusülde fazla su harcanmış olur, mekruh olur. Maliki’deyse muvalata yani aralıksız yıkamaya mani olursa gusül geçerli olmaz. Banyoya girince önce gusledilir. Sonra kir için yıkanılır. Kir için yıkanırken ihtiyaç kadar fazla su sarf etmenin mahzuru olmaz. Gusül abdesti alırken, namaz abdesti bozacak haller olursa (mesela kan çıksa, yellenilse, idrar çıksa vs.) gusle kalınan yerden devam edilir, abdesti bozan şey guslü bozmaz. Sadece bu abdestle namaz kılınmaz, sonra namaz abdesti almak gerekir. Cünüpken, kasık ve koltuk altı tıraşı olmak, saç, tırnak kesmek, mekruh olur. Hayzlıyken, bunlar mekruh değildir. Onun için, cünüpken, gusülden önce bunları yapmamalı. Ya gusülden sonra veya başka zaman yapmalı. Gusül ve israf Sual: Abdestte ve gusülde, gereğinden fazla su kullanmak israf mıdır? CEVAP Evet. Yalnız, gusletmeden önce veya sonra, kirlerden temizlenmek için yıkanmanın mahzuru yoktur. Vesvese Sual: Vesveseli biriyim. Dikkat etmeme rağmen, abdestte gusülde kuru yerim kalmışsa yahut secde-i sehv yapılacakken unutmuşsam, buna benzer başka şeyleri unutmuşsam, oruçlu iken unutup yiyip içmişsem, unutarak namaz vaktini çıkarmışsam, sonra da hatırlamadığım için kaza etmemişsem, ahirette benim halim nice olur? CEVAP Dinimizde unutmak özürdür. Unutarak yiyip içmek orucu bozmaz, kaza da gerekmez. Unutarak namazın kazaya kalması da günah olmaz. Abdestte, gusülde kuru yer kalmışsa, bilmediğiniz için hiç mahzuru olmaz. Acaba kuru yer kaldı mı diye defalarca yıkamak gerekmez. Bunlar vesvesedir, vesvese ise günahtır. Guslederken konuşmak Sual: Guslederken konuşmak sakıncalı mıdır? CEVAP Guslederken konuşmamak sünnettir. İhtiyaç yokken konuşmamalıdır. Başka yerde almak Sual: S. Ebediyye’de, (Guslettikten sonra, tekrar abdest almak mekruhtur. Abdest bozulmadan, başka yerde almak caizdir) deniyor. Başka yerde almaktan maksat nedir? CEVAP Guslettiği yerde değil de, başka yerdeki lavaboda abdest almak demektir. Böyle olursa, mekruh olmaz. Gusülden sonra ayakları yıkamak Sual: Gusülden sonra ayakları tekrar yıkamak gerekir mi? CEVAP Eğer ayakların altında su toplanıyorsa, çıkarken ayakları tekrar yıkamak gerekir. Su toplanmıyorsa tekrar yıkanmaz. Mâlikî’ye göre guslederken Sual: Mâlikî mezhebinde ön avret yerine avuç veya parmakların içiyle dokunan erkeğin abdesti bozuluyor. Mâlikî mezhebini taklit eden erkek, guslederken önce avret yerlerini yıkasa sonra, bir daha ön avret yerine hiç dokunmasa, abdest alıp guslettikten sonra, bu gusül abdestiyle namaz kılabilir mi? CEVAP Kılabilir. Guslederken ön avret yerine abdestten sonra dokunulmazsa, abdesti bozulmaz. Avret yerine dokunmak gusle zaten zarar vermez, yani dokunulsa da gusle devam edilir. Sonra namaz kılmak için, sadece namaz abdesti alması yeterli olur. Kadınların ise, avret yerlerine dokunsalar da, abdestleri bozulmaz.

Guslün farzları

Sual: Dört mezhebe göre, guslün farzları nelerdir? CEVAP Hanefî’de: 1- Ağzın içini yıkamak, 2- Burnun içini yıkamak, 3- Bedenin her yerini yıkamak. [Göbek içini, bıyık, kaş ve sakalı ve altlarındaki derileri ve baştaki saçları yıkamak farzdır. Gözleri ve kapalı küpe deliğini yıkamak gerekmez.] Mâlikî’de: 1- Niyet, 2- Bedenin her yerini yıkamak, 3- Delk, 4- Muvalat, 5- Saçları hilâllemek. Şâfiî’de: 1- Niyet, 2- Bedenin her yerini yıkamak. [Bazı kitaplarda, Şafii’de guslün farzı üçtür deniyor. Bedendeki necaseti temizlemeyi de ekliyorlar. Beden yıkanınca, necaset de temizlenmiş olacağı için, guslün farzına iki denmesinin mahzuru olmaz.] Hanbelî’de: Guslün farzı birdir, bu da bütün vücudu yıkamaktır. Bu, guslün rüknüdür. Yani guslün içindeki farzdır. Gusle başlarken, niyet etmek ve Besmele çekmek de farzdır. Ağzın ve burnun içi, bedenin dışı sayıldığı için, buraları da yıkamak farzdır. Bunlar da ilave edince, guslün farzı 5 oluyor: 1- Niyet etmek, 2- Besmele çekmek, 3- Bedenin her yerini yıkamak, 4- Ağzın içini yıkamak, 5- Burnun içini yıkamak. Gusülde gargara Sual: Gusülde, gargara şart mıdır? Buruna çok su çekip, yanma hissedilmesi gerekir mi? CEVAP Hayır, öyle bir şart yoktur. Gargara yapmak abdestte de, gusülde de farz değil, sünnettir. Oruçluyken gargara yapmak ise mekruhtur. (S. Ebediyye) Sual: Gusül abdestinde farz olarak yapılması gerekenler nelerdir? Cevap: Hanefi mezhebinde gusülde mutlak yapılması gereken farz üçtür: 1- Ağzın hepsini iyice yıkamak. Ağız dolusu su içmekle de olur ise de, yutmak mekruhtur diyen âlimler de olmuştur. 2- Burnu yıkamak. Burundaki kuru kir altını ve ağızdaki, çiğnenmiş ekmek altını yıkamazsa gusül sahih olmaz. Hanbeli mezhebinde, mazmaza ve istinşak, abdest alırken de, gusülde de farzdır. 3- Bedenin her yerini yıkamaktır. Bedenin, ıslatılmasında haraç olmayan yerlerini yıkamak farzdır. Yıkanan yerleri ovalamak lazım değil ise de, müstehabtır. İmam-ı Malik ile imam-ı Ebu Yusuf hazretleri lazımdır buyurdu.

30 Nisan 2018 Pazartesi

Berat Gecesi'nin Mahiyeti ve Önemi:

