9 Şubat 2012 Perşembe

Mallarınızı zekat ile koruyun

http://sabrikontek.azbuz.com : (:) Kur’an-ı kerimde, çok yerde namazla zekât beraber bildiriliyor. (Namazı kılın, zekâtı verin) buyuruluyor. Zekât vermeyene, Allah lanet eder. Kıtlıklara maruz kalır, temiz malını kirletmiş olur, o mal telef olur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Allah’a ve Resulüne inanan, zekât versin!) [Taberani] (Zekat vermekle müslümanlığınız mükemmel hâle gelir.) [Bezzar] (En faziletli ibadet namaz, sonra zekâttır.) [Taberani] (Hastayı sadakayla, malı zekâtla koruyun!) [Deylemi] (Allahü teâlâ, malınızın temizlenip güzelleşmesi için zekâtı farz kıldı.) [Hakim] (Zekât vermeyenin namazı kabul olmaz.) [Taberani] (Zekât vermemek haram olduğu için, böyle günahkârın kıldığı namaz, sahih olup borcu ödenirse de, namazdan hâsıl olacak sevaba kavuşamaz.) (Zekat vermeyen kimseye Allahü teâlâ lanet eder.) [Nesai] (Zekat vermeyen, temiz malını kirletmiş olur.) [Taberani] (Zekat vermeyen kimse, kıyamette ateştedir.) [Taberani] (Zenginlerin zekâtı fakirlere kâfi gelmeseydi, Allahü teâlâ fakirlerin rızkını başka yollardan verirdi. Aç kalan fakir varsa, zenginlerin zulmü yüzündendir.) [El-Askeri] (Eli ayağı tutup da çalışabilenlerin zekât istemesi haramdır. İstemediği halde kendisine zekât verilirse, alması günah olmaz. Zekât, nisaba malik olmayıp çalışamayacak kadar hasta, sakat olanlara ve çalışıp da güç geçinenlere verilir. Allahü teâlâ böyle fakirleri milletin içinde kırkta bir oranında yaratmıştır.) (Zekat vermeyen bir toplum, rahmetten, iyilikten mahrum kalır. Hayvanlar da olmasa, hiç rahmet görmezlerdi.) [Taberani] (Zekatı verilmeyen mallar, karada, denizde telef olur.) [Taberani] (Zekatını veren o malın şerrinden korunmuş olur.) [Beyheki] Resulullah efendimiz, (Zekâtı verilmeyen mallar, ejderha olup sahibinin boynuna sarılır) buyurup şu mealdeki âyet-i kerimeyi okudu: (Hak teâlânın ihsan ettiği malın zekâtını vermeyenler, iyi ettiklerini, zengin kalacaklarını zannediyorlar. Hâlbuki kendilerine kötülük etmiş oluyorlar. O mallar Cehennemde azap aleti olacak, yılan şeklinde boyunlarına sarılıp baştan ayağa kadar onları sokacaktır.) [Âl-i İmran 180] Bu acı azaplardan kurtulmak için, malların zekâtını, tarla mahsullerinin, sebze ve meyvenin uşrunu vermek şarttır. Zekât kırkta bir, uşur onda bir verilir. Kur’an-ı kerimde, (Malı, parayı biriktirip zekâtını vermeyene çok acı azabı müjdele! Zekâtı verilmeyen mal, para, Cehennem ateşinde kızdırılıp, sahibinin alnına, böğrüne, sırtına mühür gibi basılacaktır) buyuruldu. (Tevbe 34, 35) Namaz kılmayan, oruç tutmayan bir Müslümanın da zekât vermesi gerekir. Zekât vermemek ve borcunu ödememek haramdır. Din kitaplarında, (Haram işleyenin, haram yiyenin duası kabul olmaz) ve (Farz borcu olanın nafileleri kabul olmaz) buyuruluyor. Zekât vermeyen zengin, binlerce fakirin hakkını gasbetmiş olduğu için ve Allahü teâlânın emrini yapmadığı için, bunun hiçbir hayratı, hasenatı kabul olmuyor. İmkânı varken borcunu ödemeyen de, böyle haklar altında kalmaktadır. Fakire verilen altın, onu zengin edecek kadar fazla olmamalıdır. Borçsuz fakire nisap miktarı veya daha çok zekât vermek, mekruh olarak caizdir. 