6 Kasım 2015 Cuma

Peygamberlerin Yoludur Tevbe

Allah-u Zülcelâl kullarını dünyada imtihan ediyor. İmtihanlara sabredip, kazananlara kıyamet gününde Allah-u Zülcelâl’in rızasını, cenneti âlâyı nasip ediyor. Kazanmayanlar da Allah’ın gazabına ve cehennem azabına müstahak olacaktır, neuzübillah. Bir hata yaptığımız zaman tevbe edersek de inşaallah yine kazananlardan olacağız. Allah-u Zülcelâl, babamız Âdem aleyhisselatu vesselamın başından geçen hadiseleri de, esasen onun hatası bize ders olsun diye böyle takdir etmiştir. Ondan gelen zürriyeti de O’nun gibi böyle hata yaptığı zaman tevbe etsinler diye Allah’ın takdiri böyleydi. Lâin şeytan hata yaptığı zaman hatanın üzerinde ısrar etti, devam etti, tevbe etmedi. Bu sebeple lanetlendi, kovuldu. İşte onların iki farklı hali, Allah-u Zülcelâl’in kullarına verdiği iki misaldir. Bu imtihan kıyamete kadar devam edecek. Kim şeytana uyar, günah işlerse hatadan sonra tevbe etmeye çalışsın. Hatasında ısrar etmek hususunda da şeytana uymasın, neuzübillah. Kim kendi babasına, yani Hz. Âdem’in tevbe etme yoluna uyarsa, ondan varis kalan tevbeye sahip çıkarsa, hatasında ısrarlı olmazsa, babamız Hz. Adem gibi affedilecek, cennete girecek. Allah-u Zülcelâl, bir ayet-i kerimede, Babamız Âdem aleyhissalatu vesselamın hata yaptığı zaman şöyle dua ettiğini bildiriyor: “Ya Rabbi biz ikimiz, nefsimize zulüm ettik. Eğer Sen bizi affetmezsen, mağfiret etmezsen, bize merhametiyle muamele etmezsen biz zararlı olan kimselerden olacağız” (Araf, 23) Hz. Âdem babamız ile Havva anamız bu şekilde Allah-u Zülcelâl’e tevbe etti ve özür diledi Allah-u Zülcelâl’den. “Ya Rabbi hatalarımız ve unuttuğumuz olan şeylerle bizi muhasebe etme” diye, bu şekilde dua ettiler. Biz de kendimizi mahrum etmeyelim tevbeden ve mümin kardeşlerimize de anlatalım. Biliyorsunuz ahir zamandayız insanlar uzaklaşıyor dinden. Çevre bozuk ve insanlar çevreden etkileniyorlar. Onlar da birbirlerini bozuyorlar, biliyorsunuz. Yine nefs onların yolunu istiyor ve nefs oraya kayıyor. Ama bizim yolumuz cennete ulaştıran yoldur ve etrafı meşakkatlerle çevrilmiş vaziyettedir. Bu bittikten sonra cennet-i âlânın nimetlerine ve Allah’ın rızasına kavuşacağız, inşallah. Onun için tevbeye sımsıkı sarılalım ve nereye gidersek mümin kardeşlerimize anlatalım. Tevbe kurtuluştur. Babamız Âdem aleyhisselatu vesselam nasıl tevbe ile kurtuldu. Şeytan da, neuzübillah, Allah-u Zülcelâl’e asi olarak lanetli oldu. “Ben Âdem’den daha iyiyim, secdeye gitmiyorum,” diyerek Allah’a karşı asi geldi. Ve hatasında ısrar etti, “Ben yanlış yaptım özür diliyorum tevbe ediyorum” demedi. İşte bununla şeytan oldu. En Büyük Kâr! Dünyanın manzarası insanı aldatıyor. Hatta Sahabe-i kiramlar zamanında da, dünya manzarası onlara bile acayip gelmiştir. Peygamberimizin zamanında Hayber kalesi feth edilmişti. Hayber’de ki küffar kişiler çok zengin idiler. Müslümanlar orayı fethedince oralardan her birine ganimet olarak çok mal düştü. Bazılarına altın nasip oldu, bazılarına arazi nasip oldu. Birbirleriyle alışveriş yapmaya başladılar. Kime ne lazımsa o diğerinden satın alıyordu. Sahabeden bir kişi Peygamber aleyhissalatu vesselamın yanına geldi. “Ya Rasulallah bu vadide ticaret yapıp benim kadar kar yapan yoktur” dedi. Çok ticaret yapmıştı, alıp satmıştı. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem “Ne kadar kar yaptın?” dedi. “Üç yüz dirhem kar yaptım Ya Rasulallah.” Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem dedi ki; “Doğrudur, senin kârın çok büyük görünüyor. Ama sana kârların en hayırlısını haber vereyim mi?" diye sordu. Adam:"O nedir, ey Allah'ın Resülü?" dedi. Efendimiz açıkladı: "(Farz) namazdan sonra, kılacağın iki rekattir." (Ebû Dâvud, Cihâd 180) Peygamber aleyhisselatu vesselam farz namazdan sonra kılınan iki rekât sünnetin, onun o kadar kârından daha hayırlı olduğunu söyleyerek dünyanın manzarasına dalmaması için onu ikaz etti. Allah-u Zülcelâl’e ibadet etmenin neticesini, ahirette gördüğümüz zaman ne kadar kıymetli olduğunu anlayacağız. Ama dünyadayken birinin cebine üç yüz dirhem girdiği vakit bu görünen bir şey olduğu için burada kârlı görünüyor. Bu dünya hayatında bizler namaz kılıyoruz, zikir yapıyoruz, ibadet yapıyoruz, İslam’ın fethini yapıyoruz, zahirî olarak bir şey cebimize girmiyor ama Allah’ın yanında o çok değerlidir. Allah azze celle şöyle buyuruyor: “Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onun karşılığını görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onun karşılığını görür.” (Zilzal, 7-8) Zerre kadar hayır yapan karşılığını görecektir. Zerre kadar hata yapan da, tevbe etmediği müddetçe o da onu görecektir. Onun için elimizden geldiği kadar ibadet eldim. Kıyamet gününde amel defterimiz önümüze geldiği zaman onunla ferahlayalım. Melekler bize müjde versinler, “Senin sevapların hatalarından daha fazladır.” Diye… Allah-u Zülcelâl elhamdülillah bize iman nasip etmiş, ikincisi bu manzarayı, tevbe eden bir cemaat olmayı bize nasip etmiştir. Bazılarının on beş yaşından ölünceye kadar tevbe etmek aklına gelmiyor, bu kıymetli bir nasiptir. “Ben tevbe ettim ben daha iyiyim” demeyelim, Allah nasip ettiği zaman ancak tevbe edebiliriz. Siz evlerinizdeyken kalplerinize “Gidin, tevbe edin, günahlarınızdan dolayı özür dileyin,” diye niyet verdiği için siz buraya geldiniz, tevbe ettiniz. Bunların hepsi Allah’ın vergisidir. Allah’ın vergisi olduğu için bunun kıymetini bilelim, Allah’a sena ve şükrede bulunalım. Böyle şükredersek Allah bizlere daha fazla verecektir inşallah. “Benim şükrümü eda ederseniz, iman nimeti için, tevbe ve ibadet nimeti için şükrederseniz Ben de daha fazla sevap nasip edeceğim,” diyor, Allah-u Zülcelâl. Namazı Kılmayanın Hali Namaz kılmayan kişiler hakkında çok korkunç bir hadis size anlatacağım. Peygamber alehissalatu vesselam bir gün ashab-ı kiramla aralarında namazdan bahsetti. Ve dedi ki; “Her kim şu beş vakit namazı muhafaza ederse, namazı onun için kıyamet günü nur olur, burhan (delil olur,) ve necat (azaptan kurtuluş) olur. Her kim de beş vakit namazı muhafaza etmezse, kıyamet günü onun için ne nur olur ne de burhan ve necat vardır. Kıyamet günü Karun’la, Haman’la, Firavun’la ve (azılı İslam düşmanı) Übey İbni Halef’le beraber (hesaba çekilir).” (Müsned, Darimi, İbni Hibban) Kıyamet gününde namaz kılanlar için, namazını muhafaza edenler için farz namazlarını kılan ve ondan sonra müekked sünnetleri de terk etmeyenler için Peygamber aleyhissalatu vesselam böyle beyan etti. Dedi; “Onlar için bir burhan vardır, delil vardır, bir nur vardır, bir kurtuluş vardır.” Neuzübillah şimdi namazı üzerinde muhafaza olmayan, namazı hiçe sayanlar, namazı terk edenler için ise onun için nur yoktur, onun için delil yoktur, onun için kurtuluş yoktur. Ondan daha ziyade o kişi için, kıyamet gününde Firavun’la birlikte hesaba çekilmek var, ne kadar korkunç. Ubey İbnu