Yıllık bir program çerçevesinde yürütülen ticari faaliyetler, yıl sonunda o program esaslarına göre kontrol ve teftiş edilir, kâr zarar hesapları yapılır. Kesin hesabın tespitinden sonra da gelecek yılın programı hazırlanarak son şeklini alır. Her yıl tekrar edilen bu kontrol ve tespit işlemleri sayesinde, ekonomik hayatta istikrarlı ve sağlam bir ilerlemenin temini mümkün olur. Bu misalin ışığında manevi hayatımıza ve faaliyetlerimize bakalım. Dünya, âhiret hayatının kazanılması için yaratılmış bir manevi ticaret yeri olduğuna göre, o ticaretle ilgili faaliyetlerin de yıllık muhasebesinin yapılması gayet tabiidir. İşte bu muhasebenin vakti üç ayların içindedir. Berat Kandili ile başlayıp Kadir Gecesi'yle biten devreye rastlar. Duhan sûresinin 2., 3. ve 4. âyetlerinin Berat Gecesi'nden bahsettiği bildirilmektedir. Âyetlerin meali şöyle: "O apaçık kitaba and olsun ki, biz onu gerçekten mübarek bir gecede indirdik. Çünkü biz onunla insanları uyarmaktayız. Bütün hikmetli işler o gecede tefrik olunur." Bu âyetler hakkında iki görüş vardır. Çoğu tefsir bilginlerinin görüşüne göre, bu mübarek gece Kadir Gecesi'dir. İkrime bin Ebi Cehil'in de dahil olduğu bir grup alim ise; bu gecenin Berat Gecesi olduğunu söylemişlerdir. Her iki tefsiri birleştiren diğer bir görüşe göre de, hikmetli işlerin ayırımının yapılmasına Berat Gecesi'nde başlanmakta ve bu işlem Kadir Gecesi'ne kadar devam etmektedir. Bu hikmetli işler nelerdir ve âyetin mânası nedir? Yıllık Kader Programı İbni Abbas'tan rivayet edildiğine göre, hikmetli işlerin birbirinden ayırd edilmesi şu şekilde cereyan etmektedir: - Bu seneden gelecek seneye kadar meydana gelecek olayların hepsi ayrı ayrı melekler tarafından defterlere yazılır. Rızıklar, eceller, zenginlik, fakirlik, ölümler, doğumlar hep bu esnada kaydedilir. O yılki hacıların sayısı bile bu devrede takdir olunur. Herkesin ve her-şeyin o sene içindeki mukadderatı kaydedilir. - Rızıkla alakalı defterler Mikail Aleyhisselâma verilir. - Savaşlarla ilgili defterler Cebrail Aleyhissalama verilir. - Ameller nüshası dünya semasında görevli melek olan İsrafil'e verilir ki bu büyük bir melektir. - Ölüm ve musibetlerle ilgili defter de Azrail Aleyhisselâma teslim edilir. Fahreddin er-Râzî"nin açıklamasına göre bu defterlerin düzenlenmesi Berat Gecesi'nde başlar, Kadir Gecesi'nde tamamlanarak her defter sahibine teslim edilir.1 Berat Kandili'nin "bütün senede bir kudsi çekirdek hükmünde ve beşer mukadderatının programı nev'inden olması cihetiyle Leyle-i Kadrin kudsiyetinde" olması bu manalara dayanmaktadır.2 Kur'ân'ın bu gecede indirilmesi meselesine ise şöyle bir açıklama getirilmektedir: Berat Gecesi, Kur'an-ı Kerim'in levh-i mahfuzdan dünya semasına toptan indirildiği gecedir. Buna inzal denir. Kadir Gecesi'nde ise Peygamberimiz (asm)'e ilk kez ve parça parça indirilmeye başlanmıştır. Buna da tenzil denir. Berat Gecesi'nin Özellikleri Tefsirlerde bu gece ile ilgili olarak şu şekilde izahlar yer almaktadır: Vergi ödendiği zaman nasıl ki vergi borçlusuna borcundan kurtulduğunu gösteren bir belge veriliyorsa, Allah Azze ve Celle de Berat Gecesi'nde mü'min kullarına berat yazar. Zaten bu gecenin dört adı vardır: "Mübarek Gece", "Berae Gecesi", "Sakk (belge ve senet) Gecesi" (Allah Teâlâ bu gece mü'min kullarına beraet yazar)", "Rahmet Gecesi." "Berat, beraet" kelimesi "el-berâe" kelimesinin Türkçe'deki kullanılış şeklidir. Beri olmak, aklanmak, temiz ve suçsuz çıkmak demektir. "Berâet" iki şey arasında ilişki olmaması, kişinin bir yükümlülükten kurtulması veya yükümlülüğünün bulunmaması anlamına gelmektedir. Mü'minlerin bu gece günah yüklerinden kurtulup İlâhî bağışa ermeleri umulduğu için de Berat Gecesi denmiştir. Bir kısım âlimlerin, kıblenin Kudüs'teki Mescid-i Aksâ'dan Mekke'deki Kâbe istikametine çevrilmesinin Hicretin ikinci yılında Berat Gecesi'nde gerçekleştiğini kabul etmeleri de geceye ayrı bir önem kazandırmaktadır.3 Berat Gecesi'nin beş ayrı özelliği vardır: 1. Bütün hikmetli işlerin ayırımına başlanması. 2. Bu gecede yapılacak ibadetlerin diğer vakitlere nispetle kat kat sevaplı olması. 3. İlâhi rahmetin bütün âlemi kuşatması. 4. Allah'ın af ve bağışlamasının coşması. 5. Peygamberimiz (asm)'e tam bir şefaat yetkisinin verilmiş olması. Bir rivayette bildirildiğine göre Resulullah (asm) Şâban'ın on üçüncü gecesi ümmeti hakkında şefaat niyaz etti, üçte biri verildi. On dördüncü gecesi niyaz etti üçte ikisi verildi. On beşinci gecesi niyaz etti, hepsi verildi. Ancak Allah'tan devenin kaçması gibi kaçanlar başka... Zemzem kuyusunun bu gecede açık bir şekilde coşup çoğalması da bu manaları kuvvetlendiren kutsal bir işaret olarak yorumlanmaktadır.4 Peygamber Efendimiz (asm) bir hadis-i şeriflerinde Berat Gecesi'nin feyiz ve bereketini çeşitli şekillerde nazara vermektedir. "Şâban'ın 15. gecesi geldiğinde geceyi uyanık ibadetle, gündüzü de oruçlu olarak geçirin. O gece güneş battıktan sonra Allah rahmetiyle dünya semasına tecelli eder ve şöyle seslenir: 'İstiğfar eden yok mu, affedeyim ve bağışlayayım. Rızık isteyen yok mu, hemen rızık vereyim. Başına bir musibet gelen yok mu, hemen sağlık ve afiyet vereyim.' Böylece tan yerinin ağarmasına kadar bu şekilde devam eder."5 Çünkü o gece İlâhi rahmet coşmuştur. Berat Gecesi beşer mukadderatının programı çizilirken insanlara verilen eşsiz bir fırsattır. Bu fırsatı değerlendirip günahlarını affettirebilen, gönlünden geçirdiklerini bütün samimiyetiyle Cenab-ı Hakk'a iletip isteklerini Ondan talep eden ve belalardan Ona sığınan bir insan ne kadar bahtiyardır. Buna karşılık, her tarafı kuşatan rahmet tecellisinden istifade edemeyen bir insan ne kadar bedbahttır. Bu Gece Af Dışı Kalanlar Peygamber Efendimiz (asm) bu gecede af dışı kalanları şu hadisleri ile bildirmektedir: "Muhakkak ki, Allah Azze ve Celle Şâban'ın on beşinci gecesinde rahmetiyle yetişip her şeyi kuşatır. Bütün mahlukatına mağfiret eder. Yalnızca müşrikler ve kalbleri düşmanlık hissiyle dolu olup insanlarla zıtlaşmaktan başka bir şey düşünmeyenler müstesna."6 "Yüce Allah bu gece bütün Müslümanlara mağfiret buyurur, ancak kâhin, sihirbaz yahut müşahin (çok kin güden) veya içkiye düşkün olan veya ana babasını inciten yahut zinaya ısrarla devam eden müstesna."7 "Allah Teâlâ Şâban'ın on beşinci gecesi tecelli eder ve ana-babasına asi olanlarla Allah'a ortak koşanlar dışında kalan bütün kullarını bağışlar."8 Üç aylara ayrı bir ruh ve mâna içinde giren Peygamber Efendimiz (asm) özellikle Şaban ayına özel bir özen gösterir, başka zamanlarda görülmemiş bir derecede ibadete ve âhiret işlerine yönelirdi. Bu ayın çoğu günlerini oruçlu geçirirken, geceleri de diğer gecelerden çok farklı bir şekilde ihya ederdi. Bir Berat Gecesi'nde uyanıp da Resulullah Aleyhissalâtü Vesselamı yanında bulamayan Hz. Âişe (ra) kalkarak Efendimizi aramaya başladı. Sonunda Peygamberimizi Cennetü'l-Bakî mezarlığında başını semaya kaldırmış halde buldu. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam mübarek hanımına Berat Gecesi'nin faziletini şöyle anlattı: "Muhakkak ki, Allah Teâlâ Şâban'ın on beşinci gecesinde dünya semasına rahmetiyle tecelli eder ve Benî Kelb Kabilesinin koyunlarının kılları sayısınca insanları mağfiret eder."9 İşlenen sevaplı amellerin değeri başka zamanlarda on ise, Berat Kandili'nde yirmi bindir. Meselâ başka zamanlarda okuduğumuz bir tek Kur'ân harfine on sevap veriliyorsa, bu gecede her bir harfine yirmi bin sevap verilmektedir. Bu bakımdan tam bir ihlâsla çalışıp ihyasına gayret gösterebildiğimiz takdirde, Berat Kandili elli senelik bir ibadet hayatının sevabını bir gece içinde bize kazandırabilir. "Onun için elden geldiği kadar Kur'ân ve istiğfar ve salavatla meşgul olmak büyük bir kârdır."10 Tek kişinin çalışma ve kazanma gücü, maddi hayatta olduğu gibi manevi hayatta da sınırlıdır diyorsak, bunun çaresi vardır. Aynı gayeyi paylaşan ve dünyada aynı maksatla yaşayan mü'min kardeşlerimizle birlikte teşkil ettiğimiz manevi şirket; bize hesabından âciz kalacağımız sonsuz bir manevi serveti kazandırabilir. Üstelik maddi kazançlarda kâr, ortaklar arasında bölünerek küçüldüğü hâlde, mânevi kârda böyle bir şey kesinlikle söz konusu değildir. Çünkü manevi faaliyetler nurludur. Nur ise maddi eşya gibi küçülmez ve bölünmez. Berat Gecesi ibadeti Gecenin manevi değeri dolayısıyla namaz, Kur'ân tilaveti, zikir, tesbih ve istiğfarla geçirilmesi, bu gece vesilesiyle muhtaçlara yardım ve benzeri hayırlı amellere özel bir önem verilmesi müstehaptır. İmam-ı Gazali Hazretleri el-İhyâ'da, Berat Gecesi'nde yüz rekât namaz kılınması hakkında bir rivayete yer verse de, hadis âlimleri bu namazın sünnette yerinin olmadığını, böyle bir namazın Hicret'ten 400 sene sonra Kudüs'te kılınmış olduğu tesbitinde bulunurlar. Hatta İmam Nevevi böyle bir namazın sünnette bulunmadığı için bid'at bile olduğunu ifade eder. Bunun yerine kaza namazının kılınması daha isabetli olacaktır. Bununla beraber kılındığı takdirde de sevabının olmadığı anlamına gelmez. Çünkü ibadet alışkanlıklarının iyice azaldığı zamanımızda, insanların bu vesileyle namaza yönelmelerini hoşgörü ile karşılamak faydalı olacaktır. Berat Gecesi Duası Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselam bu gece Rabbine şöyle dua etmiştir: "Allah'ım, azabından affına, gazabından rızana sığınırım, senden yine sana iltica ederim. Sana gereği gibi hamd etmekten âcizim. Sen kendini sena ettiğin gibi yücesin."11 Berat Duası Bazı mâna büyüklerinin de şöyle bir duası vardır: "Allah'ım, şayet ismimi saîdler defterine yazdıysan, orada sabit kıl. Şayet ismimi şakiler defterine yazdıysan oradan sil. Çünkü sen buyurdun ki, 'Allah dilediğini siler yok eder, dilediğini de sabit bırakır, Levh-i Mahfuz Onun katındadır.'"12 Bu idrak ve şuur içinde ihya edeceğimiz Berat Gecesi'nin hepimiz için hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Hakk'tan niyaz edelim... Kaynaklar: 1 Hülâsâtü'l-Beyân, XIII/5251. 2 Şualar, s,426. 3 TDİ."Berat" maddesi. 4 Hak Dini Kur'an Dili, V/4295. 5 İbni Mâce, İkame, 191. 6 İbni Mâce, İkame, 191. 7 et-Tergîb ve't-Terhib, II/118. 8 İbni Mace, İkametü's-Salât, 191; Tirmizî, Savm, 38. 9 Tirmizî, Savm:39. 10 Şualar, s.426. 11 et-Tergib ve't-Terhîb, II/119, 120. 12 Ra’d Suresi, 39; Mecmuatü’l-Ahzab, I/597. 385077 kez okundu Yorumlar emos2012 Cu, 22/06/2012 - 09:54 allah razı olsun bizi aydınlatığınız için;rabbim bu değerli geceleri dolu dolu geçirmeyi tüm müslümanlara nasip etsin. doguscankoc Çar, 04/07/2012 - 09:34 Yüce Allah bu mübarek gecede beratını alanlardan eylesin. Kandiliniz mübarek olsun. ismail Deligöz Çar, 04/07/2012 - 18:51 Böylesine Güzel Ve Mü-Min Alemine Yararlı Olacak Bilgileri Bizlerle Paylaştığınız Ve Rabbimizin Rızkını, Affını, Merhametini Ve Bu Gecede Kullarına Dağıttığı Daha Bir Çok Özellikleri Bizlere Bildirerek Yararlanmamıza Vesile Olduğunuz için Allah Emeği Geçen Tüm Herkezden Razı Olsun. Yoluınuz Ve Bahtınız Açık Davanız Daim Olsun. Amin...

