11 Ağustos 2024 Pazar

AİLE ve TOPLUM / Ümmetin Temel Yapıtaşı “Aile”

AİLE ve TOPLUM Ümmetin Temel Yapıtaşı “Aile” Gülistan Araştırma Bir ülkenin nüfus gücü, iyi eğitimli ve organizeli olması şartıyla en önemli güç kaynaklarından biridir. Bilhassa nüfusun dinamizmi o ülkenin geleceği hakkında çok büyük öneme haizdir. Geçtiğimiz günlerde Türkiye’de nüfus istatistikleri yayınlandı. 85 milyonu aşan nüfusuyla ülkemiz nüfus büyüklüğüne göre sıralamada dünyadaki 194 ülke arasında 18. sırada yer aldı. Bir ülkenin nüfusu analiz edilirken ortalama üç gruba ayrılıyor: çocuklar, çalışma çağındaki genç ve yetişkinler ile yaşlılar. Türkiye’de çalışma çağı olarak tanımlanan 15-64 yaş grubundaki nüfusun oranı artarak, %68,3 olarak gerçekleşti. 65 ve daha yukarı yaştaki nüfusun oranı da %10,2’ye yükseldi. Çocuk yaş grubu olarak tanımlanan 0-14 yaş grubundaki nüfusun oranı ise %21,4’e geriledi. Türkiye’nin doğurganlık hızının düşmesi ve ölüm yaşının yükselmesine bağlı olarak, yaşlı nüfusun arttığı görüldü. Nüfus analizlerini yapanlar öncelikle yaş dağılımının ekonomi üzerindeki etkisini göz önüne alıyorlar. 65 yaş üstü yaşlı kişi oranı çok yüksek ise ülkenin sosyal güvenlik sistemi ağır bir yük altına girebileceği, bilhassa sağlık sistemlerine daha büyük yükler getirip harcamaları artırabileceği düşünülüyor. Bu sebeple bir ülkede rakamlar düşüş trendine girince bu düşüşün gitgide ivme kazanarak daha hızlanacağı tahmin ediliyor. Bir toplumda yaşlı nüfusun toplam nüfusa oranının yüzde 10,0’u geçmesi, nüfusun yaşlanmasının göstergesi kabul ediliyor. Türkiye’de yaşlı nüfus son 5 yılda yüzde 24 artarak yüzde 10’a ulaştı. Sanayileşme Fıtratı Bozuyor Dünyada da nüfus yaşlanmaya devam ediyor. Dünyada 65 yaş üstü nüfusun yaklaşık yüzde 20 ile en yüksek seviyede olduğu Avrupa ülkelerinin ardından sanayileşen Asya ülkeleri geliyor. Japonya gibi sanayileşmiş ülkelerde yaşlı nüfusun genel nüfusa oranı yüzde 27’ye ulaşmış bulunuyor. Bu ülkede 13 yıldır nüfus azalıyor. Çocuk sayısı artmazsa bu azalışın daha da hızlanacağı tahmin ediliyor. Dünyanın en kalabalık ülkelerinden biri gitgide boşalan ve köhneleşen bir ülkeye dönüşebilir. Geçtiğimiz günlerde Japonya’da 9 milyondan fazla evin boş olduğu haberi medyada yer aldı. Sahipleri ölmüş, mirasçıları da sahiplenmemiş boş evlerin sayısının daha da artacağı tahmin ediliyor. Nasıl bu hale geldiğine bakacak olursak, bir zamanlar sanayileşme ve teknoloji alanında örnek gösterilen ülkede halkın büyük çoğunluğunun teknoloji bağımlısı, içe kapanık olduğu, intihar vakalarının yaygın görüldüğü haberleri göze çarpıyor. Halbuki teknoloji bakımından gelişmiş oldukları halde geleneklerine bağlı oldukları ve aile yapısı bakımından batı kadar bozulmamış oldukları söylenirdi. Aslında sanayileşmenin hemen hemen bütün toplumlarda benzer sonuçları oluyor. Kalabalık nüfusuyla meşhur olan Çin’de de nüfus yaşlanması sinyalleri belirdi. Nüfusça en büyük