12 Kasım 2008 Çarşamba

Günahın Karanlığından Tevbenin Aydınlığına Çağıran Veli

http://sabrikontek.azbuz.com http://sabrikontek.blogcu.com http://sabri28kontek.sitemynet.com//Gülistan: Efendim herkesin malumu olduğu üzere, Sultan Muhammed Raşid Hazretleri, ortamın karışık olduğu bir dönemde manevi futuhat yaparak, farklı görüşlerdeki insanların kaynaşmasına ve bir çoklarının da günah bataklığından kurtulmasına vesile oldu. Kendileriyle beraber olmuş bir insan, bir ilim ehli olarak, bize biraz Sultan Hazretleri'nin ahlakından ve onunla yaşadığınız hatıralardan bahseder misiniz?

Seyyid Kazım Efendi: Sultan Muhammed Raşid (Kaddesallahu Sirruhul Aliye) muradiyyunlardandı. Muradiyyunlar (Allah tarafından talep edilenler); ruhu temiz, ezelde Allah (Celle Celaluhu) onu büyük bir evliya, temiz bir ruh olarak yaratmış, halk etmiştir.

Gavs Abdulhakim Hazretleri'nin halifelerinden birisi şöyle anlatıyor: "Gavs bana icazet verdiğinde tüm Saadatlar, mürşidler benim manevi icazetimi imzaladılar. Sıra ona geldi. Daha onun gençlik zamanlarıydı. Eğer o imzalamasaydı, halifelik icazetimi alamayacaktım. O da imzaladıktan sonra, Gavs zahiren benim halifelik icazetimi verdi.”

Sultan Muhammed Raşid (Kaddesallahu Sirruhul Aliye), cemal ehliydi, mütebessim, güler yüzlü, tatlı dilli idi. Esasen Hazret-i Resulullah (Salallahu Aleyhi ve Sellem)’in nurundan, ahlakından ahlaklanmış büyük bir zat idi.

Ben diyebilirim ki, (insanlar) onu bilmediler, onun kıymetini anlamadılar. Onun yüksek maneviyatını idrak edemediler, geldiler ama bilmediler.

Çok emek verdi, çok çalıştı. Zamanını hiç boşa harcamadı. Ya maddi, ya manevi hep çalıştı. Ya maddi sofilerle veyahut da maddi; ziraatlerle, fidanlarla, meyvelerle vakit geçirir onlarla ilgilenirdi.

Çalışmaya çok ehemmiyet veriyordu. Etrafındakilere: “Çalışın, çabalayın, tembel olmayın, dünyada tembel olan, ahirette de tembel olur, dünya için tembel olan ahiret için de tembel olur, dünya için de ahiret için de çalışın. Helal rızkı elde etmek için çalışın, ahirete önem verin, zamanınızı boşa harcamayın” der, sofilere devamlı olarak: “Dersinizi önemseyin, zikrinizi çekin, amelinizi, ibadetinizi aksatmayın” diye nasihatta bulunurdu. Onun yanında herkes birdi. Herkesi sevgi ile karşılardı.

Gavs Abdulhakim Hüseyni Hazretleri'nin zamanında, biz daha çocuk idik. O zaman, ramazanlarda Sultan Muhammed Raşid (Kaddesellahu Sirruhul Aliye) camiye gelir, köylülerin gençleri, yaşlıları toplanırdı. Sultan Hazretleri, Menzil’deki ilim ehline: “Bunlarla ilgilenin, Fatiha-yı Şerife'yi düzgün okuyorlar mı, sorun, bir eksiklik varsa söyleyin, Tahiyyatı söyleyin, namaz tadilatını, erkanlarını anlatın. Hepsini bu hususlarda abdest, namaz hususlarında, oruç hakkında bilgilendirin, eksik kalmasın, onlara tam olarak öğretin" diye söyler, öğrettirirdi bize.