29 Nisan 2018 Pazar

Peygamberimizin Talim ve Terbiye Metodu

Peygamber sallallahu aleyhi veselleme bir gün sahabeden bir zat sordu: “Ey Allah'ın Resûlü! Hangi müslüman en üstündür?” Peygamberimiz aleyhissalatu vesselam şöyle cevap verdi: "Dilinden ve elinden müslümanların emniyette olduğu kimse!" (Buhârî, Îmân 4, 5) Bir başka gün, bir adam Resulullah sallallahu aleyhi vesellem’e sordu: “İslam’ın hangi ameli daha üstündür?” Resulullah sallallahu aleyhi vesellem ona da şöyle buyurdu: “Yemek yedirmen, tanıdığın ve tanımadığın herkese selam vermendir.” (Buhari, İman 6; Müslim, İman 63) Kaynaklarımızda buna benzer birçok hadis-i şerife rastlarız. Bunlardan anlıyoruz ki, sahabe-i kiram Rasulullah sallallahu aleyhi veselleme gelerek sorular soruyorlar, böylece dinlerini iyice öğrenmeye çalışıyorlardı. Onların dinlerini öğrenmekteki bu gayreti sayesinde Peygamber aleyhisselatu vesselamın birçok hadis-i şerifi bizlere ulaşmıştır. Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, insanlığa Hak dini ve selamet yolunu öğretmek için gönderildi. Bu vazifesini yaparken de insanların yaratılışına çok uygun olan metotları uyguladı. Bu metodlar İslam davetçisi ve eğitimcileri için en güzel örnek olduğu için öğrenilmesi ve uygulanması gereken metotlardır. Bu metotlardan biri de soruları cevaplama metodudur. Muhtaçlığının Farkına Varma İnsanoğlu akıl ve gönül sahibi olarak yaratılmıştır. Ama aklını ve gönlünü iyiliğe kullanmak için manevi bir talim ve terbiyeye muhtaçtır. Muhtaçlığının farkında olan bir insan, soru sorar, okur, araştırır, öğrenir. İşte Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem her şeyden evvel insanlara, ilim öğrenmeye muhtaç olduklarını öğretti. Böylece onlar, bilmediklerini öğrenme, kendilerini düzeltme ihtiyacı hissettiler. İnsanın nefsi ham haliyle ekseriyetle bilgiçtir, ukaladır. Talim ve terbiyeye muhtaç olduğunu kabule yanaşmaz. Hatta ekseriyetle cahil insanlar kendilerini daha çok beğenir, kabahatlerini bile meziyet zanneder. Meşhur bir söz vardır, ''Şecaat arz ederken merd-i kıpti sirkatin söyler," derler. Koca Ragıp Paşa'ya ait bir beyit olan bu söz, “Mert Kıpti (Çingene) cesaretiyle övüneceğim derken hırsızlığını anlatır,” manasına gelir. Cahil insan da böyledir, kendisindeki bütün özellikleri marifet zanneder. Yaptığının yanlış olduğunu bilmez, söyleyen olunca da hoşuna gitmez. Bir ikazla karşılaştığı zaman zoruna gider, nasihat edene düşmanlık besler, haklı sözler karşısında direnir. Ama sahabe-i kiram hazeratının böyle olmadığını, aksine doğru yolu ve güzel ahlakı öğrenip uygulamak için Rasulullah sallallahu aleyhi veselleme sorular sorduklarını görüyoruz. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem de kendisine soru soran şahsın durumuna göre, ona en faydalı olacak cevabı vermektedir. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellemin eğitim konusundaki sünnetine baktığımız zaman, herkese ne lazımsa onu en güzel bir şekilde öğrettiğini görüyoruz. Bazen Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem hanımlara hususi sohbet tertip ederek onlara lazım olan ikazlarda bulunuyordu. Bazen de gençlere hususi hitap edip, onları daha fazla ilgilendiren hususları hatırlatıyordu. Allah Resulü aleyhisselatu vesselam insanlara hem İslam'ı bir bütün olarak, hiçbir şeyi gizlemeden ve eksik bırakmadan öğretti ve emretti. Sahabe-i kiram hazeratı da onun bütün ikazlarına samimi bir kalple, teslimiyetle kulak verdiler. Sahabe-i kiramın dinlerini öğrenmekteki bu gayret ve teslimiyeti sayesinde İslam dini hakkında sorulabilecek birçok sorular Rasulullah’a sorulmuş ve bizzat kendisi tarafından cevaplanmış oldu. Allah Resulü aleyhisselatu vesselamın, soru soranları kınamaması, azarlamaması, güzelce cevaplandırması da onları sormaya teşvik ediyordu. Soru Sormaya Teşvik Ederdi İnsanoğlu bir sözü dikkatsizce dinlediği zaman aklında kalmaz. Ama merakını celbeden bir durum olunca dikkatini toplar ve iyice dinler. İşte Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem bazen merak uyandırıcı şekilde hareket ederek ashabını sorup öğrenmeye teşvik ederdi. Buna örnek bir hadis-i şerif zikredelim: Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz bir keresinde minbere çıkarken; bir adım çıktı, "Amin…"; bir adım daha çıktı, "Amin…"; bir adım daha çıktı, "Amin…" dedi. Hutbesi bittikten sonra sahabe merakla: "Ya Resûlallah! Minbere çıktığınız zaman âmin dediniz, her adımınızda bunu neden söylediniz?" diyerek sebebini sordular. Buyurdu ki: "Cebrail aleyhisselam üç dua etti, ben de onlara âmin dedim, dedi. Birincisinde Cebrail aleyhisselam: “Annesine, babasına veya sadece onlardan birine ulaşmış bir evlat, (onlara güzel hizmet edip, onların hayır duasını alıp) cenneti kazanamadıysa ona yazıklar olsun/burnu yerde sürtünsün!” dedi, ben de âmin dedim. İkincisinde, Cebrail: “Sen peygamber olarak, bir insanın yanında anıldığın zaman, sana salat-ü selâm getirmezse; ona yazıklar olsun!.. Onun burnu yere sürünsün!” dedi. Ben de ona âmin dedim." Üçüncüsünde Cebrail: “Ramazana eriştiği halde bir insan, buna ramazanın feyzinden, bereketinden istifade edememiş, Ramazan gelmiş geçmiş de hâlâ Allah'ın mağfiret ettiği bir kul olamamışsa, Allah'ın affını, mağfiretini kazanamamışsa; yazıklar olsun o kula!.. Burnu yerde sürtsün!"' diye dua etti. Ben de ona âmin dedim” buyurdu. (Buharî, el-Edebu’l-müfred- 1419/1998, Taberanî-evsat- h. no: 8994) İşte Rasûlullâh sallallahu aleyhi vesellem, bazen ashabının merakını celbedecek ve sorup öğrenmeye teşvik edecek şekilde bir girizgah yaparak ondan sonra söyleyeceği şeyi söylerdi. Bu da onun insan psikolojisine uygun öğretme metotlarından biridir. Soru Soranları Kınamazdı Ashab-ı kiram, gönüllerinden geçen düşünceler hakkında bile endişe duyar, bunların imanlarına zarar verip vermeyeceğinden endişe ederlerdi. Abdullah ibn Mes'ud radıyallahu anh'tan rivayet edilen bir hadis-i şerife göre bir gün sahabe-i kiramdan bazı kişiler Peygamber efendimize gelip dediler ki: "Ey Allah'ın Resulü, bazılarımız içinden öyle sesler işitiyor ki, onu (bilerek) söylemektense kömür kesilinceye kadar yanmayı veya gökten yere atılmayı tercih eder. (Bu vesveseler bize zarar verir mi?)" Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: "Hayır bu (korkunuz) gerçek imanın ifadesidir." buyurdu. (Müslim, İman, 209) İşte sahabe kimsenin bilmediği vesveseler hakkında bile Rasulullah sallallahu aleyhi veselleme soru soruyordu. Allah Resulü de böyle samimi niyetle sorulan soruları asla kınamıyor, gönüllerine su serpecek cevaplar veriyordu. Bizler de bu sayede vesvesenin imana zarar vermediğini öğrenmiş oluyoruz. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, hayalı bir kimseydi. Ayıp ve müstehcen sözler konuşmazdı. Ama Allah'ın emir ve yasaklarını açıkça bildirmek için gerekirse mahrem meseleleri de açıklar, bu hususta soru sorulmasını da ayıplamazdı. Enes b. Malik radıyallahu anh'den şöyle bir rivayet vardır: “Yahudiler hayız oldukları zaman temizleninceye kadar kadınlarıyla birlikte yemek yemez, su içmez, yanlarına yaklaşmaz, yanlarında yatmaz ve hatta aynı evde bulunmazlardı. Hıristiyanlar ve müşrikler ise cima da dahil her şeyi yaparlardı. Peki Müslümanlar nasıl davranmalıydı? Bu konu Rasulullah aleyhisselatu vesselama sorulunca şu ayet nazil oldu: “(Ey Muhammed!) Sana hayız (kadınların ay başı hali) hakkında sorarlar. De ki: “O bir eziyettir. Artık hayız esnasında kadınlarınız(la cinsi münasebet)den temizleninceye kadar uzak durun! Şayet iyice temizlenirlerse (o zaman) Allah'ın size emrettiği yerden onlara yaklaşın! Muhakkak ki Allah çokça tevbe edenleri ve çokça temizlenenleri sever.” (Bakara, 222) Bu ayet inince Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem hayızlı kadınlarla yemek yemeyi, su içmeyi, onlarla beraber aynı evde bulunmayı ve cima dışında her şeyi yapmayı caiz kıldı. Sadece cinsi münasebetin haram olduğunu bildirdi. Faydasız Soruları Sevmezdi Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem soruları cevaplamayı, tebliğ ve irşad için bir vesile olarak değerlendirirdi. Ama bazı soruları da hoş karşılamazdı. Bunlardan biri, “Kıyamet ne zaman kopacak?” sorusuydu. Bir cuma günüydü. Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem minberde iken bir adam mescide girdi ve onun konuşmasını keserek, “Ey Allah’ın Resûlü, kıyamet ne zaman kopacak?” diye sordu. Sahâbe, soruyu soran kişiye susmasını işaret ettiyse de o, aynı soruyu üç kez tekrarladı. Efendimiz, namazı kıldırdıktan sonra, “Kıyametin ne zaman kopacağını soran kişi nerede?” dedi. O adam, “Benim, Yâ Resûlallah.” diyerek cevap verdi. Peygamberimiz, “Kıyamet için ne hazırladın?” buyurdu. O adam, “Benim çok fazla amelim yok. Ancak ben Allah ve Resûlü’nü gerçekten seviyorum.” dedi. Bunun üzerine Resûlullah Efendimiz, “Kişi sevdiğiyle beraberdir, sen de sevdiğinle beraber olacaksın.” buyurdu. (Tirmizî, Zühd, 50) Bu hadis-i şerifte, Rasulullah sallallahu aleyhi vesellemin, “Kıyamete ne hazırladın?” diye soruya karşı soru ile cevap vermesi, muhatabı düşündürmek içindir. Kıyametin ne zaman kopacağını bilmek insana bir şey kazandırmaz, asıl ona hazırlanmak insana fayda sağlar. Peygamberimizin sevmediği bir soru tarzı da, dini zorlaştıracak şekilde sorular sorulmasıydı. Haccı farz kılan ayetler nazil olunca Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem bunu Müslümanlara tebliğ etti. Bir konuşma yaparak: “- Ey insanlar, Allah size haccı farz kılmıştır, haccediniz,” buyurdu. Bir sahâbî: “Ey Allah’ın Elçisi! Her yıl mı?” diye sordu. Peygamberimiz, sükût etti cevap vermedi. Sahâbî sorusunu üç defa tekrarladı, bunun üzerine Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem, “Eğer ‘evet’ deseydim her yıl hac yapmak farz olurdu, buna gücünüz yetmezdi.” cevabını verdi. (Müslim, “Hac”, 412) Ömürde bir kere hac yapmak farzdır. Gücü yeten daha fazla hac yapabilir. Ama herkesin gücü yetmeyebileceği için Allah-u Zülcelâl bunu farz kılmadı. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem bu şekilde sorularla dini zorlaştırmayı uygun görmemiştir. Bu hususta inen bir ayet-i kerime de şöyledir: “Ey iman edenler! Size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın. Kur’an indirilirken onları sorarsanız size açıklanır, Allah (açık bir hüküm indirmediği hususları) affetmiştir, Allah bağışlayandır, halimdir. Sizden önce bir millet onları sormuştu. Sonra (hüküm indirilince de ) onları inkar etmişlerdi” (Maide 101-102) Buradan anlıyoruz ki, Allah-u Zülcelâl bizi açıkça emredilen hususlardan sorumlu tutmaktadır. Vehim ve vesvese ile türlü türlü sorular sormaya da gerek yoktur.

Akciğerlerimizin Sağlığını Nasıl Koruyabiliriz?

