4 Aralık 2013 Çarşamba

NE MUTLU TEVBE EDEN GENÇLERE!

‘Ben daha gencim…’ Allah-u Zülcelâl ayet-i kerime de buyuruyor: “Ey iman edenler, Allah'tan korkun. Herkes, yarın için önden ne göndermiş olduğuna baksın. Allah'tan korkun. Çünkü Allah, ne yaparsanız hakkıyla haberdardır.” (Haşr; 18) Bir talebenin imtihanı olduğu zaman, o gece uykusu gelmiyor, “Ben yarın imtihan olacağım!” diyor ve hazırlık yapıyor. Bizim için kıyamet gününde hesaba çekilecek olmak da aynen öyledir. Bazıları aldanıyorlar. “Ben daha gencim, yaşlanınca ibadet edeceğim.” diyorlar. Bazı hanımlar, “Ben daha gencim, örtünmeyeceğim, daha sonra örtüneceğim” diyorlar. Bu şekilde, şeytan vesveseler vermek suretiyle onları aldatıyor. Hâlbuki Peygamberimiz aleyhissalatu vesselam “Bir lokmayı ağzıma götürdüğüm zaman, bu lokmayı yutacağım diye düşünmem. Olabilir ki o arada Allah ruhumu alır. Bir adım attığım zaman, ikinci adımı atacak mıyım, atmayacak mıyım, bilmiyorum.” Böyle görüyordu bizim peygamberimiz aleyhissalatu vesselam. Oysa biz kendimizi aldatıyoruz. “Ben daha gencim, benim daha vaktim var; gelecek sene yahut evlendiğim zaman yapacağım. Şöyle yapacağım, böyle yapacağım…” diye bir sürü mazeretler üretiyor ve onlarla karar veriyoruz. Hâlbuki Allah-u Zülcelâl nasıl emrettiyse ona göre karar vermeliyiz; ne buyurduysa karar odur! O şekilde yapmalıyız. Arşın altında gölgelenen bir genç olmak elimizde Allah-u Zülcelâl buyuruyor ayet-i kerimede: “Ben, cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zâriyât; 56) Bunu hiç unutmayalım! Müslim'in Sahih’inde geçen, Mikdâd bin Esved radıyallahu anhudan nakledilen bir hadis-i şerifte şöyle anlatılıyor: “Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: Kıyamet günü, Güneş halka yaklaştırılır da nihayet, insanlara yakınlığı bir mil kadar olur! Güneş onları âdeta eritecek ve amellerinin miktarına göre ter içinde kalacaklardır. Onlardan kimi topuklarına kadar, kimi dizkapaklarına kadar, kimi beline kadar, kimi de gemlenene (ağzına) kadar tere batacaktır!” Kıyamet günü, işte bu kadar dehşetli bir gündür. Fakat Allah-u Zülcelal, bazı kimseleri, o dehşetli günde mükâfatlandıracaktır. Ebu Hureyre radıyallahu anhudan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: “Başka bir gölgenin bulunmadığı kıyamet gününde Allah-u Teâla, yedi insanı, Arşının gölgesinde barındıracaktır: - Adil devlet başkanı, - Rabbine kulluk ederek temiz bir hayat içinde serpilip büyüyen genç, - Kalbi mescitlere bağlı Müslüman, - Birbirlerini Allah için sevip buluşmaları da ayrılmaları da Allah için olan iki insan, - Güzel ve mevki sahibi bir kadının beraber olma isteğine ‘Ben Allah'tan korkarım’ diye yaklaşmayan yiğit, -Sağ elinin verdiğini sol elinin bilemeyeceği kadar gizli sadaka veren kimse, - Tenhada Allah'ı anıp gözyaşı döken kişi.” (Buhari, Müslim) Biz, Arş-ı Âlâ’nın gölgesinde gölgelenecek olan gençlerden olalım inşaallah. Kıyamet gününde Allah'ın kullarını gölgelendireceği gölgeden başka gölge yoktur. İşte gençler, başka gölgenin olmadığı o günde, Allah'ın kullarını gölgelendireceği