Ramazanın son 10 gecesinde, sünnet üzere camide sabaha kadar bizim yanımızda kalır, itikafa girerdi. Ramazanı geceli-gündüzlü durmadan amelle, ibadetle geçirir, bizleri de teşvik eder, bizler de yapardık. Sonra teheccüd namazını kılar, sahur vaktinde sahura gider, ondan sonra hep birlikte gelir, Gavs da gelir, cemaatle sabah namazını kılardık.

“O, Zamanın Sultanıydı”

Seyyid Muhammed Raşid Hazretleri esasen zamanın sultanıydı. Şeyh Seyda Cizrevi Hazretleri'nin evladı, o da büyük bir mürşiddir, O’nu Cizre’de bir yolda görüyor: “Ben de seni bekliyordum. Ben kendim ahdetmişim, seni nerde görürsem elini öpeceğim, seni saygı ile karşılayacağım.” diyor, adabla elini öpüyor, cübbesini çıkarıyor, bir taşın üzerine seriyor ve Sultan'a oturmasını söylüyor: “Sultanım, buyur sen otur, ben seni kendime büyük olarak kabul etmişim. Bizim hepimize ma’lumdur ve görüyoruz, sen zamanın manevi sultanısın. Ben çoktandır, seni bekliyordum, bize himmet et, dua et” diyor, tazimde bulunuyor.

Sultan Hazretleri Tatvan’a gitmişti. Orda bir vaiz vardı. Sultan Hazretleri'nin yanına geldi, ondan sonra elini öperek diz çöktü, yanına oturdu. O vaiz, ta Şeyh Muhammed Küfrevi Hazretleri'nin zamanından beridir yaşayan çok yaşlı, beyaz sakallı bir vaiz idi.

Sultan Hazretleri ile görüştükten sonra, bize dedi ki: “Emin olun, bu zat Peygamber varisidir. Çünkü, Sultan Hazretleri'ni ilk gördüğümüzde bir korku kaplıyor bizi, sonra bir halavet ki kalbimizde bir sıcaklık hissediyoruz, bir yanma oluyor, sonra bir tatlılık, muhabbet sarıyor bizi... Ondan sonra yanından hiç ayrılmak istemiyoruz. Bu meziyet Hazret-i Resulullah da vardı. İlk onu görende bir korku oluyor, bir heybet kaplıyor, onunla konuşma bir tatlılık, bir halavet veriyor, sonra insanlar ondan ayrılamıyordu. Bu ahlak bu zatta da vardır, bu kimse gerçekten Peygamber vekili bir zattır, Hz. Resulullah'ın ahlakını, sünnetini en güzel şekilde yaşamaktan, bu zatta da o meziyet çıkmış” dedi.

Zaten Sünnet-i Seniyye’ye uymada, Peygamber (Aleyhisselam)'ın bir gül bahçesi idi, Sultan Muhammed Raşid Hazretleri. Kendisi Hüseyni’dir, seyyiddi, İmam Ali’nin, Hazreti Fatımatü’z Zehra’nın evladlarından. Bunlar İmam Hüseyin nesli, 12 İmam’ın torunlarıdır.

Zamanın sultanıydı. Bunu herkes biliyordu. Emin olun, ben bir çok resmi dairelere gidiyorum veya bir üniversite talebesi, okumuş meslek sahibi olmuş, ben soruyorum onlara, bana diyorlar: “Ben o zatı tanıyorum, ben Sultan Muhammed Raşid Hazretleri'ni görmüştüm ve o zatın elinde tevbe etmiştim.”

Çok afedersiniz, o içki içen kimseler, onun yanına gidince düzeliyordu. Bu çok önemli idi. O zamanlarda, komşu komşuya diyordu: “Senin oğlun içki içiyor, niçin Menzil’e götürmüyorsunuz? Niye Adıyaman’a göndermiyorsun? Adıyaman’da bir zat vardır, onun yanına kim giderse, ona dua ediyor ve giden düzeliyor, bir daha içki içmiyor.” Öyle biliyorlardı insanlar, Sultan Muhammed Raşid Hazretleri'ni. Allah onu dalaletten hidayete vesile ediyordu. Kim gitse, yanında tevbe etse düzeliyordu. Hali bir anda değişiyordu.