Nefesimizi rahat bir şekilde alıp verebilmek sıhhatin olmazsa olmaz şartıdır. Atalarımız, “Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi,” diye boşuna dememişler. Akciğerlerimize temiz hava çekmeden birkaç dakika bile yaşayamayız. Bunun için akciğerlerimizin sağlığını korumamız çok önemlidir. Akciğerlerimiz, hayati değeri olan organlarımızdır. Vücudumuzda dolaşan kan, akciğerlerimize gelir. Havada bulunan oksijenin kana alınıp karbondioksitin atılması akciğerlerin sağlıklı çalışması sayesinde olur. Karbondioksit, vücudumuzda meydana gelen kimyasal işlemler neticesinde ortaya çıkar. Bu kimyasal işlemler vücudun sağlıklı çalışması ve enerjimizin sağlanması için gereklidir. Bu işlemlerin devam edebilmesi için de devamlı oksijen alabilmemiz gerekir. Akciğerlerimizin sağlığı bozulduğu zaman kanımızda oksijen azalır, enerjimiz düşer ve kısa zamanda hayatımız tehlikeye girer. Akciğerlerimizde çok sayıda hava kesecikleri vardır. Nefes aldığımız zaman ağız ve burun yoluyla giren hava, nefes borusu ve bronş dediğimiz borular vasıtasıyla yoluyla bu hava keseciklerine ulaşır. Akciğer sağlığı dediğimiz zaman bronş ve hava keseciklerinin sağlığını anlarız. Sağlıklı bir akciğer, her şeyden önce temiz bronşlar ve hava kesecikleri demektir. Akciğerimizin iç yüzeyi sigara dumanı, kimyasal maddelerin buharı ve hava kirliliği gibi kirleticilerle kaplandığı zaman bronş ve hava kesecikleri hastalanır, görevlerini yapamaz. En Sık Görülen Akciğer Hastalıkları Akciğer hastalıkları arasında en sık görülenleri, astım ve KOAH (Kronik Obstruktif Akciğer Hastalığı)’tır. Bronşit, halk arasında zatürre de denilen pnömoni ve son zamanlarda görülme sıklığı artan akciğer kanseri türleri de akciğer sağlığını etkileyen hastalıklardandır. Akciğer hastalıkları arasında sık görüleni olan astım; akciğerdeki hava borularının daralması sonucunda hastanın nefes alıp vermekte zorluk çekmesi durumudur. Öksürük, nefes darlığı ve göğüste baskı hissi gibi yakınmalarla ortaya çıkar. Bazı insanlar, toz, küf, kıl, tüy, polen veya ev eşyalarında yaşayan akarlar gibi bir maddeden etkilenerek alerjik reaksiyon göstermektedir. Hassas oldukları bu maddelere maruz kaldıkları zaman akciğerlerin içindeki hava boruları iltihaplanır. Astım türlerinin hemen hepsinde akciğerlerin iç yüzeyi şiş ve ödemlidir. Bu durum akciğerlerin hassasiyetini daha da artırır. Astım krizlerinde hava yollarını saran kaslar kasılır, ödem ve şişlik artar. Hava yollarındaki salgı bezlerinden kıvamlı bir mukus (ifrazat-balgam) salgılanır. Tüm bunlar hava yollarını önemli ölçüde daraltır. Astım genetik bir hastalıktır. Kronik bir rahatsızlık olmakla birlikte günümüzde tedavi ile kontrol altına alınabilmektedir. Ancak astımlı kişilerin alerjen maddelerden, tozdan, dumandan uzak durması gerekir. KOAH genellikle sigara içenlerde rastlanılan ve dünyada en çok ölüme sebebiyet veren 3. hastalıktır. Ekseriyetle yıllar içinde akciğerdeki bronşlar ve hava keseciklerinde olaşan tahribatın sonucu olarak ileri yaşlarda ortaya çıkar. Normalde balon gibi esnek olan havayolları bu özelliğini kaybeder. Hava keseciklerine giren hava çıkamaz ve bu kesecikler şişmeye başlar. Bu tahribatlar kalıcı hale gelir ve düzelmesi mümkün olmaz. Bu duruma Amfizem denilmektedir. KOAH’ta bronşlarda şişme ve balgam üreten bezlerin fazla çalışması sebebiyle nefes yolları daralır. Bu semptomlara Kronik bronşit denilmektedir. KOAH hastaları ileri safhalarda ancak oksijen ve nefes yoluna ilaç püskürten cihaz yardımıyla nefes alabilir hale gelir. Pnömoni veya halk arasındaki bilinen adıyla zatürre; akciğer dokusunun mikroplara bağlı olarak iltihaplanmasıdır. Normal şartlarda durumda hastalığa neden olmayan mikroplar, vücut savunması zayıf düşmüş kişilerde zatürreye sebep olur. Bilhassa küçük çocuklarda ve ileri yaştaki hastalarda tehlikeli olabilir. Akciğer hastalıkları arasında en ölümcül olanlarından biri de akciğer kanseridir. Bilhassa erkekler arasında en çok görülen ikinci kanser çeşidi olan akciğer kanseri, kadınlar arasında sigara alışkanlığı yaygınlaştıkça kadınlarda da görülme sıklığı artmaya başlamıştır. Akciğerlerimiz dış dünyadaki kirlilikten en fazla etkilenen organlarımızdır. İnsan yiyip içtiklerini bir nebze kontrol edebilir ama teneffüs ettiği havayı kontrol etmesi zordur. Şehirleşme ile birlikte vasıtaların egzozlarından çıkan dumanlar, yakacakların dumanları ve kimyasal maddelerle kirlenmiş bir havayı teneffüs etme mecburiyeti ortaya çıkmaktadır. Bütün bunları kontrol altına almak zordur ama en azından sigara dumanına maruz kalmamak elimizdedir. Sigaradan Uzak Durun! Akciğer sağlığını korumanın başlıca yollarından biri, başta sigara olmak üzere tütün ürünlerinden uzak durmaktır. Sigara bağımlılığına sebep olan madde, tütünde bulunan nikotindir. Nikotin vücudumuzun ihtiyaç duyduğu bir madde değildir ama daha çok psikolojik bağımlılık sebebiyle zamanla fiziksel bağımlılık ortaya çıkmaktadır. Önceleri bir merak veya içinde bulunduğun arkadaş grubuna uymak için yakılan sigaraya bağımlılık gelişmekte, böylece kişi gün içinde defalarca sigara dumanına maruz kalmaktadır. Sigara dumanının akciğerlerimize çekmek, ciğerlerin iç yüzeyinde katran birikmesine neden olur. Dumanın içeriğinde bulunan karbonmonoksit, akciğerlerin doğru şekilde çalışmasını engeller. Sigaranın zararı, kullanım süresi arttıkça fazlalaşmaktadır. Sigaranın dumanı, nefes borusundan başlayarak bütün solunum sisteminin iç yapısını kaplayan koruyucu doku ve hücreleri tahrip edip, her türlü hastalığa karşı savunmasız hale gelmesine yol açar. Sigara dumanının içindeki vücuda yabancı zararlı maddelere tepki olarak dokularda tahriş, (irritasyon) ve hasar oluşur. Buna karşı savunma amacıyla kandan çekilen hücreler iltihap alanına toplanır. Böylece bronşlarda daralmaya bağlı olarak kanınızdaki oksijen oranı düşer. Oksijenin düşmesi, vücuttaki tüm dokularla birlikte hasarlı dokuların da kendini yenilemesini zorlaştırır. Dokunun kendini tamir edememesi ve beslenememesi sonucunda hasar daha da artar. Ayrıca sigaradan çekilen her nefes ile beraber, sigaranın dumanında bulunan zehirli ve kanserojen maddeler akciğerlerin iç yüzeyindeki hasarlı dokulara yapışıp kana karışır. Sigara dumanında, başta arsenik (fare zehiri), benzin, kadmiyum (akü metali), hidrojen siyanid (gaz odaları zehiri), toluen (tiner), amonyak ve propilen glikol olmak üzere 4000’in üzerinde kanserojen ve toksik madde bulunmaktadır. Bunların hasarlı ve hassaslaşmış dokular üzerine yapışıp kana karışması başta akciğer olmak üzere bütün organlarımızda kanserin gelişimine davetiye çıkarır. Bütün bunların sonucunda sigara; akciğer kanserine yakalanma riskini, içmeyenlere göre 30 kat artırıyor. Sigara içenin yanında oturup aynı dumanlı havayı teneffüs etmek, yani pasif içicilik de; riskin iki kat artmasına neden oluyor. Kanser ve KOAH riski; günlük içilen sigara adedi ve sigara içilen yılların sayısına göre artış gösteriyor. Bu sebeple kaç senedir içiyor olursanız olun, bir an önce bırakın. Çünkü zararın neresinden dönülürse kârdır. Nargile ve Elektronik Sigara Zararlı mı? Son zamanlarda gençler arasında moda hale gelen nargilenin de akciğerler açısından en az sigara kadar zararlı olduğu ortaya çıktı. Nargile içenler, meyve aromalarıyla hazırlanan tütünün zararsız olduğunu zannediyor. Özellikle nargilenin şişesindeki suyun zamanla renk değiştirmesi, gençlerin zehrin suda kaldığına inanmasına sebep oluyor. Oysa nargilede tütünün yakılmasında kullanılan kömür çok daha fazla katrana sebep oluyor. Yapılan araştırmalar, nargile dumanında bulunan arsenik, nikel, kobalt ve kurşun oranının sigara dumanından çok daha yüksek olduğunu gösteriyor. Dumanın nargile şişesindeki suyun içinden geçmesi, zehirli kimyasallardan ve katrandan temizlenmesini sağlamıyor. Aksine nargile içimi, yapısından dolayı bir saate kadar çıkabildiği için, hem içen kişiye, hem de pasif içicilere kat kat daha fazla zarar veriyor. Çoğu zaman kafelerdeki nargileler, sadece ağızlık kısmı değişerek birçok kişi tarafından kullanıldığı için bulaşıcı hastalıkların yayılma riskini artırıyor. Elektronik sigara da gençler arasında sigaraya alternatif olarak tercih ediliyor. Gençlerin çoğu sigaradan daha az zarar verdiği söylentilerini benimseyerek, hiç alışkanlığı yokken bile elektronik sigaraya başlıyor. Külü, izmariti ve kokusunun olmayışı da elektronik sigarayı tercih sebebi yapıyor. Oysa elektronik sigara hiç de zararsız değildir. Elektronik sigaranın içerisindeki sıvılardan alınan örneklerde, tütünde olduğu gibi insan sağlığını tehlikeye atan ‘anabasine, myosmine ve beta nikotryine’ maddeleri tespit edilmiştir. Aynı zamanda, elektronik sigaraların nikotin bağımlılığını tetikleme ve nikotin zehirlenmesine yol açma gibi risklerinin de yüksek olduğu açıklanmıştır. Sigarayı bırakmak bir karar verme meselesidir, bu kararı geciktirmeyin. Zehirli Kimyasallardan Korunun Türkiye'de akciğer kanseri oluşumunda rol oynayan diğer faktör ise başta asbest olmak üzere çeşitli kimyasallarla temastır. Ev hanımlarını da en fazla tehdit eden maddeler, kozmetik ve ev temizliğinde kullanılan kimyasallardır. Akciğerlerimizi daha temiz tutmak için kimyasal maddeleri teneffüs etmemeye dikkat etmelidir. Klor, ağartıcı, amonyak gibi maddeler içeren temizlik maddelerinin buharını teneffüs etmek akciğerlere zarar verebilir. Bunların yerine mümkün olduğu kadar sabun bazlı temizleyiciler, limon suyu, sirke gibi doğal ürünler kullanılabilir. Deterjan kullanılacaksa ortamı havalandırmaya dikkat edilmelidir. Akciğerlerimizin zatürreden korumak için bulaşıcı hastalıklardan korunma kurallarına uyulmalıdır. Ellerimizi sık sık yıkayarak mikropları uzaklaştırmalıdır. Grip, nezle gibi üst solunum yolu enfeksiyonları daha sonra ciddi akciğer sorunlarına temel oluşturabilmektedir. Kalabalık yerlere gittiğimiz zaman, başkalarının tuttuğu eşyaları tuttuğumuz zaman sık sık el yıkamak enfeksiyon riskini azaltabilir. Hastalıklara karşı vücudumuzun savunma sistemini güçlendirmek de faydalı olabilecek bir başka tedbirdir. Bunun için sıhhatli gıdalarla beslenerek vücudumuzun kendini tamir etmesini destekleyebiliriz. Bilhassa kanserden korunmak için antioksidanlardan zengin yiyecekler yiyin. Mesela şeftali, kavun, mango, tatlı patates, kabak, balkabağı, domates, koyu yapraklı yeşillikler, kış kabağı ve havuç, akciğer kanserine yakalanma riskini en aza indirmeye yardımcı olan betakaroten yönünden zengindir. Elma da içerdiği anti-enflamatuar flavonoidlerin yüksek konsantrasyonu koruyucu etki sağlar. C vitamini içeren, portakal, limon, mandalina, greyfurt gibi meyve ve sebzelerden faydalanarak, çeşitli hastalıklara yakalanmaktan korunmuş oluruz. Bu meyvelerde bulunan antioksidanlar, hava kirliliği, kimyasallar gibi oksidatif etkilere karşı ek koruma sağlayabilir. B vitaminleri, özellikle B-6 vitamini, bağışıklık fonksiyonunu destekleyerek akciğer hastalıklarına ve kanserine karşı korunmaya yardımcı olabilir. Bütün vitaminleri dengeli bir şekilde ve tabii gıdalardan almak, hastalıklara karşı direncimizi artırır. Akciğer hastalıklarıyla mücadelede erken teşhis de önemlidir. Ailemizde astım, akciğer kanseri ve akciğer hastalıkları geçirmiş kişiler varsa, zaman zaman nefes darlığı ve benzeri problemler yaşıyorsak bir hastalığımızın olup olmadığını takip etmemizde fayda vardır.

