7 Şubat 2008 Perşembe

Namaz Kılmak

“Mü’minler muhakkak felah bulmuşlardır. Ki onlar namazlarında huşû içindedirler.” (Mü'minun; 1-2) Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: “Namaz vakti girdiğinde abdestini güzelce alıp, huşu ve tadil-i erkan ile namazını kılan hiç kimse yoktur ki namazı –büyük günah işlemediği müddetçe- daha önce işlediği günahlarına keffaret olmasın. Bu hayatı müddetince böyle devam eder.” (Müslim) Şurası bilinmeli ki, namazın bir takım rükunları, vacipleri ve sünnetleri olduğu gibi bir de ruhu vardır. Namazın ruhu ise niyet, ihlas, huşu ve kalp huzurudur. Hasan el-Harraz’a; “Namaza nasıl girelim?” diye sorulunca şöyle cevap vermiştir: “Allah-u Zülcelal’e kıyamet gününde nasıl yöneleceksen öyle yönel. O’nunla aranda hiçbir tercüman olmadan huzurunda bulunduğunu ve O’nun sana yönelerek nazar ettiğini, kendini de O’na münacatta bulunuyor gibi düşün. En büyük Melik’in huzurunda bulunduğunu bil!” Görüldüğü gibi, insan namazda iken Allah-u Zülcelal ile münacatta bulunduğunu bilerek kendisini ona göre ayarlamalıdır. Namaz kılan kişinin riayet edeceği edeplerin en güzeli, kalbinin az veya çok hiçbir dünyevi şeyle meşgul olmamasıdır. Kişinin namazda kalbini Allah-u Zülcelal’e yöneltmemesi şu duruma benzer: nasıl bir kimse isteğini görmek için sultanın karşısına çıkarda sultan ona bakarken o sağına soluna bakıp istediğini alamadan geri dönerse, namazda huzurlu olmayan kimse de istediğini almadan geri döner. Buna göre, kişi namaza durduğu zaman kalbi Allah-u Zülcelal’den gafil olursa bir şey elde edemez. Kalbi Allah-u Zülcelal ile ne kadar huzurlu olur ise, isteğini de o doğrultuda almış olur. Onun için İbn Abbas (Radıyallahu Anh): “İki rekat tefekkürlü ve mülahazalı olarak kılınan namaz, gafil kalple kılınan bir gecenin namazından daha hayırlıdır.” demiştir. Allah-u Zülcelal’in Hz. Musa (Aleyhisselam)’a şöyle hitap ettiği rivayet edilmiştir: “Ey Musa! Beni zikrettiğin zaman dilini kalbine tak ve vücudun titresin. Benim önümde zelil bir vaziyet al ve benimle korkan bir kalp ve doğru olan bir dil ile konuş.” Bütün bunlara bakarak elimizden geldiği kadar namazı huzurlu ve huşu’lu kılmalıyız. İnsan Rabbi ile olan münacatında kalbinin gaflette olmasından haya etmelidir. Çünkü Allah-u Zülcelal her insanın kalbin-den haberdardır. Şu yakinen bilinmelidir ki, kılınan namazın sevabı huşu, huzur tevazunun çokluğu kadardır. Bu sebeple namazımızı sanki Allah-u Zülcelal’i görüyormuş gibi kılmalıyız. Biz O’nu görmesek bile, O’nun bizi gördüğünü unutmayalım. İnsanın nefsi ile arasındaki ilişki, ticari ortaklığa benzer. Nasıl ki ortaklar her işten sonra birbirleriyle hesaplaşır, kar ettiklerinde de birbirlerini daha iyisi için teşvik ederlerse, mü’min de ticaret ortağı gibi her akşam nefsiyle hesaplaşmalıdır. Allah-u Zülcelal’in razı olduğu bu salih ameli yaptığından dolayı ona, haşr, mizan ve sırat köprüsünden başarıyla geçeceğini, Allah-u Zülcelal’in kullarına karşı çok lütufkar olduğunu (Şura; 19) ve cennet ni’metlerini hatırlatıp daha iyisini yapması için teşvik etmelidir. Tevfik verip lütufta bulunduğu içinde Allah-u Zülcelal’e hamd ve şükür etmelidir.

Hiç yorum yok: