25 Mart 2008 Salı

http://sabrikontek.azbuz.com http://sabrikontek.blogcu.com http://sabri28kontek.sitemynet.com : Cuma Namazı İle İlgili Fetvalar :: Cuma ezanı nerede okunmalı: İmam minbere çıktıktan sonra oturur ve müezzin minberin karşısında durup tekrar ezan okur. (Hidaye Tercümesi)

İmam minbere çıkınca ve müezzin imamın önünde ezan okumaya başlayınca alış veriş yapmak tahrimen mekruhtur. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli)

Camilerde işlenen bidatlardan birisi de, Cuma günü hatip efendi hutbeye çıkıp oturduktan sonra ikinci ezanın minberin önünde okunmayıp rasgele yerde veya minberin karşısında olmadığı halde uzak yerlerde okunmasıdır. Ecdadımız bu sünnet yerini bulsun diye, camileri yaptırırken, Cuma günü minberin önünde ikinci ezanı Muhammedi ifa edilsin diye, müezzin mahfelileri yaptırmışlardır. Konya’da Sultan Selim, İstanbul’da Fatih, Bursa’da Ulu cami, Edirne’de Selimiye camilerinde minberin önünde yapılan camiler bu sünneti ifa içindir. (İslama Sokulan Bidat ve Hurafeler-Mustafa Uysal)

Cuma günü yolculuk: Sabah vakti girince Hanefi ve Malikilere göre yolculuğa çıkılabilir. Hanefilere göre Cuma günü öğle vakti girmeden önce, şehrin mamur, oturulan yerlerinden ayrılınırsa, sefere çıkmakta bir beis yoktur. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli)

Cuma namazıyla ilgili hükümler: Cumhur, Cuma namazının sahih olabilmesi için yerleşim biriminin şehir veya köy olmasına itibar etmeyip sadece sayı ve ikameti esas almışlardır. Toplayıcı şehirden başkasında Cuma namazı ve teşrik tekbiri yoktur. Şeklindeki söz Hanefilerin iddia ettikleri gibi Peygamberimiz sav’in sözü olmayıp Hz. Ali’ye nispet edilen sahih mi, zayıf mı olduğu muhaddisler arasında tartışmalı olan mevkuf bir haberdir. Nitekim İmam Tirmizi “Köylerde Cuma kılınmaması hususunda Peygamberden rivayet edilen hiçbir hadis sahih değildir” der (Beyhaki, Dârekutni, Nevevi, Darulfikr, Azımabadi) İmam Ahmed b. Hanbel “Bu söz hadis değildir. Sadece Hz. Ali’nin kendi sözüdür.

Ancak Hz. Ömer ona muhalefet etmiştir” demektedir. Aynı görüşler Beyhaki ve Hafız İbni Hacer’den de nakledilir. Buhari ve Ebu Davud’un İbni Abbas ra’den rivayetlerine göre, O şöyle demiştir: “Resulullah sav’in Medine’de kılınan cumadan sonra (Medine haricinde) kılınan ilk Cuma namazı, Bahreyn köylerinden bir köy olan Cuvasa’da kılınan Cuma namazıdır.” Ebu Hureyre’den rivayete göre: “Biz Bahreyn’de iken kendisine burada Cuma kılıp kılamayacağımızı sormak üzere hz. Ömer ra’e mektup yazmıştık. Bunun üzerine Ömer bize cevaben “Nerede olursanız olun, Cuma namazını kılın” diye yazdı.”

(İbnu Ebi Şeybe, Darekutni, İbnu Hacer) Buhari’nin katibi Leys b. Sa’d den rivayete göre şöyle demiştir: “İçerisinde cemaat bulunan her şehir ve köy Cuma ile me’mur olurlar. Zira Mısır ve sahillerinde oturan ahali Ömer ve Osman ra zamanlarında, aralarında sahabeden bir gurupta olduğu halde Hz. Ömer ve Hz. Osman’ın emriyle buralarda Cuma namazı kılıyorlardı. (İbnu Hacer, Ali Nasıf) Ka’b b. Malik’ten rivayete göre Esad b. Zürare Medine’ye iki mil mesafede bulunan Beni Beyada köyünde Hezmün Nebit denilen semtte Cuma namazı kıldırmış ve buna devam etmiştir. Ne Peygamber (sav) ne de sahabeden buna karşı çıkan kimse olmamıştır. Beyhaki, Vâhidi, İbnu Sâ’d ve daha pek çok kimselerin rivayet ettikleri gibi, Peygamber sav Mekke’den Medine’ye hicret ettiği esnada Kuba ile Medine arasında bir köy olan Salim oğulları yurdunda Cuma namazı kıldırmıştır. Burası şehir merkezi olmayıp küçük bir köydür...

Câbir hadisinin (cumanın devlet başkanınca kıldırılması hadisi) olan Ali b. Zeyd b. Cü’dan hakkında hadis otoritelerinin görüşleri şöyledir: İmam Buhari “Ahmak ve aklı kıt bir kimse idi. Hadisiyle ihticac olunmaz.” Hafız İbnü Hacer “Zayıf bir ravidir” Ahmed b. Hanbel bir defasında “Ali b. Zeyd bir şey etmez” derken bir defasında da “O zayıfül hadistir” demiştir. Tirmizi “Ali b. Zeyd saduktur” saduk; hakkında bu tabir kullanılan bir kimsenin hadisleri ancak denemek ve araştırılmak maksadıyla yazılır. Darekutni de onu zayıf saymıştır. Aynı hadisin diğer ravisi olan Abdullah b. Muhammed el-Adevi hakkında ise Buhari “Abdullah b. Muhammed, Ali b. Zeyd b. Cüdan’dan, Velid b. Bükeyr’de kendisinden hadis rivayet etmiş olup, münkerül hadistir. Hadisinin mütabii yoktur” (Hadisi kabul edilmeyen, rıza gösterilmeyen kimse) İmam Nesei “Adevi hadis uydururdu” derken, İbnü Hibban “Adevi’nin rivayet ettiği hadislerin delil gösterilmesi helal değildir” der. Hanefi ulemasından Mevsili ise uydurma hadisleri bir araya topladığı kitabında Cabir hadisini de zikrederek "Bu konuda Resulullah sav’den rivayet edilen hiçbir hadis sahih değildir” açıklamasını yapmıştır. Hadisin ravileri sebebiyle asılsız olması bir yana, metnin muhtevasının da asılsız olduğuna bir delil vardır.

Çünkü hadisin sonunda hac, zekat ve oruç ibadetlerinden bahsedilmektedir. Her ne kadar bu ibadetler biliniyorsa da farz kılınmamıştır. Bir kavle göre hac, hicretin altıncı senesinde, meşhur olan diğer bir kavle göre ise hicretin dokuzuncu yılında farz kılınmıştır. Cuma namazının farz olduğunu beyan eden ayetler ise, hicretin hemen ilk günlerinde nazil olmuştur. Keza oruç hicretin ikinci yılında, zekatta yine aynı yılda oruçtan önce farz kılınmıştır. Şu halde henüz ortada ne oruç ne zekat ve ne de hacc ibadeti yokken iki ila dokuz yıl aradan sonra meşru kılınacak olan ibadetlerden bahisle Resulullah sav’in “Bilmiş olun ki böylesinin ne haccı ne zekatı ne de orucu kabul edilir...” buyurmuş olması garip değil midir? Diğer bir hususta hadisin değişik yollarla gelen metinleri karşılaştırıldığı zaman, birbirinden farklı lafızlar ihtiva ediyor olmasıdır. Mesela, aynı hadisin,

Ebu Yâ’lanin Müsned’inde geçen metninde “âdil ve zalim bir imamı varken” ifadesi mevcut değildir. Sonra haberdeki imam lafzıyla mutlak devlet başkanı kastedildiği de tartışma götürür bir şeydir. Cabir hadisi mevzu olmayıp sahih bile olsa haberi ahad tarikiyle gelmiştir. Dolayısıyla böyle bir hadisle gelen hüküm Hanefi imamlarına göre şart sayılmaz, onunla Kuran’ın hükmü tahsis edilemez ve üzerine ziyade yapılamaz. Hanefi fukahasından İbnü Hümam söz konusu “Hidaye” üzerine yazdığı “Fethül Kadir” isimli şerhinde bu ifadenin hadis olmayıp Hasanı Basri’ye ait bir söz olduğunu belirterek: “Hasan dört şey sultana aittir dedi ve bunlar arasında Cuma ve bayram namazlarını da zikretti” kaydını koymuştur. Yine İmam Serahsi el-Mebsut’ta bu ifadeden bahisle “Eserde dört şey sultana aittir. Cuma da bunlardandır denilmiştir” demek suretiyle bu sözün hadis olmayıp, peygamberden başkasına ait olduğuna dikkat çekmiştir. Bilindiği gibi eser tabiri özellikle peygamberden başkalarına ait sözler için kullanılır. Cuma namazını sultana izafe eden haberler, Tabiundan İbnu Muhayriz ile Atâ el-Horasani’ye ve İbnu Hazm’ın Muhallasındaki şekliyle Ebu Abdullah’a aittir. Hafız İbnü Hacer’de Keşşaf’ta geçen hadislerin aslını araştırmak üzere kaleme aldığı kitabında “Ben bu haberi merfu olarak görmedim” demiştir.

Başta İmam Malik, İmam Şafii ve İmam Ahmed b. Hanbel olmak üzere cumhuru fukahaya göre namazla doğrudan bir alakası bulunmadığı ve namazın maslahatından olmadığı için Cuma namazını devlet başkanı ve onun izin verdiği kimsenin kıldırması ve onun izin vermesi şart değildir. Hanefi fukahasından İmam Muhammed’de bu görüştedir. Medine’de Hz. Osman muhasara altına alındığı zaman, sahabeye Hz. Ali Cuma namazı kıldırıyordu. Onun bu namazı Hz. Osman’ın emriyle kıldırdığına dair herhangi bir rivayet sabit değildir. Halbuki o sırada devlet idaresi Hz. Osman’ın elindeydi. Allahu Teala Cuma namazını herhangi bir şarta bağlamaksızın mutlak olarak emretmiştir.

Dolayısıyla kayıtsız ve şartsız mutlak olarak eda edilmelidir. İmam Muhammed Cuma namazının şartlarını sayarken bu hususta son derece temkinli davranarak şöyle demektedir “Cuma namazının şartları; cemaat, hutbe ve vakittir. İkincisi ise vali ve şehir olup bunlar ihtilaflıdır” (Camiüs Sağirden) ibni Abidin, Reddül Muhtar adlı eserinde “Cuma namazı insanların en zalimi olan Haccac zamanında bile kılınmaya devam etmiştir. Halbuki o, islami hükümlerin tamamını tatbik etmiyordu. Bu sebeple bir memlekette bir vali vefat etse yahut herhangi bir fitne sebebiyle Cuma namazına gelemese ve Cuma namazını kıldırma yetkisine sahip olanlardan hiç birisi de bulunmasa, cemaat zaruri olarak aralarından kendilerine bir hatip seçerler ve Cuma namazını kılarla. Bu surette kafirlerin istila ettiği beldelerde bile sahih olmasına rağmen, fitne zamanlarında kılınan Cuma namazı geçerli değildir, diyenlerin cahilli ortaya çıkmıştır. Vehbe zuhayli’de şunları kaydeder: “İmamın izni ve kendisi olmadan Cuma kılmak sahih ve muteberdir.

Zira Hz. Osman Kufe valisi Velid b. Ukbe b. Ebi Muayt bir gün Cuma namazını kıldırmaya gelmemişti. Bunun üzerine İbnü Mesud onun izni olmadan sahabelerin de hazır bulunduğu cemaate Cuma namazını kıldırmıştır.. islam devletinin dışında ve darul harbde Cuma namazı kılınmaz diyen tek bir Hanefi alimine rastlamak mümkün değildir... Netice olarak biz diyoruz ki, bütün namazları kıldırmak devlet başkanının bir vazifesi hem de imametinin meşruluğunun sebeplerinden biridir. Fakat devlet başkanının bu namazları kıldırmak vazifesiyle yükümlü olması, bu namazların farziyyetinin ve meşruluğunun bir sebebi değildir. Keza hicretten önce henüz bir darul harb olan Medine’de müslümanlar Resulullah sav’in müsadeleriyle Cuma namazını kılıyorlardı. Hiçbir kimse Medine’de o dönemde islami bir otoriteden, hatta ıstılahi manada bir cemaatin varlığından bile söz edemez. (Devlet, Siyaset ve İbadet Üçgeninde Cuma Namazı-Recep Çetintaş)

Cuma namazına sonradan yetişmek: İmam Muhammed “Şayet imamla birlikte ikinci rekatın rukuuna yetişirse cumayı onun üzerine bina eder. Daha sonra yetişirse o namazın üzerine öğlen namazını bina eder. Çünkü bu namaz bir cihetten Cuma bir cihetten öğledir. Zira bazı şartları kaçırmıştır. Binaanaleyh öğleye itibar ederek dört rekat üzerinden kılar, fakat cumaya itibar ederek iki rekatta behemehal oturur. Nafile olmak ihtimalinden dolayı son iki rekatta kıraat okur.” Şeyhayna göre, o kimse bu halde cumaya yetişmiştir. Hatta kendisine cumaya niyet etmek şarttır ki, o da iki rekattır. İmam Muhammed’in söylediklerinin vechi yoktur. Zira bunlar muhtelif iki namazdır. Biri diğerinin tahrimesi üzerine bina edilmez. Hidaye’de de böyle denmiştir. (İbni Abidin-3)

Cuma namazı ve köy: Zahirilere ve kaybolmuş mezhep sahiplerinden biri olan Ebu Sevr’in görüşüne göre, Cuma namazı aşiret mescitlerinde de kılınabilir. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli)

Bulaşıcı bir hastalığa müptela olan kimse ve Cuma Namazı: Bulaşıcı bir hastalığa müptela olan kimsenin Cuma ve bayram namazı gibi namazlara gitmesi caiz değildir. Hatta başkasına zarar verecek fıtri veya sarmısak ve soğan gibi şeyleri yemekten dolayı arızı bir kokusu olan kimsenin Cuma namazına ve cemaate gitmesi doğru değildir. (Fetvalar-Halil Gönenç)

Kaynakları ile Fıkıh