11 Nisan 2018 Çarşamba

Nefsin Egemenliği

Bir kişinin nefsine kapılmasını kolayca tahayyül edebiliriz. Ama nefsin koskoca bir topluma, ülkeye, hatta dünyaya tümden hakim olduğunu hayal etmek güçtür. Fakat gerçek şu ki, Batı iki asırdır nefse dayanan düzenini dünyaya yaydı. Batı ile ilgili ne okursak okuyalım ne duyarsak duyalım, esası “ben” diyen ama “O” diyemeyen kâfir nefstir. Kapitalizm, rasyonalizm, bilim, modernite demekle gerçek değişmiyor.
Aslında siyasetten iktisada, bilimden sanata her zaman, her yerde, her medeniyette iki şey birbiriyle çatışıyor: Nefsaniyet ve Rahmaniyet. Bir yanda sürekli nefsi üstün tutan, dolayısıyla benliği, bencilliği, çifte standardı esas alan kişiler, toplumlar, devletler var. Adı kapitalizm, sosyalizm olsun farketmez, bunun adı “nefs düzeni”dir.  Öte yanda ise nefsini geriye atıp imanını öne çıkaran kişi, toplum ve devletlerin nizamı var. Onun adı da “kulluk düzeni”dir. Osmanlı da öyledir, Endülüs de, Buhara da, Memlük de…

Üç Aylar Takvimi

Miraç Kandili Hüzün yılıydı. Hz. Hatice r.anha validemizin vefatının ardından Allah’ın Elçisi’ne destek olan amcası Ebu Talip de ölmüştü. Kureyşli müşrikler, müslümanlar üzerindeki baskı ve zulmü artırmıştı. İşte böyle bir dönemde Recep ayının 27. gecesinde Allah Tealâ, Efendimiz s.av.’e Miraç mucizesini bahşetti. Cebrail a.s. vasıtasıyla Mekke’den alınan Fahr-i Kainat s.a.v. Efendimiz, “Burak” adlı bir binekle Kudüs’te bulunan Mescid-i Aksa’ya getirildi. Kur’an-ı Kerim’de “isra” yani “gece yürüyüşü” olarak adlandırılan bu hadise hakkında Allah Tealâ mealen şöyle buyurmaktadır: “Bir gece kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Peygamberini) Mescid-i Haram’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir. O gerçekten işitendir, görendir.” (İsra, 1) Rasulullah s.a.v. Efendimiz’in gerçek yolculuğu bundan sonra başlamıştır. Bu yolculuk yukarı çıkmak, yükselmek anlamına gelen “Miraç” kelimesiyle ifade edilir. Miraç hadisesinde Allah Rasulü s.a.v.’in Cebrail a.s.’ın refakatiyle her katta peygamberlerle görüşerek yedi kat semaya yükselmiş ve hiçbir varlığın ulaşamadığı bir yakınlık derecesiyle Rabbimizin huzuruna vasıl olmuştur. Hadis-i şerifte beyan olunduğu üzere, Allah Rasulü s.a.v.’in yakınlık derecesi “İki yay arası, hatta daha yakın” olduğunda Cebrail a.s., Rabbine selam vermesini işaret etti. Bunun üzerine Rasul-i Ekrem s.a.v. şöyle dedi; “et-Tahiyyâtü lillâhi ve’s-salavâtü ve’t-tayyibât: En güzel övgüler, selamlar, ibadet ve taatler Allah’a mahsustur. O’na layıktır.” Bunun üzerine Allah Tealâ, Peygamberi’ne şöyle karşılıkta bulundu: “es-Selâmü aleyke eyyühe’n-nebiyyü ve rahmetullahi ve berekâtühü: Selam sana olsun ey Nebi! Allah’ın rahmeti ve bereketi sana olsun.” Efendimiz s.a.v. bu selamdan, rahmet ve bereketten ümmetinin de nasiplenmesini murad etti ve şöyle dedi: “es-Selâmü aleynâ ve alâ ibâdillâhi’s-sâlihîn: Selam (Allah’ın rahmeti, esenliği ve bereketi) bize ve Allah’ın sâlih kullarına olsun.” Bunu gören Cebrail a.s. ve semalardaki bütün melekler şöyle dediler: “Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve rasûlühû: Şahitlik ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur ve şahitlik ederim ki Muhammed O’nun kulu ve rasulüdür.” Biz bu büyük selamlaşma ve duayı her namazın tahiyyatında okuyarak Allah Rasulü s.a.v. Efendimizin miracına atıfta bulunuyor, namazımızın kendi miracımız olabileceğini hatırlamış oluyoruz. Şaban-ı Şerif ve Berat Kandili Allah Rasulü s.a.v. şöyle buyurmuştur: “Şaban ayı, Receb ayıyla Ramazan ayı arasında, insanların kıymetinden gaflete düştükleri bir aydır. Halbuki o ay, amellerin Âlemlerin Rabbi olan Allah’a yükseltildiği bir aydır. Ben de amelimin Allah’a oruçlu olduğum halde yükseltilmesini isterim.” (Nesaî, Sıyâm, 70) Enes bin Malik r.a. anlatır: “Allah Rasulü’nün sahabileri, Şaban ayının hilalini görünce kendilerini Kur’an okumaya verirlerdi. Müminler bu ayda mallarının zekâtını çıkarıp, Ramazanda oruç tutacak olan fakirlere yardım ve destek olmak için verirlerdi. Hâkim ve valiler zindanlarda olanları huzurlarına çağırtır, cezalarını hafifletir veya serbest bırakırlardı. Tüccarlar borçlarını öder, alacaklarını alırlardı. Ramazan ayını görünce de gusledip itikâfa çekilirlerdi.” Şaban ayının 15’inci gecesi Berat kandilidir. Bu geceye, bereketli ve feyzli bir gece olması sebebiyle mübarek gece, günahların affı ve kulların temize çıkarılması sebebiyle kurtuluş gecesi gibi adlar verilmiştir. Fahr-i Kainat s.a.v. Efendimiz bu gece hakkında şöyle buyurmuştur: “Şaban ayının yarısı gelince gecesini namazla, gündüzünü oruçla geçiriniz. Allah Tealâ (o gece dünya semasına tecelli eder ve) şöyle der: ‘Benden af dileyen yok mu, onu affedeyim. Benden rızkının artırılmasını isteyen yok mu, ona rızkını genişleteyim. Benden isteği olan yok mu, ona istediğini vereyim. Yok mu?’ Allah Tealâ bu gece fecir doğana kadar isteyene istediğini vermeye devam eder.” 13 Nisan Cuma, Miraç Kandili 17 Nisan Salı, Şaban-ı Şerif’in Birinci Günü 30 Nisan Pazartesi, Berat Kandili

22 Mart 2018 Perşembe

Regaip Kandili namazı nasıl kılınır? Hacet namazı kaç rekattır?

Sonsuz rahmeti ile kullarını ihya eden Allah'tan hayrın, bereketin, rızkın isteneceği ve bu sene 22 Mart Perşembe gününe denl gelen Regaip Kandili'ni nasıl idrak etmeliyiz? Ragaip Kandili'nde kılınan regaip namazı kaç rekattır? Regaip Kandili namazı saat kaçta ve nasıl kılınır? İşte, Regaip Kandili'nde yapılabilecek ibadetler...Mübarek üç ayların başlangıcı olan Recep ayında idrak edilen Regaip Kandili, Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan gelen bilgilere göre 22 Mart Perşembe gününe denk geliyor. Kelime anlamı olarak bir şeyi arzulamak, istemek, onu elde etmek için çabalamak manasına gelen regaip kelimesi, bu gece Rabbin huzurunda, ondan sonsuz rahmetini istemeyi temsil eder. Dua kapılarının ardına kadar açık olacağı bu gece eller semaya açılacak ve Regaip Gecesi layıkıyla idrak edilmeye çalışılacak. Peki, tövbe edenlerin arzularının yerine getirileceğine inanıldığı Regaip Gecesi hangi ibadetlerle geçirilmelidir? Regaip Kandili namazı nasıl kılınır? Regaip Kandili namazı kaç rekattır, ne zaman saat kaçta kılınmalıdır? İşte, Regaip Kandilini en bereketli şekilde geçirmek için yapılacak tüm ibadetler... REGAİP KANDİLİ NAMAZI NEDİR, NASIL KILINIR? Birçok hayırlı geceyi, 11 ayın sultanı Ramazan'ı, bin aydan daha hayırlı Kadir Gecesi'ni ihtiva eden mübarek üç aylara erişmiş bulunmaktayız. Üç ayların ilk kandili olan Regaip Kandili'ni feyizli ve bereketli bir şekilde geçirmek isteyen müslümanlar, bu gecede kılınacak namazları, tutulacak oruçları, zikirleri vb. ibadetleri araştırmaya devam ediyor. Peki, Regaip Kandili'nde kılınan Regaip Kandili namazı kaç rekattır, nasıl kılınır? REGAİP KANDİLİ NAMAZI KAÇ REKATTIR, NE ZAMAN KILINIR? "Pek çok ihsan" anlamına gelen regaip kelimesinden adını alan Regaip Gecesi 22 Mart Perşembe gecesini 23 Mart Cuma gününe bağlayan vakitte idrak edilecek. Recep ayının ilk Cuma gecesine denk gelen Regaip Kandili'nde 12 rekatlık bir namaz kılınır. Hacet namazı olarak adlandırılan bu namaz akşam ve yatsı vakti arasında bir zamanda kılınır. Bu vakte yetişemeyenler gecenin üçte biri vaktinde yani teheccüd vaktinde de hacet namazı kılabilirler. Regaip Kandili namazını cemaatle kılmak uygun bulunmamış ve bid'at olarak adlandırılmıştır. Genel hüküm gereği teravih namazı haricinde hiçbir namaz cemaat ile kılınmaz. 12 REKATLIK HACET NAMAZI KILINIŞI VE DUASI; Hacet namazı 12 rekat olarak kılınır. Bu namazda her 2 rekat sonrasında selam verilir. Öncelikle "Niyyet ettim Allâh rızâsı için bu geceki Regaib Gecesinde Nafile Namazı kılmaya” diyerek niyet edilir. 2018 Regaip Kandili mesajları! Anmalı ve özel resimli kandil mesajları.... Tekbir alınır ardından, Sübhaneke okunur. İlk rekatta Fatiha Suresinin ardından 3 defa Kadir Suresi okunur. İkinci rekatta tekrar Fatiha Suresi ve ardından 12 defa İhlas Suresi okunur. Her iki rekatın sonunda selam verilerek 6 kerede namaz tamamlanır. Namazın ardından 7 kere yahut imkan varsa 70 kere Salevât-i Ümmiyye okunur. Salevât-i Ümmiyye: “Allâhümme salli alâ seyyidina Muhammedin Nebiyyil-Ümmîyyi ve alâ Âlihî ve sahbihi ve sellim. Salevât-i Ümmiyye bittikten sonra secdeye kapanarak 70 kerre şu tesbih çekilir; "Subbûhun-kuddûsun, Rabbünâ ve Rabbüna ve Rabbülmelaiketi Ver-Ruh.” Ve secdeden “Allâhü Ekber” diyerek doğrulup oturulur. İki secde arasında otururken şu istiğfar “Rabbiğfır verhâm, ve tecâvez amma tâ'lemu, ,inneke entel"e"azzül-ekrem” 70 kere okunur. Bu duâ bitince tekrar tekbir ile ikinci secdeye kapanılır. 2.nci secdede yine 70 kere: “Subbûhun, kuddûsun, Rabbüna ve Rabbülmelâiketi ver-Rûh." okunur. TESBİH NAMAZI NASIL KILINIR? Tesbih namazı toplamda 4 rekattır. Her rekatta 75 adet, toplamda ise 300 kez tesbih duası okunur. Tesbih namazının içerisinde Kur'an-ı Kerim'den sure okumak efdaldir. Hatta bu konuyla ilgili İbn Abbas'ın (r.a.) "et-Tekâsür, el-Asr, el-Kâfirûn, ve el-İhlâs" surelerinin bu namaz için olduğu görüşü de önem taşımaktadır. Tesbih duası: "Sübhânellâhi velhamdü lillâhi velâ ilâhe illallâhü vellâhü ekber velâ havle velâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azıym." Her rekatta 75 kez tesbih duası okunurken şu sıralama dikkate alınır; - Sübhâneke'den sonra 15 kez okunur (Fâtiha ve zamm-ı sûreden önce), - Eûzü Besmele, Fâtiha ve zamm-ı sûreden sonra 10 kez okunur, - Rükûda 10 kez okunur, - Rükûdan kalkınca ayakta (kavmede) 10 kez okunur, - Birinci secdede 10 kez okunur, - İki secde arasındaki oturmada (celsede) 10 kez okunur, - İkinci secdede 10 kez okunur. RECEP AYINDA KILINAN NAMAZIN FAZİLETİ Selman-ı Farisi (ra) Peygamber Efendimiz'den rivayet ediyor; Receb-i Şerif'in hilali girdiğinde Efendimiz (sav) bana hitaben buyurdular ki: -''Ey selman! Her kim ki Receb ayında her rekatta BİR FATİHA, ÜÇ İHLAS ve ÜÇ de KAFİRUN SURESİ'ni okuyarak otuz rekat namaz kılarsa Allhü teala (cc) hazretleri o kimsenin günahlarını af ve mağfiret eder. Ona senenin tamamını oruç tutmuş sevabı verir. Gelecek seneye kadar namaz kılanlardan yazılır. Her gün onun için bedir şehitlerinden bir şehidin ameli kadar ameli yükselir.'' REGAİP KANDİLİ'NDE YAPILACAK İBADETLER - Kur’ân–ı Kerim okunmalı; okuyanlar dinlenmeli; uygun mekânlarda Kur’ân ziyafetleri verilmeli; Kelamullah’a olan sevgi, saygı ve bağlılık duyguları yenilenmeli, kuvvetlendirilmeli. - Peygamber Efendimiz (sas)’e salât ü selâmlar getirilmeli; O’nun şefaatini ümit edip, ümmetinden olma şuuru tazelenmeli. - Kaza, nafile namazlar kılınmalı; varsa o geceye ait nakledilen namazlar, onlar da ayrıca kılınabilir; kandil gecesi, özü itibariyle ibadet ve ibadette ihsan şuuruyla ihya edilmeli. - Günahlara samimi olarak tevbe ve istiğfar edilmeli; idrak edilen geceyi son fırsat bilerek nedamet ve inabede bulunulmalı. - Bol bol zikir, evrad ü ezkarda bulunulmalı. - Mü’minlerle helalleşilmeli; onlarla irtibatımız cihetinden rızaları alınmalı. - Küs ve dargın olanlar barıştırılmalı; gönüller alınmalı; kederli yüzler güldürülmeli. 8. Kişi kendine ve diğer Mü’min kardeşlerine hattâ isim zikrederek dualar etmeli. - Üzerimizde hakları olanlar aranıp sorulmalı; vefa ve kadirşinaslık ahlâkı yerine getirilmeli. - Yoksul, kimsesiz, öksüz, yetim, hasta, sakat, yaşlı olanlar ziyaret edilip, sevgi, şefkat, hürmet, hediye ve sadakalarla mutlu edilmeli. - Dini toplantılar, paneller ve sohbetler düzenlenmeli; va’z ü nasihat dinlenmeli; - Kandil gecesinin akşam, yatsı ve sabah namazları cemaatle ve camilerde kılınmalı. - Sahabe, ulema ve evliya türbeleri ziyaret edilmeli; hoşnutlukları alınmalı; ve manevî iklimlerinde vesilelikleriyle Hakk’a niyazda bulunulmalı. - Vefat etmiş yakınlarımızın, dostlarımızın ve büyüklerimizin kabirleri ziyaret edilmeli; iman kardeşliğine ait sadakati yerine getirilmeli. - Bu kandil gecelerinin gündüzlerinde mümkün olduğunca oruç tutulmalı.