10 gr altın kadar borcu varsa, 100 gr altını alması mekruh olmaz. Altınla gümüş, ne niyetle saklanırsa saklansın ticaret eşyasıdır. Nisap miktarıysa zekâtı verilir. Bir günlük yiyeceği olanın, zekât veya sadaka istemesi haramdır; fakat istemeden verilen sadakayı, zekâtı alması caizdir. Zekâtı muhtaçlara vermelidir. Tevbe suresi 34. âyetinde, (Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda infak etmeyene çok acı bir azap vardır) deniyor. Burada, para biriktirmek yasaklanmıyor mu? Peygamber efendimiz, Kur’an-ı kerimi açıklamıştır. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Zekâtı verilen mal, kenz değildir.) [Ebu Davud, Hâkim, Hatib] (Kenz, biriktirip saklanan, faydalanılmayan mal, define demektir.) Müslümanın malında, zekâttan başka, kimsenin hiçbir hakkı yoktur. Resulullah efendimiz, (Malda zekâttan başka hak yoktur) buyurdu. (Ahkâm-üs-sultaniyye)

7 Şubat 2012 Salı

ALLAH-U ZÜLCELâL NE İLE RAZI OLUR?

http://sabrikontek.azbuz.com : (:) Para-pulun geçmediği yer Allah-u Zülcelâl, ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “O gün, ne mal fayda verir ne de evlât. Ancak Allah'a selim bir kalp ile gelenler başka.” (Şuara; 88-89) Bu dünya, bir imtihan yeridir. Allah-u Zülcelâl, bizleri imtihan etmek için dünyanın keyif ve sefasını gözler önüne seriyor. Allah-u Zülcelâl bu imtihanı kazanan kimseye, kıyamet gününde en güzel mükâfatları verecektir. Bu sebeple, karşılıksız ve bir bedel ödemeksizin cehennemden muhafaza olunmak ve o kadar ucuzmuş gibi (boş temennilerle) cenneti istemek doğru değildir. Allah-u Zülcelâl, daima bizimle beraberdir. Bir saniye bile bizden gafil olmayıp hepimizin kalbine muttalidir. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: “Allah, sizin suretinize bakmaz, ancak kalbinize bakar.” (Müslim) Allah-u Zülcelâl, neyi istiyorsa ve nerede rızası varsa bizim kalbimizin de onu istemesi lazımdır. Mesela, bir talebe nasıl derslerinde başarılı olmak için gece gündüz çalışıyor, gerektiğinde uykusuz kalıyor, kimi zaman yemeği bile unutacak kadar kendisini derslerine veriyor, oyun ve eğlenceyi bir kenara bırakıyorsa bizim de hiç değilse o talebe kadar, Allah’ın rızasını kazanmak için gayret göstermemiz ve Allah-u Zülcelal’in rızasına yönelmemiz lazımdır. Günahlardan nasıl korunabiliriz? Fakat kimi zaman insan, günahlara düşerek, kimi zaman da şeytanın zehirli oklarının tesiriyle, Allah’ın rızasına giden yoldan geri kalabiliyor. Peki, bunlardan kendimizi nasıl koruyabiliriz? İnsan, günahlardan ve şeytanın zehirli oklarından ancak Allah’ın kelamı, emir ve nehiyleri ve Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin hadis-i şerifleriyle korunabilir. Allah-u Zülcelal’in emir ve nehiylerine uyup; Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin hadis-i şeriflerini ve Evliyaların tavsiyelerini tatbik ettiğimiz zaman, şeytanın zehirli