Arş’ının gölgesinin altında olsunlar inşaallah. Elbette temiz bir hayat için tevbe etmek lazımdır. Kim tevbe ederse inşaallah, o gençlerden olur. Bir hadis-i kudside de Allah-u Zülcelâl şöyle buyuruyor: “Tevbe edenleri severim. Ama genç olup da tevbe edenleri daha çok severim.” Ayet-i kerimede de şöyle buyuruluyor Allah Azze ve Celle: “... Allah tevbe edenleri sever ve günahlardan kendilerini temizleyenleri sever.” (Bakara; 222) Yani, “Her kim tevbe ederse; genç olsun, ihtiyar olsun, kadın erkek, kim tevbe ederse seviyorum/severim onları. Amma genç olup da tevbe edenlere, benim muhabbetim daha fazla ve şiddetlidir, kuvvetlidir” buyuruyor... Onun için bu gençliğimizin kıymetini bilelim, tevbekâr olarak vaktimizi geçirelim. Allah-u Zülcelal'in daha çok sevdiği kimselerden olalım, Allah-u Zülcelal'in rızasını kazanalım inşaallah. Allah’a ve Peygamberine itaat edenler İnsanlar bu dünyada ne amel yapıyorlarsa kıyamet gününde halleri o amellere göre olacak ve Allah-u Zülcelâl insanlara amellerine göre muamele edecektir. Allah Azze ve Celle, ayet-i kerimede şöyle buyuruyor: “Kim, Allah’a ve peygambere itaat ederse işte onlar, Allah’ın, kendilerine nimetler verdiği peygamberlerle, sıddıklarla, şehîdlerle, salihlerle beraberdirler. Onlar ne iyi arkadaştır!” (Nisa; 69) Peygamberlerin makamı o kadar yüksek ve o kadar güzel bir makamdır ki, ayet-i kerimede buyuruluyor; kim, Allah’a ve Peygamber sallallahu aleyhi veselleme itaat ederse o güzel makamlarının yanında peygamberlerle beraber olacaktır. Biliyorsunuz şehitlerin Allah katındaki kıymeti çok büyüktür ve dereceleri yüksektir; işte, kim bunu yaparsa şehidlerle, Ebubekir Sıddık radıyallahu anhu gibi sıddıklarla, salih kimselerle beraber olacaklardır cennet-i âlâda... Sanki Allah-u Zülcelal’e itaat etmek, Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimize itaat etmek çok zor bir şeydir, hiç mümkün değildir gibi bir hal içine giriyoruz! İnsan aldanıyor… Bu kısa zamanı değerlendirmediği için kıyamet günündeki o güzel mükâfatları, herkesin gıpta ettiği o güzel makamları kaybediyor, kaybedecektir. Hadis-i şerifte, “Kişi, sevdiği ile beraberdir” buyuruluyor. Eğer Allah’ın peygamberini, salihleri, sıddıkları seversek kıyamet gününde onlarla beraber olacağız. Allah’a itaat etmek, Allah-u Zülcelal’i sevmek suretiyle mümkündür. Allah’ı seversek Allah da bizi sevecektir. Allah’ı sevdiğimiz zaman, Allah’a itaat edeceğiz ve Allah’ın sevdiği salih kimseleri de seveceğiz. Günahlar kalbi hasta ediyor Bizim başımıza her ne geliyorsa işlediğimiz günahlardan dolayı geliyor. Hatalardan dolayı geliyor. İnsan günah yaptığı zaman, hata yaptığı zaman, kalbinin üzerinde her bir günah siyah bir leke, siyah bir nokta bırakıyor. O siyah noktalar, lekeler o kulu, Allah-u Zülcelal’in emirlerini yapamayacak hale getiriyor, manevi olarak hasta ediyor. Hastalığı öyle ağırlaşıyor ki salih ameller yapmak istiyor ama yapamıyor o zaman. Nasıl insan zahiri, ağır bir hastalığa müptela olduğu zaman ayağa kalkmak istiyor ama kalkamıyorsa, yürümek istiyor ama yürüyemiyorsa aynen