Halef, zamanında Peygamber aleyhisselatu vesselama çok eziyet etmişti. Bu namaz kılmayanlar, kıyamet gününde Firavun’la, onun veziriyle ve Ubey ibn-i Halef’le birlikte olacaklar. Kıyamet gününde en şiddetli azap, onların azabıdır. Namaz kılmayanlar, namazın üzerinde dikkatli olmayanlar, namazını muhafaza etmeyenlerin durumu böyledir. Eğer şimdiye kadar namazımız geçmiş ise kazasını yapalım, bundan sonra dikkatli olalım. Allah-u Teâlâ bizleri affedecek ve tevbemizi kabul edecek, inşallah. Bundan sonra Allah’a söz verirsek “Ya Rabbi, ben pişman oldum. Bir zamanlar ben namazımı terk ettim, bundan sonra bir daha namazımı terk etmeyeceğim,” dersek ve elimizden geldiğince o namazlarımızı kaza edersek, Allah-u Zülcelâl bizlere merhametiyle muamele edecek, inşallah. Böyle, kendimizle Rabbimizin arasında niyetimizi sırf Allah için yaptığımız zaman, Allah'ın rızasını kazanacağız. Namazlarımızı kılarken ve önümüze hangi iş gelirse “Ya Rabbi ben bunu Senin rızan için yapıyorum.” Günah olduğu zaman da “Senin rızan için uzak duruyorum, yapmıyorum.” Diye kalbimizde daima Allah rızası olarak amel yaptığımız takdirde Allah-u Zülcelâl bize rahmetle nazar edecek. Çünkü amel de aynı altın gibidir. Eğer altının içine başka maden katılmışsa sarraf onu biliyor. Sarraf, “Bu altın on dört ayardır, bu yirmi dört ayardır,” diyor. Nasıl altının halis olanı vardır, bir de düşük ayarlı olanı vardır, niyetimize göre amel de aynen öyledir. Küçük bir amelimiz, Allah için olursa çok değerli olur. Allah-u Zülcelâl amellerin sarrafıdır. Amellerin ihlâslı olanını ve olmayanını, riya ile olanını Allah biliyor ve ayırıyor. Allah ihlâslı olan ameli kabul ediyor. Diğerlerini ise kabul etmiyor. Eğer biz Allah-u Zülcelâl’i hakikiyle tanırsak dünya ve ahireti terk edeceğiz. Allah Azim’dir. Allah Cemal sahibidir, güzeldir. O’na o kadar çok âşık olmamız gerekir. Günahtan Sakınmak Bir Nurdur Ebu Hureyre radıyallahu anh’a şöyle demiştir: Peygamber aleyhisslatu vesselam bir gün “Amel etmek üzere benden kim şu kelimeleri alacak?” diye sordu. “Yâ Rasûlallah, ben!” diye cevap verdim. Rasûlullah elimi tuttu ve şu beş şeyi saydı:“Allah’ın haramlarıdan sakın, insanların en abidi (ibadet edeni) olursun. Allah’ın taksimine razı ol, insanların en zengini olursun. Komşuna iyilik et (olgun) mü’min olursun. Kendin için sevdiğini insanlar için de sev (iyi) müslüman olursun. Fazla gülme, çünkü çok gülmek kalbi öldürür.” (Tirmizí, Zühd, 2) Takvalı olursan en çok ibadet eden oluyorsun. Çünkü sen takva sahibiysen daima Allah için hayır yapmayı isteyeceksin ve Allah için günahlardan da kendini muhafaza edeceksin. Ne kadar böyle yaparsan Allah sana yardımcı olacak ve daha çok sevap nasip edecek. Günah günahı getiriyor, hayır da hayrı getiriyor. Dikkat ederseniz bir kişinin önüne yabancı bir kadın geldiği, ona tekrar bakarsa bunun sonu gelmez. Ama Allah için gözünü çevirdiği zaman Allah’tan bir nur, bir muhabbet onun kalbinin içine akar. Bu nur bütün vücuduna akarak o kişiyi iman nuru ile muhabbeti ile süsleyecektir. Yabancı bir kadın senin karşına geldiğinde bakışını çevirdiğin zaman hayırdır. İkinci sefer bakışın günahtır. Peygamber aleyhisselatu vesselam Ali radıyallahu anhuya şöyle demiştir: “Ya Ali birinci sefer senin içindir. İkinci sefer senin aleyhinedir, senin için günah olur.” Yani ilk defa senin gözün ona rast geldi o senin için bağışlanmıştır. Ama ikinci sefer baktığında o sana günah olur. Bir de bu