okları bizlere zarar veremez. İnsan nasıl, zehirlense bile tedavi olduğunda, zehir ona zarar vermiyorsa biz, Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerle amel ettiğimiz zaman, günahlar da şeytanın hile ve tuzakları da bize zarar veremez. Şeytan, cehenneme bizi de yanında götürmek için daima çalışıyor. Bizlerin bu dünyada uyanık olup onun oyununa gelmememiz lazımdır. Bizler dünyaya bir sefer gelmişiz, ikinci sefer gelmeyeceğiz. Görüyoruz ki, insan dünyaya müptela olduğu zaman, hakikaten (manevi olarak) hasta oluyor. Bunun için Sâdât-ı Kiram şöyle tavsiye etmişlerdir: “Eğer ibadetin tadını kaybederseniz veya bir gevşeklikle karşı karşıya kalırsanız; hemen Allah dostlarının kitaplarına bakın veya diğer insanlarla, tasavvuf ehli, salih kimselerin sohbetini yapın (Evliyaullahın hal ve sohbetlerinden bahsedin).” İşte, gevşekliğin, gaflet uyuşukluğunun bir ilacı da budur. İnsan günah üzere devam ede ede -Allah muhafaza- bir gün namazını da terk edebilir. Hakikat, şeytana da tamamen uyabilir. Uyanık olalım, şeytanın elinde kuş gibi olmayalım. Samimi olup her şeyimizi Allah için yaparsak şeytan bizim gölgemizden dahi kaçar. Çünkü o zaman, Allah-u Zülcelal’in kuvveti, azameti ve yardımı bizimle beraber olur. Böyle olduğu zaman da şeytan önümüzde duramaz. Onun için namazlarımızda, zikrimizde bir gevşeklik meydana geldiği zaman, günahlara karşı meyilli olduğumuz zaman, samimi bir şekilde Allah-u Zülcelal’e tevbe edersek, Allah-u Zülcelâl bize yardımını, kuvvetini gönderecektir. Yeter ki rızası için ruhumuzu feda edeceğimizi bir görsün. Böyle olduğu zaman, -inşaallah- bizi günahlardan daha çok muhafaza eder, salih amelleri yapmayı da bize nasip eder. Samimi olursak, verecektir! Her insan kendi kuvvetine göre, Allah-u Zülcelal’i razı etmek için gayret göstermelidir. Allah-u Zülcelal’in hukuku öyle büyüktür ki, onu hiç kimse yerine getiremez. Fakat biz, Allah’tan samimi olarak rızasını istersek, inşaallah bize nasip edecektir. Bazı Evliya zatlar, bir yerden geçerken bir çoban gördüler. Çobanın koyunlarının yanında kurtlar da vardı. Çobana: - Kurtla koyun ne zaman bir arada gezer? Diye sordular. Çoban: - Çoban, insan Rabbi ile sulh yaptığı zaman, O’nun dediklerini yerine getirip, O’nu razı ettiği zaman, koyunlarıyla kurtların arası da sulh olur, düzelir, diye cevap verdi. Bu anlatılanların hepsi Allah-u Zülcelal’in kudret ve azametine delalet etmektedir. İnsan Allah-u Zülcelal’i razı ettiği zaman, her şey çok kolay olur. Dünyada böyle mükâfat veriyor, kim bilir ahirette nasıl verecektir!... Zaten bizim için önemli olan ahirettir. Bunları örnek olarak anlatmamızın sebebi; Allah-u Zülcelâl, razı olduğu kimseye dünyada böyle mükâfat veriyor, ahirette daha fazla verecektir, bunu iyice idrak etmemiz içindir. Allahu Zülcelal’e söz verelim Başta kendime söylüyorum: “Bu güne kadar olan her şey geçti. Bundan sonra, inşaallah, elimden geldiği kadar Senin rızan için her ne varsa onları yapmaya gayret edeceğim. Senin gazabına sebep olacak şeylerden de kendimi