19 Mart 2018 Pazartesi

Muhabbetullah ve Allah için müminleri sevmek

Allah’ın sevdiği kullar Allah-u Zülcelâl, Kur’an-ı Kerim’de birçok ayet-i kerimede bazı kullarını sevdiğini bildirmiştir. Bir ayet-i kerime de şöyle buyurmuştur: “… Allah onları sever, onlar Allah’ı severler…” (Maide; 54) Allah-u Zülcelâl başka bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “Allah çok tövbe edenleri ve çok temizlenenleri sever.” (Bakara; 222) Bu ayet-i kerimedeki temizlik maddi temizlik olduğu gibi, manevi temizliği de yani kalp temizliğini de içine alır. Allah-u Zülcelâl’in kulunu sevmesi ona iyilik irade etmesidir. O, bu sevgi ve irade ile kalplerin üzerindeki perdeyi kaldırır, basiret gözlerini açar, hakikatleri gösterir ve bunları anlayıp kabul etmeyi kolaylaştırır. Allah-u Zülcelâl bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “Allah bir kimseyi hidayete erdirmek isterse, onun göğsünü (kalbini) İslam’a açar. Bir kimseyi hidayetten mahrum bırakmak isterse de, onun göğsünü göğe doğru çıkıyormuş gibi daraltıp sıkıştırır.” (En’am; 125) Hiç şüphesiz sevgide yakınlık manası da vardır. Sevgi yakınlığın en önemli sebebidir. Çünkü seven, sevdiğine yakın olmak veya onu kendisine yaklaştırmak ister. Allah-u Zülcelâl’in kulunu kendisine yaklaştırması ise ona kendi ahlak ve sıfatlarına benzer üstün ahlak ve vasıflar vermesidir. Kul, bu ahlak ve vasıflarla O’na yaklaşmış olur. Bir ayet-i kerimede bu ahlak ve sıfatlar “takva” sözüyle özetlenmiş ve şöyle buyrulmuştur: “Allah’a en yakın olanınız, takvası en çok olanınızdır.” (Hucurat; 13) Allah sevdiklerini imtihan eder Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala bir kulunu severse ona bela verir.” (Taberani) Bu hadis-i şerifin manası açıktır. Allah-u Zülcelâl bir kulunu sevmek isteyince onu dener. Yani onun sevgiye layık olup olmadığını ortaya çıkarmak için onu çeşitli bela ve musibetlerle imtihan eder. Allah-u Zülcelâl kulunun samimiyetini ortaya çıkarmak için onu imtihan ettiği şey bela olabildiği gibi nimet de olabilir. Bela imtihanı sabırla, nimet imtihanı ise şükürle kazanılır. Bu zamanda insanların büyük bir çoğunluğu bela ve musibete sabretmeye karşı zayıftırlar. Olabilir ki insan bir musibete belaya sabredemez. Onun için belasız ve musibetsiz bir sevgiyi Allah-u Zülcelâl’in fazlından isteyelim. O’nun hazineleri çoktur. Kalben ve ruhen isteyen kuluna mutlaka verir. Âlimlerden bir zat şöyle demiştir: “Sen Allah-u Zülcelâl’i sevdiğin zaman, O’nun seni imtihan ettiğini görürsen bil ki, O da seni sevmek ister.” Denilmiştir ki: “Allah bir kulu severse, ona rahmet nazarıyla nazar eder. Eğer Allah bir kula rahmet nazarıyla nazar ederse, ona azap etmez.” Şu bir gerçektir ki, Allah-u Zülcelâl’in kulunu sevdiğinin en açık ve şaşmaz alameti, onu hayır ve taatlara muvaffak etmesi, şer ve günahlardan korumasıdır. Böyle kimselerin hali, hadis-i kudside şöyle anlatılmıştır: “Ben kulumu sevdiğim zaman, onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, anladığı kalbi olurum. Benden bir şey isterse, istediğini veririm. Bana sığınırsa kendisini korurum.” (Buhari, İbn Mace, Beyhaki) Onun için Allah-u Zülcelâl’in kulunu sevmesi demek; sevdiği kuluna azap etmemesi, kendisini günahlara karşı koruması, ona iyiliği sevdirmesi, onu hayır ve taata muvaffak kılması, nadiren işlediği günahlara karşı da ona tövbe ve istiğfar ilham etmesi ve kefaret yerine geçecek hayır ve hasenat yaptırmasıdır (nasip etmesidir). Allah-u Zülcelâl’in sevgisinin bu anlamda olduğunu bildiren çok ayetler ve hadis-i şerifler vardır. Allah-u Zülcelâl’i tanımak ve sevmek Şüphesiz Allah-u Zülcelâl’in sevgisi, kulluğun en son makam ve en üstteki derecesidir. Tövbe ve sabır gibi diğer makamlar, bu son makama ulaşmak için basamaklardır. Allah-u Zülcelâl’i sevmek, kulun kalben maddi ve manevi manada O’na yakın olmak için istek ve iştiyak duymasıdır. Allah-u Zülcelâl’e itaat ve ibadet etmek de bu sevginin ürünleridir. Allah sevgisinin aslı ve çekirdeği, bütün müminlerde vardır. Çünkü bunların sahip oldukları iman; marifet ve sevgiden oluşan bir cevherdir. Ma’rifet, Allah-u Zülcelâl’i tanımak, muhabbet ise O’nu sevmektir. Bunları kemal (en üst olgunluk) derecesine ulaştırmak için çalışmak gerekir. Allah-u Zülcelâl’i tanımak ve bilmek lazımdır. Çünkü O’nu sevmenin kuvveti, O’nu tanımanın ve bilmenin derecesiyle orantılıdır. İnsan başka şeyleri tanıdıkça sevgisi azalır, Allah-u Zülcelâl’i tanıdıkça da sevgisi artar. Bundan dolayıdır ki, Allah-u Zülcelâl’i en çok seven, O’nu en çok tanıyan ve bilen Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) olmuştur. Allah-u Zülcelâl’i daha çok tanımanın ve bilmenin yolu ise daha çok tefekkür, zikir ve ibadet etmektir. ‘Tabiptim! Tabibim oldun’ Anlatıldığına göre, Hasan-ı Basri rahmetullahi aleyh, zamanında bir zatın kızı vardı. Çok ağlardı. Bu ağlamak onun gözünü görmez hale getirmişti. O zat Hasan-ı Basri’ye geldi ve: – Kızımın yanına gel, ona bir şeyler söyle de ağlamasın, bana acısın, dedi. Hasan-ı Basri o kızın yanına gitti ve: – Ağlama, babana acı! Deyince o kız şöyle dedi: – Ey Üstad! Gözlerim iki halin dışında değil. Birincisi O’nu görmemek, O’nu görmedikten sonra, bana başkasını görmek ne gerek? Görmesin, daha iyi… Bir de O’nu görmek var. Eğer O’nu görmek bana bu halimle nasipse bir değil, binlerce göz O’na feda olsun. Onun için ağlarım. Hasan-ı Basri kızı dinledikten sonra şöyle dedi: – Seni tedaviye geldim, ben tedavi edildim, sana tabip olarak getirildim, ama sen tabibim oldun. İmanın zevki Allah için sevmekte Allah için birbirini sevmek ve O’nun yolunda dostlar olmak ve (razı olmadığı bir şeye) Allah için buğz etmek en üstün ahlaklardandır. Allah için sevmek, Allah-u Zülcelâl’i sevmenin meyvesidir. Enes radıyallahu anhden rivayetle Resulullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: “Üç huy var ki, bunlar kimde olursa imanın zevkini ve tadını alır: 1- Allah ve Resulünü herkesten ve her şeyden daha çok sevmek. 2- İyiliği ve iyi kimseleri Allah için sevmek ve kötülüğe Allah için buğz etmek. 3- Allah’a şirk koşmayı büyük bir ateşe atılmaktan daha kötü görmek.” (Buhari, Müslim, Tirmizi, Nesai) Abdullah b. Mesud radıyallahu anhdan rivayetle Resulullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: “İmanı kâmil olan, sevdiği kimseyi, ondan menfaat gördüğü için değil, sırf Allah rızası için sever. Gerçek iman da budur.” (Taberani) Allah-u Zülcelâl’i seven bir kimse, O’nun sevdiklerini de sever. Bu yüzden bu kimse, insanlar içinde Allah-u Zülcelâl’i seven ve O’nun tarafından sevilen kimseleri sever. Hz. Ömer radıyallahu anhdan rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: “Allah’ın bazı kulları vardır ki, onlar ne peygamber ne de şehittirler. Fakat peygamberler ve şehitler onlara verilen makam dolayısıyla gıpta edip imrenirler.” Bu arada, sahabe-i kiramlar: “Onlar kimlerdir?” diye sordular. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem şöyle devam etti: “Onlar (aralarında) neseb ve akrabalık olmadığı, mal alışverişi olmadığı halde birbirlerini Allah için sevenlerdir. Onların yüzü nurdur, nur üzerindedirler. İnsanların korktukları günde onlara korku yoktur. İnsanların hüzünlendikleri günde onlar mahzun da olmazlar.” (Ebu Davud) Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem daha sonra şu ayet-i kerimeyi okudu: “Dikkat edin! Allah’ın veli kulları için korku yoktur. Onlar mahzun da olmazlar.” (Yunus; 62) Görüldüğü gibi, müminlerin birbirlerini sevmeleri Allah-u Zülcelâl’in katında çok makbuldür. Müminlerin birbirlerini sevmeleri ve birbirlerine kenetlenmelerini Allah-u Zülcelâl çok sevmektedir. Dolayısıyla Allah-u Zülcelâl’in rızası için birbirimizi sevmemiz gerekir. Enes oğlu Muaz radıyallahu anh der ki: “Hz. Peygamber sallallahu aleyhi veselleme: ‘En üstün iman nedir?’ diye sordum: ‘Allah için sevmen, Allah için buğz etmen, dilinden Allah’ın zikrini kesmemendir.’ dedi. ‘Daha nedir? Ya Resulallah!’ deyince de: ‘Kendin için sevdiğin şeyi insanlar için de sevmen, kendin için hoş görmediğin şeyi başkaları için de hoş görmemendir.’ buyurdu.” (Ahmed b. Hanbel) Bu ayet ve hadislerden anlaşıldı ki kişi Allah için sevmeli ve Allah için buğz etmelidir. Bu çok kıymetli bir ameldir. Bu da kalpte olur. Allah için olan sevgi kıyamete kadar devam eder. Hatta Allah için birbirlerini sevenler, birlikte cennete girmeyince razı olmayacaklardır. Yine, üstüne basarak söylüyoruz ki insan Allah yolundaki bu sevgi için ruhunu, canını, malını ne kadar feda etse, yine de bu yaptığı azdır. Müminleri birbirine düşüren şeytandır Üzülerek duymaktayız ki, bazı mümin kardeşlerimiz birbirine buğz etmekte ve birbirlerine küsmektedir. İslami hizmetlerde en büyük zarar, müminlerin birbirlerine karşı, kin ve düşmanlık beslemeleridir. Bu hal, İslami hizmetlere çok zararlıdır. Şeytan bu gibi durumların, ne kadar büyük zarar verdiğini iyi bildiği için çeşitli hilelerle müminleri aldatmaktadır. Çünkü müminler birbirlerinin aleyhinde konuşup birbirlerine buğz ettiklerinde, manen çok büyük zarara uğruyorlar. Şeytan, bunun dindeki en büyük zararlardan olduğunu bildiğinden, müminler arasında sürekli kin ve düşmanlık tohumları ekmeye çalışmaktadır. İnsanlar da kendi nefislerini tatmin etmek için şeytanın bu hilesine, bile bile uyuyorlar. Böyle yapmış olmakla, şeytana tabi olmuş oluyorlar. Bu hileye uyduktan sonra da kendilerini haklı zannediyorlar. Müminlere hatırlatma Şeytanın bu hilelerine uyan kimselere şu ayet-i kerimeyi hatırlatıyorum: “Ya kötü ameli süslenip de onu güzel gören kimse de mi? (Allah’ın hidayet verdiği kimse gibi olacak?) Şüphesiz ki, Allah dilediğini şaşırtır, dilediğine de hidayet verir. O halde (Resulüm) canın onlara karşı hasretle (tükenip) gitmesin. Allah, onların yaptıklarını çok iyi bilicidir.” (Fatır; 8) Görüldüğü gibi bu davranışların İslami hizmetlere ve müminlere büyük zarar verdiği, Allah-u Zülcelâl tarafından ayet-i kerimeyle bizlere açıkça beyan edilmiştir. Bütün bunlardan sonra bize düşen görev; mümin kardeşlerimize şefkat ve merhametle davranmak, her türlü işimizi ve hizmetlerimizi sünnet-i seniyeye uygun olarak, istişareyle yapmaktır.

