19 Haziran 2014 Perşembe

GÜNAHLARDAN TAKVA İLE KORUNALIM

Günahlar karşısında titrememiz lazımdır Allah-u Zülcelâl, ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “Sizi çamurdan yaratan, sonra size bir ecel takdir eden O'dur. Tayin edilen bir ecel de (kıyamet zamanı) O'nun katındadır. Siz hâlâ şüphe ediyorsunuz.” (En'âm; 2) Allah'ın emir ve nehiylerini yerine getirirsek, kıyamet gününde O'nun huzuruna başarıyla, yüzümüz ak, açık bir alınla çıkarız. Cenneti kazandıracak sebeplere başvurmadan, cenneti istememiz doğru değildir. Cennete talip olmamız lazımdır. Eğer biz talip olursak, Allah-u Zülcelâl de verecektir. Nasıl, dünya işi; yatarak, boş durarak yapılamıyor, dünya malı böyle elde edilemiyor, kişinin ille de çalışması gerekiyorsa; cenneti elde etmek için de böyle davranılmalıdır. Allah'ın katındaki ecir ve sevaplara, Allah'ın rızasına âşık olmalıyız. Bazı zatlar vardır ki, el ve ayakları hiç durmadan dünya ile meşgul olduğu halde Allah'a âşıktırlar, Allah'ı zikretmektedirler. Biz de böyle olmalıyız. Bize yarayacak olan şey budur. Herhangi bir cenaze gördüğümüz zaman, kendimizin de bir gün hiç şüphesiz, yüzde yüz onun gibi olacağımızı düşünmeliyiz. Mademki bir gün öyle olacağız, o zaman daha bu dünyadayken ahiretimize hazırlanmalıyız. Rabbimizin var olduğunu, kerem sahibi ve azap sahibi olduğunu biliyoruz ama meseleyi hafife alıyoruz. Onu bir saat düşünüyoruz, fakat yirmi saat gafiliz. Bu, Allah-u Zülcelal’i hakkıyla tanımak, bilmek değildir! Allah-u Zülcelal’i hakkıyla tanıyabilmemiz için bir saniye dahi Allah’tan gafil olmamamız lazımdır. Karşımıza bir günah geldiği zaman, titrememiz lazımdır. Melekler şahitlik yapacaklar Allah-u Zülcelâl, başka bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “O gün herkes, kendisiyle beraber bir sevk memuru ve bir şahid bulunduğu halde (mahşer meydanına) gelir.” (Kaf; 21) Kıyamet gününde, her bir kişi, yeryüzünde nerede ne yapmış ise bir melek ona şahit olacaktır. Nasıl, dünyada birisi suç işlediğinde, iki kişiyi onun başına dikiyorlar ve onu elleri bağlı olarak götürüyorlarsa, kıyamet gününde de her bir insanın yanında bir melek olacak ve Allah-u Zülcelâl, o kişinin nereye götürülmesini istiyorsa oraya götürecek, onunla beraber gidecektir. Allah-u Zülcelâl, diğer bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “İstiğfar ettikleri sürece de Allah onlara azap edecek değildir.” (Enfâl; 33) İnsanlar Allah'ın istediği gibi olurlarsa, hatta günah işleseler dahi, tevbe ve istiğfar ettikleri takdirde, Allah-u Zülcelâl onlara azap etmez. Çok gariptir ki, Allah-u Zülcelâl bize işaret vermekte, doğruyu göstermekte, bizler ise bundan gafil kalmaktayız! Allah-u Zülcelâl çok adalet sahibidir. Kullarına bakıyor; kulun fikri, niyeti, ne şekilde ise Allah'a karşı samimiyet derecesi ne ise ona o şekilde muamele ediyor. İnsan Allah-u Zülcelal'e, O'nun rızasına düşkün olduğu ve samimi olduğun zaman, Allah-u Zülcelal ona yardım etmekte, günahlardan kaçınması için güç ve kuvvet vermektedir. Gece gündüz ibadet etmeliyiz İnsan dünyada ne şekilde davranırsa kıyamet gününde o şekilde ameli önüne gelir. Arkamızda cehennem ateşi varken uyumayıp