ülke namını Hindistan’a kaptırdı. Sanayileşmenin ferd, aile ve cemiyet üzerinde çok yönlü tesirleri olduğu muhakkak. Allah-u Teâlâ insanı yeryüzünde bir halife olarak yaratmış, türlü nimetlerle mükerrem kılmış. Sanayileşme görünüşte insanın ihtiyaçlarını kolayca karşılamasını sağlayacak müesseseler kuruyor ama bir yandan da insanın fıtri bağlarını koparıp yalnızlaştırıyor. Eski zamanlarda bir insan kendi köyünde dünyaya gözlerini açar, ailesi ve akrabalarıyla yardımlaşarak hayatını idame ettirirdi. Gençlik çağında ailesinin yaşlılarına bakar, bir yandan da kendisi yaşlanınca ona bakacak evlatlar büyütürdü. Evlerde pek çok ihtiyaç üretilebilirdi. Ya hiç paraya dayanmayan veya çok büyük kar beklenmeyen, devamlı büyümesi hedeflenmeyen faaliyetlerle ihtiyaçlar temin edilebilir, aileye, çoluk çocuğa bakılabilirdi. Çoğu ailenin çok çocuğu olurdu. Bunlar biraz büyüdü mü ailesine yardımcı olurdu. Biraz daha büyüyünce de evlenirdi, evlat yetiştirirdi. Geçenlerde bir haberde, “Araştırmacılar Çin’de çocuk yetiştirmenin masraflı olduğunu dile getiriyor,” diyordu. Bir zamanlar tek çocuk politikası izleyen Çin artık tam tersi çocuğu teşvik edecek noktaya geldiği halde doğum sayısında artış sağlayamıyor. Sanayileşme ile birlikte aile tüketim birimi haline geldi. İktisat ders kitaplarında tüketici birimine “hane halkı” deniyor. Zannediyorum bu da değişecek. Artık yalnız yaşayanların çoğaldığı ve herkesin kendi keyfi için harcama yaptığı bir dünyaya gidiyoruz. Eskiden insanlar arasında aile bağları bir ihtiyaçtı. İş birliği ve görev bölümü dünyanın hemen her yerinde geçerliydi. Bir yandan aile bağları ihtiyaç olmaktan çıkarıldı, diğer yandan aile için fedakarlık ruhu yok edildi. Daha da kötüsü yeni yetişen nesle aile kurmak istese de kurabilecek güç ve imkan da bırakılmadı. Evlilikler Gecikiyor, Çocuk Sayısı Azalıyor Etrafımıza baktığımız zaman evlenmeden yaşı geçmiş çok sayıda kız ve erkek çocuklara sahip aileler görebiliyorsunuz. Bazı aileler çocuklarının evlenmemesinden dolayı üzgün ama bir çözüm bulamıyor. Bazıları ise evlenmesini pek de istemiyor. Evlenince evladını kaybetmekten korkan yalnız anneler bu listenin başında yer alıyor. Dindar, güzel ahlaklı ve evini geçindirebilecek işi gücü olduğu halde annesiyle birlikte oturacak bir hanım bulamadığı için evlenemeyen gençlerin sayısı artıyor. Annesi dul veya boşanmış olduğu, kendi başına idare edemediği için onu bırakıp gidemiyor. Bazıları da evlenmenin masraflarını göze alamıyor. Bu durum nüfus istatistiklerine de yansıdı. Yıllara göre ortalama ilk evlenme yaşı incelendiğinde, her iki cinsiyette de ilk evlenme yaşının arttığı görüldü. Ortalama ilk evlenme yaşı 2023 yılında erkeklerde 28,3 iken kadınlarda 25,7 oldu. Müslümanlar olarak ümmetin geleceği için endişe etmemiz gereken noktadayız. Daha fazla geç kalmadan aile müessesesini ayakta tutmak için gereken maddi manevi bütün tedbirleri almak