4 Mart 2018 Pazar

Ashab Gibi Olsun Kardeşliğimiz…

Yüce Allah, Hucurat suresi 10. ayet-i kerimede “İnananlar ancak kardeştirler.” buyurarak inananların birbirinin kardeşi olduğunu ilân etmiştir. Peki bu insanları birbirine kardeş kılan bağ nedir? Diye bir soru akla gelebilir. Çünkü normalde insanlar birbirleriyle nesep ve kan bağı yoluyla kardeş olurlar. İşte İslam’da insanları kardeş kılan bağ, iman ve inanç bağıdır. Çünkü bütün inananlar bir Allah’a kulluk etmektedirler. Yani Rableri bir, kıbleleri bir, kitapları bir, peygamberleri birdir. Bütün bu birliktelikler, inananları birbirine kenetleyen inanç bağlarıdır. Bu bağ çok kuvvetli bir bağdır. Hatta kan bağından da üstündür diyebiliriz. Allahu Zülcelal, ayetin devamında “kardeşlerinizin arasını düzeltiniz.” buyuruyor. O halde Rabbimizin bize yüklemiş olduğu bir görev vardır. O da birbirine dargın olan küs olan kardeşlerimizin arasını düzeltmek ve onları barıştırmaktır. Kardeşliği bozan sebepler Ayetin devamında “Allah’tan korkunuz ki, size merhamet edilsin.” buyrulmaktadır. Yüce Allah, müminleri kardeş ilân ettikten sonra, bu kardeşliği zedeleyen ve kardeşliğe zararlı olan kötü huyları birer birer zikrederek mü’minlerin bu davranışlardan kaçınmalarını emretmektedir. Toplum düzenini bozan ve müminler arasındaki sevgi, birlik ve beraberliği ortadan kaldırmaya sebep olan manevî hastalıklardan bazılarını şöyle zikredebiliriz: Alay etmek, Ayıplamak. Kötü lakap takmak. Su-i zanda bulunmak. Tecessüs, başkalarının ayıbını araştırmak. Dedikodu, gıybet etmek. Haset etmek. Sevgili Peygamberimiz de inananların kardeş olduğunu söylemiştir. Bu konuda birkaç hadis-i şerife bakacak olursak: “Birbirinize haset etmeyiniz. Birbirinizin satışına engel olmayınız, birbirinize kızmayınız, birbirinize sırt çevirmeyiniz, ey Allah’ın kulları, kardeş olunuz. Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez onu rüsva etmez, ona hakaret etmez, (diyen peygamber sallallahu aleyhi vesellem üç defa) “takva buradadır.” diyerek göğsüne işaret etmiştir.” (Buhari, Nikah, 45; Müslim, Birr, 30-32.) Yine sevgili Peygamberimiz bir defasında; “Mü’minler bir binanın taşları gibi birbirini tutar.” deyip parmaklarını birbirine kenetlemiştir. (Buhari, Salat, 88; Müslim, Birr, 65.) “Birbirlerine karşı sevgi, şefkat ve acımalarında mü’minler, bir tek cesede benzerler. Vücudun bir organı rahatsız olunca diğer organları da uykusuzluk ve ateş ile onun rahatsızlığını duyar.” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, II, 159, 203.) “Müslüman müslüman kardeşiyle üç günden fazla küs durması helâl değildir. Öyle ki birbirleriyle karşılaşırlar, biri bu tarafa, öbürü öbür tarafa bakıp geçer (birbirine selam verip konuşmazlar) onların en hayırlısı, ilk selam verendir.” (Buhari, Edeb, 57, 62; Müslim, Birr, 25.) Medine’de kurulan kardeşlik topluluğu Müslümanlar arasındaki İslam kardeşliğini tesis eden Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemdir. Nitekim Peygamber Efendimiz Mekke’den Medine’ye hicret ettiği zaman, orada iki büyük Arap kabilesi yaşıyordu. Bunlardan biri, Evs diğeri de Hazreç kabileleri idi. Bu iki kabile câhiliyye döneminde birbirlerine son derece düşman idiler. Aralarında savaşlar çıkmış, bu savaşlar aralıklarla 120 sene devam etmişti. Bunların en şiddetlisi, Hz. Peygamber’in Medine’ye hicretinden önce tam beş yıl devam etmiş olan “Buas Savaşı” idi. Bu savaşta her iki kabile de büyük kayıplar vermişti. Yahudiler bunları tahrik ediyorlar, aralarındaki düşmanlığı kızıştırıyorlardı. Çünkü bunların birleşmesi, güçlenmesi kendi aleyhlerine olurdu. Bu durum Hz. Peygamberin Medine’ye hicret edip bu iki kabilenin İslam ile müşerref olmalarına kadar devam etmiştir. Allah, İslam ile bu iki kabilenin arasındaki düşmanlığı giderdi, kalplerini birleştirdi. Hep beraber Allah’ın ipine sarıldılar. Allah’a imandan başka hangi bağ onları birleştirebilirdi? Hangi kuvvet onları kaynaştırabilirdi? Yüce Rabbimiz Evs ve Hazreç kabileleri arasında önceden meydana gelen olaylara işaret ederek şöyle buyuruyor: “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, ayrılıp bölünmeyin ve Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşmandınız, Allah kalplerinizi birleştirdi de O’nun nimetiyle kardeş oldunuz. Siz bir ateş çukurunun tam kenarındaydınız. Allah sizi ondan kurtardı. Allah doğru yolu bulasınız diye ayetlerini size böylece açıklıyor.” (Al-i İmran, 3/103.) Müslümanların birlik ve beraberlik içerisinde olmaları, İslam düşmanlarını her dönemde rahatsız etmiştir. Büyük müfessir İbn Kesîr bu ayetin tefsirinde şöyle bir olay anlatır: Yahudilerden biri, Evs ve Hazreç kabilesinin bir arada bulunduğu bir topluluğa rastlar. Onları birlik ve beraberlik içerisinde görünce rahatsız olur, adamlarından birini onların yanına gönderir. Oraya varıp oturmasını, daha önce aralarında yıllarca devam eden harpleri hatırlatmasını söyler. Adam gider, kendine söylenenleri yerine getirir. Bir an câhiliyye duyguları kabarır, birbirlerine düşerler, kızarlar, kabilelerini yardıma çağırırlar ve silahlarını çekerler. Harre denilen yerde karşılaşmak üzere sözleşirler. Durum Allah Resûlüne bildirilince yanlarına gelir, onları teskin etmeye çalışarak: “Ben aranızda iken yine mi câhiliyye davası?” der ve yukarıda zikrettiğimiz Âl-i İmran Suresi 103. ayetini okur. Onlar da yaptıklarına pişman olurlar, barışırlar, silahlarını atarlar ve birbirlerinin boyunlarına sarılırlar. (bkz., İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’ani’l-Azîm, I, 389.) Hz. Peygamber’in Medine’ye hicret ettikten sonra yaptığı önemli faaliyetlerden biri de Mekke’den hicret eden muhacirler ile Medine’deki Ensar arasında gerçekleştirmiş olduğu kardeşliktir. Muhacir ve Ensar’ın kardeşiliği Mekke’li Muhacirler yurtlarından, yuvalarından kopmuşlar, kavim ve kabilelerinden ayrı düşmüşler, dinleri uğrunda mallarını, mülklerini Mekke’de bırakarak Medine’ye hicret etmişler, böylece Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle “muhacir” unvanını almışlardı. Medineli müslümanlar da onları en yakınlarına, hatta kendilerine bile tercih ederek her türlü yardım ve fedakârlıkta bulunmuşlar, bu yüzden Kur’an-ı Kerim’de, belirtildiği üzere “Ensar/yardımcılar” vasfıyla anılmışlardır. Kur’an-ı Kerim’de onların bu fedakârlığı hakkında şöyle buyrulur: “Daha önceden Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Haşr, 59/9.) Bu kardeşlik anlaşmasının gayesi, Muhacirleri desteklemek, onların yurtlarından ve yuvalarından uzak düşmelerinin vermiş olduğu gariplik ve ıstırabı gidermek, mâlî sıkıntılarını bir ölçüde de olsa hafifletmek içindi. Resûlullah sallalalhu aleyhi vesellemin Medîne’de, Ensâr ve Muhacirler arasında tesis etmiş olduğu bu kardeşlik, maddî ve manevî yardımlaşma esasına dayanıyordu. Ensar, Muhacir kardeşlerini alıp evlerine götürdüler, mallarına ortak yaptılar. Resûlüllah sallalalhu aleyhi veselleme başvurarak: – Ya Resûlallah! Hurmalıklarımızı Muhacir kardeşlerimizle aramızda paylaştır, dediler. Resulullah sallalalhu aleyhi vesellem: – Hayır, öyle olmaz. Buyurmuş ve hurmalıkların mülkiyetinin kendilerine ait olmasını, Muhacirlerin de hurmaların bakımını yaparak çıkacak mahsulü paylaşmalarını söylemişti. (bkz., Kamil Miras, Tecrîd-i Sarih Tercemesi, VIII, 57.) Hatta başlangıçta Muhacir ile Ensar birbirlerine vâris bile oluyorlardı. Bu durum Bedir muharebesine kadar devam etmişti. Bedir muharebesinden sonra nâzil olan: “Hısımlar, Allah’ın kitabınca birbirlerine daha yakındır.” (Enfâl, 8/75.) ayetiyle din kardeşleri arasında vâris olma durumu kaldırılmıştır.( bkz., İbn Sa’d, Tabakât, I, 238.) Kardeşlik menfaate dayalı olmamalı İslam tarihine baktığımızda, Allah’ın emirlerine sarıldığımız, birbirimize sevgi, saygı ve hoşgörüyle bağlandığımız zamanlarda bu İslam kardeşliğinin, bizi daima zaferden zafere taşıdığını görmekteyiz. Osmanlı tarihi bunun canlı bir şahididir. Fakat ne zaman ki, İslam’ın emirlerini kulak ardı etmişiz, birbirimize karşı sırt çevirmeye başlamışız, o andan itibaren aramızdaki birlik ve beraberlik bozulmuş, kuvvetimizi kaybetmişiz ve perişan hale gelmişizdir. Müminler asla gönül ve kalp kırmamalıdırlar. Çünkü gönül Allah’ın Kabesi, nazargâhıdır. Bir gönül tamir etmek, Haccetmekten daha ileridir. Nitekim Mevlana, Mesnevisinde “gönül almaya bak, bu en büyük hacdır. Bir gönül binlerce Kâbe’den üstündür. Çünkü Kâbe’yi Azer oğlu Halil yapmıştır. Hâlbuki gönül, Allah’ın yapısı ve O’nun baktığı yerdir.” demektedir. Mümin bir kardeşinin başına gelen felaketi gidermeye çalışmayan, onun düştüğü duruma sevinenler için şu ayeti kerime ne kadar ibret vericidir: “Mü’minler arasında fenalığın yayılmasını isteyenler için muhakkak dünya ve ahirette acıklı bir azap vardır.” (Nur, 24/19.) Bütün buraya kadar zikrettiklerimizden anlaşılacağı üzere, mü’minler arasındaki kardeşlik menfaate dayanan kardeşlik değildir. Zira gerek Kur’an gerekse Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, menfaate dayanan kardeşliği reddeder. Böyle bir kardeşliği asla kabul etmez. Çünkü menfaate dayanan kardeşlik, menfaatlerin bittiği yerde son bulur. Batıdaki insanlar arasındaki ilişkiler menfaate dayanmaktadır. Dolayısıyla menfaat ve çıkara dayalı ilişkiler zayıf olmakta ve toplumu meydana getiren insanları birbirine yardımlaşma ve dayanışmaya sevk etmemektedir. Hâlbuki İslam’ın öngördüğü kardeşlik, inanç bağına dayandığı için hem daha kalıcı olmakta hem de daha kuvvetli olmaktadır. İnce ince kıllar bir araya geldiğinde, tonlarca ağırlığı olan gemileri dahi zaptedebilir. Hâlbuki tek kılı, karınca bile koparabilir. Ayrılığa düşüp, parçalanıp, kardeşliğimizi bozmamalıyız. Aramızdaki problemleri Allah’ın kitabı halleder, yeter ki ona müracaat edelim. Meselelerimizi ona başvurup çözelim.