kalkmamız, yani gece gündüz ibadet etmemiz lazımdır. Görüyoruz ki bu ahir zamanda, günahlar çok fazla olduğu için insanlar manevi olarak hasta olmakta ve kolay kolay da tevbe etmemektedirler. Kalpleri katılaştığı için manevi olarak hasta olmaktadırlar. Allah’ın yardım ve inayetiyle bir kişinin tevbe etmesine vesile olunduğu zaman, o kişi bir müddet sonra, iyi bir hale geliyor. Fakat başkaları tarafından, ona kötü muamele yapılınca, bakıyorsun tevbesini bozabiliyor, yine eski kötü haline dönebiliyor. Bu, vebali ağır bir iştir. Onun için daima mümin kardeşlerimize karşı güler yüzlü olmalı, onlara şefkat ve merhametle davranmalıyız. Buna çok dikkat etmeliyiz! Cennete en son girene… Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: “Musa aleyhisselam Allah-u Zülcelal’e: “Ya Rabbi! Cennete girecek en son kula ne kadar cennet vereceksin?” diye sordu. Allah-u Zülcelâl şöyle buyurdu: ‘Kıyamet gününde cennete en son girecek olan şahıs cennetin kapısına gelir, Ben ona cennete gir ya kulum!’ derim. O: “Ya Rabbi! Herkes yerini aldı, cennet doldu, bana yer kalmadı” der. Ben: ‘Ya Kulum! Dünyadaki bir padişahın mülkü kadar sana versem yetmez mi?’ diye sorarım. Kul: “Yeter Ya Rabbi!” der. Bunun üzerine: ‘Bunun üç katı, hatta on katını sana verdim’ buyurur. Bu kadar cennet verilen kul, o kadar sevinir, o kadar sevinir ki sanki cennetin hepsi ona verilmiştir. Musa aleyhisselam: “Ya Rabbi! Bu en adi, kendisine en az cennet verilen kuldur. Peki, kendisine en çok cennet verilen kula ne kadar vereceksin?” diye sordu. Allah-u Zülcelâl: ‘Yaptıklarına karşılık olarak, onlar için nice aydınlatıcı nimetler saklandığını hiç kimse bilemez.’ (Secde; 17) buyurdu.” (Müslim, Tirmizi) Yani, onlara ne kadar cennet verileceğini, ancak Allah-u Zülcelâl bilir. En çok cennet verilecek kişiye, ne kadar cennet verileceği gizlidir. İnsanlar bunu ancak kıyamet gününde görecek, o zaman ne kadar olduğunu bileceklerdir. İşte Allah-u Zülcelâl, onlara böyle bir mükâfat hazırlamıştır. Tevbeden kaçan kimse cennetten, Allah'ın rızasından kaçmış olur. İnsan bundan kaçar mı? Ne kadar yanlış bir şeydir. Kişi niçin kaçmaktadır? Nefis ve şeytan onu oyuna getirmekte, onun: “Ya Rabbi! Bütün yapmış olduğum günahlardan pişman oldum, keşke yapmasaydım” demesini istememektedir. Tevbe etmek çok kolay olup mükâfatı çok büyüktür. Demek ki tevbe etmek de Allah'ın nasip etmesiyledir. Allah nasip etmediği zaman, kişi tevbe edemiyor. Günahtan takva ile perdelenelim Ne zaman, tam hakiki olarak Allah'a yönelirsek bize yarayacak odur. Bu dünyanın keyf ü sefası, dünya malı bize bir menfaat vermez. Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “Şayet kullarım, sana benden sordularsa, gerçekten ben çok yakınımdır. Bana dua edince, duacının duasını kabul ederim. O halde onlar da benim davetime koşsunlar ve bana hakkıyla iman etsinler ki, doğru yola gidebilsinler.” (Bakara; 186) Bu ayet-i kerimeden anlaşıldığına göre, Rabbimiz daima bizimle beraberdir. Ve bizimle beraber olduğu için hem dünya hem de ahiret onun elinde olduğu için, her hayrı O'ndan istememiz lazımdır. Bakın! Allah-u Zülcelâl başka bir ayet-i kerimede ne buyuruyor: “Allah'tan korkun ve bilin ki Allah, takva sahipleriyle beraberdir.” (Bakara; 194) Allah-u Zülcelâl ne güzel bizi irşad ediyor. Allah-u Zülcelâl, yardımı ile bir kimseyle beraber olursa o kişi daha ne isteyebilir? Allah-u Zülcelal'in korkusu, nefisle günahın arasında daima bir perdedir. O korku, sahibinin günaha girmesine engeldir. Yani takva, Allah korkusudur. Korkmadığımız zaman, yine Allah-u Zülcelal'e yalvaralım. Çünkü Allah-u Zülcelâl, hem dünyada hem de ahirette selamete kavuşmamız için bize yol göstermiştir. Onun için Allah-u Zülcelal'e yalvarıp dua etmemiz lazımdır. Günahtan ikrah etmeli insan… Bir kişi, Allah-u Zülcelal'in gazabına sebep olacak hangi günah olursa olsun; bu günahlara karşı kalbinde, ruhunda, sırrında, daima acizliğini görüp o günahlardan kaçınmayı, uzak durmayı istemelidir. Allah-u Zülcelal'in üzerine farz kılmış olduğu ibadetlerin dışında fazla bir ibadet yapmayan fakat günah yapmayı da istemeyen, günahlardan ikrah eden kişi; Allah-u Zülcelal'in katında, çok fazla ibadet yaptığı halde günahlara meyleden kişiden daha hayırlıdır. İnsan daima hayırlara meyilli olmalı, günahlardan da ikrah etmelidir. Bu hali kalbinde daima bulundurmalıdır. Eğer nefsine ve şeytana mağlup olup bir günah işlese bile, yine bu günahı yapmaktan ikrah etmelidir. Günah işlemese dahi günahtan ikrah etmediği takdirde, günahlara meyilli olup yine zarar görür. Allah-u Zülcelal insanın kalbine muttalidir. Kulunun kalbinde, gazabına sebep olacak günahlardan kaçma, ikrah etme var mı, yok mu diye kontrol etmektedir. Onun için daima kalbimizde günahlara karşı bir ikrah, buğz etme hali bulunmalıdır. Hülasa olarak, insanların içinde görünürde Evliya; manevi olarak da Allah-u Zülcelal'e düşman olmayalım. Allah-u Zülcelal, hem zahiri hem de manevi olarak kendisine dost olmamızı istemektedir. Yani, zahiri olarak bütün davranışlarımız, insanlara karşı düzgün olur ama kalbimiz, ruhumuz, sırrımız Allah-u Zülcelal'e karşı samimi olmazsa bu hal fâsıklıktır. Onun için zahiri âzâlarımızdan daha fazla kalbimizle Allah-u Zülcelal'e dost olmamız lazımdır. Allah-u Zülcelal'e meylimizin güçlü olması lazımdır. Eğer biz şeytanın tarafına gidersek, Allah bize buğzeder ama kendisine yönelirsek hoşuna gidecektir. İnsanların bir grubu, Allah-u Zülcelal'in yanında, bir grubu da şeytanın yanındadır. Biz de kalbimizle, ruhumuzla ve sırrımızla, Allah-u Zülcelal'in yanında olmamız lazımdır. İnsan sadece zahiri olarak Allah-u Zülcelal'e yöneldiği zaman, onun ameli devamlı olmaz. Mutlaka manevi olarak da Allah-u Zülcelal'e yönelmesi lazımdır. İman, hem zahiri hem de manevidir. Zahiri olarak dil ile kelime-i tevhid getirdiğimiz zaman, eğer bunu kalp ile de tasdik etmezsek iman etmiş sayılmayız. Çünkü Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin zamanında, üç yüz kişi, bu kelime-i tevhidi dil ile söylemişlerdi ama kalben bunu tasdik etmedikleri için münafık idiler. O yüzden, maneviyat insan için çok önemlidir. Allah’ın yardımına muhtacız İnsan, Allah-u Zülcelal'in tevfikine (yardımına) muhtaç olduğuna inanır ve şiddetli olarak bunu Allah'tan isterse; Allah-u Zülcelâl de ona iman kuvveti verir ve güzel olan