muhafaza edeceğim” diyerek, Allah-u Zülcelal’e söz vermemiz lazımdır. Bu, bizim için çok büyük bir fırsat ve menfaattir. Şaşkın bir kimse gibi gevşek bir şekilde şeytanın elinde oyuncak olmamız çok yanlıştır. Bundan kendimizi kurtarmamız, Allah-u Zülcelal’e dönmemiz lazımdır. Allah-u Zülcelâl ne ile razı olur? Abdullah bin Hazım isimli bir salih zat şöyle anlatıyor: “Bir zaman Mekke-i Mükerreme'de yağmur yağmadı. O zamanki insanlar, üç gün üst üste yağmur duasına çıktılar. Fakat yine de yağmur yağmadı. İnsanlar da çok perişan oldular. “Ben kendi kendime; ‘Ben tek başıma gideyim de Allah'a yalvarayım, belki Allah-u Zülcelâl bizlere yağmur verir’ dedim. Daha sonra Mekke'nin kenarında, bir mağaranın içine girip orada Allah'a yalvaracaktım ki bir siyah köle, hiç etrafına bakmadan içeri girdi ve iki rekât namaz kıldı. Son secdede uzun kalınca, onun ne dediğini işitmek istedim ve ona yaklaştım. Köle: ‘Ya Rabbi! Kulların sana dua ettiler, fakat sen yağmur vermedin. Sen kudret ve azametinle yağmur verinceye kadar, ben başımı secdeden kaldırmayacağım’ dedi. “Bu sözler onun ağzından çıkar çıkmaz, bulutlar bir araya geldi ve yağmur yağmaya başladı. Bundan sonra, secdeden başını kaldırdı ve mağaradan çıktı. Ben de onu izlemeye başladım. Sonunda bir eve girince, ben de o eve girdim. Evin sahibine: - Ben bir köle satın almak istiyorum, dedim. Bana birkaç köle gösterdi. Ben: - Bunlar değil, dedim. En sonunda dua eden köleyi çıkardı ve: - Bu bir işe yaramaz, dedi. Ben: - Olsun, dedim ve bu köleyi yirmi dirheme satın aldım. Onu eve getirdim ve bana: - Efendim, beni neden aldın, benim çalışacak kuvvetim yoktur, dedi. Ben de: - Bir sebebi vardır, dedim. Bundan sonra köle, abdest almak istedi. Onun suyunu hazırladım ve seccadesini serdim. Benim bu davranışımdan herhalde durumu anladı, abdestini aldıktan sonra, yine secdeye giderek: “Ya Rabbi, sırrım açığa çıktı. Bunu insanlar bildikten sonra, ben dünya da kalmak istemiyorum” dedi ve düştü vefat etti. Şimdi düşünelim, Mekke’nin bütün zenginleri yağmur duasına çıktılar. Fakat, Allah-u Zülcelâl yağmur vermedi. Hiç kimsenin tanımadığı bir zenci köle, demek ki Allah'ın sevgili kullarından biri idi; istedi ve Allah-u Zülcelâl onun duasına icabet etti ve yağmur verdi... Abdullah bin Hazım, köleyi defnettikten birkaç gün sonra, rüyasında şunları gördü: “Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin yanında siyah sakallı bir zat ile o genç köle vardı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: - Allah, senin hayrını kabul etsin ve mükâfatını daha fazla versin. Çünkü sen benim halilime (dostuma) iyilik yapıp onu azat ettin, dedi. Ben: - Ya Resulallah! Bu senin halilin midir? Diye sordum. Efendimiz aleyhissalatu vesselam bana: - Evet, benim halilimdir, buyurdu. İşte, insan ister padişah olsun, ister köle; kim olursa olsun, Allah-u Zülcelâl, ancak salih amel ile insandan razı olur. Allah-u Zülcelâl, kendi fazlı ve keremi ile bizlere muamele etsin ve hepimize razı olacağı şekilde salih amel nasip etsin... (Âmin)