mecburiyetindeyiz. Bilindiği gibi toplumun temel birimi ailedir. Bir toplum yapayalnız fertlerden kurulmaz, böyle bir toplumun geleceği olmaz. Yaşayan, istikbali olan bir toplum ancak sapasağlam ailelerden kurulmuş olan toplumdur. Ümmetin istikbali, bugün yetişen neslin aile kurmasına ve evlat yetiştirmesine bağlıdır. Her müslüman ümmetin istikbalini düşünmek ve bunun için çaba göstermek mecburiyetindedir. Rabbimiz müminlerin taşıması gereken mesuliyete işaretle şöyle dua etmeyi örnek vererek öğretmiştir: “Ve onlar; ‘Ey Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takvâ sahiplerine önder kıl!’ derler.” (Furkan, 74) Demek ki Allah’ın razı olduğu ve örnek gösterdiği müminler, takva sahiplerine önder olacak bir nesil yetiştirmenin gayretinde ve duasında olan müminlerdir. Yine Kur’ân-ı Kerim’de; Cenab-ı Hak evlatlara karşı vazifelere dikkat çekerek şöyle buyurmaktadır: “Ey îmân edenler! Nefislerinizi ve ailelerinizi yakıtı taşlar ve insanlar olan ateşten koruyun.” (Tahrîm, 6) Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem de bu hususta; “Hiçbir baba, çocuğuna güzel ahlâktan daha güzel bir mîras bırakmamıştır.” (Tirmizî, Birr, 33) buyurur. İslam dini toplumdaki fertlerin, hak ve vazifeler bakımından birbirlerine sıkı sıkıya bağlı olmaları gerektiğini bildirir. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem de: “Hepiniz çobansınız. Hepiniz güttüğünüz sürüden sorumlusunuz. Âmir, memurlarının çobanıdır. Erkek ailesinin çobanıdır. Kadın da evinin ve çocuğunun çobanıdır. Netice itibarıyla hepiniz çobansınız ve hepiniz idare ettiklerinizden sorumlusunuz.” (Buhârî, Cum‘a, 11) buyurarak buna dikkat çeker. İslam’da evlatlarımıza karşı vazifelerimiz onların annesi veya babası olacak kişiyi doğru seçmekle başlar, helal rızık yedirmekle ve güzel terbiye vermekle devam eder. Bu hususla alâkalı olarak şöyle bir hâdise anlatılır: “Bir adam, Halîfe Hz. Ömer radıyallâhu anh’e gelerek oğlunu şikâyet etmişti. Hz. Ömer, bu kimsenin oğlunu çağırtıp dedi ki: “İmandan sonra birinci vazifemiz ana-babanın kalbini kırmamaktır. Ana-babamızın kalbini kırarsak cennete nasıl gireriz?” Çocuk, Hz. Ömer’e: “Yâ Emîre’l-Mü’minîn; söylediklerinizi aynen kabul ediyorum. Fakat çocuğun ana-babası üzerinde hiç mi hakkı yoktur?” diye sordu. Hz. Ömer buyurdu ki: “–Evet çocuğun da hakları vardır: Evlenirken, çocuklarına anne olacak kızı veya kadını iyi bir aileden seçmesi, çocuğa güzel isim koyması ve dînini öğretmesi bunlardandır.” Çocuk, Halîfe’ye: “–Babam, bana terbiye nedir öğretmedi. Anam ise, ateşe tapan bir mecûsînin kızı idi. Doğduğumda ismimi ‘Karaböcek’ koymuş. Allâh’ın kitâbından bana bir harf bile öğretmedi. Maalesef dînim hakkında hiçbir şey bilmiyorum…” Bunun üzerine Hz. Ömer radıyallâhu anh, çocuğun babasını şöyle îkaz etti: “Ey adam! Gelmiş, bir de bana oğlunu şikâyet ediyorsun; hâlbuki sen onun hakkını çiğnemiş ve o sana kötülük etmeden, sen ona kötülük etmişsin!..”