Dinde İhmalkârlığın Çareleri

Gevşekliğin vahim sebebleri İmam Rabbanî rahmetullahi aleyh hazretleri müridlerine yazdığı pek çok mektubunda, dini yaşama konusundaki ihmalkarlığın sebeplerini tahlil etmeye ve bu hususta Müslümanların gösterdiği tembelliğe çare bulmaya gayret sarf eder. Güncel hayattan canlı misaller ile bu konuda gösterilen vurdumduymazlığı gidermeye çalışır. Ona göre bu hususta müslümanları en çok aldatan husus; şeytanın ve nefsin Allah’ın rahmetine güvendirerek, insanı ibadet ve itaatten alıkoymalarıdır. Başka bir sebep de insanın Allah’ın emirlerinin yapısı konusundaki cehaleti ve gafletidir. İnsanlar dini yaşamanın hem bu dünyada hem de ahirette kendi menfaatlerine olduğunu kolayca unutmaktadırlar. “Ey oğul! Allah Subhanehu’nun emirlerini ihmal etmenin iki sebebi vardır: Ya şeriatın getirdiği hükümleri yalanlamak ya da Allahu Teâlâ ve Tekaddes hazretlerinin büyüklüğünü dünya ehlinin büyüklüğünden daha az önemsemektir. Her iki durumun da ne denli şenî ve çirkin olduğunu iyi anlamak gerekir.” (73. Mektup) Allah emirleriyle kullarına ikramda bulunmuştur! İmam Rabbanî’nin dini hayattaki ihmalkarlığımızı gidermek için zikrettiği delillerden biri de aslında dini hayatın bizim lehimize olduğunu hatırlatmaktır. İnsanlar bazen emirlere uyma ve haramlardan kaçmanın faydası Allah’a imiş gibi davranmaktadırlar. Hâlbuki her tür itaat ve ibadetin asıl faydası insanın kendisinedir. “Şeriat-ı Muhammedî’nin getirdiği ibadetlerin edasının amacı kulların menfaatini ve maslahatını korumaktır. Yoksa ibadetlerin, şânı yüce olan Cenab-ı Hakk’a bir yararı yoktur. O halde kul bu ibadetleri sonsuz bir şükran duygusu ve minnettarlık içinde yerine getirmelidir. Allah Teâlâ mutlak surette hiçbir şeye muhtaç olmadığı halde emirler ve yasaklar koymakla kullarına ikramda bulunmuştur. Öyleyse bu büyük nimete layıkıyla şükretmemiz ve şeriatın hükümlerini minnettarlık içinde yerine getirmemiz gerekmektedir.” (73. mektup) İmam Rabbanî hazretleri konuyu daha iyi anlatmak için bize şu misali verir. Yüksek makam sahibi bir insan, bizim menfaatimize olmak üzere bize bir iş tevdi etse o işi seve seve yerine getiririz. Halbuki aynı insan, her açıdan kendi lehine olduğunu bildiği halde Allah Teâlâ’nın emirlerini yerine getirmekte tembellik göstermektedir. İmam Rabbanî’ye göre bu tutum Allah’ın azametini kulların azametinden daha küçük görmek ve önemsememek ile aynı manaya gelmektedir. Fasık ve gafillerin imanı İmam Rabbanî Hazretleri, uyarılarına devam ederek şöyle der: “Muhbir-i sâdık (doğru haber getiren) Hazreti Resulullah sallallahu aleyhi vesellemin getirmiş olduğu habere bir yalancının getirdiği haber kadar değer vermeyen bir insanın imanı ne kötü bir imandır. Şekli bir İslam’ın insanın kurtuluşuna hiçbir faydası yoktur. Bilakis kurtuluş için yakinî imanı elde etmeye çalışmak gerekir. Ama bırakın yakinî, zannın ve vehmin bile yeri kalmadı.” (73. mektup) İmam Rabbanî hazretlerine göre akıllı insan tehlike ve korku ihtimali bulunan bir durumda yalancının bile sözüne itibar eder, ne var ki aynı insan dini konularda Hazreti Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin sözlerini itibara almamaktadır. İmam Rabbanî hazretleri Allah’ın özellikle mali emirlerini yerine getirme hususunda nefsin cimriliğini ortaya koyarak tasavvuf yolunun saliklerine şu emri verir; “Ey oğul! Nefis bizatihi çok cimridir ve Allah Teala’nın emrini yerine getirmekten daima kaçar. Benim size böyle yumuşak konuşmama aldanma, aslında mal ve mülk hepsi Allah’a aittir. Kul hangi hakla bu hakkı bekletir ve erteler? Aynı şekilde ibadetlerin edasında, nefsin arzularına uyup gevşek davranmamalı ve üzerimize ödenmesi vacip olan kul haklarını ödemek için azami çaba sarf etmelidir. Burada yani dünya hayatında kul hakkını ödemek kolaydır. Yumuşaklık ve nezaketle bu borçtan kurtulmak mümkündür. Ama o iş ahirete kalırsa çözümü mümkün olmayan bir probleme dönüşür.” (73. mektup) Bu sebeple akıllı bir mümin, hem Allah’a karşı hem de insanlara karşı olan borçlarını bu dünyada eksiksiz yerine getirmelidir. Gençlik zamanı; fırsatı değerlendirme zamanıdır! İmam Rabbanî dinin emir ve yasaklarını yerine getirme hususunda gençliğin ve vücud sağlığının büyük bir imkan olduğunu ve bu fırsatın kaçırılmamasını özellikle tavsiye eder: “Amel işleme zamanı şüphesiz gençlik zamandır. Akıllı olan hayatının bu dönemini zayi etmeyip fırsatı değerlendirendir. Çünkü insanın ileri yaşlara kadar yaşayacağı hususunda bir garanti yoktur. İnsanın çok yaşayacağı farz edilse bile acziyetin ve yaşlılığın insanı kuşattığı bir ihtiyarlık döneminde insan, amelleri layıkıyla yerine getirmeyebilir. Ama gençlikte cemiyet (işleri toparlayabilme hali) mevcuttur. Zaman fırsatları değerlendirme zamanıdır, güç ve iktidar dönemidir. O halde bu günün işini yarına bırakmanın ve “sonra yaparım” düşüncesine kapılmanın ne mazereti olabilir ki? Hangi özür bu ihmali meşrulaştırır?” (73. mektup) İmam Rabbanî hazretleri dini emirleri erteleme hususunda ilginç bir tavsiyede bulunarak bir müminin dünya için ahireti ertelemesi yerine, ahiret için dünya işlerini ertelemesini tavsiye eder. Bilindiği üzere insanlar genelde dünya işlerine öncelik vererek ahiret işlerini ileri yaşlarda yaparız mantığı ile hareket etmektedirler. “Evet, bu gün ahiret işleriyle olan meşguliyetin, dünyevi anlamda önemi olan adi işleri yarına ertelemene sebep oluyorsa ne güzel! Ancak bunun aksi bir durum, yani; dünya meşgaleleri ahiret işlerini ertelemene sebep oluyor ise bu çok çirkin bir durumdur. Gençliğin baharında, nefis ve şeytan gibi din düşmanlarının insanı kuşattığı zamanda yapılan az bir amelin itibarı diğer zamanlarda yapılan amellerin kat kat üstündedir. Bu durum şuna benzer ki cesur, güçlü ve atılgan olan askerlerin, düşman istilası esnasındaki itibarları daha fazladır. Onların bu esnadaki basit bir gayreti ve ufak bir sebatı bile büyük bir itabar görür. Aynı davranış ve tutum düşmanın şerrinden emin olunduğu zamanlarda aynı itibarı görmez.” (73. mektup) Allah dostlarının tümü bizleri dini emirleri yerine getirme hususunda gösterdiğimiz tembellik sebebiyle daima uyarmışlardır. Bu konuda nefsin ve şeytanın tuzaklarını bize ayrıntıları ile tanıtmışlardır. Bizlere düşen bu uyarılara kulak vermek, üzerimizdeki ölü toprağını silkeleyerek vazifelerimizin şuuruna varmaktır.