Gidenlerden birisi anlattı bana, 60 -70 yaşına kadar günah işlemiş. Oraya gitmiş tevbe etmiş. Adamı gördüm camide, baktım her tarafı zikir ediyor, “Allah, Allah” diye vücudundan bizim duyacağımız şekilde ses geliyor.

Ben dayanamadım, gittim Sultan Hazretleri'ne sordum: “Sultanım” dedim. “İşte böyle bir insan; hayatında namaz kılmamış, hep günah işlemiş bir insan bir anda böyle değişiyor, benimle sabah namazı kılıyor! Bu nasıl oluyor Sultanım” dedim.

Saadat-ı Kiram (Silsiledeki Allah dostları) ona dua ediyor, Allah’da ona yardım ediyor, halini düzeltiyor, Cenab-ı Allah ona hidayet ediyor, bu şekilde o kimselerin hali bir anda düzeliyor, diye anlattı. “Saadatların himmeti” derdi, o zaten hiç kendi adını söylemez hep “Mürşidim ve Saadatlar'ın himmeti ile” derdi.

O kişi de Saadat'ın himmeti ile dalaletten hidayet’e gelmişti. Hakaretten, zulümden, karanlıktan yönünü nura aydınlığa dönmüştü. O hakiki nuru, cümle müslümanlara, mü’minlere ve bizlere nasip eylesin Cenab-ı Allah. Kimseyi bu dostlarına, Saadat-ı Kiram’a düşman eylemesin.

Gülistan: Efendim Muhammed Raşid Hazretleri'nin misyonu, davası ne idi?

Seyyid Kazım Efendi: Cenab-ı Allah: “Vetubu ilallahi camian eyyühel mü’minun”, "Ey benim kullarım, ey iman edenler, gece-gündüz bana tevbe edin” buyuruyor. Hazreti Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “Günde ben 70 sefer tevbe ediyorum”, bir rivayete göre: “Günde 100 sefer tevbe ediyorum, siz de tevbe edin” buyuruyor.

Zaten bu mübareklerin, bu Saadat-ı Kiramlar'ın görevleri, Resulullah (Salallahu Aleyhi ve Sellem) ümmetinden dalalette olanlarını; karanlıktan, zulümden, hakaretten, haramdan hidayet yoluna, iman yoluna, iyiliğe getirmektir.

Onların görevi, gayeleri budur, onların gayeleri bu dünya değil, onların gayeleri ahiret değil, onların gayesi nedir? Sadece Allah’tır. Onların gayesi, sadece Allah’ın yoludur, Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in kurtuluş yoludur, ışığıdır.

Hz. Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tam 23 sene insanları Allah’ın dinine çağırmıştır. Sultan Muhammed Raşid Hz.’leri de her hususta Resulullah’a mutaabat ederdi. O da vefat ettiğinde irşada başlayalı tam 23 sene olmuştu.

Bu 23 sene zarfında, her yere gitmiştir veyahut her yerden insanlar ona gelmiştir ve o, insanları hep Resulullah’ın yoluna, İslam’ı yaşamaya, tevbe ve istiğfara çağırmışlar, insanların doğru yola gelmesine vesile olmuşlardır.

Hz. Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Ashab-ı Kiram hakkında buyuruyor ki: “Benim Ashabım gökteki yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız kurtulursunuz”. Ehl-i Beyti'nden olanlar içinse, “Ehl-i Beyt’im Nuh’un gemisi gibidir; ona binen kurtulur; uzak duran boğulup helâk olur.” (Hâkim, Müstedrek, III, 151; Ahmed, Müsned, III, 157; Tabarânî, el-Kebîr, No:2636-2638.)

Dünyayı denize benzetiyor, Ehl-i Beyti'ni gemiye, "O gemiye gidin, kurtarın imanınızı", diye buyuruyor.

