10 Kasım 2010 Çarşamba

Hatırlayanlar o gün elbette ki hatırlanacaktır

http://sabrikontek.azbuz.com :}Allah da ona “Evet, öyle. Ayetlerimiz sana geldi de sen onları unuttun. Aynı şekilde bugün de sen unutulacaksın.” der. (Tâ hâ, 126.) Öyleyse beni anın ki ben de sizi anayım. (Bakara,152.)

Bilindiği gibi Kur’an’ın değişik isim ve sıfatları vardır. Kitap, vahy, furkân, rûh, hablullah bunlardan bazılarıdır. “Zikr” kelimesi de bunlardan biridir. (Nahl, 44.) Kelimenin Tevrat’ı ifade etmek üzere kullanıldığını da biliyoruz. (Nahl, 43.) Zikr, bir şeyi unuttuktan sonra hatırlamak ve akılda tutmak anlamlarına gelmektedir.

Elbette ki ilahî kelamların bu şekilde isimlendirilmesinin birçok hikmeti vardır. İlk akla gelen husus, burada vahyin her şeyden önce insan fıtratıyla ne denli örtüştüğüne işaret edilmiş olabilir. Çünkü insan tabiatının en önemli özelliklerinden biri unutmasıdır. Nitekim bir yoruma göre “insan” kelimesinin “en-nesy/unutmak” kökünden geldiği ifade edilir. Yine bu durum “İnsan, unutma ile maluldur” şeklinde de ifade edilir.

Kısaca insanın “unutkan” olma zaafı, Kur’an’ın “hatırlatıcı” özelliğiyle karşılanmaktadır. Böylece insan tabiatında bulunan fakat gözardı edilmiş, unutulmuş hakikatler ona hatırlatılmaktadır. Dolayısıyla buradaki unutma, sıradan bir hafıza yetersizliği şeklinde değerlendirilmemeli; aksine ebedî hakikat karşısındaki maksatlı ilgisizlik ve duyarsızlık konusunda insan uyarılmaktadır.

Kur’an, “zikr” ismini kullanarak aynı zamanda insanda bir zaman tasavvuru inşa etmeyi hedeflemektedir. İnsanın zihin dünyasının ne geçmişten kopuk geleceğe çakılı, ne de gelecekten habersiz geçmişe odaklı olduğunu söyleyebiliriz. O, geçmiş, şimdi ve gelecekle iç içe yaşar. Geçmişini hatırlayarak şimdi ve geleceğini kurgular. Aslında bu durum, canlılar arasında sadece insana mahsus bir özellik değil midir? Geçmişin hatıra ve tecrübeleri, geleceğin hayalleri ile “şimdi”de buluşur; hepsi birlikte insanın düşünce ve eylemlerinin temelini meydana getirir.

Kur’an, insandaki bu fıtri özelliği yani zaman algısını, dinî ve ahlaki değerler bazında yeniden şekillendirir. O, geçmişten bahsederken sadece tarihsel bir olgu ve olay olarak onları yad etmek amacında değildir. Başka bir ifadeyle, mazide kalan bu olayları hatırlatmakla keyifli dakikalar geçirmek veya nostaljik duygular yaşatmayı amaçlamaz. Aksine geçmişten bahsederken, muhatapların şimdi ve geleceklerini inşa etmelerini hedeflemektedir. Böylece o, bizim “şimdi”ye saplanıp kalan ve zihni güdükleşen insanlar olmamızı değil, geçmiş ve geleceğin ufkuyla şimdiyi kurgulayıp yaşamamızı istemektedir.

Aslında Müslüman şimdisi için değil, geleceği için yaşayan insandır. Gelecek, yani dünya ötesi, ebedî âlem onun zaman tasavvurunun odak noktasını oluşturur. Bütün eylem ve çabaları geleceğe yapılan bir yatırımdır. Gelecek olmadan şimdi ve geçmişin bir anlam ve önemi yoktur. Böylece Kur’an, müminlerin geçmiş, şimdi ve gelecek arasındaki irtibatı koparmamalarını hedefler. Geçmişten geleceğe bir bakış açısı kazanmalarını ister. Geçmişten hareketle şimdiki zamanları değerlendirmeyi ve geleceğe hazırlanmayı amaçlar. Böylece külli bir zaman tasavvuru kazanmalarını hedefler.

Kur’an, her şeyden önce kendi ayetlerine karşı bir unutkanlığa ve aldırışsızlığa düşmememiz uyarısını yapmaktadır. Demek ki hatırlatıcı olan vahiy, önce kendisinin unutulmamasını istemektedir. (Bakara, 63.) Çünkü ayetler, insanın ihtiyaç duyduğu bütün uyarı ve hatırlatmaları yapmaktadır. Dolayısıyla bahşedilen ilahî mesajlara bütün gücümüzle sımsıkı sarılmayı ve onları hatırdan çıkarmamayı emretmektedir. Çünkü hatırladıkça kendini, dünyada varoluş amacını ve Rabbini hatırlayacaktır. Aksi bir durum Allah’ın rahmetinden uzaklaşmaya ve kalplerin katılaşmasına sebep olacaktır. (Mâide, 13.) Yine ayetlerin unutulması, hesap gününde Allah tarafından bir unutma ve alakasızlığa maruz bırakılma sonucunu doğuracaktır. (Tâhâ, 126.)