sebeplerle onu süsler. Küfrü, fâsıklığı ve isyanı ona çirkin göstererek bunlardan muhafaza eder. Öyle ise daima Allah-u Zülcelal'den tevfik istememiz lazımdır. Çünkü O'nun tevfikine çok muhtacız. Tevfik; Allah-u Zülcelal'in, kendi rızasına sebep olacak amelleri insana nasip etmesi, insana yardım etmesidir. Allah-u Zülcelal hangi amellerden razı oluyorsa bu amelleri bir kişiye nasip etmesi, ona tevfik vermesinin bir alametidir. Bunun tam tersine, razı olmadığı ve gazaba geldiği amelleri de bir kişiye nasip ederse bu da o kişiye gazaba geldiğinin bir alametidir. Onun içindir ki, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Allah-u Zülcelal'e daima şöyle dua ediyordu: “Ey kalpleri evirip çeviren Allah! Benim kalbimi, dininin üzerinde sabit kıl. Ey kalplere tasarruf eden Allah! Benim kalbimi, senin ibadetin üzerinde sabit kıl.” (Tirmizi) Tabi dinimizde gevşek olmamızın sebebi de şudur: Hep dünyanın zahirine bakıyoruz ve ona çok kıymet veriyoruz. Anlatıldığına göre, bir Evliyaya: “Senin tevbe etmenin sebebi nedir?” diye sormuşlar, o da şöyle cevap vermiştir: “Ben çok büyük bir tüccardım. Aklım, fikrim, daima ticaretimde kâr yapmaktı, aklıma başka bir şey gelmiyordu. Bir sebepten dolayı zarar ettim ve malımın hepsini kaybettim. Bu durumdan aklımı kaybedecek duruma geldim ve nereye gittiğimi bilmeden sahraya çıktım. Sahrada kulağıma bir ses geldi, fakat baktım kimseyi göremedim. Bana şöyle diyordu: “Bir kimse malı telef olduğu için mahzun oluyor ama ömrü faydasız bir şekilde boşu boşuna geçiyor, hiç mahzun olmuyor. Dünya, daima insanlara sırtını dönüp gidiyor. Ahiret de yüzünü dönmüş insanlara doğru geliyor. Sırtını dönüp kaçanın peşine düşmek ve yüzünü dönüp insana doğru gelenden kaçmak ne kadar garip!” Bu sesi duyunca kendi kendime dedim ki: ‘Ben ne kadar yanlış yapmışım. Hakikaten de bütün dünyanın ticaretini yapsaydım ve çok büyük kâr elde etseydim yine de bir gün ondan ayrılacaktım. Bu kadar üzüntü nedendir? Benim ömrüm hep boşuna geçiyor ama buna hiç üzülmüyorum! Hâlbuki ömür, benim elimde büyük bir sermayedir, onunla neler yapabilirdim… Kabir, her gün biraz daha bana yaklaşıyor, ben de ona doğru gidiyorum. Ben bunu bırakıp dünyanın peşine düşüyorum! Bu ne kadar yanlış…’ Böyle diyerek o hatalarımdan, dünyaya olan muhabbetimden pişman olup tevbe ettim ve kendimi tamamıyla Allah-u Zülcelal'e ve O'nun ibadetine verdim.” Bu, hepimiz için bir ders değil midir? O Evliyanın davranışı doğru değil midir? Onun bu davranışı doğrudur. O sesi, sanki hepimize geliyormuş gibi düşünmemiz lazımdır. İnsan daima Allah-u Zülcelal'e karşı samimi olmalıdır ve Allah-u Zülcelal'in razı olacağı amellere, nefsinin arzularından daha fazla gayretli olması lazımdır. Allah-u Zülcelal'e karşı kendimizi bir hiç olarak görmemiz gerekir. Daima O'nun kapısında durup konuşmalarımızda, hareketlerimizde, niyetlerimizde: “Allah daima beni görüyor. Bunu yapmamdan razıdır, bunu yapmamdan razı değildir.” diye düşünüp daima Allah-u Zülcelal'in razı olacağı amelleri yapmamız lazımdır. Allah-u Zülcelâl, kendi fazlı ve keremi ile bizlere muamele etsin ve hepimize razı olacağı şekilde salih ameller nasip etsin...