birinci hatadır, tekrar edince bu sende alışkanlık olacak bütün günah kapılarını açacak. Her günah böyledir. Sevaplar da böyledir. Sevaplar da sevapları getirecek. Onun için ahlaklı olmaya çalışalım, sevap işlemeye çalışalım, günahlardan kendimizi muhafaza etmeye çalışalım. Allah-u Zülcelâl kıyamet gününde hiçbir insanın özrünü kabul etmeyecektir. Yani o gün tevbe etmek mümkün değildir. Elimizden geldiği kadar şeytanı kahredelim Allah-u Zülcelâl’in hoşuna gidecek olan şeyleri yapmaya gayret edelim inşallah. Ka’b’ul Ahbar şöyle diyor: “Bir gün yoldan geçiyordum on tane yaşlı eşkıya gördüm. Biraz ileride çocuklar vardı, o yaşlılara aldırış etmeyip edebe aykırı hareket ettiler. Onların yanından geçerken yaşlılara karşı edepli olmalarını söyledim. Onlar da bana şöyle cevap verdiler: ‘O yaşlılar takvalı ve edepli değiller ki!’ O adamlar Allah'a karşı edepli olmadığı için o çocuklar da onlara karşı edepli olmuyorlar. Biz Allah'a karşı kendimizi düzeltirsek bütün mahlukat da bize karşı edebli olur. Şeytanın Ciğerini Yakan Kullar Cüneyd-i Bağdadî şöyle anlatmıştır; “Rüyamda iblisi gördüm; çıplak bir vaziyette insanların arasında dolaşıyordu. “Ey Lâin, sen o kadar hayâsızsın ki, insanlarla çıplak olarak oynuyorsun,” dedim. Şeytan: “Bunlar insan mıdır ki, ben onlardan hayâ edeyim. Bunların Allah ile hiç bir alakası yoktur. Onlar gerçekten insan olsalardı, çocukların toplarıyla oynadıkları gibi onlarla oynayamazdım. Ancak beni Bağdat mescitlerinde bulunan üç sûfi vardır ki, onlar beni eritti, ciğerimi yaktı.” “Onlar seni ne ile yakıyorlar? diye sordum. Şeytan: “Ben onları aldatmak için yanlarına yaklaşıyorum; hemen ‘Allah’ diyerek zikrediyorlar, Allah’tan yardım istiyorlar. Bu sebeple beni yakıyorlar,” diye cevap verdi. Bakın şeytan kendisinin kötü olduğunu biliyor, kendisine uyanların kötü olduğunu biliyor. Cüneyd-i Bağdadi diyor ki, “O mescide gittiğim zaman o üç kişiyi gördüm. Başlarını örtünün altına almışlar, zikre dalmışlardı. İçlerinden biri beni görünce (ben bir şey söylemeden), “O pis şeytanın (bizim hakkımızda) söyledikleri seni aldatmasın” dedi. Bakın rüyadan da haberi vardır. Onlar şeytanı nasıl kahrediyorlar, Allah'ı zikrederek. Çünkü şeytan Allah-u Zülcelâl’in adının anıldığı, zikredildiği yerde duramaz, hemen kaçar. İnsan Allah’la meşgul olduğu zaman şeytan ona vesvese veremez. Peygamberimiz aleyhissalatu vesselam Hz. Ömer’e şöyle dedi: “Ya Ömer senin bulunduğun yerde şeytan bulunmaz. Senin gittiğin yoldan şeytan gitmez.” Yani Ömer’den kaçıyor. Niçin? Çünkü İslam dinini tatbik etmekte çok şiddetli idi, İslam için çok titizdi. Emir’ül Müminin olduğu zamanda Hz. Ömer, bir gün koşarak bir yere gidiyordu. Onu gören Hz. Ali “Nereye gidiyorsun böyle?” diye sordu. “Ey Ebu Hasan, zekâtın bir hayvanı kaybolmuş onu aramaya gidiyorum,” diyor. “Neden bu kadar koşarak gidiyorsun?” “Beni bırak ya Ali, eğer Mısır nehri üzerinde bir hayvan kaybolsa ben burada kendimi ondan sorumlu hissediyorum.” Bu kadar İslam dini üzerinde titiz davrandığı için şeytan ondan kaçıyor. Kişi ne kadar Allah-u Zülcelâl’e bağlı ise şeytan o kişiden kaçıyor. Allah-u Zülcelâl hepinizden razı olsun. Tevbenizi buradaki nasibinizi arkadaşlarınıza anlatın onların da tevbe etmelerine vesile olun inşallah. Sebep olduğunuz için o kadar sevap Allah size de yazacak inşallah. Allah-u Zülcelâl hepimize razı olacağı salih ameller yapmayı nasip etsin nefsimize bizi teslim etmesin inşallah.