Kur’an’ın insana hatırlattığı ilk şey, Rabbine verdiği sözdür. Bu Elest Bezmi olarak bilinir. Burada insan, O’nun rablığına şahitlik etmektedir. (A’râf, 172.) Ayette geçen bu ifadeler şu şekilde de yorumlanmaktadır: Muteal Kudret’in varlığını sezme ve algılama yatkınlığı insanda yaratılıştan zaten vardır. Fakat kendini-beğenmişlik, nefsine-düşkünlük vb. sebeplerle bu gözardı edilebilir. (Muhammed Esed, Kur’an Mesajı, 1996, I, 310.) İşte Kur’an, insanları, tabiatında küllenmiş bulunan bu hakikati görmeye davet ediyor. Böylece şuurlu bir hayat yaşamalarını istemektedir. Bir nisyana/unutkanlığa maruz kalıp gaflete kapılmamalarını; aksine varlığın sahibiyle alakalarını mütemadiyen canlı tutmalarını amaçlamaktadır.

Yine bu bağlamda Allah’ı hatırlayanların O’nun tarafından hatırlanacağı ifade edilir. (Bakara, 152.) Muhakkak ki bu durum hem bu dünyada hem de ahirette geçerli olacaktır. Allah’ın hatırlanması müminin hayatında belirli zamanlara münhasır bir durum da değildir. Her mekân ve durumda O’nun zikri söz konusudur. (Âl-i İmrân,191.) Allah’ı az hatırlamak, müminlerin değil, aksine münafıkların bir vasfı olarak ifade edilir. (Nisâ, 142.) İnsanın gaflet içerisinde bulunmaması, aksine zihnine hâkim ve uyanık olması, gaflete düştüğünde de derhal kendine gelip Rabbini hatırlaması gerekir. (Kehf, 24.)

İlk insan Hz. Adem’den itibaren insanoğlu hep unuttuğu için günaha düşmüş ve isyan etmiştir. (Tâ hâ, 115.) Günah bir unutma ile başlıyor, ilahî uyarının dikkate alınmaması ile devam ediyor. Bazen günah bile bile işleniyor; böyle olsa da bir unutma muhakkak söz konusudur. Fakat takva sahibi müminler sadece yanılarak günah işlerler. Onlar isyanda ısrarcı olmazlar. İşledikleri günahın, hatanın ardından hemen Mevlayı hatırlar ve günahlarından bağışlanma dilerler. (Âl-i İmrân, 135.)

İnsanın unuttuğu en önemli konulardan biri de, zikre değer hiçbir şey değilken yaratılmış olmasıdır. (Meryem, 67.) Allah onu yarattı ve varolma şerefiyle onu şereflendirdi. Fakat o kendi kökenini unuttu.

Hak ve hakikatten insanın yüz çevirmesine sebep olan en büyük unutturucular da şeytan (Mücadele, 59.) ve dünya metaıdır. (Furkân, 18.) Öyle ise insan her an bir unutma ve gaflete düşme tehlikesi ile karşı karşıyadır. Her an hakikatle kendisi arasında bir perde çekilebilir. Gören göz görmez hale, düşünen kalp anlamaz hale gelebilir. İşte hatırlatıcı özelliği ile Kur’an bu perdeyi kaldırmayı, daldığı gaflet uykusundan insanı uyandırmayı hedefliyor; ta ki insan, hakikatle yüz yüze gelsin.

Evet, hatırlayanlar, bu dünyada olduğu gibi ahirette de hatırlanacaktır. Acımasız hayat mücadelesi ve koşuşturması içerisinde daima Rabbinin hoşnutluğunu arayanlar elbette ki o gün unutulmayacaktır. Dünyanın debdebesi, aldatıcılığı ve çekiciliğine kapılmadan Allah’ın rızasını arzu edenler şüphesiz ki görmezden gelinmeyecektir. Baş döndürücü lütuflara eriştikleri halde ayakları yerden kesilmeyen, Hz. Süleyman misali “Bu rabbimden bana bir lütuftur.” (Neml, 40.) diyebilenler, o gün muhakkak ki gözetilecektir.

Nail oldukları lütuflar sebebiyle şımarıp gururlanmayanlar, yine maruz kaldıkları mahrumiyetler dolayısıyla ümitsizliğe kapılmayanlar, o günde elbette ki himaye edileceklerdir. (Hûd, 9-11.) Koyu karanlıkların insanı bunalttığı bir dünyada balığın karnında sıkışan Hz. Yunus misali yalvarıp yakaranlar da unutulmayacaktır. (Enbiya 87.) Yine hastalıkların pençesine düştüğü halde Hz. Eyyûb misali sabır ve metanetle bunu karşılayanlar da o gün unutulmayacaktır. (Sâd, 41.)