manevi olarak da öyle oluyor. Ne kadar günah işlerse o nispette Allah’ın muhabbetinden, Allah’ın emir ve nehiylerinden, Allah’ın itaatinden geri kalıyor, uzaklaşıyor ve yapamayacak duruma geliyor. Titrercesine endişelenmeliyiz Bir zerre kadar dahi olsa, Allah-u Zülcelal’in muhabbetini kaybettiğimiz zaman bütün dünya, bütün kâinat, ahireti dahi hepsini kaybetmiş oluyoruz. Allah-u Zülcelal’in zerre kadar muhabbeti hepsine bedeldir. Dünya nedir? Mal-mülktür. Allah’ın muhabbeti hepsine bedeldir, ona karşı hiçbir şey sayamazsınız, onunla hiç bir şeyi kıyaslayamazsınız. Titrememiz lazım, titrememiz! … “Allah-u Zülcelal’in muhabbetini kazanmadan önce dünyadan ayrılırsam benim halim ne olacak?” diye titrememiz, kendimizi sorguya çekmemiz lazımdır. “Allah’ın muhabbetini kazanmadan, Allah-u Zülcelal’in huzuruna nasıl varacağım?” diye hayâ etmemiz lazımdır. Allah Azze ve Celle’nin bizi dünyaya göndermesinin sebebi budur. Bunun için Allah bizi göndermiş; Allah-u Zülcelal’in rızasını kazanmamız için… Bazı evliyalar, “Eğer Allah-u Zülcelal’in muhabbeti, Allah-u Zülcelal’in rızası cennette olmasaydı cenneti de istemezdim” demişler. Allah’a o kadar âşık idiler. Allah’ın zatının muhabbetine, o kadar âşık idiler ki böyle diyorlardı işte… Allah’a sevdalı olalım Allah ne şekilde bize bunu nasip edecek biliyor musunuz? Allah’a sevdalı olalım. Nerede oturursak, Allah’tan bahsedelim. Kalbimizi, ruhumuzu, canımızı, her neyimiz varsa Allah için ortaya koyarsak, Allah da bize aşkını nasip edecek, istediğimizi verecektir. “Benim ahdimi yerine getirin; Ben de sizin ahdinizi yerine getireyim” buyuruyor Allah-u Zülcelâl… “Ne isterseniz ben de veririm” buyuruyor Allah-u Zülcelâl… İşte, bu kısa olan dünyadaki zamanımızı değerlendirirsek, o zaman bâki, ebedü’l ebed olan ahiret hayatımızda da Allah-u Zülcelâl bize istediğimizi hatta istediğimizden daha da fazlasını verecektir. Senin kalbinle hayal edemeyeceğin şeyleri de Allah sana verecektir. Bu fırsat, bu ganimet bizim önümüzdeyken, yapmamamız akıl kârı değildir. Hesap görmemiz lazım kendimizle. Misal olarak söylüyorum; “Bu kitabı buradan kaldırıp buraya koyarsan Allah senden razı olacak!” insan biliyor ama yapmıyor. Ne kadar yazık! Allah gazaba gelecek biliyor ama doğrusunu yapmıyor da tam onun tersini yapıyor. Bildiği halde yapmıyor! Allah, bu nefsimizden, dünyadan, şeytandan bizi uzaklaştırsın, muhafaza etsin. Nefsimizi hayırlarda kullansın. Her derdin çaresi tevbe Tabiinin büyüklerinden Hasan-ı Basr-i radıyallahu anhu arkadaşları ile beraber bir yerde oturuyormuş. Bir kişi gelmiş ona: - Bizim diyarda yağmur yağmıyor, kıtlık var, çok perişanız ya imam! Bize bir yol göster ki bundan kurtulalım?” demiş. Hasan-ı Basri radıyallahu anhu ona: - Gidin tevbe edin, (‘Estağfirullah’ diyerek) istiğfar edin, Allah size verecektir inşaallah, demiş. O soran kişi gitmiş bir başkası gelmiş ve o kişi de: - Ya imam! Ben maddi olarak çok sıkıntı içerisindeyim, borçlarım var, ödeyemiyorum bana dua et, demiş. Hasan-ı Basri radıyallahu anhu ona da diyor ki: - Git tevbe et, istiğfarda bulun, Allah borçlarını ödeyecek inşaallah, diyor, o da gidiyor. Üçüncü bir şahıs geliyor ve: - Ya imam, bana dua edin de Allah bana salih bir evlat versin. Benim evladım yoktur. İmam Hasan-ı Basri radıyallahu anhu ona da diyor: - Git tevbe et, istiğfarda bulun! Böyle derdi olan, sıkıntısı olan kim gelse onlara böyle söylüyor. Herkes gidince arkadaşları ona soruyorlar: - Ya imam, hepsinin derdi sıkıntısı ayrı ayrı ama sen hepsine aynı ilacı verdin, aynı şeyi tavsiye ettin. Bunların hepsinin ilacı tevbe miydi? İmam Hasan-ı Basri radıyallahu anhu onlara, “Allah böyle buyuruyor” diyerek, ayet okuyarak cevap veriyor: “Dedim ki: ‘Rabbinizden bağışlanma dileyin; doğrusu O, çok bağışlayandır. Size gökten bol bol yağmur indirsin. Mallarınızı ve oğullarınızı çoğaltsın, size bahçeler ihsan etsin, sizin için ırmaklar akıtsın.” (Nuh; 10-11-12) İşte, tevbe böyledir. Onun için diyorum kıymetini bilelim. Onda her hayır vardır. Ne isterseniz; mal mülk, evlat, ahiret, dünya, hepsi vardır. Yalnız sımsıkı sarılalım ona ve arkadaşlarımıza da onu anlatalım. Allah sizden razı olsun, niye yalnız bizim olsun! Git komşuna söyle, amcanın oğluna söyle, herkese anlat. Onları da cehennemden kurtar, cennete davet et. Elimizden geldiği kadar Allah rızası için İslam’a hizmet edelim. Bilelim ki bu kısa zaman bitecek!... Görüyoruz, geçmişte ne kadar çok dünya ile uğraşanlar vardı. Zengindiler, gece gündüz çalışıyorlardı. Ama öldüler… Her gün duyuyoruz; dostlarımızdan, ahbaplarımızdan birileri ölüyorlar. Kalmıyor kimse. Öldükten sonra da bu amel bize nasip olmaz. Fırsat kalmıyor daha… Onun için elimizde henüz fırsat varken kaçırmayalım. Huzur mu arıyorsun? Allah’a itaat et! Huzur Allah-u Zülcelal’in katındadır. Dünya’da, nefis de, nefsi istek ve arzularına uymak da; bunların hepsinde huzursuzluk vardır. Duymuşum, dünya ile çok meşgul olanlar en sonunda şöyle demişler, “Hiç huzur bulamadık! Ne zaman dünyayı terk ettiysek o zaman huzur bulduk.” Onun için kalbimizin yüzünü, Allah’ın rızasına çevirelim, Allah-u Zülcelal’e yönelelim. Daima elimizden geldiği kadar, Allah’tan rahmet, feyiz, nisbet, şefkat isteyelim. Allah’ın merhametine talib olalım. Allah böyle kalbimizi açık görürse, muhabbetle aşk ile dolduracaktır, inşaallahu teâlâ. İbrahim b. Ethem rahmetullahi aleyhi diyor ki: “Eğer saltanat sahipleri, padişahlar ve onların evlatları, bizim içerisinde bulunduğumuz halin keyfiyetini, lezzetini, ferahlığını, kıymetini bilseler, fark etselerdi; onu bizden almak için harp ilan eder, kılıçla üzerimize gelirlerdi.” Yani saltanat sahipleri, bizim halimizin hakikatini, yani Allah’ın rızasına uygun işler yapmak için gayret etmemizi ve onunla ele geçen huzuru fark etselerdi bizden almak için onu, savaş ilan ederlerdi bize, diyor. Onun için kıymetini bilelim diyorum. Kıymetini bilmezsek eğer, Allah onu alır bizden başkasına verir. İşte, bizim için Allah-u Zülcelal’in aşkının muhabbetinin her şeyimizin üstünde olması lazımdır. Allah-u Zülcelal, kendi fazl u keremi ile razı olacağı amelleri yapmayı bize nasib eylesin. (Âmin)