Efendimiz’in zevcesi Ümmü Seleme (Radiyallahu Anha) anamız anlatıyor: “Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin’le yemek yedi. Yemekten sonra, onları üzerindeki elbise ile sardı ve: ‘Allahım! Bunlara düşman olana sen de düşman ol; bunları seveni sen de sev!’ diye duâ etti.” (Ebû Ya’lâ, Müsned, No:6951; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, IX, 166-167.)

Bunları sevmek, kıymetlerini bilmek lazımdır. Onları Hazret-i Resulullah'ın sevgisiyle sevmek, bizim açımızdan çok önemli bir şeydir. Onlara saygı göstermeyi, sevgi göstermeyi, Allah'ın bize nasip etmesi çok güzel bir şeydir.

Sultanımız (Kaddesellahu Sirruhul Aliye) görevini en güzel şekilde, Allah'ın takdir ettiği süreye kadar yerine getirmiş, ecel gelinceye kadar insanları Allah'a davet etmiş, vuslat vakti de gelince vazifesini, yetiştirdiği kamil ve mükemmil halifelerine devretmiştir. Bunlar da şimdi hayattadır. Kim bunlara giderse güzel ahlaklı insanlar oluyor, mü'minlik vasıflarına sahip oluyorlar.

Bunlar da insana Allah'ı tanıtıyorlar. İnsanları çağırıyorlar: "Gelin! Kudret ve Azamet sahibi Allah'ı bilin, Allah'ın dinini öğrenin, ibadetle kulluğun yollarını öğrenin, Hz. Resulullah'ı tanıyın, İslam’ı yaşayarak hayat bulun". Bunların görevi de budur.

Sultan Hazretleri, devamlı olarak Hz. İmam Ali'nin (Keremallahu Veche) şu sözünü söylerdi: “İnsan, iki insan gibi olmadıktan sonra insan olmuyor.” İki insan nasıl olunur! Kalbiyle Hakk'la olan, diliyle halkla olan insan... Halkla konuşurken insanlar bilecektir ki, bizimle konuşuyor fakat; kalbi ile Hakk'ı zikredecek, kalbiyle ruhuyla canıyla, kanıyla Allah-u Teala'nın zikri ile meşgul olacaktır. Bizim Sultanı'mız devamlı bunu söylüyordu.

Sultanımız örnek verirdi: “İnsan araba gibidir. Arabanın nasıl her şeyi tamam olur? A'dan Z'ye kadar aletleri, tekerleri tamdır, fakat, benzin koyulmayınca yürümüyor. İnsan da her şeyi tamamdır, ondan sonra kalbine Allah'ın zikrini koyacaktır. Allah'ı zikredecektir ki, öyle insan olabilsin. İnsan olarak hakkın kulluğunu, ancak zikir yaparsa yapabilecektir. Son model güzel bir arabadır, bakıyorsun benzin yoksa hiç bir işe yaramıyor. İnsan da bakıyorsun çok güzel bir insandır, boyu endamı her şeyi güzeldir, ama kalbinde Allah'ın zikri olmazsa, ilim irfan olmazsa, bu insan bir işe yaramıyor. Ne zaman insan Allah'ın zikrini yaparsa, manevi olarak insan alemine erişiyor." Netice olarak Saadat insana "insan" olmayı öğretiyor.

Görevleri budur, zaten insan olduktan sonra Allah'ı biliyor. Nefsini tanıyor; ne kadar hasistir, ne kadar kötü -çok affedersiniz- mikroptur, gaddar-şeddattır, aşağılıktır ve Allah-u Zülcelal de ne kadar azamet sahibidir, Rahim'dir, Kerim'dir, bunu böyle anlar, kendi nefsini bilirse, ondan sonra Allah'ı bilir. İnsan insan olunca, o zaman mesele bitiyor. Kimse haram yemez, kimse kimseye zulmetmez, hakkını gasb etmez, kimsenin ırzına namusuna bakmaz, herkes helal yer. Herkes o zaman sahabeler gibi birbiriyle yardımlaşır, bir birine karşı fedakar olur.
Gülistan Dergisi

Hiç yorum yok: